.
Ahmet Cemil Ertunç

RAMAZAN -Bir Tevhid Eylemi ve Hayat Tarzi-

Bir kez daha, dogru anlasildigi ve gerektigi sekilde degerlendirildigi takdirde hâsilasi son derece yüksek olan bir aya, kutlu ramazana eristik. Insana bizzat kendisiyle, diger insanlarla, içinde yasadigi fiziksel dünyayla ve en önemlisi de rabbiyle olan iliskilerini en dogru ve en güzel tarzda insa etme imkân ve ortamini saglayan oruç mevsimi bir kez daha bütün güzellikleriyle geldi. Maddi ve manevi yapisiyla; bireysel ve toplumsal yönleriyle; inanç, düsünce ve duygulariyla mensuplarini kusatip yüceltecek bir arinma mevsimine yine eristik. Umulur ki, islerinde adil ve dolayisiyla hakka uygun olma konusunda bilinçli bir kisilige, güzel ahlâkla donanmis bir hayat tarzina, hakikati kavrayan bir akla sahip bireyler haline gelme kararliligina vesile olan ve bu karari gerçeklestirmek için çok büyük imkânlar sunan bu arinma ve dirilis mevsiminden en yüksek oranda yararlaniriz. Ama elbette ki tüm bunlarin gerçeklesebilmesi, bir temenni olmaktan çikip hissedilen, yasanilan gerçeklere dönüsebilmesi önemli bir sarta bagli. Bu sart, genelde ramazani, özelde ise ramazani herhangi bir ay olmaktan çikarip yücelten orucu dogru anlamakla ilgilidir. Hiç kuskusuz, ramazani sadece bazi fizyolojik ihtiyaçlari ertelemekten ve en kisa sürede bitirme yarisina dönüsmüs teravih namazlarindan ibadet zannedenler onun bereketinden, onun hayra, güzele, dogruya sevk edici, ahlâki mükemmellestirici, inanci saflastirici etkilerinden uzak kalacaklar veya onun bu özelliklerinden gerektigi kadar nasiplenemeyeceklerdir. O halde nedir ramazan ve ramazani herhangi bir ay olmaktan çikarip yücelten oruç? Açiktir ki, böylesi bir soruya cevap için referansimiz bireysel düsünce ve kanaatlerimiz olamaz. Ilgili soruya cevabin referansi, on iki aydan birisini arinma ve dirilis mevsimi yapan, orucu bir tevhid eylemine, esenlige, kurtulusa, yücelise vesile kilan Kur’an ve onun kutlu elçisinin açiklamalari olmak zorundadir. Bu nedenle konu baglaminda Kur’an ve hadise yönelecegiz. Simdi konuyla ilgili ayet ve hadislerden hareketle özel olarak oruç için, genel olarak da oruç mevsimi olan ramazan için söylenebileceklerden en önemli bazi özellikleri tespit etmeye çalisalim.

Oruç Bir Tevhid Eylemidir

 

 

