bismi6.jpg (4547 Byte)

NEML SURESI

Kur'an-i Kerim'in yirmi yedinci suresi. Doksan üç ayet, bin yüz dokuz kelime ve dört bin alti yüz doksan dokuz harften ibarettir. Ayetlerinin sayisi, Basra ve Samlilara göre doksan dört, Hicazlilara göre ise doksan bestir. Mekkî surelerden olup, Suara suresinden sonra nazil olmustur. Fasilasi "mim" ve "nun" harfleridir. On sekizinci ayetinde Hz. Süleyman'in ordusuna yol veren karincalardan bahsedildigi için sureye, karinca anlaminda "Neml" adi verilmistir.

Diger Mekkî surelerde oldugu gibi bu sure de, insanlari çarpik inançlardan kurtarip, onlara tevhidin gerçegini kavratmayi hedef almaktadir: Allah'a Iman, yalniz O'na ibadet, ahirete inanmak, vahye iman etmek, gaybin bütünüyle Allah'a ait oldugunu ve O'ndan baska kimsenin gayba muttali olamayacagini kabul etmek; Allah'in hem yaratici, hem rizik verici olduguna, nimetleri O'nun ihsan ettigine inanmak; herseyi yürütüp degistirme gücünün Allah'a has olduguna, buna Allah'tan baskasinin gücü yetmeyecegine iman etmek gibi.

Surede, eski peygamberlerin kissalarina yer verilmekte, bununla da yalancilarin baslarina gelen kötü durumlari göstererek müminlerin her zaman kazançli olan taraf olacaklarini müjdelemektedir.

Mukattaa harfleriyle baslayan surenin ilk ayetinde, Kur'an'in bildirdigi talimat ve emirleri apaçik ortaya koyan, hak ile batili açikça ayiran ve onun ilâhi bir kitap olusunda hiç bir süphe olmayan bir kitap oldugu beyan ediliyor: "Tâ, sin. Bunlar, Kur'an'in ve apaçik olan kitabin ayetleridir" (1).

Kur'an ayetleri, inanan insanlar için ebedi kurtulusa vesile olan birer hidayet ve müjdedirler: "Müminler kendilerine, Kur'an ayetlerini rehber edinerek dünya ve ahirette kurtulusa ererler: Müminlere, dogruluk rehberi ve müjdedir" (2).

Kur'an'in, kendilerine bir rehber ve müjde oldugu haber verilen müminlerin, bir takim ayirdedici özellikleri vardir: "Onlar, Namazi dosdogru kilarlar, zekati verirler ve onlar, ahirete kesin bilgiyle iman edenlerdir" (3).

Bunun hemen pesinden gelen ayette, kâfirlerin yaptiklari isyanlarina, kötülüklerine ve uslanmaz akildisi, inatçi tavirlarina karsi Allah Teâlâ, islemis olduklari batil amellerini onlara çekici kilmis ve onlari sapikligin derinliklerine dogru sürüklemistir. Bu dünyada çesitli sekillerde cezalandirilacaklari gibi, ahirette de korkunç Cehennem azabi ile cezalandirilacaklardir: Ahirete inanmayanlarin amellerini kendilerine güzel göstermisizdir. Bu yüzden sasirip kalmislardir. Bunlar öyle kimselerdir ki, kötü azap onlaradir ve onlar ahirette de en büyük hüsrana ugrayanlardir" (4-5).

Kur'an, dogrudan dogruya, Allah tarafindan mükemmel olarak kulu Muhammed (s.a.s)'e indirilmistir. Onu indiren Allah Teâlâ öyle bir zattir ki, her seyi hikmetine göre yapmakta ve her seyi sonsuz ilmine göre gerçeklestirmektedir: Muhakkak ki sen, Kur'an'i Alîm ve Hakîm olan Allah katindan almaktasin" (6).

