Çogunlugu Suriye'de yasayan asiri bir Siî-Batinî
        firkasi. Bunlara günümüzde Numeyrîler ismi de verilmektedir. Nusayrî isminin ise
        geçmiste kalan bir isim oldugunu ve firka kurucusuna nisbeten bu ismin verildigini ileri
        sürerler. Firkanin ismini, kurucusu olan Muhammed b. Nusayr en-Nemiri'ye (270/883)
        nisbeten aldigi bilinmektedir. Zaten itikadi firkalarin hemen hemen bir çogunun
        kurucularina nisbeten tanindiklari ve buna uygun isim aldiklari bilinen ve sik rastlanan
        bir durumdur.
        Batinî karakterli firkalarda ortak olarak
        görülen husus, bunlarin genel olarak çift hayatlari olmasidir. Yani birisi, kendi
        içlerinde ve çevrelerinde yasadiklari ve yasattiklari hayat seyri, digeri de toplum
        içinde yasamalari itibariyle toplumsal hayatlaridir. Iste Nusayrilik de genel anlamda bu
        özellikleri tasimakla birlikte, batinî firkalar arasinda, önemli eserlerinden bir kismi
        elde edilebilmis ve dolayisiyla görüslerine vakif olunabilmis firkalardan birisi olma
        özelligini tasimaktadir.
        Nusayriligin kurucusu Ibn Nusayr, Siî-Imamiyyenin
        onuncu imami Ali en-Nakî'nin hayatinda onun tarafindan gönderilmis bir peygamber
        oldugunu iddia ediyor; onun hakkinda asiri görüsler ileri sürerek tenasuhtan söz
        ediyordu. Onun ilahligini söylüyor ve haramlari helal kiliyordu. Bir rivayete göre de,
        Ibn Nusayr, Imamiyye'nin onbirinci imami Hasan el-Askeri'nin (260-873) "bab"i
        oldugunu ileri sürmüs ve onun vefatiyla da oglu Muhammed b. el-Hasan'in mehdiligini
        kabul etmistir (E.Ruhi Figlali, Çagimizda Itikadi Islam Mezhebleri, s. 143, en-Nevbahtî,
        Firakus-Sî'a, nsr. M.Sadik, Necef 1936, s. 193).
        Genellikle Suriye bölgesinde yayilmis bulunan
        Nusayriler, Karmatilerin 291 (903) yilinda Suriye'yi ele geçirmesi üzerine, bir kismi
        Suriye'de kalirken bir diger kismi ise, Antakya civarina çekildiler. Özellikle
        Nusayrilik Hamdanilerin Suriye'ye egemen olmasiyla bu dönemde büyük bir güç
        kazandilar. Zira Hamdani emirleri bu mezhebe girmis ve yayginlasmasi için ugrasmislardir.
        Selçuklular döneminde Malazgirt savasini (463/1071) takiben de Nusayriler Antakya'yi ele
        geçirmislerdi. Franklarin 492 (1098) yilinda bölgeyi isgal etmeleri üzerine bir süre
        onlarin hakimiyetleri altinda kaldilar. Haçli seferleri esnasinda Haçli ordularina
        yardim etmis ve müslümanlarin aleyhinde Hristiyanlara destek olmuslardi. Bundan dolayi
        Selahaddin Eyyubî tarafindan cezalandirilmislardir. Ayni sekilde Memluklular aleyhinde
        Mogollara yardim ettikleri için Memluklu Sultani Baybars'tan da baski gönnüslerdi.
        Nusayriler, bölgede sirasiyla hüküm süren, Selahaddin Eyyubi, Haçlilar, Ismaililer ve
        Mogollar'dan sonra Yavuz Sultan Selim'in 922 (1516) yilindaki Mercidabik Zaferi ile
        Suriye'yi ele geçirmesi ile daha sonraki devirlerde de ayni bölgede varliklarini
        sürdürürler. Nusayrilerin hemen hemen her devirde ve özellikle Osmanli Döneminde
        varliklarini sürdürmelerindeki en önemli faktör, Osmanli Devletinin, hükmü altindaki
        bölgelerde her inanç ve irktan olan kavimlere gösterdigi müsamaha anlayisi ve tavri
        gösterilmektedir. Zira, Osmanli Devleti, bu tavrini devletin baglayici ve birlestirici
        bir felsefesi olarak telakki etmekte idi. Zaman zaman Osmanlilara karsi isyan etmelerine
        ragmen II. Abdülhamid onlari resmen bir mezheb olarak kabul etmisti.