Sözlüklerde ‘bölünmek’, ‘parçalanmak’ anlamlarina gelen sirk, Kur’an da, Allah ile kulun arasinda olmasi gereken rab-kul iliskisinin koparilip daha baska kulluk iliskileri olusturmak, sahte rablere itaat edip onlara kulluk etmek anlamlarinda geçmektedir. Sirkin Kur’an’daki anlamindan hareket ederek söylemek gerekirse; olmasi gereken rab-kul iliskisi parçalanip yok edilince insan yaratilis gayesinden uzaklasir; mutlak hakikate sirtini döner;  Ben sizin rabbinizim’ ilahi bildirisine ‘evet sen bizim rabbimizsin’ (Araf, 7:172) diyen özüne aykiri bir konuma düser. Bu nedenle de sirkin egemen oldugu yerde gözyasi, felaket, sömürü, haksizlik, kötülük, ahlaksizlik... hiç eksik olmaz. Sözlüklerde ‘birlik’, ‘birlemek/birlestirmek’ anlamlarina gelen ve Kur’an da geregine göre olunmasi emredilen tevhid ise, kulun rab olarak sadece Allah’i bilmesi ve O’nun bildirdiklerine göre inancini olusturup, hayatini tanzim etmesini ifade eder. Bu durum bir ayette su sekilde ifadelendirilmistir:  ‘Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanlari hangi fitrat üzere yaratmis ise ona çevir. Allah'in yaratisinda degisme yoktur. Iste dosdogru din budur; fakat insanlarin çogu bilmezler’ (Rûm, 30:30). Kul, inancinda ve hayatinda tevhidi gerçeklestirdigi zaman esenlige erer. Zira maddi ve manevi unsurlar, bireysel ve toplumsal iliskiler, insan ve evren arasinda ‘birlik’ dogar; mükemmel bir uyum ortaya çikar. Zulüm, sömürü, kötülük, ahlâksizlik insanlarin bireysel ve toplumsal hayatlarindan; çevre sorunlari, felaketler insanlarla maddi çevre arasindaki iliskilerden uzak, hayatta somut karsiligi olmayan içi bos kavramlara dönüsür. Bu tamamiyla tevhid hakikatinin egemenliginin sonucudur. Su ayetler bu durumu dile getirmektedirler: ‘O (peygamberlerin gönderildigi) ülkelerin halki inansalar ve (günahtan) sakinsalardi, elbette onlarin üstüne gökten ve yerden nice bereket kapilari açardik, fakat yalanladilar, biz de ettikleri yüzünden onlari yakalayiverdik’ (Araf, 7:96). ‘Eger onlar Tevrat'i, Incil'i ve Rablerinden onlara indirileni (Kur'an'i) dogru dürüst uygulasalardi, süphesiz hem üstlerinden, hem de ayaklarinin altindan yerlerdi (yeralti ve yerüstü servetlerinden istifade ederek refah içinde yasarlardi). Onlardan asiriliga kaçmayan (iktisatli, mutedil) bir zümre vardir; fakat çogunun yaptiklari ne kötüdür!’ (Maide, 5:66)

 

 

