ALEVILIK NEDIR?
1. Alevi ne demektir?
2. Alevilik nasil ortaya çikmistir? Bir mezhep midir?
3. Al-i Beyt sevgisinin dinimizdeki yeri nedir?
4. Hz. Ali'nin kendisine muhabbet edenlerin namazlarini kildigi söyleniyor.
Bu dogru mudur?
5. Hz. Ali'ye "uluhiyet" veya "peygamberlik"
isnad etme konusu
6. Hilafetin en son Hz. Ali'ye verilme konusu
1.
- Kelime manasiyla Alevi Hz. Ali'yi seven ve O'na mensup olan kisi demektir.
Hz. Ali'yi sevenler, baslica iki gruba ayrilir: Hasbi ve samimi
taraftarlar, ve siyasi taraftarlar. Bunlardan birincisi, O'na (r.a.) Allah
icin muhabbet göstermislerdir. Bu muhabbet safi, net ve durudur.
Kaynagi salabet ve hamiyet-i diniyedir. Bu hasbi taraftarlar, Hz. Ali'ye iki
noktai nazardan teveccüh göstermislerdir. Birincisi, Ali'nin yüksek
kemalati ve üstün meziyetleridir. Onun fazilet ve kemalati, takva ve
ubudiyeti, mü'minlerin kalb ve dimaglarinda, muhabbet ve takdire inkilap
etmistir. Ikincisi, Hz. Ali'nin (r.a.) Ehl-i Beyt (=Peygamber Efendimizin
(s.a.v.) evlat ve torunlari) silsilesinin mümessili olmasidir. Müslümanlar
o silsilenin basi olan Hz. Ali'ye (r.a.) samimi bir muhabbet ve derin bir
saygi göstermektedirler. Bu iki cihetten kaynaklanan muhabbet, Kur'an ve Sünnet
cizgisine uygundur. Dine gölge degil, vesile olmaktadir. Mesrudur, makuldür.
Fitri, hasbi ve samimidir. Hz. Resulullah (s.a.v.), istikbalde ortaya cikacak
fitne ve fesatlarda. Hz. Ali'yi (r.a.) ümmet nazarinda ithamlardan korumak
icin O'nun kemalat ve meziyetlerini ehemmiyetle nazar vermekte:
'Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur.'
'Ali'yi yalniz mü'minler
sever, O'na yalniz münafiklar bugzeder.'
'Ben size iki sey
birakiyorum: Kur'an ve Ehl-i Beyt'im. Bunlara temessük ederseniz,
kurtulursunuz.'
gibi hadis-i serifleriyle bu iki ciheti tescil ve
ilan etmektedir.
Ikinci grup taraftarlar ise, O'nu siyasi manada sevenlerdir. Bunlar
arasinda ciddi bir hedef birligi yoktur; herbiri, ayri bir sebeple Hz. Ali'yi
taraftarlik gösterirler.
Hedef ve gayeleri degisik olan bu grubu
bese ayirabiliriz:
1. Hz. Ali'nin (r.a.) siyasi taraftarlari icinde 'dinde
mutaassip, muhakeme-i akliyede noksan' insanlar teskil ediyor. Bu tipler,
Islami ölcülerde oldukca taskin ve mutaassip ve o derecede dar görüslü,
mizansiz ve müvazenesiz insanlardi. Bunlarin elserisi bedevi idi.
Iclerinde sahabeden hic kimse yoktu. Bunlar Siffin muharebesinden sonra, Hakem
Hadisesinde Hz. Ali'ye karsi cikarak O'nun ordusundan ayrildilar. Hz. Ali'nin
hakemi kabul etmesini küfür telakki ettiler ve O'nu cok agir bir
sekilde itham ettiler. Onlara göre, Hz. Ali'nin hakemi kabul etmekle
dinden cikmisti. Bu grup, Hz. Ali'nin ordusundan huruc ettikleri icin
kendilerine 'Hariciler' ismi verildi. Bu grup Hakem Hadisesine kadar Hz. Ali'yi
taskin ve ölcüsüz bir surette sevdikleri halde, bu hadiseden
sonra, O'nun en büyük ve amansiz düsmani kesilmislerdir.
2. Ikinci grup, münafik ve Yahudi dönmeleriydi. Bunlar,
iki yüzlü, dessas, sahtekar, yalanci, karanlik fikirli ve karanlik
ruhlu insanlardi. Hz. Ali'ye muhabbet fikrin altinda gercek yüzlerini
gizliyorlardi. Müslümanlar arasinda fitne cikartiyor, sürekli
sapik fikirler üretiyorlardi. Gayeleri Islamiyeti icten yikmak, inanc ve
itikadlari sarsmak ve Müslümanlari birbirine düsürmekti. Bu
grubun Islam dünyasinda yapmis oldugu ihanetin boyutlari cok derindir.
