. |
BİLİM FİLOZOFLARI DEĞİL
GAZALİ'Yİ DOĞRULAMIŞTIR
Prof. Dr. Osman
Eskicioğlu
Kaynaklara
baktığımız zaman Gazali, 1058-1111 tarihleri arasında yaşamış, akıl ile vahyi,
din ile bilimi, felsefe ile tasavvufu birleştirmiş, geniş bir bilgi birikimine sahip,
orijinal, Doğuyu ve Batıyı etkilemiş, İslam dinî ve felsefî düşünce tarihinde eşi
görülmeyen bir müceddid büyük bir düşünür olarak karşımıza çıkmaktadır.
Gazali'nin ölümü üzerinden asırlar geçmesine rağmen bugün hala isminden
bahsedilmesi, bize onun bir ilim adamı olarak büyüklüğünü göstermektedir. Onun bu
büyüklüğünü takdir eden kadir bilir Muhammed ümmeti, kendisine İslam'ın Delili (Huccetu'l-İslam), "Dinin
Süsü"(Zeynu'd-din) "Önder-kendisine uyulan, sözü tutulan" (İmam) ve
Dinin Yenileyicisi (Mücedid) gibi çeşitli unvanlar vererek onun düşüncelerini
onayladığını bildirmiştir. Türk milleti de hiçbir Şeyhu'l-İslam'a
"imam" unvanını vermediği halde, Birgili büyük alim Tekıyyü'd-din
Mehmed'e "Birgili Önder" (İmam
Birgivî) unvanını vermiştir.
İmam Gazali,
kelam, fıkıh, tasavvuf, felsefe, usul, mantık gibi ilimlerde ve daha birçok alanda
söz sahibi bir ilim adamıdır. Gazali'nin akıl ve felsefeye karşı imiş gibi gösterilmesi
son derece yanlıştır. Çünkü sıradan bir İslam alimi bile, aklın bu dindeki
yerinin ne kadar önemli olduğunu takdir ederken İslam ilimlerinde "dev"
diyebileceğimiz bir şahsiyetin bu konuda yoksun kalması düşünülemez. Gazali'nin
felsefecilerle anlaşmazlığa düşmesinin sebebi, onların bir kısım tezlerinin bir
çok yönleriyle mantık açısından yanlış olması ve genel olarak sistemlerinde
takındıkları çeşitli tavırların birbirleriyle çelişmesidir. Fakat bundan daha da
önemli olan sebep, felsefecilerin bazı temel faraziyelerinin bir temelden yoksun
olmasıdır. Gazali bu faraziyelerin ne mantıkî bakımdan ispatlanabileceğini, ne de
"sezgi" ile kendiliğinden açık-bedihî olduklarını çok kuvvetli bir
şekilde ortaya koyar. Mesela filozoflar varlıklar ve kainat hakkında akıl yürütmüşler,
hiçbir delile dayanmadan kendiliklerinden hükümler ileri sürmüşler, kainatın kadim
olduğunu yani evveli ve başlangıcı
olmadığını savunmuşlardır. Vahiy
ile bilgilenen peygamberlerin ve onların varisleri olan din bilginlerinin bu görüşü
kabul etmesi kesinlikle mümkün değildir. Çünkü kadim olan varlık sadece Allah'tır.
İşte
Gazali'nin eleştirisi, siz varlığın kıdeminden bahsediyorsunuz, bunu söylerken
nereye dayanıyorsunuz, elinizde bir belge yok, bu metodunuz yanlış, hem yolunuz
yanlış, hem de vardığınız sonuç yanlış
şeklindedir ki, Gazali'nin iddiası bugün fizik bilim dünyası tarafından
ispatlanmış, Big Bang (Büyük Patlama) teorisi ile kainatın doğum tarihi yaklaşık
olarak belli olmuş, 12 milyar yaşında olduğu hesaplanmış ve böylece Gazali ve
kelamcılar iddialarında haklı çıkmış ve bilim onları doğrulamıştır. Filozoflar, kainat suret ve heyuladan ibarettir;
şekil değiştirerek olaylar periyodik olarak sürüp gitmektedir, dediler. Kelamcılar
ve dolayısıyla Gazali ise hayır, öyle değil dedi. Kainat, tecezzi etmeyen cüzlerden,
parçalanmaz parçacıklardan ibarettir; başlangıcı ve sonu vardır dediler. Artık bugün
varlıktaki tekamül teorisi, kainatın başlangıcı olduğunu kesin olarak
kanıtlamıştır. Entropinin büyümesi de kainatın bir sonu olduğunu göstermektedir.