Ama ne var ki, insanoglu çogu zaman tevhidden kopup sirke meyletmis; birlik ve uyumu terk edip bölünmüslügü, parçalanmayi, hakikatten kopusu tercih etmistir. Zira nefsinin fitne ve fesat fisiltilarina kulak vermis, özünün hakki dile getiren seslenislerini duymazliktan gelmistir. Bu nedenle de listelenecek olsa saymakla bitirilemeyecek olumsuzluklar insanligin ayrilmaz parçasi; hayatinin degismeyen unsurlari haline gelmistir. Bu nedenle, insanlik tarihi gözyaslarinin, felaketlerin, sömürülerin, haksizliklarin, kötülüklerin, ahlâksizliklarin eksik olmadigi bir sürecin ismi olarak anlam kazanmistir. Fakat kullarina karsi son derece sefkatli olan yüce Allah, insanlari içinde bulunduklari bu zor durumda çaresiz birakmamis, insanlarin gerçeklestirdikleri parçalanmayi, bölünmeyi, hakikatten kopusu iptal edip tevhidi egemen kilma muradina uygun olarak hakikati dillendiren ve tevhidin gerektirdigi hayat tarzinin en güzel modelini bizzat kendi sahislarinda ortaya koyan elçiler görevlendirmis veya elçilerinden bazilari ile de hidayet rehberi kitaplar göndermistir.  Ayrica, bireysel veya toplumsal hayatta sirki yok edip, tevhidi insa etmek; inanç ve yasantinin hakikate uygunlugunu teminat altina almak için de bazi ibadetler emretmistir. Bu ibadetler kullari sirk aldanisindan, felaketinden uzak tutacak emniyet unsurlari ve ayni zamanda esenlik yolunun teminatlaridir. Namaz ise bunlardan birisi ve hatta en önemlidir. Böyle oldugu için son resulün hakikati insanliga bir kez daha sunma sürecinde imandan sonra ilk emredilen sey olmustur.  Namaz özü itibariyla bir tevhid eylemidir. Zira kul ile yegâne rab olan Allah arasindaki olmasi gereken irtibati kurar, bu irtibatin geregi olarak insanin duygu ve düsüncesinden, hayatindan her türlü kötülügü silip süpürerek ‘tertemiz bir hayat’ (Hûd, 11:114) insa eder. Zekât da öyle; o da bir tevhid eylemidir. Zekât, sirkin neden oldugu toplumsal sosyo-ekonomik zulümleri yok edip adaleti gerçeklestirir, Allah için malini harcayanlardan olan failini bu tutum ve tavriyla sadece Allah’a kulluk etme bilincine eristirir veya böylesi bir kullugun teminati olur. Zekâti kapsayan, ancak zekâta göre daha genis bir manada olan infak da bir baska tevhid eylemidir. Su ayetler bunu açiklayan ilahî bildirilerden bazilaridir: ‘Ey iman edenler! Kendisinde artik alis-veris, dostluk ve kayirma bulunmayan gün gelmeden önce, size verdigimiz riziktan hayir yolunda harcayin. Gerçekleri inkâr edenler elbette zalimlerdir’ (Bakara, 2:254). ‘Sevdiginiz seylerden (Allah yolunda) harcamadikça ‘iyi’ ye eremezsiniz. Her ne harcarsaniz, Allah onu hakkiyla bilir’ (Al-i Imran, 3:92). ‘Mümin erkeklerle mümin kadinlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiligi emreder, kötülükten alikoyarlar, namazi dosdogru kilarlar, zekâti verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. Iste onlara Allah rahmet edecektir. Süphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir’ (Tevbe, 9:71). ‘Iman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallariyla, canlariyla cihad edenler, rütbe bakimindan Allah katinda daha üstündürler. Kurtulusa erenler de iste onlardir.’ (Tevbe, 9:20). Ve bu yazimizin esas konusu olan oruca gelince, oruç da kullari sirk aldanisindan, felaketinden uzak tutacak emniyet unsuru ve ayni zamanda esenlik yolunun teminatidir ve elbette ki o da digerleri gibi bir diger tevhid eylemidir. Oruç bir tevhid eylemidir; insan ile Allah arasinda kul-rab irtibatini kurup, insani sadece Allah’a kul yaparak baska her seye karsi ‘özgür’ kildigi için. Oruç bir tevhid eylemidir; hakikati parçalamanin, hakikatten uzak durmanin ürünü olan her türlü kötülükten, ahlâksizliktan uzak bir esenlik yolu insa ettigi için. Ve oruç insanligin geleneksel tevhid eylemidir; failini, ilk insandan itibaren inançta ve hayatta egemen olmasi gereken tevhid yoluna mensup kildigi için. Bu durum ramazan orucunu emreden ayette açikça dile getirilmistir: ‘Ey iman edenler! Allah, sizden öncekilere farz kildigi gibi, orucu size de farz kildi...’ (Bakara, 2:183).  Ayette bildirildigi üzere, oruç sadece Hz Muhammed (s)’in ümmetine ait özel bir ibadet degil, insanligin ilk ve asli dini olan Islam’in sürekliliginin en önemli delillerinden birisi olan önemli bir ibadettir. Buna göre, bir mümin oruç tutmakla ilk insandan itibaren kesintisiz devam eden tevhidî gelenegin devamini gerçeklestirmis olmaktadir. Bunu yaparken de safini belirlemis olmakta, inancini ve hayatinin referansini dile getirmektedir.

 

 

 

 

Ramazan Bir Hayat Tarzidir.