Bu sekilde bir giris yapildiktan sonra, sûrenin ilk bölümünü olusturan, peygamberlerden bir kisminin tevhid mücadelesinin anlatildigi kissalar yer aliyor.

Ilk önce, Hz. Musa (a.s)'nin ilk vahyi alisi, ona verilen mucizeler ve Firavun kavminin ona karsi aldigi tavir; Allah'in yüceligi, tevhidin gerçekligi ve peygamberlere iman edip tabi olmanin öneminin anlasilmasi için örnek olarak gösteriliyor.

Allah'in ayetleri hangi kavme geldiyse, o kavmin anlayacagi dille, içinde hiç bir süpheye yer kalmayan açiklikla gelmisti. Yani bu, akil sahibi insanlarin süphe etmesinin düsünülemeyecegi bir netlikti. Ama inkarcilar, peygamberlere karsi her zaman takindiklari tavrin aynini takinarak, Mûsâ (a.s)'i yalanlamislardi: Ayetlerimiz, böyle parlak olarak onlara gelince: "Bu apaçik bir büyüdür" dediler" (13).

Bunun pesinden, ilim ve hikmetin kaynaginin Allah Teâlâ oldugu ve gerçek üstünlügün O'nun belirlemesi ile oldugunu bildiren Davud (a.s) ile oglu Süleyman (a.s)'in kissasi anlatiliyor: "Andolsun, Biz Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik. Bizi inanmis kullarindan bir çoguna üstün kilan Allah'a hamdolsun dediler" (15). Süleyman (a.s)'a, yeryüzünde hiç kimseye verilmeyen bir saltanat verilmis ve yine sadece ona has kilinan diger bir takim mucizelerle donatilmisti. O, kuslarla konusabiliyor, cinlerden, insanlardan ve kuslardan olusan çok büyük ve karmasIk ordular toplayabiliyor ve istedigi gibi sevkedebiliyordu: "Süleyman'in cinlerden, insanlardan ve kuslardan ordulari toplandi. Bunlarin hepsi bölükler halinde dagitildi" (17).

Allah Teâlâ'nin yüce hikmeti, insanlarin disinda cinleri ve hayvanlari da onun emrine amade kilmisti. Bunlarin hepsi, onun emirlerine boyun egmek zorunda birakilmisti. Süleyman (a.s), günese tapan bir topluluk olan, Sebe' melikesinin idare ettigi kavmin üzerine giderken, karinca vadisinde, karincalar onun ordusuyla gelisinden ürkerek ezilmemek için yuvalarina girmislerdi: "Nihayet, karinca vadisine geldiklerinde, bir disi karinca dedi ki: "Ey karinca toplulugu, yuvalariniza girin, Süleyman ve ordulari, farkinda olmadan sizi ezip geçmesin" (18). Daha sonra gelen ayetle birlikte mütalaa edildiginde Süleyman (a.s) ile hayvanlar arasinda mükemmel bir iletisimin varligi açikça anlasilir.

Daha sonra, kissanin Sebe' melikesi ile olan kismi anlatilarak, Allah Teâlâ'nin diledigi kimseyi mucizelerle nasil donattigi gözler önüne seriliyor. Farkli bir yapisi olan Hüdhüd adindaki bir kus, ona uzak diyarlardan bilgi getiriyor ve gördügü toplulugun bu günde geçerli olan nedenlerden dolayi sapikliga düstügünü ona haber veriyordu: "Ora halkina hükmeden ve her seyden bolca verilmis olan büyük bir tahta sahip bir kadin buldum. Onun ve kavminin Allah'i birakip günese secde eder olduklarini gördüm. Seytan onlarin yaptiklarini güzel göstermis ve onlari dogru yoldan alikoymustur. Bu yüzden onlar, dogru yolu bulamazlar" (24).

Süleyman (a.s), Hüdhüd'ün söylediklerini tahkik etmek ve o kavme ilâhi tevhid akidesinin tebligi için bir elçi gönderdi ve ona; "Su yazimi götür kendilerine birak. Sonra bir yana çekil bak neye döneceklerdir" (28) dedi.

