ENDÜLÜS'E DOĞRU -
Endülüs'ün fethi
M.İsmail Çolak
Bindik katranlanmış gemilere,
Allah; nefislerimizi, mallarımızı ve ailelerimizi cennet karşılığında
bizden alır diye...
Bu uğurda birşey istersek kolaylaşsın bize,
Hiç aldırmayız kanlarımızın akıp gittiğine,
Şayet kavuşursak kavuşulması yüce olan şeye...
Tarık b. Ziyad
Sekizinci yüzyılda müslümanlar fetihlerde zirveye ulaşarak, doğuda ve
batıda en uzak noktalara kadar ilerlemişlerdi. Kısa zamanda büyük
zaferlere imza atarak, kitlelere kurtuluş yollunun açılmasına vesile
olmuşlardı. Bu uğurda canlarını vermek, müminler için en büyük mutluluk
kaynağıydı.
Bu
fetihlerde İslâm orduları, Kuzey Afrikanın Atlas Okyanusu kıyılarına
kadar ilerlemiş, sıra Akdenizi Atlas Okyanusuna kavuşturan dar
boğazdan geçerek Avrupa içlerine doğru ilerlemeye gelmişti.
Komutanlığını Tarık b. Ziyadın yaptığı İslâm ordusu, işte bu hedefe
yönelmişti. Hicrî 92, miladî 711 yılında, aralarında Sahabe-i Kiramı
görmekle şereflenmiş Tabiundan zatların da bulunduğu İslâm ordusu,
gemilerle Endülüs (İspanya) kıyılarına geçiyordu.
Geri dönüş yok
Tarık b. Ziyad dört gemiyle, daha sonra kendi ismiyle anılacak olan
Cebel-i Tarık boğazından ordusunu karşı kıyıya geçirdi. Bu nakil işi
hiçbir zorlukla karşılaşılmadan tamamlandı. Çünkü bu iş için kullanılan
gemiler ticaret gemileri idi ve halk bu gemilerden inen insanların yeni
tüccarlar olduğunu zannediyordu. Kimse bu gemilerin İspanyayı asırlar
boyunca hakikatle diriltecek, dünya tarihini etkileyecek kuvvetleri
taşıdığını bilmiyordu.
Tarık b. Ziyad, bütün askerlerini karşı kıyıya geçirdikten sonra son
seferde gemiye binerek kendisi de Endülüs kıyılarına geçti. Ordusunu
biraraya toplayıp, önce üzerinde bulundukları dağın stratejik konumunu
inceledi ve ani saldırılara karşı hazırlıklı olmak için ordugâhın
etrafına tarihçilerin Arap Surları diye adlandırdıkları surları
çektirdi. Ve buram buram kahramanlık kokan, ilahî çoşkuyla dolu emrini
verdi: Şimdi gemileri yakın!
Artık dönüş yoktu. Önde düşman, arkada deniz. İspanyolların ülkemize
gökten mi indiklerini yoksa yerden mi çıktıklarını bilemediğimiz bir
kavim geldi dedikleri İslâm ordusu, kılıçtan başka silahı ve düşmandan
ele geçirecekleri yiyecekten başka erzakları olmamasına rağmen, tevhidi
şanına layık şekilde yüceltip yaymak uğruna canlarını ortaya koymuşlardı.
Tarık b. Ziyad, öncü birlikleri keşif için ileri mevzilere göndererek
ilerleyecekleri yolların güvenliğini sağladı. Daha sonra kendisi bütün
ordusuyla birlikte deniz sahili yoluyla kuzeye, Kurtubaya yöneldi.
Müslümanlar burada İspanyol kralı Rodrichin yeğeni Bencio komutasındaki
bir orduyla karşılaştılar. Bencionun öldürülmesine kadar direnen
İspanyolları dağıtan İslâm ordusu, İspanya içlerine doğru ilerlemesine
devam etti.
Müslüman güçlerin zaferlerle kuzeye doğru ilerlediği haberleri kendisine
ulaşan Rodrich, ülkesinin bütün kuvvetlerini toplamaya başladı. Ülkenin
ileri gelenlerine bütün kuvvetleriyle gelmeleri için haberciler çıkardı.
Kısa zamanda yüzbin kişilik bir ordu toplayarak güneye doğru harekete
geçti.
Tarık b. Ziyadın emrindeki çoğunluğu piyade olan onikibin kişilik ordu
da kuzeye doğru ilerliyordu.
İki ordu Guadalete (Bekka) vadisinde karşılaştılar.
İki taraf da
savaş vaziyeti aldı. Komutanlar askerlerine cesaret vermeye çalışıyor,
moral kazandırıcı sözler söylüyorlardı.
Rodrich, düşman karşısında tek vücut olarak ülkeyi
korumak için bütün eşraf ve ileri geleni bu savaşta bulunmaya çağırmıştı.
Çünkü ülkenin geleceği bu savaşa bağlıydı.