3. Emevilerin irkci idarelerinden rahatsiz olan Hasan ve Hüseyin
Efendilerimizin yaninda yer alan taifelerdir. Bilindigi gibi, Emeviler basa
gecince, icraatlarinda birinci derecede irkciligi esas aldilar. Diger kavimlere
karsi gayet sert ve acimasizca davranmaya sevketti. Emevilerin bu ölcüsüz
ve mesuliyetsiz icraatlarindan rahatsiz olan diger kabile ve asiretler
onlardan intikam almak icin Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e taraftarlik gösterdi
ve Onlarin ordusunda yer aldilar.
4. Bu grubu (genelde) iranlilar teskil eder. Hz. Ali ve Al-i Beyt
sevgisi bu grupta asiri ve ölcüsüzce tezahür etmistir. Her
merasim, senlik ve toplantilarda bu ölcüsüz sevgi etkisini göstermektedir.
Yahudilerin 'Aglama Duvari' karsisina gecip aglamalari gibi, bunlar da
Muharrem ayinda bir matem havasina girerler.
5. Üc zihniyetin taraftarlarindan bu besinci grup tesekkül
etmistir: 'Irandaki mecusi dininin reis ve ruhanileri' , 'Irandaki irkcilar'
ve 'eski saltanat hanedanin mensuplari'dir.
2.
- Alevilik bir firka veya mezhep degildir. Al-i Beyt'in muhabbetini esas olan
bir tarikat seklinde ortaya cikmistir. Mes'elenin tarihi seyrine baktigimizda
Aleviligin bir tarikat sekline gelismesi söyle olmustur:
Timur, Osmanli Sultani Yildirim Bayezid'i yendikten sonra Anadolu'dan aldigi
otuz bin kadar esiri Iran'a götürmüstü. Bunlari Erdebil
$eyhi ($ah Ismail'in dedesi) olarak bilinen $eyh Ali'ye intisap ettiler ve ondan
tarikat dersi aldilar. Bir süre sonra Timur, arasira ziyarete gittigi
Erdebil $eyhi'nin kendisinden bir arzusu olup olmadigini sordugunda, $eyh,
'Hicbir dilegim yok, sadece Anadolu'dan esir olarak getirmis oldugun Türkleri
serbest birakmani istiyorum' dedi. Timur, $eyhin bu arzusunu memnuniyetle
kabul etti ve onlari serbest birakti. Bu esirler, bu vesile ile, $eyhe olan
muhabbetlerini asiri derecede ziyadelestirdiler. $eyhin bu sofilerinin bir
kismi Anadolu'ya döndü, bir kismi Erdebil'de kaldi.
Erdebil $eyhi, Anadolu'ya dönen bu müritleriyle alakasini devam
ettirdi. Erdebil $eyhi'nin tarikatinda 'Hz. Ali muhabbeti' esas alindigi icin,
bu tarikata devam edenler Hz. Ali sevgisi ile tamamen boyandilar. Bunlara bu
vasiftan dolayi 'Alevi' denildi. Aslinda bu esirlerin ecdadlari ve kendileri, bu
tarikat ile intisap kurucaya kadar, Ehl-i Sünnet itikatinda idiler.
Iran'la Osmanli Devleti arasinda kesin hudutlar cizilince, Anadolu'daki müritler,
pirlerin tesirinden gitgide uzaklastilar. Bu tarikatin Anadolu'da kalan
mensuplari, Erdebil tekkesinden aldiklari tesirle, kendilerinin disinda kalan Müslümanlarin
Ekl-i Beyt'e gerektigi gibi muhabbet beslemedikleri zannina kapildilar.
Onlarin bu telakki ve davranislari diger Müslümanlarla aralarinda bir
sogukluk husule getirdi. Bu sogukluk zamanla ihtilafa dönüstü.
Bu ihtilaf neticesinde, Erdebil tekkesine bagli Anadolu Türkleri
medreseden uzak kaldilar. Itikada, ibadete,... ait bircok hükümleri
geregi gibi ögrenemediler. Sadece babadan ogula intikal eden birtakim
telkinlerle iktifa ettiler. Zamanla aradaki sogukluk gittikce büyüdü
ve derin bir ayriliga dönüstü. (Sünnilik-Alevilik).
Bu sun'i ayriligin ortadan kalkmasinin tek yolu, Kur'an'in isigi altina
girmekle cözülür.
3.
- Al-i Beyt'e Allah icin muhabbet etmek, dinimizde vaciptir. (Imam-i $afii'ye
göre farzdir.) Cenab-i Hak Sura Suresinde söyle buyurmaktadir:
'Resulüm, sizden peygamberlik vazifesine mukabil ücret istemez. Yalniz
Al-i Beyt'ine meveddet (sevgi ve saygi) istiyor.' (Sura Suresi, 23)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i seriflerinde söyle buyuruyor:
'Size verdigim nimetlerden dolayi Allah'i sevin. Beni de Allah icin sevin. Al-i
Beyt'imi de benim icin sevin.'