Ayrıca azami
ışık hızı, tesir kuantumu, kitle sakımı ve enerji sakımı kanunlarının yardımıyla açıkça anlıyoruz ki, kainatın parçacıklardan
değil, dalgalardan ibaret olduğunu söyleyen filozoflar yanılmış; onun küçük
parçalardan meydana geldiğini söyleyen Gazaliler haklı çıkmışlardır. Yani kainat,
hazır betonlarla yapılmış bir binadan ziyade, küçük küçük tuğlalardan
yapılmış bir apartmana benzer.
Böylece
burada imkanlardan birisinin tercih edildiği görülmektedir. Öyleyse bu tercihi yapan
bir gücün varlığı söz konusudur. Böyle bir tercih de işe yarayıp faydalı
oluyorsa o güç bilinçli demektir. İşte son derece dakik bir şekilde, saat gibi çalışan
kainatın bu tercihlerle oluştuğunu artık biliyoruz.
Elektron-atom
ilişkisi, bunların oluşturduğu moleküller canlıyı meydana getirmektedir. Bu suretle
netice olarak şunu açıkça görüyoruz ki, varlık makinesi otomatik bir şekilde çalışmaktadır.
Filozoflar
insan beyninin kesin bilgilere sahip olacağını var saymışlar ve sistemlerini ona göre
kurmuşlardır. Kelamcılar ise insan beyninin gerçekleri ancak kısmen
kavrayabileceğini söylemişlerdir.
Epistemoloji,
bugünkü bilgi teorisi filozofları değil, Gazalileri doğrulamıştır. Çünkü
bilgilerimiz izafidir; sobaya üstten bakan daire, yandan bakan silindir gibi görür.
Nispidir, kişi kendi varsayımları ve imkanları içinde olayları algılar, kör bir
insana göre yeşil yoktur. Biz, gerçekleri kendi organ ve araçlarımızın müsaadesi
nispetinde bilebiliriz. Takribidir; biz varlıkları parça veya dış görünüşleri ile
kavrarız, tümünü kavramamız mümkün değildir. Bizim algıladığımız, varlığın
kendisi değil, ondan gelen dalgalardır ve arızalıdır. O halde biz bildiklerimiz kesin
bir şekilde değil, yaklaşık olarak bilmekteyiz.
İhtimalidir;
bizim olmasını beklediğimiz şeylerin olmaması da muhtemeldir. Mesela havada bulutlar
var; büyük bir ihtimalle yarın yağmur yağacaktır; ama bulutların dağılıp
yağmurun yağmama ihtimali de vardır. İşte bu ilimdeki varsayımlar, felsefecileri
değil, peygamberleri ve onların varisleri ola din-ilim adamlarını yani Gazalileri
doğrulamıştır.
Gazali'nin
doğuyu etkilediğini söylemek, malumu ilam olacağından abes görülebilir. Fakat onun
bugünkü Rönesans medeniyetinin temellerini atan düşünce, felsefi düşüncenin babası
sayılan Descartes üzerinde yaptığı etkileri söylersek
belki daha faydalı olur.
Batıda modern
felsefi düşüncenin gerçekte Descartes'in düşünceleriyle başladığı söylenir.
İslam felsefesi, Descartes'ten çok daha önce Batıya derinlemesine girmiş ve
Gazali'nin kitaplarının çoğu altıncı/on ikinci yüzyılın ortalarından önce
Latince'ye tercüme edilmiş ve ancak ondan sonra Yahudi ve Hıristiyan skolastikler
üzerinde hatırı sayılır bir etki yapmıştır.
Gazali
üzerine çalışanlar, onun modern Avrupa düşüncesine etkisi şimdiye kadar tam takdir edilememiştir demektedirler. Descartes'in
doğrudan ya da dolaylı olarak bir müslüman düşünüre bağlantısı kabul görmemiştir.
