Mustafa ERY?

mustafaeris@altinoluk.com

Rasûllah’in Torunu ve Kerbelâ Sehidi
Hazret-i Hüseyin
radiyallahu anh

Hazret-i Hüseyin radiyallahu anh Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin sevgili ikinci torunu... Hazret-i Ali (r.a.)’in küçük oglu... “Sehid” lakabiyla meshur... Basina gelen aci hadiseler dolayisiyla Islâm ümmetinin yüreklerini sizlatan bir yigit... “Kerbelâ Sehidi” diye taninan bir sevgili mazlum insan...

O, hicretin 4. yili Saban ayinin 5. günü Medine-i Münevvere’de dogdu. O günün sevincine melekler de katildi. Hz. Hüseyin (r.a.)’in dogdugu eve geldiler. Guruplar halinde ziyaret ettiler ve Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimizle tebriklestiler. O gün Rasûlullah (s.a.) Hz. Ali’yi kapida bekçi birakti. Kimseyi içeriye almamasini tenbih etti. Meleklerin ziyareti tamamlaninca Efendimiz disari çikti ve bekleyen ashâbini içeriye buyur etti. Hz. Ali (r.a.)’in ziyarete gelen meleklerin sayisi konusundaki sözü hatirlatildi. Efendimiz: “Nerden, nasil bildin ya Ali?” diye sordu. Hz. Ali (r.a.) da: “Melekler gurup gurup geliyorlardi. Her biri ayri bir dil konusurlardi ve sayilarini bildirirlerdi,” diye cevap verdi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.): “Allah aklini ziyâde etsin ey Ali!” buyurdu.kalig006.jpg (17814 Byte)

Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz sevgili torununun kulagina ezan okudu ve adini Hüseyin koydu. Yedinci günü Akîka kurbani kestirdi. Ayni gün saçlarini tras ettirip kizi Fâtima’ya verdi ve: “Ey Fâtima! Hüseyin’in saçlari agirlisinca sadaka ver,” buyurdu. O da oglunun saçlari agirlisinca gümüsü fakirlere dagitti.

Hz. Hüseyin (r.a.)’in dogumu ile ilgili Hz. Abbas (r.a.)’in hanimi Ümmü’l-Fadl bir gece siddetli, mihnetli ve korkulu bir rüya gördü. Sabahleyin dogruca Resûl-i Ekrem (s.a.)’in yanina gitti ve: “Ya Rasûlallah! Bir rüya gördüm ve çok korktum,” dedi. Efendimiz (s.a.): “Ne gördün?” dedi. Ümmü’l-Fadl da: “Ya Rasûlallah! Sizin vücudunuzdan bir parçanin kesilip evime konuldugunu gördüm” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.): “Hayir olsun insaallah! Fâtima’nin bir oglu olacak, sen de ona sütünü emzireceksin,” buyurdular.

Hz. Hüseyin dünyaya gelince Ümmü’l-Fadl onu alip eve götürdü ve doyasiya sütünü emzirdi. Ümmü’l-Fadl bir gün çocugu alip Rasûlullah (s.a.)’e götürdü. Efendimiz torununu aldi ve kucagina oturttu. Onu öptü, basini oksadi ve sevdi. Çocuk kucakta otururken Efendimizin üzerini islatti. Ümmü’l-Fadl buna üzüldü ve çocugu biraz sertçe tutup Efendimizin kucagindan aldi. Çocuk aglamaya basladi. Rahmet Peygamberi Efendimiz buna dayanamadi ve: “Ey Ümmü’l-Fadl! Allah iyiligini versin. Sen onu aglatmakla beni üzdün,” buyurdu.

Iki Cihan Günesi Efendimiz hiç kimsenin üzülmesini istemezdi. O raûf ve rahîm peygamberdi. Kendi aile efradina ve ümmetine çok düskündü. Onlarin sIKINTIYA ugamasi ona çok agir gelirdi. Bir defasinda yine torunu Hüseyin’in agladigini isitti. Annesi Fâtima’ya: “Onun aglamasina üzüldügümü bilmiyor musun?” buyurdu.

Ne sefkat!.. Ne merhamet!.. Ne edeb!.. Ne ince terbiye!.. Kimseyi kirmadan, incitmeden egitmek!.. Derin merhametini tatli sözleriyle belirtmek!.. Allah’im bizlere de bu inceligi ve merhameti nasip et!.. Amin.