        Bugün Suriye'de çesitli bölgelerde, Hatay,
        Tarsus, Adana, Firat boylari ve Lübnan'da yaygin olarak yerlesmis bulunan Nusayrilerin
        sayisi bir kisim arastirmacilara göre yaklasik 325-400 bin kisi civarindadir
        (L.Massignon, "Nusayriler" Maddesi, I.A.) Bir kisim arastirmacilara göre ise,
        yalniz Hatay Bölgesi'nde yaklasik yüz kirk dokuz bin Nusayri bulunmaktadir (Ahmet Turan,
        Les Nusayris de Turquie dans la Religion d'Hatay, Doctorat de III e cylcle Paris 1973, s.
        21).
        Diger bir çok itikadî firkada oldugu gibi
        Nusayrilik de kendi arasinda çesitli firkalara ayrilmistir. Bunlar genel olarak dört
        kola ayrilmislardir ki, bunlar; Haydariyye, Simaliyye (veya Semsiyye) Kilaziyye (veya
        Kameriyye) ve Gaybiyye'dir. Ancak bunlar, esas itibariyle, Simafiyye ve Kibliyye olmak
        üzere iki ana kol halinde yayginlik kazanmislardir.
        Nusayrilerin itikadi görüslerine gelince:
        Bunlarin görüsleri kismen Islâm'dan kaynaklanmis
        olsa da agirlikli olarak batini tevillere dayanmakta ve hatta zaman zaman hristiyan
        kültürünün etkisi görülmektedir. Hüseyin b. Hamdân el-Hasibî'nin (346 veya
        358/957 veya 968) Kitâbül-Mecmû'u ile önce nusayri iken daha sonra hristiyan olan
        Adanali Süleyman Efendi'nin Kitâbul-Bakürati's-Süleymaniyye fi Kesfi
        Esrâri'd-Diyânâti'n-Nusayriyye isimli eserleri Nusayriligin itikadi ile ilgili önemli
        bilgiler ihtiva ederler.
        Bir çok itikadi firkada gördügümüz gibi,
        firkalarin görüslerini temel bazi hususlar teskil etmekte ve diger görüsler bu
        görüsün etrafinda odaklanmaktadir. Nusayrilerin görüslerinin temelini de Hz. Alinin
        ilahlastirilmasi teskil etmektedir. Bundan dolayi Nusayriler Sia firkalari arasinda gulat
        kismindan telakki edilmektedir. Bu firkanin bütün kollarina göre Hz. Ali mabudtur,
        tanridir. Yüce Allah için sayilan sifat ve özellikler Hz. Ali için sayilmaktadir. O
        nurun nurudur, ilahi zati itibariyle gizlidir. O manadir. Görünüste imam olmasina
        ragmen, batini cihetiyle O, Allah'tir. Buna göre onlarin sehadet kelimesi "Ben
        Ali'den baska ilah bulunmadigina sehadet ederim "seklindedir.
        Bu anlayisa göre Ali, Tanridir. Kendi ruhundan
        Muhammed'i, O da Selman-i Farisî'yi yaratmistir. Ali "mana", Muhammed
        "isim", Selman ise "bab"dir. Bu üçlü A(ayn), M (Mim) ve S (Sin)
        sembolleriyle ifade edilir. Bu üçlü sembolize sistemi Süleyman Hasbi tarafindan
        Hristiyanliktaki "Baba-Ogul-Ruhul-Kudüs" sistemiyle açiklanir. Ayrica
        Selman'dan sonra bes tane de eytam vardir ki, bunlar; Mikdad b. el-Esved (Tabiat olaylari
        ve zelzeleyi yürütür), Ebû Zerril-Gifâril-Gifâri (Yildizlarin hareketini idare
        eder), Abdullah b. Revâha (Canlilarin hayatlariyla ugrasir), Osman b. Maz'un (Rizik ve
        hastaliklarla ugrasir) ve Kanber b. Kadân ed-Devrî (Ruhlari cesetlere gönderir). Bu bes
        eytam, ayni zamanda bes büyük yildizdir.