Ancak onun Gazali'nin Latinceye tercüme edilmiş olan eserlerinden etkilenmediğini kimse
söyleyemez.
Aynı Gazali
gibi, Descartes'in de kendi nefsini inceleyerek felsefi sonuçlarına vardığını görüyoruz.
Gazali'nin başlangıç formülü: "İrade
ediyorum, demek ki, varım" iken, Descartes'inki "Düşünüyorum, demek ki, varım"
dır. O da Gazali gibi Tanrı'nın olumlu olumsuz sıfatlarını vâcibü'l-vücûd kavramından
çıkarmıştır.
Gazali'nin
el-Munkız min el-Dalâl adlı kitabının Latinceye
çevrilip çevrilmediği pek bilinmemektedir,
ancak Gazali'nin bu eseri ile Descartes'in Discour de la méthode (Metod üzerine Konuşmalar)
adlı kitabı arasında o kadar uyum ve benzerlik vardır ki, Batı modern felsefesinin
babası sayılan Descartes üzerinde Gazali'nin etkisi yoktur demek mümkün değildir. Bir defa her iki eser de
otobiyografiktir, hem Gazali hem de Descartes hayat öykülerine gençliklerini anlatarak
başlarlar. (M.4, D.19). Her iki kitap aynı nedenlerle duyuların kesin bilgi
edinemeyeceğini ileri sürerler. (M.5-6, D.36). Her ikisinin de duyularla tecrübelerin
eksikliklerini anlatış biçimleri ya da verdikleri örnekler hemen hemen aynıdır.
(M.8-9, D.36-37). Her ikisi de her hakikatten beklediklerinin matematik kesinlikte olması
gerektiğini düşünüyordu. Mesela 10'un 3'ten büyük olması gibi(M.7, D.35). Her
ikisi de çalıştıkları yerlerden ayrıldılar, yıllarca hakikat peşinde oradan oraya
dolaştılar (M.3, D.28). Her ikisi de ellerine geçen bütün literatürü incelediler ve
kendi incelemelerinde aynı konulardan söz ettiler: Felsefe, matematik, mantık, ilahiyat
ve fizik bilimleri gibi. Bütün bu konuları ve inançları bir bir inceledikten sonra
kesin bilgiye ulaşamadıklarını ve böylece tüm otoriteleri reddettiklerini
söylerler(M.17-62, D.8-14). Böylece her ikisi de kendi zamanlarına kadar gelen her türlü
bilgiden şüphe ettiler ve o zamana dek sahip oldukları kendi konumlarını da
kesinlikle reddettiler(M.12, D.17). Her ikisi de hakikati keşfetmek için yeni bir metod
ihdas etti ve bu metod her ikisinde de tıpatıp aynı oldu. Bu metod yalnız hiçbir şüphe
ihtimali olmadan çok açık bir kesinlikle idrak edileni doğru olarak almaktan ibarettir
(M.5, 20, D.20). Her ikisi de şunu alçakgönüllülükle bildirdiler ki,
söylediklerinde maksat, herkesin kendi örneklerini izlemesi olmayıp, kendi hakikati
keşif metodlarını bulmalarıdır. Herkes hakikati kendi usul ve metodu ile
bulabilirler(m.19, D.36).
İki eser
arasındaki bu şaşırtıcı benzerlik hakkında George Henry Lewis şunları söylemiştir:
"Eğer el-Munkız'ın Descartes döneminde bir tercümesi olsaydı, herkes bu
hırsızlığa karşı isyan ederdi." Gazali'nin bu eseri o zaman tercüme edilmemiş
ise Descartes için bir arapça uzmanı tarafından irticalen çevrilmiş olması ihtimali
çok kuvvetlidir. Çünkü Descartes'in kendisi de daha önce bu plana sahip olan bir çok
parlak zekanın varlığını ifade eder(D.29), fakat hiçbirinin ismini vermez. Bunun,
Descartes'in selefleri içinde, eserinde tıpatıp aynı planı izlemiş Gazali'ye
yapılan bir atıf olması mümkündür. Her ne olursa olsun Gazali'nin, Descartes'in
Metod Üzerine Konuşmalar adlı eseri üzerindeki etkisi,
araştırıcılar yanında şüphesiz görülmektedir.
