calig58.gif (29041 Byte)

MEÂRIC SÛRESI

Kur'an-i Kerim'in yetmisinci suresi. Mekke'de nazil olmustur. Kirk dört ayet, ikiyüz on alti kelime ve sekizyüz altmis bir harften ibarettir. Fasilâlari, elif, cim, ayn, lâm, mim, nun ve he harfleridir. el-Hâkka suresinden sonra nazil olmus olup, onun tamamlayicisi durumundadir. Adini üçüncü ayetten almaktadir: "O (Azaba inananlarin mükafâti) dereceler (meâric) sahibi Allah'tandi". Sûreye, Seele ve Mevaki' adlari da verilmektedir.

Sure, kendilerine Kiyamet, Cennet, Cehennem hakkinda haber verilip, ugrayacaklari elîm azaba karsi uyarildiklarinda, buna inanmayip, alaya alan Mekkeli müsrikleri ikaz etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s), onlari ahiretteki azaptan sakindirmaya çalistiginda onlar; "Biz seni tekzip ediyoruz. Sana göre biz kiyamette cehennem azabina çarptirilacakmisiz. Hadi o bizi korkuttugun kiyamet gelsin de bir görelim" diyerek, Allah Teâlâ'nin vaadine karsi meydan okumakta idiler. Ayrica onlar, Kur'an'in hakikati karsisinda bocalayip duruyorlardi. Düsüncelerini cahiliyye yasantisinin pislikleri körelttigi için akillari bu gerçegi bir türlü idrak edemiyordu. Haber verilen azabin, eger gerçekten varsa kendilerine getirilmesini istiyorlardi. Onlarin bu durumu, Kur'an-i Kerim'de söyle anlatilir: "Hani bir zaman onlar; "Ey Allah eger bu (Kur'an-r Kerim), senin katindan (indirilmis) hakkin kendisi ise durma, bizim üzerimize gökten tas yagdir, yahud bize (daha) acikli (ve helâk edici) bir azap getir" demislerdi" (el-Enfâl, 8/32). Bunu diyenler; Ebu Cehil, Nadr Ibn Haris ve onlara tabi olanlardi (el-Kurtûbi, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut 1966, XVIII, 278-279).

Bu sure, Kur'an'in Mekke'de karsilastigi cahilî zihniyetin ve benzerlerinin beser ruhunda biraktigi tortularin yok edilmesi için ilâhî metot çerçevesinde yürütülen tedavinin safhalarindan bir safhadir. Allah'in azabini taleb eden bu insanlar, onun varligina inanmamaktadirlar.

Bundan önceki el-Hâkka suresinde ahireti inkâr edenlerin durumu ve görecekleri cezalar, kiyamet gününün dehset dolu tablolari gözler önüne serilerek isleniyor ve Kur'an'in hak oldugu gerçegi kalplere yerlestirilmeye çalisiliyordu. Bu surede ise ayni inkârcilarin, ahiret gününde karsilasacaklari azaplarin korkunçlugu anlatilarak ondan kurtulmanin yolu gösteriliyor. Bundan sonra gelen "Nuh" suresinde de inkârci toplulugun yalnizca dünyada gördükleri korkunç azaptan bahsedilir. el-Hâkka, el-Meâric ve Nuh sureleri, birbirinin devami niteliginde olup, Bakara suresinin bas tarafinda. "Ey Muhammed kâfirleri uyarsan da uyarmasan da birdir. Onlar iman etmezler. Allah onlarin kalplerini mühürlemistir. Gözlerinin üzerinde de perde vardir. Ve onlar için büyük bir azap vardir" (el-Bakara, 2/16-17) ayetlerinde islenen konunun tafsili mahiyetindedirler.

Kâfirler için ahirette acikli bir azap hazirlanmistir. Bu azabi yalanlayan inkârcilar, böyle bir seyin olabilecegini idrakten aciz olduklari için, eger böyle bir sey varsa basimiza getirilsin dediler. Allah Teâlâ: "Isteyen biri, inecek azabi istedi. (O azap) kâfirler içindir ki, onu (onlardan) def edebilecek hiç (bir güç) yoktur. O, dereceler sahibi Allah'tandir" (1, 2, 3) ayetiyle o azâbi hemen isteyenlerin mutlaka vadedilen azaba çarptirilacaklarini ve bunu onlardan hiç kimsenin kaldiramayacagini açiklamaktadir. Bunun hemen arkasindan kâfirlerin inkâr ederek inananlara yaptiklari zulümlere karsi sabir emrediliyor: "O halde sen (ya Muhammed) sabret" (5). Mümin, Islâmî gerçekleri teblig yolunda görecegi bedenî ve ruhî eziyetlere, iskencelere sabretmelidir. Çünkü, hiç de uzak olmayan bir zaman sonra korkunç azab müsrik zalimleri yakalayiverecektir.