        Tenasüh ve ruh göçüne inanirlar. Onlara göre,
        insanlar ilk kez semâvî varliklar olarak yaratilmislar; fakat düsüslerinin bir sonucu
        olarak bu günkü sekillerini kabullenmek zorunda kalmislardir. Sürekli tenasüh ve ruh
        göçü, insanlarin tekrar semavi varliklara dönmesiyle son bulacaktir. Yine Hz. Ali
        (r.a)'in yildizlarin prensi oldugunu ve günes veya ay ile cisimlenmis bulunduguna
        inanirlar.
        Kendileri Ali'nin uluhiyyetine inanmak ve onun
        yüceliginin nimetine ermek serefine ulasan kisilerdir. Aliye inanan Nusayrilerin ruhla,
        hareket yoluyla yildizlar haline dönüserek nurlar alemine yükselir. Nusayri
        olmayanlarin ruhlari ise, hayvan cesetlerine girer. Onlara göre kadinlarin ruhlari
        yoktur. Seytanlar insanlarin günahlarindan, kadinlar da seytanlarin günahlarindan
        yaratilmislardir. Bu bakimdan kadinlara onlarin mezheblerinin sirlari açiklanmaz. Bu
        taassuplarindan ötürü Fâtima'nin ismini kullanmayip, metinlerinde bu kelimenin
        müzekkeri olan Fâtir'i kullanmayi tercih ederler. Ayrica onlara göre, diger halifelerle
        birlikte bir kisim sahabe ile Muaviye, Yezid ve Haccac da seytanin sembolleridir ve
        lanetlidirler.
        Tanri olarak kabul ettikleri Ali'nin bulundugu yer
        konusunda iki gruba ayrilirlar. Haydariler'e göre Ali, göktedir. Günes Muhammed'i, ay
        da Selman'i temsil eder. Ali güneste oturmaktadir. Bu yüzden bunlara
        "Semsiler" de denilmektedir. Ikinci kol olan Kilaziler'e göre ise Ali'nin yeri
        ay'dir. Bu yüzden bunlara da "Kameriler" ismi verilmektedir.
        Onlara göre sarap, uluhiyyetin sembolüdür.
        Bundan dolayi sarabi ve sarabin asli olan üzüm asmalarini asiri bir sekilde
        yüceltirler.
        Islamin bes sarti ise söyle bir tevil esasina
        göre anlasilir:
        1. Sehadet: Nusayrilige giriste yukarida sözü
        edilen sehadet kelimesi tekrar edilir. Sonra da "Nusayri dininden, Cundebî
        görüsünden, Cunbulanî tarikatindan, Hasibî akidesinden, Cillî inancindan, Meymunî
        fikhindan olduguma sehadet ederim" seklindeki söz söylenir.
        2. Namaz: Namaz sesle yapilan bir ibadet olup,
        sadece duadir. Namazin basinda "Ali, Muhammed ve Selman'i yüceltiriz" demek,
        namazi eda etmek olarak anlasilir. Namaz Ali'ye açilan bir kalbin niyazi olarak
        anlasildigindan ferdi yapilir, ancak, bayram ve mukaddes günlerde cemaat hafinde de
        yapilabilmektedir. Namazdan önce abdest alinmaz. Namazin sartlari bestir:
        a) Bes seçkini bilmek, Bunlar; Muhammed, Fâtir,
        Hasan, Hüseyin ve Muhsin'dir.
        b) Gülmeden ve konusmadan dua etmek,
        c) Namazi, Abbasi rengi oldugu için siyah takkesiz
        kilmak,
        d) Ibadeti baskalari görmeden gizli yapmak,
        el Namazi, "Ey Yüce, Büyük ve Arilarin
        Efendisi Ali, bize merhamet et" diyerek bitirmek.
        Namazin sayisi yine bestir ve bes masuma tahsis
        edilmistir. Namazda Mekke'ye dönmek sart degildir. Ögleye kadar günesin dogus yönüne,
        ögleden sonra ise batiya dogru yönelinir.
        3. Oruç: Oruç, Resulullah'in babasi Abdullah b.
        Abdulmuttalib'in sessizligini temsil eder. Buna göre Ramazan Abdullah, Kur'an Hz.