 

 

Ramazan, hayattan kopuk bazi davranislari kapsayan bir ayin degil, dosdogru bir hayat tazinin modeli ve referansi olan kutlu bir ayin ismidir. Dolayisiyla, ramazandan nasiplenebilmek için, öncelikle orucu belirli bir zamana ait, hayat tarziyla olan baglarini koparmis bir dizi tutum ve davranisin ismi olmaktan çikarip; tüm hayatla, hayat tarzina sekil veren ve hakikate dayanan inançla olan irtibatini kurmak, kurulu irtibati en saglam hale getirmek gerekmektedir. Ve altini çizerek belirtmek gerekir ki bu, sadece oruç için degil, diger tüm ibadetler için de geçerli olan bir durumdur. Namaz yine bu konuda hatirlanacak en önemli ibadettir. Hakikate imandan sonra emredilen ilk ibadet olma vasfina sahip namaz, sadece olmasi gereken biçimiyle degil, ayni zamanda ve hatta daha çok olmasi gereken muhtevasiyla ikame edilmiyorsa, ismi namaz olan bazi hareketler dizisinden çok fazla bir anlam ifade etmemektedir. Bu nedenledir ki ‘Kitab’dan sana vahyolunani oku ve namazi da kil. Çünkü namaz, kötü ve igrenç seylerden alikoyar’ (Ankebut, 29:45) ilahi emrinden ve açiklamasindan uzaklastirilip sadece bazi hareketler dizisine dönüstürülen bir namazin failleri için bizzat yüce Allah Su namaz kilanlarin vay haline! Ki onlar namazlari konusunda gafildirler’ (Mâ’un, 107:4-5) uyarisinda bulunmustur. Konuyla ilgili bir baska ayetteki hatirlatma ise son derece dikkat çekici ve bir o kadar da önemlidir: ‘(Cehennem görevlileri) suçlulara sorarlar; ‘Sizi su yakici atese ne sürükledi?’ (Onlar da) derler ki; ‘Biz namaz kilanlardan degildik....’ (Müddesir, 74:41-43). Vahyin teblig ve beyani ile görevli olan Resulüllah ise ‘geregi gibi namaz kilmayanlarin’ umduklarina erismeyeceklerini ve hatta daha da önemlisi, Allah ile aralarinin açilacagina dikkat çekmistir: ‘Kim namaz kilar da, namazi nedeniyle gizli veya açik kötülüklerden uzak durmazsa, o namazi ile Allah’tan uzaklasmaktan baska bir sey yapmis olmaz[1]. Esasen, namaz için söz konusu olan bu durum ayni zamanda ramazani da ilgilendirmektedir. Zira ramazan sadece Allah’a yönelik kulluk bilinç ve sorumlulugunu ifade eden takvanin insa edilmesine katki saglayacak vakit namazlariyla ve kendine ait nafile teravih namazlariyla ayni zamanda namazi da kapsayan bir ibadet dönemidir. Bu itibarla ramazan, namazin kusatici, dönüstürücü, arindirici özelliklerini bünyesinde tasiyan bir ibadettir. Namaz için söz konusu olan bilinç ve düsünceyi, inanç ve hayat tarzini kusatici olma özelligi, bir diger ibadet olan kurban için de geçerlidir.  Her müminin gün boyunca birçok kez Fatiha sûresi araciligiyla hem Allah’a ve hem de bizzat kendi nefsinin yani sira, diger insanlara karsi ilan ettigi ‘yalniz sana ibadet eder ve yalniz senden yardim dilerim’ (Fatiha, 1: 5) sözlerinde anlam kazanan bilinç ve kararliligin önemli göstergelerinden birisi olan kurban ibadetini ‘et bayrami’na dönüstürenlerin kazançlari daha çok yedikleri etlerdir. Bir ilahî uyari, bu yarginin dayanagidir: ‘Onlarin ne etleri ne de kanlari Allah'a ulasir; fakat O'na sadece sizin takvaniz ulasir...’ (Hacc, 22:37). Hac ibadeti de namazin, kurbanin kusatici, arindirici özelliklerinden uzak degil. Böyle oldugu içindir ki, hac ibadeti olmasi gereken muhtevasiyla gerçeklestirilmiyorsa, bir ibadetten çok bir turistik geziye dönüsmekte; günahlari silip süpüren bu kutlu ibadet sadece ismen var olmaktadir.  Bu halin faillerinin tek kâri ise Mekke’nin dagini, tasini görmekten öteye geçmemektedir. Bu nedenledir ki, Allah tüm zamanlarin müminleri için haccin sadece bir ziyaret yolculugu olmadigini, haccin her türlü günahtan, sirk unsurundan arinma ibadeti oldugunu bildirmistir. ‘Hac, bilinen aylardadir. Kim o aylarda hacca niyet ederse (ihramini giyerse), hac esnasinda kadina yaklasmak, günah sayilan davranislara yönelmek, kavga etmek yoktur. Ne hayir islerseniz Allah onu bilir. (Ey müminler! Ahiret için) azik edinin. Bilin ki azigin en hayirlisi takvâdir. Ey akil sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakinin’ (Bakara, 2:97). Bu baglamda olmak üzere Allah’in âlemlere rahmet kutlu elçisi de Kim hac yapar ve bu esnada sehvanî isteklerine uymaktan korunur, çirkin söz ve davranislardan uzak durursa, annesinden dogdugu gündeki gibi günahlarindan kurtulur[2] diyerek haccin yasantiyla ilgisine dikkat çekmis; arindirici ve diriltici özelligini dile getirmistir. ‘Mebrûr haccin karsiligi ancak cennettir[3] sözleri ise haccin anlam, önem ve islevine iliskin bilgilendirme ve hatirlatmalardan bir digeridir. Bu açiklamadaki ‘mebrûr hac’ kendisine hiçbir günah karismayan, sartlarina dikkat ederek eksiksiz olarak ifa edilen hac anlamina gelmektedir. Bunun uygulamadaki önemli bir örnegi ise Resulüllah ile birlikte hac eden yüz bini askin müminin durumudur. Risaletin son senesi hac eden Resulüllah ve etrafindaki yüz bini askin mümin toplulugu Mekke daglarinda ve ovalarinda yankilanan sesleriyle, bu ibadetlerinin amacini dile getirmenin yani sira, bir sorumluluk bilincinin de geregi olan kararlarini su sözleriyle dile getirmislerdi:  ‘Icabet (itaat, emre uymak) sana Ya Rabbi, icabet sana! Senin ortagin yok ve icabet yalniz sana! Hamd senin, nimet senin, mülk senin! (Bunlarin hiç birinde) senin ortagin (ve benzerin) yok.’[4] Ve bu sözler, sadece Allah’in emrettigi gibi olunacagi kararliliginin, yalniz sana ibadet eder ve yalniz senden yardim dilerim’ (Fatiha, 1:5) bilincinin ilanindan baska bir anlama gelmiyordu.  Kelime-i tevhidi, zekâti, infaki, cihadi... dikkate alarak, ibadetlerin hayat tarziyla dogrudan ilgili oldugunu gösteren açiklamalari daha da uzatmak mümkün. Ancak bu birkaç tanesi bile bir ibadetin kapsam ve derinligini, kusaticiligini, degistirip dönüstürücü olma özelligini, hayat tarziyla olan ilgisini göstermeye yetmektedir.