Teblig mektubu eline geçen Sebe' melikesi, onun bir Allah resulü olan Süleyman'dan geldigini anladi ve ne yapilmasi gerektigini, her zaman krallarini ve halklarini sapitan ve resullere bas kaldirtarak onlarin risaletini yok etmeye çalisan mele' (ileri gelenler) sine danisti. Çünkü Süleyman (a.s) onlari müslüman olarak kendisine tabi olmaya çagiriyordu; Dedi ki; ey önde gelenler (Mele' ) bu isimde bana görüs belirtin, sizinle istisare etmedikçe ben hiçbir iste kesin karar vermek istemem" (32).

Mele' bu duruma karsi, Sebe' melikesine yetki vererek, onun verecegi kararlan uygulayacaklarini bildirdiler. Sebe' melikesi, Süleyman (a.s)'in bir peygamber oldugunu ve bir peygamberin savastan maksadinin Islam'i teblig etmek oldugunu bilmediginden, ona hediyeler göndererek ülkesini korumak istemisti: "Ben onlara bir hediye göndereyim de; bir bakayim elçiler neyle dönerler" (35).

Süleyman (a.s), gerçek anlamda deger verilmesi gereken seyin mal ve dünya ziyneti olmadigini, bir müslümanin dünya dolusu kiymetli seyleri olsa bile, Allah'in verdigi ve verecegini vadettigini tercih etmesi gerektiginin örnegini vererek, Islâmin hakikatini, karsi tarafa teblig etmeye çalismisti: "Elçiler, Süleyman'a geldigi zaman: "Sizler bana mal ile yardimda mi bulunmak istiyorsunuz? Allah'in bana vermekte oldugu, size verdiginden daha fazladir. Belki siz hediyenizle sevinip övünebilirsiniz" (36).

Süleyman (a.s)'in kissasi, Sebe' melikesinin tahtinin mucizevî bir sekilde, Süleyman (a.s)'a takdim edilisi ve Sebe' melikesinin gelip ona boyun egisiyle son bulmaktadir. Bu kissa, toplumlari idare eden zümrelerin idare ettikleri insanlari yönlendirmedeki önemini açiga çikarmaktadir. Tagutlar ve mele'leri imandan kaçininca, toplumlari da onlarin peslerinden giderek helak oluyorlardi. Ancak Sebe' melikesi istisnaî denecek bir tavir sergilemis, batil dinlerini terkederek Islam'a tabi olmuslardi.

Daha sonra, Hz. Salih'in gönderildigi Semud kavminin, peygamberlerine karsi düsmanca tutumu konu ediliyor ve her toplumda oldugu gibi, toplumun önde gelen kisilerinin statükoyu korumak için nasil isbirligine girip, komplolar ve hileler kurduklari izah edildikten sonra; "Iste zulmetmelerinden dolayi enkaza dönüsmüs ipissiz evleri. Süphesiz, bilmekte olan bir kavim için bunda bir ayet vardir. Iman edenleri ve korkup sakinanlari da kurtardik" (52-53) buyuruluyor.

Semud kavminin akibetinden sonra, Lût kavminin basina gelenleri açiklayan daha sonraki ayetlerde;

"Siz, gerçekten, kadinlari birakip sehvetle erkeklere mi yaklasiyorsunuz. Hayir, siz bilmeyen bir kavimsiniz" (55) uyarisinda bulunan Hz. Lût'a düsman kesilip; "Lût ailesini kendi sehrinizden çikarin. Temiz kalmak isteyen insanlarmis" (56) diye meydan okuyan bu sapkin kavim, yerle bir edilerek cezalandirilirken Lût ve inananlarin kurtulduklari haber veriliyor.

