23- en-NECM SURESI (53)


Kur'an-i Kerim'in elli üçüncü suresi. Altmis iki ayet, üç yüz altmis kelime ve bin dört yüz bes harften ibarettir. Fâsilasi "elif", "nun", "vav", "te" ve "ya" harfleridir. Mekkî surelerden olup, ihlâs suresinden sonra nâzil olmustur. Otuz ikinci ayeti Medenîdir. Adini ilk ayetinde geçen "necm" kelimesinden almistir. Ancak bu kelimenin surenin muhtevasi ile dogrudan bir ilgisi yoktur.

içinde secde ayeti bulunan ve Mekke'de Resulullah (s.a.s)'in açikça her kese karsi okudugu ilk suredir. Buhârî'nin ibn Abbas (r.a)'dan rivayet ettigi bir hadiste söyle denilmektedir: "Peygamber (s.a.s), Necm sûresini okudu ve sonra secde etti. Onunla birlikte müslümanlar, müsrikler ve cinler, hepsi birden secde ettiler. Sadece Umeyye bin Halef secde etmekten kaçindi ve yerden bir avuç toprak alip alnina sürerek söyle deki: "Bana bu yeter" (el-Kurtubî, el-Cami' Li Ahkâmil-Kur'an, Beyrut 1966, XVII, 81).

Habesistan'a hicret eden müminler bu hadiseyi duyduklari zaman, Mekke'deki müsriklerin topluca iman ettiklerini zannetmisler ve bazilari Mekke'ye geri dönmeye karar vermisti. Mekke'ye bir saatlik bir mesafeye geldiklerinde Kinâne kabilesinden birisi ile karsilastilar ve Mekke'deki olayi sordular. Meselenin hiç de kendilerinin haber aldiklari gibi olmadigini ve müslümanlara iskencenin devam ettigini ögrendiler. Bunun üzerine Habesistan'a birincisinden daha kalabalik bir ikinci hicret yapildi (ibn Sa'd, et-Tabakâtül-Kübra, Beyrut ty, I, 205-207).

Bu rivayetlerden surenin risaletin besinci yilinda nazil oldugu anlasilmaktadir.

Sure, müsriklerin Peygamber (s.a.s)'e yönelttikleri itirazlarinin asilsiz oldugunu, onun bir peygamber, okuduklarinin ise Cibrîl vasitasi ile indirilmis Allah kelâmi oldugunu ve Allah'dan baska tapilanlarin anlamsizlik ve güçsüzlüklerini ulvî bir ahenkle siralanmis ayetlerle ortaya koyuyor. Allah Teâlâ, Kur'an'a "insan sözüdür" diyenlere sadece ayetlerin manalari ile degil, o essiz uslübuyla da cevaplar vermistir. Kur'an'a "insan sözüdür" diyenler onun ilâhî yapisi karsisinda acze düsmüsler, iddialarini ispata çagrildiklari halde buna cesaret bile edememislerdi: "Kulumuz Muhammed'e indirdigimizden süphede iseniz, onun benzeri bir sure meydana getirin. Eger iddianizda samimi iseniz, Allah dan baska sahitlerinizi de çagiriniz" (el-Bakara, 2/23).

Hz. Muhammed (s.a.s), müsriklerin iddia ettigi gibi ne kötü bir yola sapmis ve ne de hakki çigneyerek azanlardan olmustur: Arkadasiniz (Muhammed) ne dogru yoldan sapmis, ne de azmistir" (2). O, sadece Rabbinin kendisine vahyettigini insanlara bildirmektedir. Söylediklerinden hiçbirisini kendi arzu ve hevasindan söylememistir: "O, kendiliginden konusmaz" (3). Bu ayet, sadece Kur'an ayetlerinin degil, Resulullah (s.a.s)'in kendi söz, fiil ve davranislarinin da Allah Teâlâ'nin yönlendirmesi ve kontrolü dahilinde cereyan ettigini ortaya koymaktadir. Bunun içindir ki, islâm hukukçulari, Sünneti tesriin ikinci kaynagi olarak kabul etmislerdir. Peygamberin söyledigi her söz, yaptigi her is ve onayladigi her davranis, müslümanlar için örnek alinip, uyulmasi gereken kurallari ihtiva eden, tesriin kaynaklarindan birer kaynaktirlar. Bu, bir sonraki ayette daha açik bir sekilde dile getirilmektedir: "Onun her konustugu, Allah tarafindan vahyedilen bir vahiyden baska bir sey degildir" (4). Yani Allah Teâlâ, kusursuz bir örnek olsun diye, Kur'ani ona vahyetmis ve pratik hayata uygulanisini, onun yasantisi ile bütün insanliga göstermistir. inanan insanlar, islâm'i Resulullah (s.a.s)'in yasadigini örnek alarak hayatlarina tatbik etmek zorundadirlar.