'Sizlere iki sey birakiyorum. Onlara temessük
etseniz necat bulursunuz. Birisi kitabullah, biri Al-i Beyt'imdir.'
Bu
hususa Bediüzzaman Hazretleri söyle ifade etmektedir:
'Al-i
Beyt'ten vazife-i Risaletce muradi Sünnet-i Seniyye'sidir. Sünnet-i
Seniyye'yi terkeden hakiki Al-i Beyt'ten olmadigi gibi Al-i Beyt'e hakiki dost
da olamaz.'
Al-i Beyt'i sevmemiz onlarin sadece mücerret sahsiyetleri
icin degil, Kur'an'a yaptiklari hizmetleri, Islam Dini'nin nesrinde gösterdikleri
büyük fedakarliklari, ilim ve irfan sahasinda yaptiklari hizmetleri
icindir.
Al-i Beyt'i seven mü'min de, ibadet vazifesini yerine
getirmekle, onlari örnek almali, onlara benzemeli ve onlar gibi olmaya
gayret etmelidir. Al-i Beyt'i hakiki manada sevmek de ancak bu yolla tahakkuk
edebilir.
4.
- Böyle bir iddia ne dinen, ne de aklen gecerlidir. Kesinlikle
yanlistir. Hz. Ali Efendimiz (r.a.) en cok Hasan ve Hüseyin Efendilerimizi
(r.a.) sevdigi halde, onlar ve onlardan sonra gelen evlatlari, 'Bizim
namazimiz kilinmistir' diye bir iddiada bulunmamislar, aksine sadece farzlarini
eda etmekle kalmamis, sünnet ve nafilelere de tam riayet etmislerdir.
Cenab-i Hak, namazi, peygamberler dahil, her mü'minin kendi $ahsina farz
kilmistir. Hic kimse bir baskasinin yerine namaz kilamaz. Zaruret halinde de bu
böyledir. Bir kimse namaz kilamayacak kadar hasta da olsa, onun namazini
bir baskasi kilamaz.
Bir hadis-i kudside söyle buyurulmustur:
'Allah-ü Teala buyurdu ki: 'Ben Senin ümmetin üzerine bes vakit
namaz farzettim. Hem ahdettim ki, bir kimse bes vakit namazi kilarak gelirse,
muhakkak ben onu Cennet'e koyarim. Bes vakit namazi kilamayan bir kimseye bir
taahhüdüm yoktur.' '
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de 'Namaz
dinin diregidir' buyurmustur.
5.
- Bu yanlis inanç da, digerleri gibi Ibn-i Sebe [Ibn-i Sebe Hz. Osman
(r.a.) zamaninda Yemen'den Medine-i Münevvere'ye gelerek zahiren Müslüman
olup, Islam'i yikmak için büyük gayretler göstermistir.
Yahudilerin Islam Dinine düsmanligi Peygamberimizin (s.a.v.) dogumu ile
baslamistir.] tarafindan iddia edilmistir. Bütün gayesi Müslümanlarin
itikadini bozmak olan Ibn-i Sebe, menfur faaliyetlerini sürdürürken,
nabza göre serbet vermesini iyi beceriyordu. Önce, bazi kimselere Hz.
Ali'nin (r.a.) ilah oldugunu telkin etmeye çalisiyor, bunun tutmayacagini
anladigi yerde, O'na peygamberlik isnad ediyor; bunun da geçerli
olmayacagini anladigi zaman ise, "Halifetin en evvel Hz. Ali'nin hakki
oldugunu, bu hakkin kendisinden zulmen alindigini" telkine kalkiyordu.
Dikkat edilirse, bu üç iddia arasinda tezat vardir. Tezat ise, hükümsüzdür.
Söyle ki ilan olan, peygamber olamayacagi gibi, peygamber için de
hilafet sözkonusu olamaz. Bu tezat dahi, açikça gösteriyor
ki meselenin altinda sadece ve sadece ifsat ve ihanet yatmaktadir. Malumdur ki,
herseyin bir baslangici ve bir de nihayeti oldugu gibi, Hz. Adem'le (a.s.)
baslayan peygamberlik müessesesi de Hatemül-Enbiya (s.a.v.) ile son
bulmustur. Cenab-i Hak, peygamberlerin en ekmeli olan O Zat'in eline semavi
kitaplarin en mükemmeli olan Kur'an-i Azimüssan'i vermis ve nübüvvet
müessesesini O Hatemül Enbiya ile tekmil etmistir. Artik, kiyamete
kadar Hz. Muhammed'den sonra bir peygamber gelmeyecektir. Hz. Muhammed'in
(s.a.v.) Hatemül Enbiya oldugu 'Ahzap Suresi'nde su sekilde bildirilmistir:
"Muhammed sizin ricalinizden hiçbirinin babasi degil ve lakin
Allah'in Resulü ve peygamberlerin hatemidir (sonuncusudur). Allah herseyi
bilendir."