Surenin bundan sonraki ayetlerinde, müsriklerin hakka teslim olmalarina engel olan yanlis inançlarinin üzerine gidiliyor; sahte ilahlarla, herseye hakim olan Allah karsilastirilarak, onlarin tapmakta olduklari ilâhlarin hiçbir güce sahip olmadiklari delillerle ortaya konuluyor. Allah soruyor:

"(Onlar mi), yoksa, gökleri ve yeri yaratan ve size gökten su indiren mi? Ki onunla gönül alici bahçeler bitiriverdik, sizin içinse onun bir agacini bitirmek (bile) mümkün degildir. Allah ile beraber baska bir ilâh mi? Hayir, onlar sapiklikta devam etmekte olan bir kavimdir" (60). Devam eden ayetlerde irmaklar, daglar, denizler, kara ve deniz yollari, yagmur getiren rüzgarlar hatirlatilarak, sIkIntI ve ihtiyaç aninda yalnizca kendisine dua edilen Allah'in yaninda sahte ilahlara tapmanin ne kadar saçma oldugu gözler önüne seriliyor. Ahiret hayatim mümkün görmeyenlerin; "Andolsun, bu (azab ve diriltme tehdidi), bize ve daha önce atalarimiza vadolunmustur. Bu, olsa olsa geçmislerin uydurma masallarindan baskasi degildir" (68) seklindeki yalanlamalarina karsin, yeryüzünde kalintilari halâ görülebilen eski topluluklarin cezalandirilislari hatirlatilarak, ayni akibetin kendi baslarina da gelebilecegi bildiriliyor. Onlarin bu inatlarindan üzüntü duyan Hz. Muhammed ise, teselli ediliyor:

"Süphesiz senin Rabbin, onlarin aralarinda kendi hükmünü verecektir. O, güçlü ve üstün olandir, bilendir. Sen artik Allah'a tevekkül et; çünkü sen apaçik olan hak üzerindesin. Çünkü sen, ölülere (söz dinletemezsin ve arkasini dönüp kaçmakta olan sagirlara da çagriyi isittiremezsin. Ve sen, körleri düstükleri sapikliktan çekip hidayete erdirici degilsin. Sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin. Iste müslümanlar bunlardir" (78-81).

Surenin basindan beri güçlü delillerle hakka çagrilan müsrikler, buradan itibaren ahiretteki siddetli azabla korkutuluyorlar. Kiyamet yaklastiginda yerden, "Dabbetül-arz" adinda bir canlinin çikarilacagi da surede haber verilen bir gerçektir. "Nihayet (bize) geldikleri zaman (Allah) der ki: "Siz benim ayetlerimi, bilgi bakimindan kavramadiginiz halde yalanladiniz ha..." (84) sorusu karsisinda susup kalacaklari gün gelmeden önce akillarini kullanmaya çagrilan müsriklere yol da gösteriliyor. "Görmediler mi, biz geceyi onda sükûn bulmalari için, gündüzü de aydinlik olarak yarattik. Hiç süphe yok, iman etmekte olan bir kavim için bunda ayetler vardir" (86), "Daglari görürsün de, onlari donmus sanirsin, oysa onlar bulutlarin sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herseyi sapasaglam ve yerinde yapan Allah'in sanatidir (bu). Hiç süphe yok O, islemekte olduklarinizdan haberdar olandir" (88).

Bu kadar uyaridan sonra herkesin iman edip etmemekte hür oldugu, ama ahirette yapilanlarin hesabinin mutlaka sorulacagi, su cümlelerle haber verilerek sure sona eriyor: "...Artik kim hidayete gelirse, kendi nefsi için hidayete gelmistir; kim de saparsa, sen de de ki: "Ben yalnizca uyarici korkutuculardanim. " Ve de ki:

"Allaha hamdolsun, o size ayetlerini gösterecektir; siz de onlari bilip taniyacaksiniz?" Senin Rabbin, yapmakta olduklarinizdan gafil degildir" (92-93).

Ömer TELLIOGLU

Fedakar KIZMAZ