 

 

Sözü, konumuz olan ramazana, ramazanin gerektirdigi en önemli davranislardan birisi olan oruca getirecek olursak; dogru anlasilmadan, önem ve islevi kavranmadan tutulan ramazan orucu, büyük oranda ve hatta tamamen, aç kalmis olmaktan veya diyet yapmis olmaktan öte bir anlam ifade etmemektedir. Bu, diger ibadetlerde oldugu gibi, kisisel bir kanaat ve yargi degildir. Bunu,  hakikatin kutlu elçisi dile getirmis ve belirli sarti yerine getirmeyenlerin sadece ‘aç ve susuz kalacaklarini’[5] ifade etmistir. Daha da önemlisi, bu dirilis ayinin sahibi yüce Allah, konuya iliskin emir ve uyarisi ile ramazan orucunun gerçek anlam ve islevini söyle açiklamistir: Ey iman edenler! Allah, sizden öncekilere farz kildigi gibi, orucu size de farz kildi ki, (her türlü yanlisliktan, ahlâksizliktan, kötülükten) sakinasiniz...’ (Bakara, 2:183). Ayette belirtildigi üzere, orucun amaci ‘sakinmaktir’, ‘korunmaktir’. Bu durumda ‘sakinilmasi/korunulmasi gereken sey(ler) nedir?’ sorusunu sormak gerekebilir. Ve bu sorunun cevabini, hiç zorlanmadan ve yorucu arayislara girmeden,  her türlü inanç yanlisligindan, kötü hal ve hareketlerden, ahlaksizliktan, zulümden sakinmaktir/korunmaktir’ biçiminde vermek mümkündür. Risâlet sürecinin daha ilk asamasindan vahyolunan Müddessir sûresinde ‘sakinilmasi/korunulmasi’ gereken seyden bahsedilmis olmasi ise Islam’in amacini ortaya koymasi açisindan son derece önemli ve anlamlidir. Söz konusu ayetler söyledir: ‘Elbiseni temiz tut. Pis seylerden uzak dur (Müddesir, 74:4,5). Elbiseyi temiz tutmak’, Araplar arasinda siklikla kullanilan ve Türkçe'deki ‘Alni açik olmak’la, ‘Yüzü ak olmak’la ayni anlama gelen bir deyimdir. Araplar, yalan söyleyen veya sözünde durmayan kimse için ‘elbisesini kirletti’ derler. Yine ayni sekilde olmak üzere, iffetli kimseler için de ‘etegi/elbisesi temiz’ derler. Ilgili ayetle, her türlü ahlâksizliktan, fuhustan, yalandan, kötü sözlerden, yüz kizartici diger her türlü davranislardan uzak durulmasi emredilmistir. Yalanci, sahtekâr, hilekâr, hain olmaktan kaçinilmasi; kisiligin bu tür olumsuz sifatlarla kirletilmemesi gerektigi bildirilmistir. Takip eden ayet ise ‘elbiseyi temiz tutma’ emrinin önemli bir geregi açiklamis ve gereginin yerine getirilmesi istenmistir. Bu ‘Pis seylerden uzak dur’ ayetidir. Pis seylerden uzak durulmasi emredilirken, bir önceki ayetin konusu olan ve en genel manada ‘ahlâki temizlik’ olarak tanimlanabilecek özellikleri de kapsayan daha genel bir emir verilmistir. Kabalik, sefihlik, ahlâksizlik, terbiyesizlik gibi her türlü ahlâkî pislikten uzak durmanin yani sira, sirkin nesnesi olan putlardan ve taraftarlarinin her türlü yanlis ve igrenç hâl ve hareketlerinden de uzak durmak emredilmistir. Bir baska ifadeyle, sonu azap olan ahlâk, düsünce, inanç, yasanti pisliklerine hiçbir sekilde bulasilmamalidir; her durumda temiz ve pak olmalidir. Çünkü ayette geçen ‘rics’ teriminin sözlük anlami ‘pis sey’ olmasina karsilik, kavramsal çerçevesinde maddî-manevî her türlü pislik, put, sirk, küfür yer almaktadir. Ayrica daha sonra vahyolunan ayetlerin birisinde (Hacc, 22:30) ‘put’ ile ‘pis olus’ birlikte ifade edilerek ikisi arasindaki iliskiye özellikle dikkat çekilmis, bir diger ayette de (Tevbe, 9:95) müsriklerin ‘pis’ oldugu ifade edilmistir. Ayrica akilsiz ve