6.
- "Hilafetin, öncelikle Hz. Ali (r.a.)'in hakki oldugu halde, bu
hakkin gaspebildigi" iddiasi da Ibn-i Sebe'nin ortaya attigi fitnedir. Sunu
hemen belirtelim ki, Çariyar Efendilerimizden hangisinin digerlerinden
daha faziletli ve hilafetin öncelikle kimin hakki oldugu, Ibn-i Sebe'yi
asla alakadar etmezdi. Onun asil maksadi, ashaba karsi hürmeti kirmakla
Islamiyete süphe ve tereddüt düsürmek ve Müslümanlar
arasinda ihtilaf çikarmak ve bunu devam ettirmekti. Bu sebeple, ilk önce
Ashab-i Kiramin Efendilerimizi çok kisaca tanimlayalim:
Sahabe-i Kiram Efendilerimiz her an Allah-ü Azimüssan'in celal ve
cemal sifatlarinin tecellileri arasinda yasadilar, yani daima korku ve ümit
üzere bulundular. Resul-i Ekrem Efendimize (s.a.v.) hakkiyla varis ve vekil
oldular. Saga ve sola meyletmeden sadece ve sadece sirat-i müstakime yürüdüler.
Allah'a vasil olan yollarda her biri birer önder, birer rehber oldular. O
hidayet yildizlarinin bütün gaye ve düsünceleri, yalniz
Allah'in rizasi ve O'nun cemalidir. Sahabelerin hepisi istisnasiz Resulullah
Efendimizin sohbetleriyle müserref oldular. Onlarin ruhlari, akillari, kalb
ve vicdanlari ve nihayet bütün hissiyatlari, Peygamber terbiyesinden
geçti. Tabir caiz ise, dagin güney yamacindaki çiçekler
gibi, günesten dogrudan dogruya istifade ettiler ve O'nun zatiyla görüstüler.
Onlardan sonra gelen bütün Müslümanlar ise, dagin kuzey
yamacindaki çiçekler gibi, günesin zatindan degil, ancak
aydinligindan faydalandilar.
Simdi: Hz. Ali'nin, Peyhamber Efendimizin
karabet cihetiyle en yakini olmasina ragmen, hilafette en sona kalmasinda,
kaderin hikmetli bir tanzimi vardir. $öyle ki: Hz. Ebubekir, Ömer ve
Osman'in (r.a) devirleri, Islam'in birlik ve bütünlügünün
korundugu tam bir fütuhat ve inkisaf dönemi olmustur.Iran, Irak,
Misir, Suriye, Kibris ve daha birçok ülke, bu dönemde
fethedilerek tevhid inanci bu beldelere yerlestirilmistir. Hz. Ali (r.a.)
zamaninda ise, bu fütuhat dönemi durmus, genisleyen Islam aleminde çesitli
ihtilaflar basgöstermistir. Hz. Ali (r.a.) hilafeti sirasinda bu kari$iklik
ve ihtilaflarla ugrasmak zorunda kalmis, harika cesaret, keskin fesaret ve
emsalsiz ilmiyle Islam'i her türlü sapik fikir ve batil itikadlarin
tasallutundan korumaya muvaffak olmustur. Iste ilk üç halife
devrindeki ittihad, tesanüd ve Islami fütuhat onlarin hilafete
liyakatlarini ve hak üzere olduklarini ispatladigi gibi, Hz. Ali Efendimiz
devrindeki ihtilaflar da, O'nun hilafette sona kalmasindaki hikmeti açikça
göstermektedir.
Peygamberimizin Hadis-i $eriflerinden örnekler:
'Benden sonra iki kimseye baglanin, onlardan biri Ebubekir, digeri Ömerül
Faruk'tur.'
'Münafiklarin kalbinde dört kimsenin muhabbeti
toplanmaz: Ebubekir, Ömer, Osman, Ali.'
'Ali'yi seven beni sevmis
olur. Ali'ye bugz eden bana bugz etmis olur. Ali'ye eziyet eden bana eziyet
etmis olur. Bana eziyet eden dahi Allah'a eziyet etmis olur.'
Bu Yazi Mehmet Kirkinci'nin 'Alevilik Nedir'
kitabindan alinmistir. Genis bilgi için okumanizi tavsiye ederiz. Cihan
Yayinlari, TÜRDAV A.S., Istanbul, 1995
Kaynak: Ü. Yücel's Homepage