        Muhammed'dir. Ramazan günleri ise, Nusayrilerin kutsal kisilerini temsil eder.
        4. Zekat: Zekatin manasi dini ögrenmek ve
        aktarmaktir. Her aile malî sartlarina göre, seyhe para vermek zorundadir. Bu zekat
        yerine geçer.
        5. Ziyaretler: Ziyaret yerleri çok önemlidir.
        Buralar beyaza boyanir ve ayni zamanda ibadet yerleridir. Ziyaret yerleri ya su
        kenarlarinda ya da agaçlik yerlerdedir. Bu anlayislari eski Fenikelilerden kalan bir
        inançtir.
        Nusayrilerde, seyhler tabir edilen din islerini
        organize eden dört ayri sinif vardir ki, bunlar onlara göre büyük önem arzetmektedir.
        Bunlari da sirasiyla söyle siralayabiliriz;
        A- Büyük Seyh: Ali'nin yeryüzündeki gölgesi
        durumunda olup, genis ve büyük bir otoritesi vardir. Insanüstü gücü bulunduguna
        inanilir, bu yüzden büyük itibar görür. Vazifesi, seyh ve imam adaylarini seçmektir.
        Her bölgede ancak bir büyük seyh bulunur.
        B- Seyh: Cemaatin manevi önderleri durumunda
        bulunan seyhlerin sayilari çoktur ve atalarinin melekler olduguna inanilir. Melekler
        onlara hulul etmistir. Ahiret aleminde sefaat hakkina sahiptirler. Merasim ve ziyaretleri
        idare edip, hastalara dua ederler, onlardan izinsiz doktora bile gidilmez. En güzel ve
        zengin kizlarla evlenirler ve evleri herkese açiktir. Seyh olabilmek için seyh
        ailesinden gelmek sart oldugu gibi genis bir kültüre de sahip olmak zorunludur.
        C- Nüvvab: Bir nevi seyh yardimcisi
        durumundadirlar. Seyh olabilmeleri büyük seyhin kararina baglidir. Bunun için genis bir
        tecrübeden geçmesi gereklidir, seyh olabilecegi kanaati olusugunda bir baska bölgeye
        seyh olarak atanir.
        D- Imam: Daha alt tabakadan görevlilerdir.
        Nusayrilige giris bir kaç merhaleden olusmaktadir.
        Kadinlar bu mezhebe giremezler. Erkekler ise mezhebe girmekle yükümlüdürler. Giris
        için, esas sart ana-babanin Nusayri olmasidir. Erkek, sagligi yerinde, 8-10 yasindan
        büyük ve ölümle karsi karsiya kalsa bile sir saklayabilecek kabiliyet ve olgunlukta
        olmak da Nusayrilige giris için gerekli sartlardandir.
        Nusayrilige giris genel olarak üç merhaleden
        olusmaktadir.
        Sirasiyla bu merhaleleri görmeye çalisalim;
        Birinci merhale: Mezhebe girecek yasa gelen çocugu
        babasi, güvendigi bir nusayriye götürür ve ona tavassut etmesini ister. O sahis onun
        manevi babasi haline gelerek onu iyice tanir. Çocugun durumu hakkinda sahitler ve seyhin
        huzurunda teminat alinir, çocuk eger sir verirse öldürülür. Daha sonra o kisi
        çocugun egitimini saglar. Müslümanlarin gözünde iyi bir müslüman intibasi birakmak
        için namaz kilip, oruç tutmasina özen göstermesi istenir. Zira bu safhada o çocuk bir
        nevi ilk imtihandan geçmektedir.
        Bu ön hazirlik safhasindan sonra çocuk,
        "Mesveret Cemiyeti" adi verilen bir toplantiya alinir ki, bu toplanti seyhin
        veya ileri gelen bir nusayrinin evinde yapilir. Çocuk içeri alinir ve nefsini alçaltma,
        itaatkâr olmanin bir nisanesi olarak, seyhin ve orada bulunanlarin ayakkabilarini basina
        koyar. Uluhiyyet sembolü olan bir kadeh sarabi içtikten sonra, o, "Abdu'n-Nur"
        (Nurun kulu) adini alir. Bu arada a(ayin), m(mim), s(sin) harfleri, manalari anlatilmadan
        bir mühür seklinde tekrar ettirilir, tekrar el ve ayaklar öpülür. Sonunda da bu
        merasimin ay, gün ve senesi kaydedilir.
