. | İslam şeriatı Daha
önceleri bunu yazdığım zaman da aynı şey olmuştu; son yazımda bu noktaya tekrar
değindiğim zaman da aynı şey oldu. Öyle sanıyorum ki bunu biraz açmam gerekiyor. Konunun
ayrıntılarına girmeden önce vurgulamam gereken bir konu var. Bizde genellikle tek başına
"şeriat" sözcüğü
kullanılır ve bununla bir "İslam
şeriatı" kastedilir. Oysaki tek başına "şeriat" sözcüğü "düzen" demektir. Bir İslam
şeriatı olduğu gibi bir Hıristiyan şeriatı da vardır; Musevi şeriatı da vardır;
Budist şeriatı da vardır. Hatta "demokrasinin"
de bir şeriat olduğunu söylemek mümkündür. Ancak yaygın bir biçimde "şeriat" sözcüğü kullanılır
ve bununla İslam şeriatı kastedilir. Genellikle;
İslamiyet'in 4 "kaynağı"
olduğu kabul edilir. Bunlardan birincisi; hiç kuşkusuz "Kuran"dır. İkincisi; Hz.
Muhammed'in "söz", "davranış" ve "sessizliği"ni anlatan "Hadis"tir ki; bu konuda çok sayıdaki
Hadis kitaplarından ancak çok azı "muteber"
yani "doğru" kabul
edilir. İslamiyet'in diğer iki kaynağı; (kimi mezhepler tarafından İslamiyet'in
kaynakları arasında sayılmayan) "icma"
ya da "icma-i ümmet"
ve "kıyas"tır. "İcma"; tüm "müçtehitlerin" yani kabul edilmiş
din bilginlerinin herhangi bir konudaki "fikir
birliği" demektir. Kıyas ise belli bir konuda tek müçtehidin açıklaması
ya da yorumudur. Biraz
yukarıda da vurguladığımız üzere; İslamiyet'in temel iki kaynağında; yani
Kuran'da ve doğruluğu konusunda fikir birliği olan hadislerde; bir İslam toplumunun
siyaseten nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda hiçbir açıklama yoktur. Kuran'da bu
konuda işaret sayılabilecek tek husus; "ululara
danışmak" yani "meşveret"
görülmektedir. Peki,
hal böyleyken; "şeriat"
konusundaki bunca tartışma nedendir? Toplumumuzun son birkaç yüzyılında; "şeriat isteriz" diye sokaklara dökülenler
acaba ne istiyor? Bir
"şeriat tehdidinden"
söz edenler; neyin tehdidini hissediyor? Bir
"şeriat tehdidinden"
korkanlar acaba neden korkuyorlar, niçin korkuyorlar? Osmanlı İmparatorluğu'nun son birkaç
yüzyılda; "düzen"
istedikleri gibi gitmeyen kimi grupların "şeriat
isteriz" diye sokaklara dökülmesini anlamak mümkün değil. Başta
İslam "halifesinin"
yani Hz. Peygamberin halefinin oturduğu bir düzene; İslamiyet adına karşı çıkmanın
hiçbir mantığı olamazdı. Cumhuriyet döneminde gördüğümüz "şeriat" taleplerinde istenen şey
de; laik Cumhuriyet yerine "İslam
kurallarına" göre yönetilen bir devlet oluşturmak idi. "Laik devlet-yıkılacak elbet"
sloganlarının başka ne anlamı olabilir? Peki, ama "İslam kurallarına" göre
yönetilecek bir devlette; kuralları kim belirleyecek? Temel kaynaklarında sınırları
belirlenen "evrensel"
bir İslam şeriatı devleti olmadığı konusunda hiçbir kuşku duyulmaması gerekir.
Zaten böyle evrensel kabul gören bir İslam şeriatı devleti modeli olsa; günümüzde
şeriatla yönetildiğini iddia eden farklı ülkelerde çok farklı ve hatta kimi zaman
birbiriyle çelişen uygulamalar olmazdı. Gerçekten; günümüzde İslam şeriatı ile
yönetildiği iddiasında olan değişik ülkelerde çok farklı uygulamalar vardır.
İslamiyet'in tek bir temel kaynağı "Kur'an-ı
Kerim" olduğuna göre; bu farklılıklar nereden kaynaklanabilir? İran, Suudi Arabistan, Libya ve Afganistan'a
baktığımız zaman; çoğu kez birbirlerini en ağır biçimde suçladıklarını görüyoruz.
Bu suçlamalar; birbirlerini "İslamiyet
dışı" saymaya kadar gidebilmektedir. Acaba hangisi haklıdır? Bu türden örnekler gösteriyor ki; herkesin
kabul etmek zorunda olduğu evrensel bir "İslam
şeriatı" düzeni yok. Uygulanan şey; iktidarı "şu ya da bu" biçimde "ele geçiren" bir grubun; kendi
anlayışları çerçevesinde uyguladıkları bir Müslümanlık ve gene kendi "kafalarına göre" koydukları "İslami kurallar!"dır. "Şeriat isteyenler"; şeriat adına kendi İslamiyet
anlayışlarının getireceği kuralları topluma "dayatmaya" ve egemen kılmaya çalışırlar.
Örneğin; alkollü içki tüketilmemesi, evlilik dışı ilişkilere girişilmemesi, oruç
tutulması, namaza gidilmesi, örtünme vb. kurallar dayatılan kurallardır. Kendisi alkollü içki kullanmasa bile; bir
lokantada alkollü içki içilmemesini isterler. Oruç tutmayanlara müdahale etmek
isterler. Çalışma saatlerini namaz saatlerine göre ayarlamak isterler. Örtülü
olmayan hanımlara müdahale edilmesini bir hak ve hatta görev olarak görürler. Bu
türden örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ama acaba bu türden toplumsal kurallar;
siyasal olarak bir "İslam şeriatı"
düzeninin varlığını ortaya koyar mı? Hiç
sanmıyorum.
Peki, bir "İslam şeriatı tehdidi" görenler;
neyin endişesi içinde? Bana öyle geliyor ki; yukarıda saydığım toplumsal yaşamla
ilgili düzenlemelerin endişesi içindeler...
Pek de haksız
sayılmazlar. İSLAM DÜZENİ ya da İSLAM ŞERİATI Aslında İslam, tüm insanlığa bir düzen
ve sistem getirmiş bir dinin adıdır. Çünkü ayette şöyle buyrulmaktadır: “Ey
insanlar, de, ben sizin hepinize gönderilmiş Allah’ın bir elçisiyim.”[1]
Onun için İslam düzeninin en güzel
uygulama örneğini Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu İslam toplumunda görüyoruz.
Medine-site devletinde Yahudi, Hıristiyan, Müslüman ve müşrik-ateistler,
vatandaşlık nimetini hep birlikte paylaştılar. İslam şeriatı demek, İslam teorik düzeni
demektir. Bunun temelleri ve dayanakları da Kuran ve Sünnettedir. Mesela Hz. Peygamber
bizim için en güzel örnektir.[2]
Kuran ise bizim için bir hidayettir, ışıktır.[3]
ve Kuranda insan adına, birey ve toplum adına her şey vardır. [4] "İslamiyet'in temel kaynaklarından
hiçbirinde; halkının Müslüman olduğu bir ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiğine
dair tek bir satır yoktur.”, iddiası kadar yanlış bir şey olamaz. Bu, Kuran
terminolojisinden bihaber kişilerin iddiasından başka bir şey değildir. Her halde
Kuran’da veya İslam’da namaz hakkında böyle bir iddia öne sürülemez. Oysa namaz
için Kuranda sadece kıyam, kıraat, rükû ve secde olmak üzere dört kelime zikredilmiştir.
Ben size söyleyeyim, Kuran-ı Kerim’de İslam siyaseti ve yönetimi ile ilgili öyle
namazda olduğu gibi üç-beş kelime değil, uzak ve yakından ilgili yüzlerce kelime
vardır. İşte size yönetimle ilgili Kurandan birkaç kelime: Halife, imam, sultan,
ülü’l-emr, velayet, itaat, emanet, zekât, sadaka, amil, biat, emr, maruf, münker,
cihad, nafaka, mülk, ehliyet, hüküm, adalet, riayet, nazaret, ittiba, şura, kaza,
kavm, arz, mısr, belde, karye, ahd, zimmet, risalet, esaret, şeriat, misak, ihsan, sem’,
millet, kısas, afv, harc,.. Bunlar hemen aklımıza geliveren terimlerdir. Hâlbuki buna
ilave edilecek daha nice yönetimle ilgili birçok kelimeler vardır. Aslında yönetim,
idare ve siyaset ile ilgili hükümleri bulmak için Kuran’ı baştan sona kelime kelime
okuyup araştırma yapmak gerekir. İşte bu kelimelerden her biri bir
terimdir; yönetime şekil verir. Mesela İslam’da hilafet, velayet, niyabet, biat,
itaat … ve imamet yönetimi vardır desem, bunu ancak ilim sahipleri anlar, Kuran’ı,
sünneti ve İslam’ı bilenler anlar. Meseleye daha köklü baktığımız zaman Allah,
Resul ve din kelimelerinin de yönetimin özünü teşkil ettiklerini görürüz. Çünkü
tüm Müslümanlar, şuralar ve üzerine bir kamu görevi almış olan herkes, işini bir
görev sorumluluğu içersinde Allah’ın bir halifesi-memuru ve görevlisi olarak,
dünyada Allah adına hareket eder. Onun için bugün kanun dedikleri şey, İslam
şeriatında Allah’ın muradını bulmaktan ibarettir. İslam düzeninde kanun yapma işi
tamamen teknik bir olaydır. Ancak erbabı bilir. Ben bir İslam hukuku profesörü olarak,
İslam şeriatını, hiçbir ama hiçbir sistem, rejim ve düzen ile mukayese dahi etmek
istemem. Çünkü İslam hukuk düzeninde mantık var, muhakeme var, akıl ve bilim var.
Eşyanın tabiatı ile uyum ve ahenk var. Diğerleri ise insan iradesi ve insan ürünü,
istek ve arzular. Zira İslam’ın ortaya koyduğu ve Müslümanların inanıp kabul
ettiği, ellerinde KURAN diye dayanak bir kitap var. Sosyalizm, komünizm, liberalizm, şu
izim veya bu izim, ne olura olsun, Allah aşkına bana söyler misiniz, bunlardan
hangisinin bir kitabı var? Bunların söyledikleri de yaptıkları da laf-ü güzaftır;
evham ve zanlardan ibarettir. İslam ise Allah’ın yarattığı tabiat, fıtrat ve insan
doğasına yaratıcı tarafından konulmuş olan kanun ve kurallardır. İslam doğaldır,
doğal ile yapay arasında fark vardır. Doğal çiçek ile yapay çiçek ne ise İslam düzeni
ile diğer düzenler de odur. Evet, Allah nizamı ile kul düzeni arasında Allah ile kul
arasındaki fark kadar fark vardır. Demokrasi, demokrasi diyorlar, bin bir çeşit
demokrasi var. İslam kültüründe icma ve ittifaklar vardır. Bunlar Müslümanların
ortak bir şekilde hareket etmelerini sağlar. Sizin ve demokrasi diyen sizlerin böyle
bir anlayışı var mı? İslam’ın dışında icma ve ittifak diye ne bir öğreti ve
ne de bir uygulama var. Kuran İslam’ın ve İslam şeriatının bir hayat kitabıdır.
Demokrasinin, şu veya bu anlayışın böyle bir kitabı var mı? Kuran, kâinat
düzenini kurup yaratan, insan, hayvan, bitki ve cansız varlıklara görev verip yaşatan
Allah kelamı olan bir yasalar toplamıdır, hükümler birliğidir ve her şey için ve
her kes için yol gösteren bir delil kitabıdır. Peygamberden tüm Müslümanlara kadar
Kuran vahyine uymak farzdır, bu Allah’ın bir emridir.[5]
Onun için Allah’a isyandan korkar her Müslüman[6]
Allah’ın emrini yerine getirmek bir ibadettir. Ben nasıl olur da beni yaratan Allah’a
ibadet etmem[7]
der peygamber ve inananlar. Bırakın şunu bunu, bana İslam’ın
hukuk mantığı ile yarışabilecek bir tane, bir tane bir şey getirin veya söyleyin.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları evrensel Beyannamesi derseniz, ben de onun için bir
kefesi kopmuş terazi, derim. Orada vazife var mı, vazifesiz hak olur mu, borçlu
bulunmadan alacaklı olur mu? André Mercier bile onun için “İnsan hakları ancak
insan ödevleriyle birlikte düşünülürse temellendirilebilir.”, diyor.[8]
Ruh-beden, din-bilim dengesini kuramayanlar, birey-toplum dengesini kuramaz ve insanın
hukukunu bulamazlar. İnsanlık maalesef bugün bu haldedir. Yöneticilerin istek ve
arzuları, kanun olmakta ve hukuk olmaktadır. Zavallı bireyler ne yapsınlar, ellerinde
hiçbir şey yok; çünkü egemen güçler böyle istemektedirler. Kuran, onu kabul edip
inananlar için ve anlayıp hüküm çıkaranlar için bir iğne ucu kadar bir boşluk
bırakmadan, birey ve toplum hayatını, fert ve devlet düzenini anlatmıştır. O, her
şeyi, her şeyi ama her şeyi anlatmıştır. Sorun söyleyelim, bilgi isteyin anlatalım.
Sen Arapçayı yasak edersen Kuran nasıl anlaşılır? İslam’dan ve İslam
şeriatından bahsedebilmek için Kuran terminolojisine vakıf olmak gerekir. Ama bugünkü
Müslümanlardan ve İslam dünyasından söyleyip söz ederseniz, örnek verirseniz yanlış
yaparsınız. Zira kışın, karın içinde kabak bitmez. Çünkü bu mevsim,
Müslümanların mevsimi değil, nöbet sırası Müslümanlarda değil, bu işler hep
sıra iledir, para ile değil. Bugün Müslümanlar zulümlere sabrediyorlar. Öyle iddia
edildiği gibi şeriat isteriz deyip sokaklara da dökülmüyorlar. Sokaklara
dökülenler, kahrolsun şeriat diyenlerdir. Fakat biz Müslümanlar, sabrediyor,
sabrediyor ve sabrediyoruz… fakat zalimlerin bunca zulmüne karşı da yaşasın
cehennem, diyoruz. Oyunları, entrikaları, dine olan kini, nefreti ve öfkeyi, dünyadaki
inananlara karşı yapılan zulümleri hep biliyor ve görüyoruz. Ülkedeki ve dünyadaki
provokasyonları-kışkırtmaları duyuyoruz, görüyoruz ve okuyoruz. Müftünün keçisi
çalınır, müftü keçi çaldı diye yazar medya, terör ve anarşi estirir dünyada
derinler ve ajanlar, fakat sorumlu tutulur Müslümanlar…Üzülme kardeşim, bugünün
yarını da var. Keser
döner, sap döner, gün gelir hesap döner. Bugün karanlık, bekle yarına kadar, güneş doğacak, önümüzde
aydınlık var. "Şeriat isteyenler" deniliyor. Hayır, hayır, şeriat istenmez,
yaşanır. Zira şeriat bir mevsim gibi kendisi gelir. İlkbaharın ve yazın, mevsim
mesim gelişi gibi gelir. Cemre düşer havaya, suya ve toprağa, ısı, ışık, nem
verir çekirdeğe ve tohuma, çimlenir yeryüzü, yeşil yeşil olur her taraf…İşte
İslam böyle gelir, şiire, edebiyata ve sanata, dine,
hukuka ve ahlaka gelir; artık her şey ve her yer İslam olur ve İslam
şeriatı olur, horozlar bile öterlerken ezan okur gibi öterler orada, İslam şeriatı,
işte böyle gelir, evirir, çevirir ve değiştirir. Onun için İslam’da devrim yok,
ihtilal yok, isyan yoktur, vur, kır, öldür ve baskı yoktur. Bunları yapmak ise
haramdır. Çünkü insana saman çöpü kadar baskı yapılan bir yerde ne din, ne hukuk
ve ne de insanlık kalır. Zira İslam’da zorbalık ve despotluk yasaktır.[9] Dayatmadan bahsediliyor, hemen söyleyelim
ki, İslam’da asla dayatma yoktur. İslam, dileyen inansın, dileyen inanmasın; isteyen
iman etsin, isteyen küfretsin diyen bir dindir.[10]
İsteyen örter, isteyen açar; buna devlet bile karışamaz. Çünkü inanmak ve
inanmamak, örtmek ve açmak bir hukuk olayı değildir. İslam’da devlet hukuktan
ibarettir. Namaz ve oruç gibi ibadetlere de kimse karışmaz. Zorla ibadet, ibadet olmaz,
gönülsüz namaz göklere ağmaz. Onun için İslam’da namaz ve orucun çetelesi
tutulmaz. Orada burada ve medyada çıkan yurtlardaki zorla namaz ve oruç haberleri ise
ya bir cehalet eseri ya da provokasyondur; başka bir şey olamaz. Evlilik dışı ilişki denilen zinaya,
alkollü içki tüketilmemesi, denilen içki içmeye gelince, İslam dinine girip Müslüman
olan bir kimse nikâhsız cinsel ilişkiye girmez ve giremez. İslam’da nimet-külfet
dengesi vardır. Evlenmek de son derece kolay, serbest ve hatta sevaptır. Evlenmek için
konulmuş bugünkü zor, pahalı ve resmi prosedür İslam’da yoktur. İçki meselesine
gelince, İslam düzeninde Müslümanım diyen içki üretmez, alıp satmaz ve içmez.
Fakat başka dinden olanlara mesela Hıristiyanlara bunların hepsi serbesttir. İçki ile
dini arasında sıkışıp kalan Müslüman, isterse dinini terk eder, Hıristiyan olur, içki
içme hürriyetine kavuşur, bunun başka bir yolu da yoktur. Çünkü içki ile zina,
hukuk ağırlıklı bir olaydır, aileyi, toplumu ve devleti dejenere eder-
yozlaştırır, eritir ve çürütür. Bunun dışında İslam ve Müslümanlar hakkında
söylenenler, hep iftiradır veya uzaktan kumandalı derin görevlilerin eylemi ve işidir. Allah Hz. İbrahim’e ben seni insanlara
imam (lider-idareci-yönetici) yapacağım dedi.[11]
Ey inananlar! Allah’a, itaat ediniz; Rasüle ve sizden olan emir sahiplerine
(yöneticilere) itaat ediniz.[12]
Ey inananlar! Kendiniz, ana-babanız ve akrabalarınız aleyhine de olsa Allah için
şahitlik yaparak adaleti yerine getirenler olunuz.[13]
İslam yönetim kültüründe biat, bir seçimdir. Allah’a şirk koşmamak, hırsızlık
yapmamak, zina etmemek, insan öldürmemek, iftira atmamak, iyilik ve doğrulukta yönetime
sadık kalmaya söz vermektir.[14]
Kim böyle bir yönetime biat edip seçerse o, Allah’a biat etmiş ve ona söz vermiş
olur. Çünkü ayette gerçekten sana biat edenler ancak Allah’a biat etmiş olurlar,
buyrulmaktadır.[15] Allah, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar
arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.[16]
Ebu Zer Hz. Peygamber’e başkanlık nedir diye bir soru sordu Hz. Peygamber de ona
başkanlık bir emanettir, diye cevap verdi.[17]
Bunlar bilinmeden İslam şeriatı bilinir mi?
İslam için ve İslam
şeriatı için en güzel örnek, Kuran’ı ilk uygulayan Hz. Muhammed’dir dedik. Evet,
onun sözleri, fiilleri ve uygulamaları, bilhassa mevzumuz olan yönetim, siyaset ve
hukuk konuları hadis kitaplarında çokça var, hem de dolu dolu. Buhari, Müslim,
Tirmizi, Ebu Davud, Nesei ve İbn Mace gibi adlarla meşhur olan altı hadis kitabı,
İslam yönetimi ile ilgili hadisleri kimisi ahkâm-hükümler dediği, kimisi ise, İmare
yani emirlik ve reislik dediği bölümlerde toplamışlardır. Hz. Peygamberin ve
hulefa-i raşidin denilen daha sonra gelen dört halifenin siyasi uygulamaları tarih
kitaplarında anlatıldığı gibi, ayrıca bu konuları anlatan Ahkâm-üs Sultaniye,
Kitab-ül Harac ve Kitab-ül Emval adları ile müstakil eserler de yazılmıştır. Şeriat, sözlük olarak suyolu, içme yeri
ve kanun anlamına gelir. Dini bir terim olarak ise şeriat, iman eden müminlerin gitmesi
gereken yol, Allah tarafından konulmuş olan hükümlerin bütünü, yani bütün emir
yasak ve sair hüküm ve icaplarıyla Hz. Peygamberin Müslümanlara bildirip uyguladığı
din demektir. Konuyla ilgili olarak Kamusta şöyle denilmektedir: Şeriat, zerîa
vezninde hak celle ve Ala hazretlerinin ibadına vaz ve tayin eylediği din ve ayine
denir. Ta ki, ona sülûk eyleyeler.[18]
Elmalılı’da şöyle der: Arapçada
şeriat, insanların ırmaklarda ve benzeri şeylerden su almaya vardıkları yerdir. Din
şeriatı da bu manadandır. Çünkü insanlar ondan Allah’ın emirlerine ve rahmetine
ve yakınına ererler. Rağıb da demiştir ki; şer’ aslında mastardır.[19]
Sonra açık ve geniş yola isim yapılmış, şeri, şir’a ve şeriat denilmiştir. Bu
da dinde Allah’ın yolu anlamına istiare yoluyla kullanılmıştır. Bazıları
şeriata şeriat denilmesi, su içmek için kullanılan yola şu yönüyle benzetildiğini
söylemişlerdir: Çünkü hakikat ve doğruluk üzere onda yürüyen hem kanar, hem
temizlenir.[20]
Ayrıca Elmalılı, Şehristani’nin “el-Milel ve’n Nihal”deki beyanına göre din,
şeriat ve millet[21]
denilen şeyler, haddi zatında hep aynı şeylerdir. Ancak itibar edilen ve gözetilen
manaya göre yine de her biri, bir başka yönden diğerinden farklı bir anlam kazanır.
İtikat ve iman bakımından din, amel ve tatbikat bakımından şeriat, sosyal bakımdan
yani sosyal realite bakımından millet denilir. Gerçekte itikat edilen ne ise amel
edilen odur. Amel edilen ve uygulanan ne ise esas itibariyle üzerinde ittifak edilen şey
de odur…”[22] “Velisi olmayan kimsenin velisi,
sultandır (Devlet başkanıdır)”[23],
diyen bir Peygamberin getirdiği din, toplumun yönetimi hakkında bir şey demez mi? “Kim, borçlu olduğu halde vefat ederse, o
borcun ödenmesi bana aittir. Kim de bir mal bırakırsa
o da varislerinindir.”[24], dedi Hz.
Peygamber. "Kim ölü bir toprağı ihya ederse,
o toprak onundur. Haksız dökülen ter için bir hak yoktur"[25]
İslam şeriatı denilince ilk akla gelen
şey, bir İslam toplumu ve İslam devlet düzeninde bireysel hayat ile toplumsal hayatın
birlikte yaşanmasıdır. Onun için İslam şeriatında özel hukuk kamu hukuku ayrımı
yoktur. Çünkü bisikletin ön tekeri bireyse ve farz-ı ayın ise arka tekeri de toplum
ve farz-ı kifayedir. Yani bunlar bir vücut gibi birdirler ve bütündürler. Bireyi temsil eden ev ile tolumu temsil
eden cami arasında bir uyum vardır. Öğretmenin sınıfta söylediği ile imamın
hutbede dile getirdiği bilgi arasında çelişki yoktur. Çünkü İslam toplumunda
din-bilim çatışması yoktur. Mektep, medrese, kışla, meclis ve fabrika aynı
tempolarla yollarına devam ederler. Aynı vücuttaki
solunum, sindirim, dolaşım ve boşaltım sistemlerinde olduğu gibi, doğal bir iş bölümü
ve doğal bir iş ve çalışma hayatı vardır. İslam’da devlet, bugün olduğu gibi,
merkeziyetçi, güdücü-polisçi, takipçi ve formcu değildir. Hele hele ahlakı bile
ahlak polisi ile yürütecek kadar büyümüş ve toplumun her alanını kaplamış hiç
değildir. Mesela bugün muhtarlıklar vatandaşa hiçbir hizmeti olmayan, sadece takip
için ve gerektiğinde de bilgi alınan yerlerdir. İslam düzeninde kanunu âlimler yapar, seçilen siyasiler de yürütür. İlk kişilik sahibi toplum bucaklar olup tüm şuralar biat-seçimle iş başına gelir. Yasama şurası Kuran ve Sünnete dayanarak bütün şartları da dikkate alarak kanunları yapar, siyasiler de yürütürler. İl ve devlet şuraları da böyledir.
[1] Araf 7/ 158 [2] Ahzab 33/ 21 [3] Bakara 2/ 2 [4] Zümer 39/ 27 [5] Enam 6/ 106; Yunus 10/ 109; Bakara 2/ 170; Lokman 31/ 21 [6] Enam 6/ 15, Yunus 10/ 15 [7] Yasin 36/ 22 [8] İonna Kuçuradi (yayıma hazırlayan), İnsan Haklarının Felsefi Temelleri, Meteksan, Ankara–1982, s.15 [9] Ğaşiye 88/ 22 [10] Kahf 18/ 29 [11] Bakara 2/ 124 [12] Nisa 4/ 59 [13] Nisa 4/ 135; Maide 5/ 8 [14] Mümtehıne 60/ 12 [15] Fetih 48/ 10 [16] Nisa 4/ 58 [17] Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, Kitab-ül Emval, s, 100, No: 6 [18]
Mütercim Asım Efendi, III, 302 [19]
Rağıb el-İsfahani, Müfredat, s, 258 - [20]
Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini, VII, 88 [21]
Zemahşeri, Esas-ül Belağa, s, 604 [22]
Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini, I, 399–400 [23]Buhari,
Nikâh, 39; İbn Mace, Nikâh, 15; Ebû Davut, Nikâh, 19; Tirmizi, Nikâh, 14 [24]
Muslim, Feraiz: 14, 3/1237 [25] Buhari, Hars, 15; Ebû Dâvud, Imâre, 37; Tirmizî, Ahkâm, 38; Malik, Muvatta', Akdıye, 26, 27
|
. |