Kahramanlar içinden siz seçildiniz
Tarık b. Ziyad da askerlerine heyecanlı konuşmalar
yapıyor, zafer kazanmakla elde edecekleri sevap ve ganimetten
bahsediyordu:
Askerlerim! Görüyorsunuz ki, arkanızda deniz, önünüzde
düşmanlar ve kaçacak hiçbir yeriniz yok. Vallahi, sabır ve sebattan
başka yapacağınız bir şey de yok. Düşmanımızın bütün gücüyle üzerimize
geldiği apaçık ortada. Üstelik yiyecek ve techizatı da bol. Halbuki
bizim kılıçtan başka silahımız ve düşmanın elinden alacağımız yiyecekten
başka erzağımız da yoktur.
Hiçbir şey yapmadan şu durumumuz birkaç gün devam etse
kuvvetten kesiliriz. Bizden korkan düşman da halimizi görüp bize karşı
cesaretlenir. Bu kötü akıbete düşmekten kendinizi koruyarak şu azgın
düşmana karşı görevinizi gereğince yapınız.
Müstahkem şehirler ve güçlü düşman karşınızdadır. Ölümden
korkmazsanız bu fırsatı değerlendirmek ve zafere ulaşmak mümkündür. Şunu
kesinlikle biliniz ki, bu savaşta ben de sizden daha fazla emniyette değilim.
Yine iyi biliniz ki, eğer şu zorluklara biraz sabrederseniz daha
müreffeh bir hayata kavuşursunuz. En ucuz malın can olduğu bu pazara
sadece sizi sürmüyor, bilâkis önce kendi canımdan başlıyorum. Canınızı
düşünerek benden yüz çevirmeyiniz. Siz de benden daha fazla bir zorluğa
katlanmayacaksınız. Sizin payınıza da bana düşenden fazlası düşmeyecek.
Hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz.
Müminlerin emiri, kahramanları içinden sizi seçti. Çünkü
sizin savaştan korkmadığınıza, kahramanları ve süvarilerle çekinmeden
vuruşacağınıza ve sizin bu yaptığınız cihattan gayenizin İlây-ı
Kelimetullah olduğuna, dolayısıyla bu uğurda sevap kazanacağınıza güveni
sonsuzdur. Böylelikle İslâm dinini bu ülkeye yerleştireceğinize
inanıyor. Elde edeceğiniz ganimetin tamamı sizindir. Allah yardımcınız
olsun. İki cihanda sizin bahadırlığınız anılacaktır.
Biliniz ki, sizi davet ettiğim şeye ilk icabet eden ben olacağım ve
kesinlikle bilin ki iki ordu savaşa başlayınca bizzat kendim Rodrich
denilen azgına hücüm edip inşaallah onu öldüreceğim. Siz de benimle
birlikte saldırın. Eğer onu öldürdükten sonra ben de ölürsem sizi ondan
kurtarmış olurum. Başınıza itaat edeceğiniz bir kahramanı getirmekten
aciz değilsiniz. Eğer ona yetişemeden ölürsem, bu arzumu terk etmeyin ve
onun üzerine yüklenin. Onu öldürmek suretiyle bu ülkenin fethini
tamamlayın. Düşman askerleri o öldükten sonra dağılırlar ve bir daha
toparlanamazlar.
İki ordu birbiriyle karşılaştığı zaman gece olmak üzereydi. Tarık b.
Ziyad, ordusuna ihtiyatı elden bırakmadan gece istirahat etmelerini
söyledi.
Sabah olunca iki ordu savaş vaziyeti aldı. Rodrich, tacını giydi ve
bütün ziynetlerini taktı. Tahtına oturup, uşaklarına kendisini savaş
meydanına götürmelerini emretti. İpek gölgelikler altında bayrak ve
sancak ormanını andıran bir kalabalıkla, önünde savaşcılarıyla
müslümanlara doğru ilerledi.
Tarık b. Ziyad ise atına binmiş, ordusundaki herhangi bir asker gibi
harekete geçmişti.
Müslümanların büyük kısmı piyadeydi.
Zırhlı
asker azdı. Başlarında beyaz sarık, ellerinde yay, kılıç ve mızraklar
bulunuyordu.
İlk hücum müslümanlardan geldi. Kendilerden kat be kat büyük orduya
saldırırken, İspanyanın tarihini değiştirecek savaşı başlatmış
oluyorlardı. Sekiz gün süren şiddetli çatışmalar oldu. Müslümanlar bu
ölüm-kalım savaşında büyük kahramanlıklar gösterdiler.
Her iki tarafın da kayıpları büyük oldu. Savaşta ölenlerin cesetleri
uzun süre ortada kaldı. Sonunda İspanyol ordusu dağıldı. Kral Rodrich,
geri kalan az sayıda askeriyle kaçtı. Ancak kaçarken düştüğü bataklıkta
boğularak öldü.
Bu
savaş sonunda Endülüs yolu müslümanlara açılmış oldu ve uzun bir süre
İslâmın nuruyla aydınlandı bu topraklar.
Onların hedefi Allahın rızasıydı ve bir kez daha anlaşıldı ki, zafer
geri dönmemek üzere azmedenlerindi. Şimdi o mübarek komutanın aziz
hatırası, o meşhur emrinin deyime dönüşmesiyle dilimizde yaşamakta:
Gemileri yakmak. Ya kalbimizde?..
Kaynak: Semerkand dergisi, 09/2000

|