imansizligin, sahibini ‘pis’ yapan seyler oldugu açiklanmistir (Yunus, 10:100). Allah, böyle kimselerin kalpleri zamanla tamamen kirlendigi ve hakikati anlayamaz hale gelecekleri için pislik üstüne pislige gireceklerini bildirmistir (Tevbe, 9:125). Diger bazi ayetlerde ise ‘pis’ kimselerden uzak durulmasi emredilmistir: ‘Ey Peygamber! Allah’tan kork ve kafirlere, münafiklara uyma’ (Ahzâp, 33:1);Musa, kardesi Harun’a dedi ki: ‘Benden sonra kavmim içinde benim yerime geç. Onlari islah et ve sakin fesatçilarin yoluna uyma’’(A’raf, 7:142). Ve zamanla vahyolunan ayetlerle daha iyi anlasilmistir ki, Allah, insanlari her türlü ‘pislikten’ temizleyip, ‘tertemiz’ (mutahhar) kilmak için Resulünü göndermistir, Kur’an’i indirmistir, Islâm’i bildirmistir. Su birkaç ayet bunun önemli delillerindendir: ‘O kimse ki, Allah yolunda malini harcayarak, temizlenir’ (Leyl,92:18). ‘Sen ancak görmeden Rablerinden korkanlari ve namazi kilanlari uyarabilirsin. Kim temizlenirse o, kendi menfaatine temizlenmis olur. Dönüs Allah'adir’ (Fatir, 35:18). ‘Dogrusu feraha ermistir temizlenen; Rabbinin adini anip O'na kulluk eden’ (A’la, 87:14,15). ‘Ümmîlere içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onlari temizleyen, onlara Kitab'i ve hikmeti ögreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuskusuz onlar önceden apaçik bir sapiklik içindeydiler’ (Cuma, 62:2). ‘Kötü kadinlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadinlara; temiz kadinlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadinlara yarasir. Bu sonuncular, (iftiracilarin) söylediklerinden çok uzaktirlar. Kendileri için bagislanma ve güzel bir rizik vardir’ (Nûr, 24:26). ‘Rablerine karsi gelmekten sakinanlar ise, bölükler halinde cennete sevk edilir, oraya varip da kapilari açildiginda bekçileri onlara: ‘Selâm size! Tertemiz geldiniz. Artik ebedî kalmak üzere girin buraya’ derler’ (Zümer, 39:73). Oruçla ilgili ayette de, orucun en önemli özelligi olarak, failini ‘sakindiracagi/koruyacagi’ bildirilmistir. Resulüllah’in açiklama ve tavsiyeleri ise bu anlam alaninin netlesmesine katki saglamistir. Buna göre, kisinin yanlis, kötü davranislardan, düsüncelerden uzak durmasi oruç ibadetinin gerektirdigi, ibadeti ikame eden özelliklerdendir. Resulüllah’in su tür emir ve tavsiyeleri bu anlam alanini olusturmasi açidan oldukça önemlidir: ‘Oruç kötülüklere karsi bir kalkandir. Oruç tuttugunuz gün kötü bir söz söylemekten sakinin. Kötü bir isten sakinin ve samata yapmayin. Sayet birisi söver veya kavga etmek isterse, ona ‘ Ben oruçluyum’ deyin.[6]Oruç, oruçluya yakismayan seylerle zedelenmedikçe tutan için bir kalkandir.[7] Resulüllah orucun bir ‘kalkan’ oldugundan bahsedince bazi kimseler ‘onu ne yaralar’ diye sordular. Resulüllah’in cevabi ‘Yalan ve giybet[8] olmustur. Ayrica su sözleri de orucun mahiyetini açiklamaya yöneliktir: ‘Kim, yalan sözü ve onunla amel etmeyi terk etmezse, Allah’in onun yemesini ve içmesini kesmesine ihtiyaci yoktur.[9] Oruç bu muhtevasiyla uygulamaya aktarilinca nelere sebep olacagi da hem orucun islevini ifade etmek ve hem de Müslümanlari oruç ibadeti üzerinden ‘güzel ahlâkli’ olmaya tesvik etmek için Resulüllah tarafindan söyle açiklanmistir: ‘Kim inanarak ve sevabini Allah’tan umarak Ramazan orucunu tutarsa, geçmis günahlari affolunur[10].