Rahmet ve sefkat peygamberi Efendimiz, torunlari Hz. Hasan ve Hüseyin (r.anhüm)’ü çok severlerdi. Bir gün yine onlari kucaginda oturtup severken Üsame Ibni Zeyd (r.a.) gördü. Efendimiz’in onlar hakkinda söyle buyurdugunu isitti: “Allah’im! Bunlar benim kizimin ogullaridir. Ben bunlari seviyorum. Sen de onlari sev. Onlari sevenleri de sev,” buyurdu.

Iki Cihan Günesi efendimiz sokakta oynayan çocuklara da selâm verirdi. Onlarla ilgilenirdi. Bir gün ashabiyla bir yere giderken Hüseyin’in sokakta çocuklarla oynadigini gördü. Biraz hizlica yürüyerek torununu yakalamak istedi. O da oraya buraya kosuyordu. Efendimiz de hem gülüyor hem de pesinden kosuyordu. Onu tutmaga çalisiyordu. Sonunda Hüseyin’i tuttu. Onun yüzünü mübarek iki eliyle sevdi ve yanaklarindan öptü. Ashabina döndü ve: “Hüseyin bendendir. Ben de Hüseyin’denim! Allah’i seven Hüseyin’i sever! Hüseyin torunlardan bir torundur,” buyurdu.

Hz. Hasan ve Hüseyin (r.anhüm) efendilerimiz iki Cihan Günesi Efendimizin sefkat ve merhamet pinarindan doyasiya içerek büyüdüler. Dedelerinin yanindan hiç ayrilmadilar. Onun mübârek dizlerinde oturarak, onun sevgi dolu gönlünden feyizler alarak yetistiler. Etrafa nur saçan tebessümleri ve iltifatlariyla gözlerini, gönüllerini nurlandirdilar. Onun nübüvvet nuruyla gelistiler. Gece-gündüz firsat bulunca dedelerinin kucagina kosarlardi.

Bir gün Habib-i Kibriya (s.a.) Efendimiz Ümmü Seleme (r.anhâ) annemizin evinde iken Cebrâil aleyhisselâm geldi. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz Ümmü Seleme annemize: “Ya Ümmü Seleme! Kapida dur içeriye kimse girmesin,” dedi. O sirada Efendimizin reyhani Hüseyin geldi ve birden içeri daldi, Rasûlullah (s.a.)’in boynuna atildi. Efendimiz onu kucagina aldi, öptü ve sevdi. Cebrâil aleyhisselâm: “Onu çok mu seviyorsun?” dedi. Efendimiz de: “Evet!” dedi. Bunun üzerine Cebrâil (a.s.): “iyi ama, ümmetin onu öldürecektir!” dedi. Efendimiz hayretle: “Demek onu öldürecek olanlar mü’minler!..” dedi. Cebrâil (a.s.): “Evet! istersen onun öldürülecegi yeri sana göstereyim,” dedi ve gösterdi. Oradan bir avuç kizil toprak alip getirdi. Efendimiz o topragi aldi ve kokladi da: “Bu toprak gam ve belâ kokuyor,” buyurdu. Daha sonra topragi Ümmü Seleme (r.anhâ) annemize emânet olarak verdi ve: “Ey Ümmü Seleme! Bu, torunum Hüseyin’in öldürülecegi yerin topragidir. Ne zaman kan haline gelirse o vakit bil ki Hüseyin öldürülmüstür,” buyurarak ileride olacak hadiselere isaret etti.

Iki Cihan Günesi Efendimiz bu topragin Kerbelâ topragi oldugunu söylemisti. Kerbelâ, Irak’in Kûfe bölgesindedir. Efendimiz bu yeri tasa ve belâ yeri diye vasiflandirmistir. Bir seferinde Hz. Ali (r.a.) “Siffîn”e giderken bu mintikadan geçmisti. Firat kenarinda bir köy olan Ninova’ya gelince durdu ve burasinin adini sordu. Kerbelâ cevabini alinca Hz. Ali (r.a.) gözyaslarini tutamadi. Sonra sunlari söyledi:

“Bir defasinda Rasûlullah (s.a.)’in huzuruna gitmistim. Vardigimda agliyordu.

– Ya Rasûlallah! Seni aglatan nedir?” diye sordugumda bana: “Az önce Cebrâil aleyhisselâm yanimdaydi. Bana oglum Hüseyin’in Firat kenarinda Kerbelâ denen yerde öldürülecegini haber verdi ve o topraktan bir avuç alip bana koklatti. Gözyaslarim akiyorsa bu benim elimde degil ne yapayim kendimi tutamadim,” buyurdu.