Bunun pesinden, vahyi Peygamber (s.a.s)'e getiren Cebrâil (a.s)'dan ve müsriklerin onun hakkinda yaptigi tartismalardan bahsediliyor. Cebrail (a.s)'in her yönüyle mükemmel bir varlik oldugu, vahyi Peygamber'e getirirken görevini eksiksiz olarak yerine getirdigi haber verilmekte ve onun Resulullah (s.a.s)'a aslî suretinde bir kaç defa göründügünden söz edilmektedir: "Andolsun, onu diger bir defa daha gördü" (13).

Resulullah (s.a.s), Mirac'a çiktigi zaman Allah Teâlâ, büyük ayetlerinden bir kismini göstermis, onu ilâhî azamet hakkinda bilgilendirmisti: "süphesiz Muhammed orada Rabbinin, delillerinden en büyügünü gördü" (18). Allah'in büyüklügü, varligin üzerindeki tahakkümü ve her seyin O'nun emrine boyun egisi çesitli sekillerde teblig edildikten sonra, halâ iman etmeyip, hiçbir anlami olmayan ve kendi elleriyle yaptiklari putlara tapan müsriklere hayret ifade eden bir uslûbla söyle soruluyor: "simdi siz ilâh olarak Lât'i, Uzzâ' yi ve diger üçüncüleri olan Menât'i mi görüyorsunuz?" (19-20).

Mekkeli müsrikler tapindiklari bu disi ilâheleri Allah'in kizlari olarak görüyorlardi. Allah Teâlâ, onlarin bu akil disi ve hiçbir mantik ölçüsüne sigdirilmasi mümkün olmayan inançlarini tenkid ederek, ne kadar büyük bir açmazin içerisinde bulunduklarini gözler önüne sermektedir: "Erkekler sizin de, kizlar Allah'in mi? Öyleyse bu insafsizca bir taksimdir" (21-22). Yani siz bu ilâheleri Allah'in kizlari olarak kabul ediyorsunuz. Bu ne kadar saçma ve anlamsizdir ki, kendiniz için kiz çocugu edinmeyi bir zül telakki ederken, utanmadan onlari Allah'a nisbet edebiliyorsunuz.

Müsrikler, tapindiklari putlari, Allaha karsi kendilerine birer sefaatçi olarak telakki ediyor, zor zamanlarinda onlarin korumasina siginiyorlardi. Bir dertleri oldugu zaman, bugün de bazi putperest topluluklarda örnekleri görülen tarzda gidip onlara sikayetçi oluyorlardi. Halbuki bu putlar, hiç bir anlami olmayan ve kimseye ne fayda ne de zarar veremeyecek olan, kendi elleriyle yaptiklari cansiz varliklardi. Onlar, ellerinde hiç bir delilleri olmadigi halde, atalarindan isitip gördükleri minval üzere, yaptiklarini hiç bir tenkide tabi tutmadan ayniyla devam ettiriyorlardi: "Taptiginiz bu putlar sizin ve atalarinizin uydurdugu bos isimlerden baska birsey degildir. Allah onlarin hak oldugu hususunda hiç bir delil indirmemistir" (23).

Bu sekilde putlar edinip onlara saygi göstererek tapinma olayinin bu günkü "ilkel toplum" anlayisiyla izah edilecek bir tarafi yoktur. Çünkü günümüzde, kendilerinin çagdas ve yüksek kültür seviyesinde olduklarini iddia eden bir takim topluluklar, halâ o eski çaglarin ilkel anlayislarinin devami niteliginde olan bir tarzda, kendi düsünceleriyle üretip ilahlastirdiklari bir takim tagutlarin, heykellerini dikerek, sikayet, istek ve arzularini gidip onlara ari edebiliyor ve onlardan medet umabiliyorlar. icra edilen tapinma olayi incelendiginde bugün yapilanla yüzlerce yil önce icra edilen tapinmanin mahiyet itibariyla birbirinden hiç de farkli olmadigi görülecektir. Bu da, cahiliyye anlayisinin geleneksel oldugunu, görüntü itibariyle farkli gibi görünse bile, binlerce yil öncesinin yöntemlerinin ayniyla kullanildigini göstermektedir.

Bu varliklardan, yardim ve sefâat dilemenin hiçbir mantikî dayanagi yoktur. Çünkü, Allah Teâlâ'nin dilemesi olmadan, hiç bir seyin bir baskasina faydasi ve zarari dokunamaz. Allah'in nezih kullari olan melekler bile O'nun izni olmadan hiç kimseye bir yardim edemezken, Allah'a sirk kosulan cansiz seyler; nasil bir fayda saglayabilir?

