Başörtüsü

Abdullah Güzel

 

 

SORU:

 

Başörtülü bir hanımın, baş açık olarak memuriyete veya tahsile devam etmek istemesi dinen caiz mi?

 

 

.....Bir meselenin dini hükmünü orta yere koyabilmek için çeşitli yollar vardır. İçtihad, tahric ve taklitden birisi ile neticeye gidilir. Müctehidler: Kendilerine sorulan sorulara ictihad yoluyla fetva verirler. Bunlar kendilerine sorulan soruların hükmünü Kur’an ve sünnet naslarından veya nasların ışığı altında ictihad ederek çıkarırlar. Bu yönüyle fetva verme işi iktidar meselesidir ve ictihada dayanmaktadır.

 

İctihad ehliyeti (müctehidlik şartları) ikidir:

 

1- İlim 2- Kabiliyet

 

1- İlim: Müctehidin asıl görevi şer’i delillerden hükümler çıkarmak, nasları tefsir etmek ve hükümlerin olaylara nasıl tatbik edileceğini göstermektir. Bir müctehidin bilmesi ve fetva verebilmesi için gerekli olan ilimler şunlardır.

 

a) Kur’an-ı Kerimi bilmek; bir müctehidin Kur’an ayetlerinin hepsi ni icmali bir surette bilmesi, ahkâm ayetlerini de ayrı ayrı ve en ince teferruatına kadar bilmesi, ayetlerin nasih ve mensuhunu, nüzûl sebeblerini bilmesi aynı şekilde ahkâm ayetlerin lügat ve ıstılah manalarını, hass, âmm, mücmel, mufassal gibi kısımlarını bilmesi gereklidir.

 

b) Sünneti bilmek: Müctehidin sünnetden nelerin sahih, nelerin zayıf olduğunu, hadis ravilerinin hallerini, durumlarını, hadislerin senedlerini yani mütevatir, meşhur ve âhad gibi bize vasılolma yollarını, aralarındaki tercih yapma kaidelerini bilmesi gerekir.

 

c) Arapça bilmek: Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim ve sünnet Arapça olarak varid olmuştur. Bu sebeple müctehidlerin nasslardan hüküm çıkarabilmesi için Arapçayı sarf, nahiv, belagat, meani, beyan gibi kaide ve kurallarını şer’i nasları doğru olarak anlaması ve bunlardan hüküm istinbatını mümkün kılacak kadar Arap dili ve edebiyatını bilmesi elzemdir.

 

d) İcmâ vaki olan konuları bilmek:

 

e) Kıyas bilmek: İctihadın ruhu kıyastır. Bu sebeble bir müctehidin kıyasın rükûnlerini, şartlarını, hükümlerini en ince teferruatına kadar bilmesi zorunludur.

 

f) Fıkıh usûlü ilmini bilmek: Müctehidin şer’i delilleri, bunlardan hüküm çıkarma yollarını, lafızlarla ilgili kaideleri, deliller arasındaki tercih kaidelerini, şâriin maksad ve gayelerini bilmesi gerekir.

 

Fıkıh usûlü ilmini öğrenmeyen bir kişi tefsir, hadis, sarf, nahiv, meani, gibi ilimlerde ne kadar mütehassıs olursa olsun fakih ve müctehid olamaz.

 

2- Kabiliyet: Yaratılıştan hukukî hükümlerin ruhuna nüfuz edebilecek zeka ve kabiliyette olmak. Bu şarta haiz olmayan bir kişi birinci şartı elde etmekle müctehid olamaz.

 

TAKLİT USÛLÜ VE FETVA:

 

Delilini bilmeksizin başkasının görüş, fikir ve ictihadiyle amel etmek. Bir müctehidin görüşüyle amel eden kişi amelinden meydana gelecek uhrevî-manevî mesuliyeti, o müctehidin boynuna yüklediği için bu ameline taklit, kendisine de mukallid denilmiştir.

 

Mezheplerin Taklit

 

Edilmesi ve Fetva Verilmesi:

 

Hz. Peygamberimiz devrinden itibaren mezheplerin ortaya çıkışına kadar geçen devrede ictihad iktidarına sahip olmayan âlimler ve mukallidler dînî müşkil ve problemlerini müctehidlerden sorup öğreniyorlardı. Bir şahıs bir dini problemini bir müctehide sorarken başka bir dînî problemini ise başka bir müctehide soruyordu, müctehidler arasında da herhangi bir ayrım yapmıyordu. İkinci asırda fıkhî mezheplerin ortaya çıktıkları ve ictihad iktidarına sahip olmayan âlimlerin ve mukallidlerin bu mezheplere bağlı olarak yaşadıklarını görmekteyiz. Ancak müctehid olmayan bir şahsın sadece bir müctehidin görüşlerine yani bir mezhebe bağlı kalarak amel etmesinin vacip olduğunu dair herhangi bir şer’i ve aklî delilin mevcud olduğuna rastlamak mümkün değildir. Bununla beraber âlimler ictihad iktidarına sahip olmayan âlimlerin fıkhî mezheplerden herhangi birine, özellikle hükümleri tamamen tedvin edildiği ve çok yayıldığı için dört mezhebe (Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî) bağlı olarak amel etmelerinin caiz olduğuna kail olmuşlardır.

 

Şu da bir hakikattır ki dini konularda hiç malumatı olmayan avâm için bir mezhebe mensub olmakla olmamak arasında herhangi bir fark yoktur. Çünkü insan tercihini kullanarak bir mezhebe mensup olur. Tercih ise, asgari bir ilmi gerektirir böyle bir şahısta az da olsa ilme rastlamak mümkün değildir. Bu sebeple usûl âlimleri, avâmın mezhebi yoktur. Onun mezhebi müftünün fetvasıdır, demislerdir. (A. Davudoğlu, İbni Abidin 1/51)

 

Mezheplerin farklı anlayış ve farklı fikir sahibi olmaları tabidir. Bu husus yadırganmamalıdır. Çünkü akıllı olan insanların farklı düşüncelere sahip olmaları normaldir. Unutulmamalıdır ki farklı içtihadlar İslâm hukukunun gelişmesine vesile olur. Bu sebeble mezhep imamları ve bütün müctehidler hürmetle yad edilmelidir. (Fıkıh Usûlü Dr. Fahrettin Atar.)

 

Günümüzde içtihadın mümkün olup olmadığı müçtehidde bulunması gerekli şartları dikkatle inceleyen kimse görür ki günümüzde bunların gerçekleşmesi kolay değildir. Herşeyden önce okulu kapatılmış bir ülkedeki Kur’anın okunup okunmaması tartışılıyor.

 

Bırakın gereğince ameli, okunması bile yasaksa Allah’ın nice emirleri nehyediliyor, haramlar teşvik ediliyor hatta himaye görüyor ise müctehidden bahsetmek safdillik olur. Elbette içtihad kapıları kıyamet sabahına kadar açıktır, ancak yolları kapalıdır ve pek çok engeller vardır. Keşke bu eksikliği mü’minler fark etselerdi.

 

Mevzubahis olunan soruların cevabına gelince İslâm bir hanımın tahsiline asla mânii olmaz. Elbette hanımlar da okumalı, doktor olmalı hemcinslerinin ihtiyaçlarını rahat bir halde gidermeli, örneğin muayene ve ameliyat gibi. Kadın neden bir öğretmen olmasın, bir tacir olmasın. Okusun okutsun ilim erbabı olsun örnek bir memure olsun. Bunlar güzel ama başı açık mı kapalı mı? İlim tahsili, ilmihal bilgisi kadın ve erkeğe farzdır. Böyle olunca biz okumasın diye fetva vermeyeceğiz, okumalı. Ancak başı açık bir halde mi diye sorulduğunda böyle bir fetvaya da hakkımız ve yetkimiz yoktur. Zira Allah (cc) Kur’an-ı Kerim de “Başörtülerini, yakalarının üzerine kadar örtsünler.” (Nur /31) diye buyuruyor mesele açık ve nettir. Bunun aksini yapmak ve yaptırmak dinen kabul edilemez. Allah bu yetkiyi ben mü’minim diyen hiçbir kişiye vermiyor, yapanlar varsa onlar Rabbını, Rasûlünü, Kur’an’ı, iman ve amelin ne olduğunu bilmeyen en azından ahirete imanı zayıf olan kişilerdir. Halbuki iman bölünmeyi kabul etmez. İnanılması gereken şeyleri yüz üzerinden kabul etseniz, bunun doksan dokuzunu kabul eden ancak birini inkar eden kişi veya kişiler neuzûbillah imandan çıkmış olur. Bunun haram olduğunu bildiği halde kişi tek başına böyle bir haramı bile bile işler ise büyük günah işlemiş olur tabi burda isteyerek ve istemiyerek emredenlerin durumu ayrıdır.