Hz. Hüseyin (r.a.) agabeyi Hz. Hasan (r.a.) ile birlikte birçok seferlere katildi. Hz. Osman (r.a.)’in evini kusatan isyancilara karsi halifeyi korumak ve evine su tasimak üzere babasi tarafindan verilen vazifede bulundu. Babasinin halifeligi sirasinda beraberinde Kûfe’ye gitti. sehâdetinden sonra vasiyeti üzerine agabeyine itaat etti. Hz. Hasan (r.a.) ile Muâviye (r.a.) halifelik konusunda anlasinca Hz. Hüseyin bunu içine sindiremedi ve agabeyi ile birlikte Medine’ye döndü. Kendini ibadete verdi. Zühd ve takvâ üzere yasamaya gayret etti. Muâviye döneminde fitne çikarmak isteyen kimselere de firsat vermedi.

Muâviye (r.a.) 60. h. yilda Sam’da vefat edince oglu Yezid’e bîat etmedi. Yezid her ne sûretle olursa olsun Hz. Hüseyin ve arkadaslarindan bîat almasini Medine valisi Velid ibni Utbe’den istedi. Vali yumusak huylu, merhamet sahibiydi. Kendisine Hz. Hüseyin’in öldürülmesi fikri söylenince: “Benim dinimi mi yikmak istiyorsunuz? Yemin ederim ki Hüseyin’i öldürmek sûretiyle bütün dünyanin mal ve mülküne sahip olacagimi bilsem yine de bunu yapmam,” diyerek reddetti.

Bu haberler üzerine Hz. Hüseyin (r.a.) 28 Recep 60 h. (4 Mayis 680 m.) gecesi bütün aile fertleriyle birlikte Mekke-i Mükerreme’ye gitmek üzere yola çikti.

Kûfeliler Hz. Hüseyin (r.a.)’a bîat etmek için Meke’ye haber gönderdiler. O da amcasinin oglu Müslim ibni Akîl’i incelemelerde bulunmak üzere Kûfe’ye gönderdi. Müslim bir mektup yazarak Kûfelilerin Hz. Hüseyin’e bîat edeceklerini hatta on bes yirmi bin kisinin bîatini onun adina kabul ettigini bildirdi. Fakat Yezid bu faaliyetleri ögrenince Müslim’i öldürttü. Halk korkudan biatlarini geri aldi. Hz. Hüseyin (r.a.) bu arada geçen hadiselerden haberdar olamadi. ibni Abbas, ibni Zübeyr ve ibni Ömer (r.anhüm) hazarâti Kûfe’ye gitmemesini tavsiye ediyorlardi. Gerekirse Mekke’de adiniza bîat aliriz diyerek görüs beyan ediyorlardi. Fakat kader-i ilâhî’nin önüne geçmek de kimsenin kâri degildi. Bir sevk-i tâbiî ile Hz. Hüseyin (r.a.) 8 Zilhicce 60 h. 9 Eylül 680 m. tarihinde ailesi ve bazi taraftarlariyla birlikte Kûfe’ye hareket etti.

Hz. Hüseyin (r.a.) rüyasinda Rasûlullah (s.a.)’i gördügünü ve bagladigi isi tamamlamakla emrolundugunu söyledi. Bunun için amcazâdesi Abdullah ibni Ca’fer’in gitmemesine dair yazdigi mektubuna da cevap vermedi. Yolda Kûfelilerin bîatlarindan caydigini ve Müslim ibni Akîl’in öldürüldügünü duyunca bir ara geri dönmeyi düsündü. Fakat kader tekrar o tarafa yönlendirdi. Kendisiyle beraber gelenlere: “isteyenlerin ayrilabilecegini,” söyledi. Yaninda sadece aile fertleri kaldi. Yaklasik 72 kisiyle birlikte Kerbelâ’ya vardi. Kûfe valisi Ubeydullah ibni Ziyad Rey valisi Ömer ibni Sa’d’a bir mektup göndererek Hüseyin’in dogrudan kendisine teslim olmasini istedi. Yoksa onunla savasmasini emretti. Her iki taraf da maalesef anlasamadi ve savas hazirligina basladi.

Hz. Hüseyin (r.a.) gerekli savas hazirliklarini yaptiktan sonra atina bindi ve önünde mushaf oldugu halde Ömer’in ordusuna yaklasti. Kendisinin buraya gelis amacini anlamalarini ve hakkinda insafli hüküm vermelerini istedi. Ömer ibni Sa’d hiçbir sey duymamis gibi davrandi ve aldigi emri yerine getirmek üzere ilk oku firlatti. Böylece savas baslamis oldu. Birbirine denk olmayan bu kuvvetler arasinda tam bir dram yasandi. Hz. Hüseyin (r.a.)’in yirmi üç süvari, kirk piyadeden olusan askerleri kisa sürede azaldi. Hepsi sehid oldu. Hz. Hüseyin (r.a.) yalniz kaldi. Bu yalnizliktan yararlanan Sinan ibni Enes en-Nehâî bir harbe atti ve Hüseyin efendimizi yere düsürdü. Kendisi de atindan yere atlayarak indi ve Hüseyin efendimizin basini keserek sehid eyledi. 10 Muharrem 61. hicri 10 Ekim 680 m. senede 57 yaslarinda iken kader onu teslim aldi. Vücudunda 33 mizrak yarasi ve 33 kiliç darbesi vardi.

Hz. Hüseyin efendimizin sehid edildigi gün Ümmü Seleme (r.anhâ) annemize verilen kizil toprak kan haline gelmisti. Annemiz onu kan seklinde görünce: “Eyvâh Hüseyin’im!.. Eyvâh Rasûlullah’in reyhani!..” diyerek aglamaya basladi ve etrafa haber verdi. Bu aci haberi duyan Medine halki feryatlara boguldu. O gün yer yerinden oynadi.

Sehidlerin cesetleri ertesi gün Gadiriye köylülerince topraga verildi.

Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin (r.anhüm) efendilerimiz Rasûlullah (s.a.)’in sevgili torunlari olarak hep birlikte anilmislardir. Efendimizin “iki çiçek demeti” ve “Cennet gençlerinin efendileri” sifatiyla müslümanlar tarafindan daima sevilmis, sayilmis ve adlari çocuklara verilen en yaygin isimler arasinda yer almistir. Onlar yaratilis ve ahlâk itibariyle Rasûlullah (s.a.) Efendimize çok benzerlerdi. Halîm, selîm ve yumusak huylu idiler. sefkat, merhamet ve cömert idiler. Buyururlardi ki: “Cömert efendi olur, cimri hor olur. Bu âlemde bir mü’min kardesinin iyiligini, kendinden önce düsünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.”

Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimiz çocuk yasta iken dedelerinin yanina serbest girip çikarlardi. Evde olsun, mescidde olsun o isik kandilinden ayrilmazlardi. Sefere gidip gelen ashâbi onlara hediyeler getirirdi. Dihye (r.a.) her ticârî seferden dönüste eli bos dönmezdi. O nur topu sevgili torunlar buna alistigi için bir gün Cebrâil aleyhisselâm’i da Dihye (r.a.)’a benzeterek varip ellerini koynuna soktular. Rasûlullah (s.a.) mahcup bir sekilde Cebrâil (a.s.)’a: “Ey kardesim Cebrâil! Sizi ashabimdan Dihye’ye benzettiler. O her sefer dönüsünde onlara hediyeler getirir deyince Cebrâil (a.s.) oturdugu yerden ellerini uzatip cennetten bir salkim üzüm ile bir kirmizi nar alip onlara hediye etti. Hz. Hasan ile Hüseyin sevinerek mescidden çikarken bir dilenci gelip onlardan istedi. Onlar da vermek istediginde Cebrâil (a.s.) mani oldu ve: “Ya Rasûlallah! O dilenci seytandir. Cennet meyveleri ona haram iken hile ile yemek istedi,” dedi. Rasûlullah’in sevgili torunlari böylesine cömert idi.

Hz. Hüseyin efendimizin soyu Ali Zeynelabidin vasytasiyla devam etmistir. Hüseyin efendimizin neslinden gelenler “Seyyid” ünvanyila anilmistir.

Hüseyin efendimizin basina gelen, yüreklerimizi sizlatan o aci hadiseleri gönüllerimizde hissederek devamli onun sevgisinin artmasina ve âhirette sefaatina vesile olmasini Rabbimizden niyaz ederiz. Amin.

Kaynak: ALTINOLUK DERGISI, Nisan 2001, SAYI: 182

    by Muhammed Faruk

home01.gif (8122 Byte)