 

 

Anlasilan o ki, ‘Alemlere rahmet olarak gönderilen’ (Enbiya, 21:107) ve görevinin temel gereklerinden birisi ‘güzel ahlâki tamamlamak[11] olan Resulüllah ile Müslümanlara oruç emredilirken, ilâhî iradenin murat ettigi gaye: Müslümanlarin arinmalari; ahlâken, ruhen tertemiz hale gelmeleri; nefislerinin yanlis egilimlerini, gidisatlarinin muhtemel aksaklik veya yanlisliklarini her yil bir ay süre içerisinde gözden geçirerek, hâl ve hareketlerini, istek ve arzularini olmasi gereken rotasina yerlestirmeleri veya eger bu özellikleri olmasi gereken rotada ise bunu sabitleyip, saglamlastirmalaridir. Emredilen ramazan orucu ile ahlâkî, ruhanî bir yolculuga çikilmasi istenmektedir. Bunun böyle oldugunu hem Resulüllah’in ifade ve açiklamalarindan ve hem de Kur’an’in oruç tutanlarla ilgili tanimlamalarindan kolaylikla anlamak mümkündür. Kur’an’da oruç tutan erkeklerden bahsedilirken ‘sâihûn[12], kadinlardan bahsedilirken ‘sâihât[13] sifatinin kullanilmis olmasi da orucun hedefiyle ilgilidir. ‘Seyahat eden’ anlamina gelen bu kelimeler, söz konusu manevî, ahlâkî yolculugun; arinma sürecinin bir geregi olarak anlam kazanmaktadir.

 

 

 

 



[1] Suyutî, el-Câmiu’s Sagîr, II/187; Sevkanî, Fethu’l Kadir, VI/221; Imam Safii, er-Risale’inde  namazi söyle tanimlar: ‘Namaz söz, amel ve yasaklanan seylerden uzak durmaktan ibarettir’

[2] Buhârî, Muhsar 9,10; Nesaî, Hac 4; Ibn Mâce, Menâsik 3; Dârimî, Menâsik 7; Ahmed, Müsned II/229, 410, 484, 494.

[3] Nesaî, Hac 3, Zekat 49, Imân 1; Dârimî, Menâsik 7, Salât 135; Tirmizî, Hac 6; Ahmed, Müsned I/387, III/114, 412, IV/342

[4] Müslim, Hacc 3; Ibn Mâce, Menasik 15; Ebû Dâvud, Menasik 26.

[5] Buhari, Savm 32;Ebu DAvud, Savm 28

[6] Buharî, Savm 2; Müslim, Siyâm 163.

[7] Nesaî, Siyâm 43.

[8] Heysemî, Mecma’ü’z Zevâid, III/171.

[9] Buharî, Savm 8.

[10] Buharî, Savm 1, Iman 27; Müslim, Müsafîrîn 174; Nesaî, Siyam 5, Kiyâm’l Leyl 3; Ahmed, Müsned II/241, 281, 289, 529, II/486.

[11] Muvatta, Husnu’l Hulk 8

[12] Tevbe Sûresi, 9:112

[13] Tahrim Sûresi, 66:5


Kaynak: http://www.umrandergisi.com

arrow1b.gif (1866 Byte)

.