 

Biz bu yazımızda fetva vermenin usulünün kolay olmadığını, fetvâ verenin en azından müctehid olması gerektiğini vurguladık. Bizlerin de bir müctehid değil mukallid olduğumuzu rahatlıkla söylüyorum. Yalnız birilerinin herhalûkarda Allah’ın emirlerini hiçe saymalarının üzerinde düşünmek gerekir. İslâm’dan önce kadınların değeri yoktu, bir meta gibi hatta daha da aşağı görülürdü. Ama İslâmın gelmesiyle kadınlar değer buldu. Çünkü yaratan Rabbi onu da eşrefi mahluk olarak yaratmış ve değer ölçüsünü Kur’an’da belirlemiştir.

 

Günümüzde insanların Kur’an’dan, İslâm’dan uzaklaşmaları neticesinde kadınlar yine cahiliye dönemindeki İslâm’dan önceki hâle döner oldular. Kadın hakkı, şeffaf bir elbise başı açık gezmek zannedilmesin.

 

Ey hanımlar! Kaybolan haklarınız sizleri değerli kılan emirler. Onları değerli kılan nice güzel emirler! Keşke insanımız İslâmın bu güzel ikliminde yaşamasının zevkini bir tatsa idi.

 

Kişiler şayet İslâm nimetlerinden istifade edemez hale geldiler mi bir boşluk oluşur dinleri, ahirete imanı yeterince öğretilmez, şuurlandırılmaz ise bu boşluğu basit şeylerle doldururlar. Kimi şeytana tapar kimi paşaya, kimi kadına, kimi nefsini ilahlaştırır, kimileri mesnedsiz keyfî fetvalar verir. Böyle keyfî mesnedsiz, ilimsiz verilen fetvaların dinen hiçbir değeri yoktur ve memnûdur.

 

"Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat/56)

 

Allahu Teâlâ ayeti kerimede cinlerin ve insanların yaratılış gayesinin Allah'a kulluk olduğunu beyan edi-yor. Bu kulluğun nasıl olacağını ancak Kur'an-ı Kerim'den ve sünnetten öğrenmek mümkün. Eğer imandan, amelden, Allah'a kulluk şerefinden mahrum, manevî ve ruhî boşlukla karşı karşıya kalan gençle-rimize eğer halis dinlerini yeterince öğretmiş olsa idik, şeytana değil yaratanına kulluk ederdi.

 

Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de: "Ey Ademoğulları! Ben size şeytana tapmayın. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır."

 

"Bana kulluk edin, işte doğru yol budur diye emretmemiş miydim?" (Yasin /60-61)

 

İnsanoğlunun inanç ve ahlâktan yoksun olması halinde her an kötü yola düşmesi mukadderdir. Bugün eğitim ve öğretim yolu ile Allah'ın varlığı, kudreti karşısında kişiye yaratılış gayesini öğretmez, hatta Allah'ın emirlerini yerine getirmeye çalışana mürteci derseniz işte o zaman satanistlere fırsat vermiş olursunuz.

 

Gençlerimiz ve insanlarımız Allah'ın bize bir emanetidir. Bunlara sahip çıkalım. Onları iman ve amelle tezyin edelim. Aksi halde benzeri hataları yapmaya devam ederler. Bu görevde anne ve babanın devamında eğitim ve öğretimle çözülür.

 

Takriben onbeş bin öğrenci her sabah saat sekizde bir kere besmele çekmiş olsalar, bir anda onbeş bin kere besmele çekmiş olurlar. Böyle bir eğitimde muhabbet, bereket olur.

 

Kur'an'a ve sünnete kapalı her gönül karanlıktır. Bu yanlışlara vesile olanlar ise şeytanın askeri ve kuludur.

 

Allah'ım! Cin ve insan şeytanlarının şerrinden ümmeti muhammedi muhafaza buyur.

 

Amin

 

 

Kaynak: Ilkadim dergisi, 10/1999


.