Bu gerçekler ifade edildikten sonra; inkârcilarin inkar ettikleri sey hakkindaki bilgisizliklerinden bahsedilerek, onlarin Allah tarafindan mutlaka cezalandirilacaklari gerçegi zikredilir.

iman edip iyilikte bulunanlar ise, en güzel sekilde mükafatlandirilacaklardir. Onlar, büyük günahlardan ve hayasizliklardan siddetle kaçinirlar. Küçük günahlari ise Allah tarafindan bagislanacaktir. Bütün bunlar, inkarcilarin veya baskalarinin istek ve arzulari dogrultusunda gerçeklesecek degildir. Bu karari, her seyi hakkiyla bilen Allah Teâlâ verecektir. Bu hususu Allah Teâlâ söyle ifade etmektedir: "O iyi amellerde bulunanlar küçük kusurlari hariç, büyük günahlardan ve hayasizliklardan kaçinirlar. süphesiz Rabbin, bagislamasi bol olandir. Kimin takva üzere oldugunu da O çok iyi bilir" (32).

Bunun pesinden, Hz. ibrahim (a.s) ve Musa (a.s)'a verilen sahifelerde açiklanmis olan dinin temel prensipleri zikredilir: "Kimse kimsenin günahini yüklenmez. insan için çalistiginin karsiligindan baska bir sey yoktur. insan yaptigi amelinin karsiligini mutlaka görür" (38-40).

Bu ayetler, çok büyük gerçekleri ihtiva etmektedir: Her insan, isledigi kötü amel isin yalnizca kendisi ceza görür. Yani suçlarin sahsiligi prensibi getirilmistir. Hiç kimse, baskasinin isledigi bir suçtan dolayi sorgulanamaz.

Ayrica insan, mükâfat ve ceza olarak, yalnizca kendi islemis oldugu seylerin karsiligini bulacaktir. Yani görecegi cezalandirma, yaptigi seylerin karsiligi olacaktir. Mükâfatlandirma için de ayni prensibe göre karsilik görecektir (Bu ayetlerin getirdigi hükümlerle ilgili olarak daha fazla bilgi için bk. el-Kurtubî, a.g.e., XVII, 113115).

Daha sonra, Allah Teâlâ'nin mevcudatta cereyan eden bütün hareketlerin haliki oldugu vurgulanmaktadir.

insan bütün varligiyla Allah Teâlâ'ya bagimlidir. Yaptigi her hareketin ve yasadigi her duygunun tek müsebbibi O'dur: "süphesiz ki, güldüren de aglatan da O'dur. Öldüren de, dirilten de O'dur..." (43-44).

insanlar, Âd'in, Semud'un ve onlardan önceki Nuh kavminin helâklerine dair haberleri degisik sekillerde yorumlayabilirler. Bu günkü materyalist kafalarin iddia ettikleri gibi tabii afet diye nitelendirebilirler. Ama, Allah Teâlâ, bu helâkleri onlarin küfürlerinde diretmeleri sonucu baslarina getirdigini mutlak sekilde beyan ediyor: Âd ve Semud kavimlerinden önce Nuh kavmini helâk eden de O'dur. Onlar daha zâlim ve daha azgin idiler. Lût kavminin alti üstüne gelen memleketini yere gömen de O'dur" (52-53). Bu zalim topluluklarin takip ettigi yolu izleyenler de onlar gibi yok edilecek ve ilâhî cezalandirma ile karsilasacaklardir: "Onlari o kusatan azap kusatmisti" (54).

Surenin sonuna dogru, Hz. Muhammed'in evvelki peygamberler gibi yaklasan kiyamet ve cehennem azabiyla uyaran bir uyarici oldugu tekrar vurgulanarak, kiyamet aninin yaklastigi ve onun ne zaman vaki olacaginin Allah Teâlâ'dan baska hiç kimse tarafindan bilinemezligi gerçegi ortaya konuluyor:" Bu peygamber de önceki uyaricilardan biridir. Kiyamet yaklasti. Kiyameti Allah'dan baska kimse açiga çikaramaz" (56-58).

Kâfirlerin bu haberler karsisinda takindiklari tavirlari, tehdit ifade eden bir uslubla dile getirilmektedir: "Siz, bu söze sasiyor musunuz? Gülüyor da aglamiyor musunuz? Gaflet içinde oyalaniyorsunuz" (59-61).

Sure, Allah'a secde edilip, kullugun sadece O'na tahsis edilmesini emreden ayetle son buluyor:"Artik Allah'a secde edin ve sadece O'na kulluk yapin" (62).

Resulullah (s.a.s) bu sureyi okuyup, son ayetini tilavet ettikten sonra secdeye kapanmis ve oradaki müsrikler de dahil herkes birlikte secdeye kapanmisti. Bazi islâm düsmanlari bu olay üzerine bir takim uydurma rivayetlere dayanarak, vahyin gelisindeki güvenirlilik hakkinda süphe uyandirmaya çalismislardir (Garanik adiyla zikredilen bu olay için bk. Garanik mad.).

Ömer TELLIOGLU
Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi