. | Kur'anın Ekonomik Tefsiri
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM “Rahman ve Rahim olan Allah
adına…” Besmelede hazif bulunduğunu,
besmelenin başındaki Ba harfinden anlamaktayız.[1]
Bu hazfin takdiri, ya besmeleden hemen sonra başlanılan fiilin kendisi veya o işin
adıdır. Mesela besmele ile işe başlayan bir kimse, “Bismillahirrahmanirrahim”
(Rahman ve Rahim olan Allah adına) diyerek besmele çekip işe başlayacağı gibi,
“Rahman ve Rahim olan Allah adına” diye, işine uygun olarak, “okuyorum,
yazıyorum” veya “hüküm veriyorum” diyebilir. Böylece birincisinde fiilin kendisi
hazfedilmiş, ikincisinde ise fiilin adı hazfedilmiş yani söz hazfedilmiş olur. Herhangi bir kimse, yapmak istediği
bir işi kalbinde gizleyerek, besmele çekip hemen işine başlar. İşler ve iş yapanlar
çok çeşitli ve sayısız olacağı için, bunu ifade etsin diye, burada hem fiil ve hem
de fail hazfedilmiştir.[2] İşlenilen her iş ve yapılan her
hareket, ancak Allah’ın izni ile ve O’nun adına olduğundan, insanoğlu, ne yaparsa
yapsın, ne işlerse işlesin, o her yaptığını Allah’ın kulu olarak, O’na
vekâleten, O’nun emriyle ve izniyle yaptığını ifade etmek için, besmele çeker.
İşte bu anlamda her işin başlangıcında ve okunan her surenin başında bu besmele
sözü tekrar edilir. Besmele ile başlanmayan önemli bir işin, neticesiz kalacağı
hakkında Hz. Peygamber’in hadisleri vardır.[3] Ba harfi: Bu harf, Türkçede
ismin i, e, de, den halleri yerine geçen kelimelerden birisidir. Bu kelimelere Arapçada Cer Harfleri adı verilir ki, bunlar, hangi ismin
halini gösterecekse, o ismin başına gelirler. Aslında Cer harfleri bir fiilin
başlaması ile bitmesini sınırlayan isimlerin başına gelir.[4]
Cer harfleri şunlardır: Min : den, dan (İşin
başladığı yeri gösterir; işe tesiri yoktur). İla :
e, a (İşin bittiği yeri gösterir; işe tesiri yoktur), ‘An :
den, dan (İşin başladığı yeri gösterir; işin yere tesiri vardır). ‘Ala
: e, a (İşin bittiği yeri gösterir; işin yere tesiri vardır). Ba
: i, ı (İşin başladığı yeri gösterir; işe tesir eder,
tesir devamlıdır). Lam
: e, a (İşin bittiği yeri gösterir; işe tesir eder; tesir devamlıdır). Fi
: de, da (İşin yapıldığı yeri gösterir). Hatta: e, a (İşin son parçasını
gösterir).[5] Demek ki, besmeledeki Ba harfi,
yaptığımız bir işin veya söylediğimiz bir sözün kaynağını göstermekte ve bu
kaynağın bütün iş ve söz süresince devamlı olduğunu ifade etmektedir. “Ben bu
işe veya bu söze Allah’ın emri ve talimatı ile başlıyorum ve sonuna kadar da
O’nun emir ve talimatı ile devam edeceğim”, demek olur. İ s m : Ad. Bir varlığın zatını
gösteren, zatını işaretleyen veya şekillendiren her şeye “isim” denir. İsim,
bir söz olabileceği gibi, aynı zamanda bir şekil ve bir hareket de isim olabilir. Yani
kişinin zatını tanıtan her şey isimdir. Bunun için bir insanın fotoğrafı
kendisinin ismi olduğu gibi, bedeni, görünüşü, siması, sanatı ve hatta konuşma
üslubu bile onun isimleri olur. Subayların apoletleri bile birer isimdir.[6] İsim kelimesi, aslında “sümüv” (yükselmek) kökünden gelir.[7]
“Vesm” mastarından gelmesi de mümkündür.
İsimler, bilinmeyen nesneleri ve meçhul şeyleri insan zihnine yükselterek bilinir hale
getirirler; meçhulü malum yaparak yüce makama ulaştırırlar. Bu sebeple
söylediğimiz bu işleri yapan her şeye isim denir. İsme bu adın serilmesinin sebebi
budur. Sıfatlar da isim sayılırlar.[8] Allah’ın isimleri de vardır.
Hadislerde Allah’ın 99 isminden bahsedilmektedir.[9]
Kâinat içinde cereyan eden her şey, her olay ve bütün düzen, tabiat ve tabiat
kanunları adı verilen bütün esaslar, Allah’ın isimleri ve O’nun sıfatlarının
birer tezahürüdür.[10]
Razi, Allah’ın dört bin kadar ismi olduğunu, müminlerin bunlarda ancak bin
kadarını bildiklerini, bu binin üç yüzü Tevrat’ta, üç yüzü İncil’de, dört
yüzü de Kuran’da olduğunu, doksan dokuz tanesinden bir tanesinin ise gizli olduğunu
söyledikten sonra hadise dayanarak, bunları ezberleyen kimsenin Cennet’e gireceğini
söyler.[11] İşte besmeleyi okuyan bir kimse,
Allah’ın bu imkân ve düzeni içinde, o düzenin gereklerine uyarak, hareket
edeceğini söyleyip böylece Allah’ın kelamının tabiat kanunları haline gelmiş
olduğunu, bir de dili ile ikrar ve ifade etmiş olur. Ancak insan, Allah’ın zatı ile
temas kurup hareket etmez. O’nun adına iş yapar ve O’nun adına hareket eder. Yani
insan, Allah’ın kendi zatı ile ilgi ve münasebet kurmaz ve kuramaz. O, ancak
Allah’ın yarattığı kâinat düzeni ile ilgi ve münasebet kurar ve bu kâinat
düzeni içinde bir takım hareketlerde bulunur. Bunun için insan, Allah’ın koyduğu
tabii ve değişmez kural ve kanunlara uymak zorundadır. İktisadi ekollerden biri olan fizyokratlar, bu konularda İslam’i görüşle
aynı paralelde bazı görüşler ileri sürmüşlerdir. İşledikleri tabii düzen, ticaret serbestliği ve devletin ticari hayata müdahalede bulunmaması
gibi konular buna örnek olarak gösterilebilir.[12] Allah : Gerçek tanrının özel
ismidir. Kainatı var eden, ona bir düzen veren, insanı da bu düzen içersinde vazifeli
kılan, şuurlu ve mutlak irade sahibi varlık Allah’tır. Gerçek tanrı tekdir ve O’nun
adı Allah’tır. Diğer tanrı sayılan şeyler ise birer puttur ve insanların
uydurdukları şeylerdir. Her şeyi Allah var etmiştir. O, hiçbir şeye benzemez.
Allah’a bazen yarattıkları şeylere izafeten başka isimler de verilebilir. Mesela
“tanrı” kelimesi de böyle bir isimdir. Sabahın ağarmasına, güneşin doğuşundan
önceki aydınlığa Türkçede tan adı
verilir. Tanrı ise her şeyi karanlıktan aydınlığa çıkaran demektir. Mecazi olarak
sanki yokluğu varlığa dönüştüren bir ışık demektir. Yalnız böyle isimler,
Allah’ın zatının ismi olamazlar; olsa, olsa ancak onun sıfatlarının isimleri
olabilirler.[13] Allah’ın zatını üçüncü
şahıs zamiri ile “O” diyerek ifade edebiliriz. Gerçekten Arapçada o manasına olan
“Huva” zamiri, Allah’ın zatının bir adıdır. Diğer üçüncü şahıslardan
ayırmak için bu kelimenin başına bir şeyin eklenmesi gerekir. Bu da malum-bilinen
anlamında olan tarif harfi (article) getirilmek suretiyle yapılmaktadır. Gerçi
zamirler maarifedir, ama buradaki tarif harfi, maarife yapmak ve belirlemek için değil,
Allah’ın zatını anlatabilmek için, kural dışı olarak gelir. Elmalılı bu hususta
Basralıların görüşünü naklederek, Allah kelimesinde tarif harfi olan “el”den
sonra geriye kalan “lah” kelimesinin de bir isim olduğunu söylemektedir. Hâlbuki bu
“el” kelimesinin tarif harfi olmadığını söyleyenler de vardır. Tarif harfinden
sonraki kelimenin “elilah” olduğunu söyleyenler de vardır.[14]
Ancak biz, tarif harfinden sonra gelen “lam” harfinin “zalike” ism-i işaretinde
olduğu gibi, uzağı gösteren bir harf olabileceğini düşünüyoruz. Tarif harfi Arapçada “el”,
Fransızcada “le”, İngilizcede ise “The” sözcükleri ile ifade edilir. Her ne
kadar Türkçede tarif harfi yok ise de bugünkü Türkçemizde kullanılan üçüncü
şahıs zamiri olan “o”nun aslı “ol”dur. Eski eserlerde bunun örneklerini bulmak
mümkündür. Mesela nekre-bilinmeyen anlamında “bir adam” denirken, belli-bilinen
anlamında “ol adam” veya “o adam” denilir. Burada netice olarak şunu
söyleyebiliriz ki, “L” harfi birçok dillerde maarife-belirlilik edatı olarak
kullanılmaktadır. İşte “biline o” anlamını ifade eden ve Allah’ın zatının
ismi olan başka hiçbir anlam taşımayan ve Arapça dili gramer kurallarına göre
müştak (türetilmiş) olmayan “Allah”
kelimesi böyle bir isimdir.[15]
Bu kelimenin hiçbir dilde karşılığı yoktur. Bu konuda aynı kanaatte olduğunu
söyleyen Fahruddin Razi, büyük bir gramerci olan İmam Halil b. Ahmed ve Sibeveyh’in
hatta birçok usulcü ve fıkıhçıların da aynı şeyi söylediklerini nakletmektedir.[16] Allah kâinatı yaratmış ve
insanları kendisine halife yapmıştır.[17]
O, kendi iktidar emanetini insanlara vermiştir.[18]
Yeryüzünün halifesi ise insanın bir türü olan âdemoğullarıdır. İnsanlar
yeryüzünde Allah’ı temsil ederler. Fakat insanlar, Allah’ı fert, fert, aile ve
hanedan olarak teker, teker temsil etmez; tüm olarak topluluk halinde, bir cemiyet
şeklinde temsil ederler.[19] Yeryüzünde Allah adına hüküm
icra edecek merci ise ammedir, kamudur ve devlettir.[20]
Dolayısıyla yeryüzünde Allah’ın hak ve vazifeleri, kamunun-devletin hak ve
vazifeleri olarak yerine getirilir. Ömer Nasuhi Bilmen de bu hak ve vazifelerin Allah’a
izafe edilmesi hakkında şöyle demektedir: “İşte hukukullah denilen bu haklar, şahıslara mahsus
olmayıp ammenin menfaati icaplarından olduğu cihetle bunlara “amme hukuku” da denir
ki, bir cemiyetin bekası, intizamı, itilası ancak bu haklara riayete kaimdir. Bu
haklar, mertebelerindeki şereften, mahiyetindeki ehemmiyetten dolayı Hak Teâlâ
Hazretlerine nispet olunmuştur. Ve illa halk ve icad ve teşri itibariyle bütün haklar,
Allah’ü Azimüşşana nispette müsavidirler.”[21]
Yani bu demektir ki, yeryüzünde Allah’ı devlet temsil eder, diyebiliriz. Bunun için
İslam hukukunda Bilmen’in dediği gibi, amme haklarına (devlet haklarına)
hukukullah-Allah’ın hakları denilmektedir. Mesela İslam’da zenginlerin vermekte
olduğu zekât (vergi)lar, hukukullah sayılıp devlete verilmesi mecburidir. Devleti
temsil ettikleri için fertlere de verilebilir.
Bu kamu-amme haklarının Allah’a
izafe edilerek, hukukullah denilmesinin sebebini açıklayan Molla Hüsrev, “Hukukullah,
herhangi bir şahsa mahsus olmaksızın umumi menfaatlerinin bütün insanlara ait olan
şeylerdir” diye bir tarif yaptıktan sonra bunların faydaları da çok, zararları da
çok olması sebebiyle Allah’a nispet edildiğini açıklamıştır.[22]
Kuran’da geçen Allah kelimesinin
birçoğunu da bu görevleri yerine getirecek olan kamu-amme ve devlet şeklinde tevil
edip yorumlamak mümkündür. Mesela bir ayette Allah’a
güzel bir ödünç verin diye emredilmektedir.[23]
Burada Allah’a vermeden maksat, Allah için onun kullarına yani topluma vermektir.
Nitekim bir kutsi hadiste de Allah, kendisini kullarının yerine koyarak “Ey
âdemoğlu, ben hasta oldum, beni ziyaret etmedin; acıktım yemek istedim, yemek
vermedin; susadım, su istedim su vermedin”, buyurmuşlardır.[24]
Yani netice olarak, buna göre “Allah” dünya açısından ele alındığı zaman
toplum, kamu ve devlet ile tevil edilir.[25]
Allah’ı kamu-toplum ve devlet
anlamı ile düşündüğümüz zaman besmelenin anlamı, “Rahim Rahman olan devlet
adına ben bu işi yapıyorum”, şeklinde olacağı ortaya çıkar. Her fert bütün
davranışlarında besmele ile işe başlayacağına göre böylece o, her işini bir
içtimai mukavele (Contract Social) ile yapmış olmaktadır.[26]
Böylece insan vücudu hücre, doku, organ ve organizma olarak bir bütünlük arz ettiği
gibi, toplumun bünyesi de tüm birey ve kurumlarıyla bir bütün olduğu
anlaşılmaktadır. İşte besmele, insanın, her işin,
her hareket ve davranışın başında Allah ile yaptığı sözleşmenin bir tescili
olarak görülebilir. Böylece toplumdaki tüm vatandaşlar, bütün hareket ve
davranışlarını devamlı olarak kontrol altına almış olurlar. Rahman : Yaşatan. Rahm, kadının
rahmine, döl yatağına denir.[27]
Burada çocuk meydana gelip yetişir. Sonraları bu kelime, merhamet edilecek şahsa olan
şefkat ve esirgeme duygusu anlamında kullanılmaya başlanmıştır.[28]
Bu da ananın çocuğunu analık duygusu ile yetiştirip büyütmesidir, denilebilir.
Sonraları daha genel olarak karşılık beklemeden sadece ihsan anlamında kullanılmaya
başlanmıştır. Bu kelimenin Kuranda pek çok yerde ihsan-eksiksiz iyilik yapmak
anlamında kullanılmış olduğunu söyleyebiliriz.[29]
Birçok yerde de Allah’ın rahmetinden bahsedilmektedir.[30] Ekonomik açıdan baktığımız
zaman bize göre bu kelimenin esası, merhamet edilen şahsın bütün ihtiyaçlarının
giderilmesi anlamında hiçbir karşılık beklemeden eksiksiz olarak tam bir iyilik
yapılmasıdır, diyebiliriz. Rahman sığası, sıfattan
yapılmış bir ism-i faildir. Bu kalıp hiçbir zaman ism-i meful olarak kullanılmaz.
Biz bunu Türkçede insanın her türlü ihtiyacını, hiçbir karşılık almadan,
eksiksiz temin eden diye tercüme edebiliriz. Biz bunu tek kelime ile ifade edecek
olursak, bunun karşılığında ancak yaşatan
kelimesini bulabileceğimizi söyleyebiliriz. Allah, insanlara ve diğer tüm varlıklara
ana rahminden hayatlarının sonuna kadar geçen zaman esnasında kendileri için gerekli
olan her türlü ihtiyaçlarını, hiçbir karşılık almadan, temin etmiş ve böylece
onlara yaşama imkânı sağlamıştır. Bunun için de tüm fiziki, biyolojik ve sosyal
şartları hazırlamıştır. Allah’ın yeryüzünde görevli
bir temsilcisi olan devlet de hiçbir karşılık beklemeden, genel sosyal güvenliği
sağlayıp fertlerin yaşamaları için ihtiyaç duyulan gerekli düzeni kurmalıdır.
İslam esaslarına göre devlet, vatandaşların bütün hayati ihtiyaçlarını temin
etme hususunda görevli olup bu konuda gerekli hizmetleri yapmaya ve şartları
hazırlamaya mecburdur.[31] Bugünün devlet anlayışına göre
üretilen kelimeler arasında sosyal devlet, refah
devleti, sosyal adalet ve sosyal güvenlik
gibi terimler vardır.[32]
Bunlar farklı olmakla beraber bize İslam’ın toplum anlayışına yaklaşıldığını
göstermektedir, diyebiliriz. İmam Ebu Yusuf, bireylere ait
olmayan, mesela su kanalları gibi bütün insanların ortak olarak faydalandıkları
kamuya ait olan yerlerin her türlü işinin devlet tarafından görüleceğini ve
bunları yapmanın devletin görevi olduğunu söylemektedir.[33]
Kuran-ı Kerim’de de anormal şartlarda mesela kıtlık, ekonomik kriz ve buhran
dönemlerinde devlet hazinesinin faaliyete geçirileceğine işaret edilmiştir.[34]
Yusuf Peygamber’in, devlet hazinesinin başına geçtiği zaman ihtiyatlı davranarak
iyi idare ettiği için yedi yıl süren kıtlık döneminde ambarların dolu olduğu
tarihen sabit bir gerçektir.[35] Rahim : Çalıştıran (İş veren). Bu
da Rahm kökünden gelen bir kelimedir. Karşılıksız, istekle, severek iyilik eden
anlamınadır. Bu kelime de aynı Rahman kelimesi gibi, sıfattan yapılmış bir ism-i
faildir. Ancak ondan farkı, bu kalıbın meful olarak da kullanılmasıdır. Bu kelime
rahmet eden anlamına geldiği gibi, rahmet olunan anlamına da gelmektedir. Çünkü
“failün” kalıbı, hem fail, hem de meful için kullanılır yani her ikisi için
müşterektir.[36] Bu kelime, Allah için
kullanıldığı zaman ism-i fail anlamına geleceği şüphesizdir. Ancak Rahman’dan da
farklı bir mana taşıdığı bilinmelidir. Biz bu farkı ekonomik açıdan şöyle
yorumlamak istiyoruz: Allah herkese rahmet eder ve bunun için de bir karşılık
beklemez. Yalnız çalışanlarla çalışmayanları da bir tutmaz. Mesela çalışanlara
fazla olarak çalıştıklarını karşılığını yani ücretleri verir. Ücretin
artmasında çalışmanın önemli bir yeri vardır. Bu sebeple bu rahmet işinde rahmet
edilenin de önemli bir yere sahip olduğu açıktır. İşte biz bu anlamı ifade etmek
için bu kalıbın kullanıldığı düşünüyoruz. Allah ekonomik düzeni koyan olmakla
aynı zamanda da onun sahibi olur. Ancak O, bu düzeni kendisi için değil, tüm
insanlar, çalışanlar ve işçiler için kurmuştur. Yapmış olduğu bu iyilik, kendi
yönünden karşılıksız ve eksiksizdir. Sadece bizim yönümüzden çalışmamızın
ücretini aldığımız için bir bedel ve karşılık vardır. İşte bu durum, ancak
rahm kökünün fail kalıbı ile ifade edilebilir. Biz bunu Türkçe karşılığı
olarak ekonomik açıdan çalıştıran kelimesi
ile tercüme etmek istiyoruz. Bu sebeple amme, kamu yani devletin aynı zamanda genel
anlamda herkese işveren bir kurum durumunda olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Bütün bu açıklamalardan sonra
“Yaşatan çalıştıran Allah adına…” (Yani yaşatan çalıştıran Allah adına
ben bu işi yapıyorum) diye tercüme edebiliriz. Besmelenin ekonomik anlamına
gelince, onun dünya açısından ifade edeceği mana, içtimai yani sosyal işlerle
ilgilidir. O zaman besmele “yaşatan ve çalıştıran devlet…” anlamını taşır
ki, yukarıda açıkladığımız gibi, “…devlet adına alıyorum, satıyorum,
çalışıyorum, vergi tarh edip topluyorum” demek olur. Bu sebeple her Müslüman, tüm
hareket ve davranışlarında besmele ile işe başlayarak Allah’la ve dolayısıyla
O’nu temsil eden devletle bir sözleşmede bulunmuş olur. Böylece birey ve bireyler
her türlü hareket ve davranışlarını bir şekilde şuurlu hale getirmiş olurlar. İsim Cümlesi : Besmelede hazfedilmiş
bir fiil yerine o fiilin veya hareketin kendisi konularak, fiil cümlesi, isim cümlesi
haline getirilmiştir. İsim cümleleri devamlılık ve genişlik ifade ederler ve
zamanın dışına çıkarlar.[37]
Burada kullanılan bu isim cümlesi, toplumdaki bu ahdi ve sözleşmeyi genişletmiş ve
devamlı hale getirmiştir. Hazif : Bazı kelimeler, çeşitli
sebeplerle cümleden hazfedilir. Mesela icaz yapmak için hazfedilir ve başka sebeplerle
hazfedilir.[38]
Muhtelif yerlerde bir takım sebeplerle yapılan bu hazifler, çeşitli anlamların ifade
edilmesine yardım ederler ve çeşitli manaların çıkmasına neden olurlar. İşte bu
besmelede de böyledir. Kelimenin yerine bizzat fiilin, yani hareket ve davranışın
kendisi konulmakta ve aynı cümle, hiçbir değişikliğe tabi tutulmadan, her türlü
fiil ve hareketlerde kullanılmaktadır. Bunun için besmele, her yerde uygulanabilen bir
formül haline gelmiştir dersek aşırı gitmiş olmayız. Bu erkek ve kadın herkes
tarafından söylenebileceği gibi, bir topluluk tarafından da söylenebilir. Böylece
tekil, ikil ve çoğul kalıpları için de kullanılmış, yine erkeklik ve dişilik de
bir çözüme kavuşturulmuş olur. Yani besmeleyi söyleyen kimse erkek olsun, kadın
olsun, bir kişi veya bir topluluk olsun fark yoktur, bir şey değişmez. Kişinin
kendisi söylemiş gibi olur. Hâlbuki besmelede hazif yapılmamış olsaydı, Arapçadaki
tekil, ikil ve çoğul kalıpları bulunduğundan ifadeler de değişik ve çok olacaktı.
İşte hazif bulunmakla bu durum önlenmiştir, diyebiliriz. Takdim : Bir cümlenin
elamanlarından bazıları yer değiştirmek suretiyle meydana gelen takdim ve tehirler,
anlam bakımından birçok değişikliklerin meydana gelmesine sebep olurlar. Bunlardan
birisi de hasr ve tahsistir.[39]
Mesela Türkçede “Kalemi
aldım” yerine kalemden başka bir şey almadığımızı belirtmek için “Aldığım
kalemdir” deriz. Arapçada fiiller failden önce gelir. Hâlbuki konumuz olan besmele
işinde besmele önce gelip fiil sonra gelmektedir. Yani besmele takdim, fiil ise tehir
edilmiştir. Böylece besmele çekerek çalışmaya başlayan bir insan, sadece Allah
adına (veya ekonomik olarak kamu adına) hareket ettiğini ifade etmiş olmaz, aynı
zamanda, başka bir kimsenin adına hareket etmediğini ve etmeyeceğini, hareket ve
davranışlarını yalnız Allah’a bağlayacağını ve O’ndan başka kimseyi
dinlemeyeceğini bildirip ilan etmiş olur. Mutabakat : Aralarında anlam
bakımından ilgi bulunan iki veya daha fazla kelimeleri bir arada kullanmaya mutabakat veya tıbak derler.[40]
Herhangi bir cümlede kullanılan bir kelimeden sonra onun anlamına uygun vasıflardan
bahsetmek yani onun manasına uygun kelimeler getirmek de böyledir. Mesela “Kahraman
ordu düşmanı yendi” ifadesi böyle uygun bir cümledir. Fakat bunu böyle değil de
“Kahraman ordu çok güçlüdür” cümlesiyle söylersek bu ifade yüzünden
cümledeki ahenk ve anlamdaki birlik ve uygunluk kaybedilmiş olur. İşte besmelede de çalıştıran ve yaşatan sıfatları kullanılarak, her türlü
davranışın Allah adına yapıldığı ifade edilmekle ve başka türlü bir
davranışın da olamayacağı belirtilmekle şu husus ortaya çıkmış oluyor ki,
insanoğlunu varlığındaki esas, yaşama ve çalışmaktan ibarettir. Bunu yapan da
yanız Allah’tır. Dolayısıyla dünya açısından ekonomik olarak kamudur, ammedir ve
devlettir. Besmele Ayetinden Çıkarılan
Ekonomik Esaslar: 1- İnsanın esası, yaşayıp
çalışmaktan ibarettir. (Ekonomi, çalışıp yaşama ilmidir diye yapılan tarif bu
esasa uygundur.) 2- Yaşatan ve çalıştıran
toplumdur, kamudur ve devlettir. 3- Birey ve kuruluşlar devletin
kendisiyle değil, düzeni ile karşı karşıyadırlar. Dolayısıyla herkes, her türlü
muameleyi devletle yapmış olur. [1] Fahruddin er-Razi, Tefsir-ul Kebir, I, 168. [2] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, I, 39. [3] Bedrüddin el-Ayni, Umdet-ül Kari, I, 11; Keşf-ül Hafa, II, 174. [4] İbn-ül Hacib, el-Kafiye, s. 95. [5] Serahsi, Usul-üs Serahsi, I, 218–227; Molla Hüsrev, Mirat, s. 142; İbn Melek, Şerh-ul Menar, s. 150. [6] Fahruddin er-Razi bu konuda uzun, uzun bilgi verir; bak. I, 100–150. [7] Asım Efendi, Kamus Tercümesi, IV, 1012. [8] Elmalılı, I, 18 [9] Buhârî, Deavât 68; Müslim, Zikr 2,
(2677); Tirmizî, Deavât 87, (3502) [10] Ali Osman Tatlısu, Esmaü’l-Hüsna Şerhi, s. 12–19. [11] Razi, XXII, 11–14. [12] Sabahaddin Zaim, İktisadi Doktrinler, s, 26; Feridun Ergin, İktisat, s, 52 [13] Elmalılı, a.g.e. I, 24–25 [14] Elmalılı, a.g.e. I, 27. [15] Bilgi için bak, Tecrid-i Sarih, XI, 34. [16] Bak. Razi, a.g.e. I, 156; Allah kelimesi ve Allah’ın isimleri hakkında bak. Esmaü’l-Hüsna Şerhi, s, 19. [17] Bakara 2/ 30–31. [18] Ahzab 33/ 72. [19] Ebu’l Ula el-Mevdudi, Hilafet ve Saltanat, s. 33. [20] Biz burada devleti hükümet anlamında değil, daha geniş manasıyla cemiyet anlamında kullanıyoruz. Bu kelimeyi tezde hep bu anlamda ele alıp kullanacağız. [21] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye, I, 226. [22] Molla Hüsrev, Mirat, s, 312. [23] Müzzemmil 73/ 20. [24] Müslim, Birr, 13, Hadis No: 2569 [25] Bak. H. Han Şirvani, İslam’da Siyasi Düşünce ve İdare, s, 179. [26] Elmalılı, VII, 5465. [27] Rağıb el-İsfehani, Müfredat, s, 191. [28] Kamus Tercümesi, IV, 300 [29] Bakara 2/ 83; Yunus 10/ 26; Nahl 16/ 30, 90; Rahman 55/ 60 [30] Bakara 2/ 157; Ali İmran 3/ 107; Enam 6/ 147; Araf 7/ 56; Kehf 18/ 82. [31] M. F. Ansari, Komünizme Karşı İslam, s, 24 [32] Bak. Ak İktisat Ansiklopedisi, s, 791, 848, 849. [33] Ebu Yusuf, Kitab-ül Harac, (tercüme: Ali Özek) s, 164. [34] Yusuf 12/ 55. [35] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 147. [36] Sarf Cümlesi Maksud, s, 188 [37] Bak. Elmalılı, a.g.e. I, 62; Muhammed b. Abdurrahman, Telhis, s. 3. [38] Muhammed b. Abdurrahman, Telhis, s, 94 [39] Bak. Telhis, s, 54. [40] Muhammed b. Abdurrahman, Telhis, s, 136. *DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |