Allah'ı yaratıklarına benzeten fırkaya verilen 
            isim. Cehm b. Safvan (öl. 128/746) Allah'ın sıfatlarını inkâr edip 
            tatile saptıktan sonra buna bir tepki olarak Allah'ı insanlara 
            benzetme hareketi başlamıştır.
            Abdu'l-Kahir el-Bağdadî (öl. 429/1037). 
            Müşebbihe'yi iki kısma ayırır. Biri; Allah'ın zatını O'nun 
            dışındakilere benzetmiştir. Öteki ise; O'nun sıfatlarını, O'nun 
            dışındakilerinin sıfatlarına benzetmiştir (el-Bağdadî, el-Farku 
            Beyne'l-Fırak, Beyrut (t.y.), s. 225). Allah'ın zatını insanlara 
            benzetenler, Şia'nın gulat fırkalarıdır. Bunlardan Abdullah b. Sebe' 
            Hz. Ali'yi ilâh olarak vasıflandırmıştır. Müşebbihe'nin bir çok 
            fırkaları vardır. En meşhurları ise, Hişâmiyye fırkasıdır. Müşebbihe 
            denildiğinde ilk akla gelen bu fırkadır. Bu fırkanın ilk kurucusu 
            Hişâm b. el-Hakem'dir. Daha sonra gelen Hişâm b. Sâlim el-Cevâlikî 
            de aynı yolu izlemiştir. Her iki Hişâm da Gulât-ı Şiâ'dandır (Şehristânî, 
            el-Milal ve'n-Nihal, Beyrut 1975, II, 21. el-Fisal'in kenarında 
            basılmıştır).
            Hişâm b. el-Hakem, Mutezilî Ebu'l-Hüzeyl ile 
            aralarında geçen bir tartışmada Allah'ın cisim olup boyutlarının 
            bulunduğunu, boyunun kendi karışıyla yedi karış olduğunu iddia 
            etmiştir (Şehristânî, a.g.e., II, 21).
            Gulat-ı Şiâ'dan olan Hişâm, Peygamber(s.a.s.)'in 
            "Kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır" "Senin benim yanımda 
            durumun, Hârun'un Mûsâ'nın yanındaki durumu gibidir. Ne var ki 
            benden sonra peygamber yoktur". "Ben ilim şehriyim, Ali de onun 
            kapısıdır" gibi sözleriyle Hz. Ali'yi kendisinden sonra halife tayin 
            ettiğini iddia etmiştir. Ayrıca Hz. Ali'nin masum olduğunu, yanılma 
            ve bilgisizlikten, gafletten tamamen uzak bulunduğunu ileri 
            sürmüştür (el-Malatî, Ebu'l-Huseyn Muhammed b. Ahmed, et-Tenbih 
            ve'r-Redd alâ Ehli'l-Ehvâi ve'l-Bida ; Beyrut 1968, s. 25).
            Allah'ın sıfatlarını insanların sıfatlarına 
            benzetenler ise, Mutezile'den Basralı ekolden bazı kimselerdir ki 
            bunlar, Allah'ın iradesinin insanların iradesi gibi olduğunu, 
            Allah'ın konuşmasının da insanların konuşması gibi ve aynı 
            nitelikleri taşıdığını söylemişlerdir (el-Bağdâdî, a.g.e., s, 
            229-230).
            Müşebbihe fırkaları genelde gulat-ı şîa denilen 
            aşırı şiîler arasında çıkmıştır.
            Bu inanlarıyla Müşebbihe'nin sapık bir fırka 
            olduğu açıktır. Gerçek Müşebbihe Allah'ın zat ya da sıfatlarını 
            yaratıkların zat ve sıfatlarına benzetip bunların aynı niteliklere 
            sahip olduğunu söyleyen fırka olmakla birlikte; bir takım 
            mütâlaalarla ban fırkalar diğerlerini Müşebbihe olmakla 
            şuçlamışlardır. Meselâ, Mutezile, Ehl-; Sünnet mensuplarını âhirette 
            Allah'ın görüleceğini söylemeleri ve Allah'ın sıfatlarını kabul 
            etmeleri sebebiyle Müşebbihe olmakla suçlamışlardır. Onlara göre 
            Allah'ın görüleceğini söylemek, aynı zamanda Allah'ın cisim olduğunu, 
            belli bir mekânda ve belli bir yönde olduğunu söylemekle eş 
            anlamlıdır ve bu sebeple de Allah'ın görüleceğini söyleyenler hem 
            Müşebbihe ve hem de Mücessimedirler (İbnu Ebi'l-Hadîd, Şerhu 
            Nehci'l-Belağe, Beyrut (t.y.), I, 19).
            Yine Mutezile'nin etkisinde kalan ban Kelâm ehli 
            ile onlara tabi olanlar, Allah'ın yukarıda olduğunu; arşının 
            üzerinde istivâ ettiğini kabul eden ve nüzûlünün olduğunu 
            söyleyenleri "teşbih" ile itham etmişlerdir. Meselâ, Zahid 
            el-Kevserî, bu tür endişelerle İbnu Kuteybe ve bemerlerini Müşebbihe 
            olmakla suçlamıştır (Zahid el-Kevserî'nin tahkik ettiği 
            el-Malatî'nin a.g.e., s. 75'te 1 nolu dipnot, s. 97'de 2 nolu dipnot, 
            s. 113'te 2 nolu dipnot). Yine Fahruddin er-Râzî (öl. 606 h.) 
            Kur'ân'da Allah hakkında kullanılan yed, vech gibi haberî 
            sıfatlarını te'vil etmemenin kişiyi Mücessime'ye sürükleyeceğini 
            söylemektedir (Râzî, Esasu't-Takdîs, Mısır 1935, s.172-173). Oysa 
            Selef-i Salihin'in bu sıfatları te'vil etmedikleri bir vakıadır.
            Bu nedenle teşbih ile itham edilen kişilerin 
            gerçekten Müşebbihe olup olmadıklarını iyi tahkik etmek gerekir.
            Yüce Allah, kendisine benzer hiç bir şeyin 
            olamayacağını Kur'ân'da ifade etmektedir: "O'na benzer hiç bir şey 
            yoktur. O, işitendir, görendir" (eş-Şûrâ, 42/11). Yaratıklarından 
            hiç bir şey O'na benzemez. O da yaratıklarına benzemez. Allah'ın 
            zatı yaratıklarına benzemediği gibi, sıfatları da yaratıklarına 
            benzemez. Allah, hayat, ilim, kudret, semi', basar vs. gibi subûtî 
            sıfatlarla muttasıftır. İnsanlarda da hayat, ilim, kudret, semi' ve 
            basar gibi sıfatlar vardır. Ancak Allah'ın sıfatlarıyla insanların 
            sıfatları arasında sadece isimlendirme yönüyle bir benzerlik vardır. 
            Mahiyet açısından bir benzerlik asla söz konusu değildir. Allah'ın 
            hayatı vardır ama bizim hayatımıza benzemez; kudreti vardır ama 
            bizim kudretimize benzemez; ilmi vardır ama bizim ilmimize benzemez. 
            O'nun sıfatlarında kemal vardır; bizim sıfatlarımızda yoktur. O'nun 
            sıfatları ezelî ve ebedîdir; ama bizim sıfatlarımız böyle değildir. 
            O'nun sıfatları için bir sınır sözkonusu değildir; ama bizim 
            sıfatlarımız sınırlıdır.
            M. Sait ŞİMŞEK