Azabin hemen gelmesini isteyen inkârcilara ve öteki bütün kafirlere, azabin Allah tarafindan takdir edilmis oldugu ve çok yakinda vuku bulacagi bildirilmektedir. Bu, onlar için kaçinilmaz bir sondur. Çünkü bunu gerçeklestirecek olan, çok yüce makam (dereceler)in sahibi Allah Teâlâ'dir. Allah her seye bir vakit takdir etmistir. Onlar bu vakte kadar istedikleri gibi davranmakta devam etsinler. "Kâfirler kiyamet gününü uzak görüyorlar. Biz ise onu çok yakin görüyoruz" (6-7) ifadesi kiyameti inkâr edenlerin içinde bulunduklari basiretsizligi açikliyor. Çünkü onlar, her akil sahibinin rahatça idrak edebilecegi gerçekleri göremiyorlar.

Daha sonra, onlarin uzak görüp, Allah'in yakin gördügü, kiyamet gününün, kâfirleri dehsete düsürecek olan kiyamet sahneleri çiziliyor: "O gün gök, erimis maden gibi olacaktir. Daglar da atilmis renkli yün gibi olacaktir" (8-9). O günün korkunçlugu ruhlari etki altina alacak ve bütün deger yargilarini alt üst edecektir. O gün ortaya çikacak olan manzaranin dehsetine kapilmalari sonucu o inkârcilar, kendi nefislerinden baskasini düsünemeyeceklerdir: "O gün dost, dostunun halini sormaz. Ve yeryüzündeki her seyi feda edip o günün azabindan kurtulmak ister. Fakat bu asla olmaz... "(10,14). Çünkü o gün cehennem; "(Haktan) yüz çeviren ve (itaata) arkasini dönen kimseyi çagirir (kendisine çeker)" (17).

Daha sonra, insanin rûhî yapisini, imanli ve imansiz durumlardaki tavirlarini gösteren ayetler geliyor. Kâfirler ve azabi yalanlayanlar, yaradilislarindaki sabirsizlik ve hirsin esiridirler. Bir zorlukla karsilastiklari zaman ye'se düser, feryad etmeye baslarlar. Bir iyilik gördükleri ve Allah tarafindan mal ile sinandiklarinda ise kaskati kesilir, hiç kimseye faydasi olmayan bir sekle girerler: "Gerçekten insan, sabirsiz ve hirsli yaratilmistir. Basina bir felâket geldigi zaman feryad eder. Iyilige ugradigi zaman da çok cimrilesir" (19, 20, 21).

Sure, inkârci kâfirlerin muhatap olacaklari olaylari bütün açikligi ile ortaya koyduktan sonra, bu dehset ve azap tablolarinin bütünüyle disinda kalip kurtulusa erenlerin durumunu dile getirir: Ancak, namaz kilanlar müstesnadir. (Namaz kilan o kimseler) ki, onlar namazlarinda devamlidirlar. Onlar ki, mallarinda belirli bir hak vardir. Hem dilenen, hem de iffetinden dilenemeyen için. Onlar ki hesap gününü tasdik ederler. Onlar ki Rablerinin azabindan korkarlar. Çünkü Rablerinin azabindan emin bulunulmaz" (22-28).

Namaz, dinin ayakta kalmasini saglayan temel direklerden biridir. O imanin bir alâmeti olmaktan da öte, kulu Allah'a baglayan ve ruhunun o ilâhî kaynaktan beslenmesini saglayan, Allah'in rububiyetine boyun egmenin samimi bir göstergesi olan bir ibadettir. Allah Teâlâ'nin, kurtulusa erecek olanlarin hallerinden bahsederken, namazi en evvel zikretmesinin sebebi budur. Namaz, bütün iyiliklerin basidir. Onu terketmekle kul, ruhunu besleyen ilâhî kaynaktan irtibatini kesmis olur. Çünkü Allah Teâlâ, namazini devamli kilanlari özellikle vurgular. Öteki özellikler ondan sonra gelir. Devam eden ayetlerde, müminlerin gözetmesi gereken bir takim temel hudutlar belirtilir! Iffetli olmak ve zinadan sakinmak gerektigi, aksi halde haddi asip surenin ilk bölümünde zikredilen topluluga dahil olma tehlikesinin söz konusu oldugu vurgulanir.

O müminler, güvenilirdirler, yalan sahittik yapmazlar, namazlarini ise lâyikiyla kilarlar. "... Evet, iste onlar, cennetlerde agirlanacak kimselerdir" (35).

Surenin sonunda, inkârcilarin neye güvenerek taskinlik yaptiklari sorgulanir: "(Acaba) onlardan her biri (müminler gibi) naim cennetine girmeyi mi ümit eder" (38). Bunun cevabi hikmet doludur ve kesinlik ifade eder: "Hayir, (onlarin ümit ettikleri gibi cennete girmeleri söz konusu degildir) muhakkak ki bizler, onlari bildikleri o (nutfe denen) seyden yarattik"(39). Eger onlar yaratilislarindaki bu büyük mucizeye bakip ibret almazlarsa cehennem azabindan kurtulup cennete girmelerine imkân yoktur.

Ömer TELLIOGLU

Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi

Sâmil Islam ansiklopedisi tarihi programini Enfal Shop'tan temin edebilirsiniz...spar.jpg