        Ikinci merhale: Ilk merhaleden kirk gün sonra
        yapilan bu toplantinin adi "Melik Cemiyeti"dir. Çok zengin ve görkemli bir
        toplantidir. Nakib, çocuga tekrar bir kadeh içki sunar ve a(ayin), m(mim), s(sin)
        harflerinin sirrini ögreterek bunlari her gün 500 defa tekrar etmesini emreder. Bu arada
        "Kitâbül-Mecmu" dan da bazi bölümler kendisine ögretilir.
        Üçüncü merhale: Bu ikinciden daha görkemlidir.
        Nusayrilige giren çocuk eger ileri gelen bir aileden veya seyh ailesinden birisi ise
        ikinciden yedi ay, eger halkdan birisi ise dokuz ay sonra icra edilir. Genis bir salonda
        yapilan bu merasim bir hayli kurallara baglidir. Salonda ortada büyük seyhi temsilen bir
        imam oturur, saginda nakib, solunda ise necîb vardir. Bu sekil ayni zamanda a(ayin),
        m(mim), s(sin) harflerini yani Ali, Muhammed ve Selman üçlüsünü temsil etmektedir.
        Nakibin saginda da havarileri temsilen on iki kisi bulunur. Necibin solunda ise yirmi
        dört kisi yer almaktadir. Bu kisiler Kitabul-Mecmu'un bes defa tekrar edildigine sahitlik
        ederler. Merasimin basinda imam tekrar, sir saklayacagina dair söz ister, havariler de
        onun sözüne sahitlik ederler. Bu sirada on iki havari önlerindeki on iki bardaktan
        birer yudum içki alirlar, aday da alir ve böylece uluhiyyete erilmis olur.
        Nusayrilere göre kutsal kabul edilen bayram ve
        merasimler sunlardir:
        1. Fitr (Ramazan) 2. Adhâ (Kurban) 3. Gadîr (18
        Zilhicce; Hz. Peygamberin Hz. Ali'yi imam tayin ettigine inanilan gün) 4. Mubahale (21
        Zilhicce, Necranli Hristiyanlarla Hz. Muhammed arasindaki lânetlesme olayi) 5. Firas (29
        Zilhicce; Hz. Peygamberin Medine'ye hicret ettigi gece Hz. Ali'nin O'nun yatagina yatmasi)
        6. Asüre (10 Muharrem; Nusayrilere göre Hz. Hüseyin, Kerbela'da ölmemis, Hz. Isa gibi
        göge çekilmistir). 7. 9 Rebiulevvel (Hz. Ömer'in sehid edildigi gün) 8. 15 Saban
        (Selman'in ölümü) 9. Nevruz ve Mihrican bayramlari 10. 24/25 Aralik gecesi Hz. Isa'nin
        dogumu ve "son yemek" ayini.
        Onlar bayramlarda özellikle uluhiyyetin saglanmasi
        için sarap içer ve buhur yakarlar. Onlara göre bu hareket bir uluhiyyet göstergesidir.
        Zira sarap kutsaldir.
        Nusayriler, burada görüldügü üzere,
        kendilerince kutsal kabul ettikleri bir takim bayram ve merasimlere çok baglidirlar ve
        bunlari dikkatlice icra ederler. Zira bir çok batil firkada görüldügü gibi, onlar
        kendi otorite ve agirliklarini ancak bu sekildeki resmi ve görkemli merasimlerle ve
        mensuplari huzurundaki söz vermelerle saglamaktadirlar. Yani bunun ancak ve ancak
        kollektif suurla saglanabilecegi kanaatindedirler. Kollektif suur, bir bakima oldukça
        önemli ve zaman zaman da kullanilmasi lüzumludur. Ancak, bunun bir taassup ve hedef
        seklinde kullanilmasi yanlis kanaat ve izlenimlere götürmektedir. Islâmda da bir takim
        merasim ve kollektif suura götüren vesileler vardir, fakat bunlarin hiç birisinde esas
        itibariyle bir asirilik gözlenmedigi gibi daima itidal tavsiye ve tasvib edilmistir.
        Ayrica akil ve mantik ölçüleri hiç bir sekil ve surette ihmal edilmemistir. Önemli
        olan da budur ve bu tür merasimlere taassup ve ifrat-tefritin karismamasidir. Ve bu tür
        merasimlerin hiç bir sekilde hedef ve amaç olarak görülmemesidir.
        Nusayrilerin buraya kadar anlatilan inanis,
        davranis, hal ve hareketleri dikkatlice izlenip gözönüne alindiginda, bu mezhebin söz
        konusu bölgelerde zaman süreci içinde hüküm süren eski dinler ve inanislardan,
        özellikle totemcilikten, Sabiîlik'ten, Mecusîlikten, Musevilik ve Hristiyanliktan ve
        ilkel inanislardan oldukça büyük oranda etkilendigini görmek ve müsahede etmek
        mümkündür. Bu inanis biçimi ve tezahürleri ayni zamanda bâtinilik perdesi ile de
        örtülerek bir gizlilik içinde, takdim edilmistir. Zira, sözü edilen tutarsiz görüs
        ve inanç biçimleri ancak bu sekilde idame ettirilebilmistir. Dikkat edilirse mezhebe ilk
        girenden, ilk alinan söz, sir saklama hususudur.
        Su ana kadar inançlarini özetlemeye çalistigimiz
        Nusayriler, aslinda inançlarini son derece gizli tutarlar. Öyle ki, büyük bir
        çogunlugu inançlarin tamami ve sirlari hakkinda bilgi sahibi olamazlar. Bu, ancak
        seçkin bir zümreye aittir. Ögretiler uzun bir üyelige kabul süreci içinde
        ögretilir. Bu, ancak uygun görülen 19 yasina basmis erkekler için baslar. Sirlarini,
        baskalarina açma korkusuyla kadinlara ögretmedikleri gibi, kadinlar ayinlere de
        katilamazlar. Üyelige kabul töreni masonlarin üyelige kabul törenlerine sasirtici bir
        biçimde benzemektedir.
        Nusayrilere Fransiz isgalcileri Eylül 1920'de
        Alevî ismini verdiler. Böylece Hz. Ali (r.a)'nin ismini kullanarak Islami yikmak daha
        kolay olacakti. Dolayisiyla o günden bu güne Alevî ismiyle çagrilmayi tercih ettiler.
        Iran'daki Bahâiler ve Pakistan'daki Kadiyâniler gibi Nusayriler de emperyalistlerin
        çikarlari dogrultusunda kendilerine düsen rolü layikiyle oynamislar ve bu gün
        Suriye'de bu rollerini oynamaya devam etmektedirler.
        Bu gün Suriye bu insanlar tarafindan idare
        edilmekte olup, tarih boyunca Müslümanlari devamli katletmislerdir. Sadece 1982 yilinda
        Hama sehrinde gerçeklestirdikleri katliamda otuz bin sivil insan sehit olmustur.
        Sonuç olarak; gerçekte bir mezhep gibi
        görünmesine ragmen Nusayrilik, ne Hristiyanlikla, ne Yahudilikle, ne de Islam ile ilgisi
        olmayan; gerek inanç, gerekse ibadet yöntemleriyle ayri bir din olarak ortaya
        çikmaktadir. Bunlarin kâfir, müsrik, mülhid olduklarinda bütün Ehl-i sünnet ve Sia
        ulemasi ittifak etmistir. Hatta Ibn Teymiyye, bunlarin kestiklerinin yenilemeyecegini,
        kadinlarinin nikâh edilemeyecegini söyledikten sonra; mürted olduklarindan Cizye
        ödemekle hayat hakkina sahip olamayacaklarini bildirmektedir.
        Nusayrilik bu tepkiyi görmesine ragmen bir ara
        Lübnan'daki Imamiye mezhebi mensuplari tarafindan Siî bir mezhep olarak kabul edildi.
        Nusayrîler Suriye halkinin dörtte biri olmalarina ragmen 1971'den beri ülke yönetimine
        hakim olmuslardir. Böylelikle yirmi yildir bütün ülke diktatör hafiz Esad tarafindan
        baski altinda tutulmaktadir.