Farabi, İbn
Sina, Gazali, İbn Rüşd ve Fahreddin Razi gibi İslam alimleri zamanındaki etki ve
tepkileri dolayısıyla felsefe ve kelam konularıyla da çok yakından ilgilenmişlerdir.
Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd'lerin daha çok felsefe dedikleri, felsefe ile kelamın
çatıştığı yerde felsefeyi tercih ettikleri söylenebilir. Mesela yukarıda da
bildirdiğimiz gibi, kelamcılar kainatın evveli vardır, çünkü yaratılmıştır
derken, filozoflar onun evveli olmadığını savundular. Gazali ve Fahreddin Razi ise
kelamla felsefenin çatıştığı yerde, filozoflar araştırmalarında tutarlı bir yol
ve bilimsel bir metod uygulamadıkları için, söyledikleri doğru olmadığından
kelamın görüşlerini savundular. Çünkü Gazali ile Razi bu konuda hem din ve hem de
bilimden gelen bilgileri fonksiyonel bir şekilde toplayıp bir neticeye varıyorlardı.
Farabi, Yunan astronomlarının, özellikle de Ptolemy'nin (Batlamyus) benimsediği,
evreni meydana getiren dokuz gezegenin yer küresi etrafında ezeli olarak dönmekte olduğu
görüşünün arkasından gitmiştir. Yine Farabi evren ve gökyüzü hakkındaki düşüncelerini
Aristo'dan almıştır. Onun sudur teorisi bile Plotinus ve İskenderiye ekolünden
mülhemdir. Farabi, Eflatun ile Aristo'yu ve din ile de felsefeyi uzlaştırmaya çalışmıştır.
Ama uzlaşma bir tarafın diğerine taviz verme demek olduğundan, biri memnun olsa bile
diğeri gücenecektir. İbn Sina bu teoriyi hararetle karşılamış Gazali ise dinin gücendiğini
düşünerek Farabi ve İbn Sina'yı yerden yere vurmuştur. Ayrıca İbn Sina, Allah cüziyyatı
bilemez görüşüne sahip olduğu için Gazali'den büyük eleştiriler almıştır. İbn
Rüşd de Farabi ve İbn Sina gibi felsefe yolundan yürümüş, hareket ve zamanın ezeli
olduğu fikrinden hareketle alemin ezeli olduğunu o da ileri sürmüş ve hata
Kur'an'da adı geçen Ad kavminin sembolik olup tarihte yaşamadığını ileri sürmüştür.
Görüldüğü
gibi birçok meselede Farabi, İbn Sina ve İbn Rüşd hemen hemen aynı felsefe yolunda yürümektedirler.
Gazali ile ondan bir asır sonra yaşamış olan Razi ise farklı bir misyon üstlenmişlerdir.
Netice olarak
filozofların dinden biraz taviz verdikleri, Gazali-Razi ikilisinin ise din ile bilimi
birlikte düşündüklerinden, felsefenin delili bulunmadan temelsiz olarak ileri
sürdükleri konularda onların fikirlerini kabul etmeyip dinin verdiği haberleri kabul
edip onun verileri ile düşünce ürettikleri ortaya çıkmaktadır.
Gazali
yaratılıştan ahirete kadar uzanan meselelerden 20 konuda filozoflara çok şiddetli
eleştiriler getirmiştir. Ayrıca alemin kıdemine dair inançları, Allah'ın cüziyyatı
bildiğini inkar etmeleri ve cismani haşri kabul etmemeleri sebebiyle onları küfürle
itham etmiştir. İlim, filozoflarla varlık hakkında girdiği tartışmada Gazali'yi
desteklemiş ve onu haklı çıkarmıştır. Yalnız büyük alim İmam Gazali de
muarızlarını, İslam'da din adamı kurumu ve aforoz müessesesi bulunmaması
dolayisiyle tekfir etmeyip sadece doğru olmadıklarını ve yanlış yaptıklarını söyleseydi
belki daha iyi olurdu. Bu yazı ile ilgili olarak M.M. Şerif'in editörlüğünü yaptığı
dört ciltlik İslam Düşüncesi Tarihine bakılabilir.
|
. |