. | KURAN ve
İSLAM DİNİNE YENİ BİR BAKIŞ
İşin geçeğini söylemek
gerekirse bu başlık böyle değil de “Akıl ve Nakil”, “Din ve Bilim”, “Dünya
ve Ahiret” veya “Halik ve Mahlûk” ya da “Kuran ve Duyular” şeklinde olsaydı
belki daha doğru olurdu. Çünkü Allah Kuran’da “Biz her şeyden iki çift
yarattık, umulur ki, iyice düşünürsünüz” buyuruyor.[1]
Konular ve anlatımlar, öğretim ve tanıtımlar iki kanatlı olursa ve bunlar birbirine
mukayese edilerek açıklanırsa daha öğretici olur diye düşünüyorum. Zaten bilgi
üretme meselsinde dedüksiyon (tümden gelim) ve endüksiyon (tüme varım) yollarından
sonra analoji (kıyas-benzetme) yöntemi gelir. Onun için meselelere iki yönden bakarak,
hem din hem bilim, hem dünya ve hem ahiret, hem fert ve devlet, hem de birey ile toplum
açısından bakarak çözüm aramakta büyük fayda görürüm. Bu ayetteki çift yaratma konusunda
farklı iki görüş ortaya çıkmıştır. Birisi İbn Zeyd ve onun gibi düşünenler
bunu her cins hayvandan erkek ve dişi çeşitleri olarak anlamışlar ve
açıklamışlardır. Buna göre “orada gönül açan her türden (bitkiler)
yetiştirdik” ayeti[2]
gereğince bitkileri de bu sınıfa katabiliriz.[3]
Diğeri ise Mücahid ve onun gibi
yorum yapanlardır ki, hareket ve hareketsizlik, gece ve gündüz, gökyüzü ve
yeryüzü, siyah ve beyaz, sağlık ve hastalık, tat ve acı, sevap ve ceza gibi genel
olarak birbirine zıt olan şeylere ve birbirinin karşıtı olan her şeye işaret
olunduğunu söylemişlerdir. Ancak biz bu makalemizde Kuran ve
İslam diyerek bu iki isim veya iki konu üzerinde durmak istiyoruz. Çünkü bu konuda
bile genel olarak Müslümanların kafası karışıktır, İslam âlimi koltuğunda
oturanların da, yine genel olarak söylemiş olayım, bakışları şaşı, bunun için
de kafaları karışıktır. Zira Kuran’a Kuran’ca ve İslam’a da İslam’ca
bakılmamaktadır. Bunu ben kendim böyle demiyorum ve ben böyle görmüyorum. Bu işin
böyle olduğu ve bu bir vakıa olduğu için ben öyle görüyorum ve böyle
gördüğümü de söylüyorum. Hem bu iddiamı ispat etmek için burada size bir örnek
vermek istiyorum. Diyanet Vakfının yayınladığı ve Diyanet İşleri
başkanlığının da İnternet Resmi Sitesinde herkese sunduğu İlmihal’in d) Saf
Düzeni ve Kadının Namazda Erkeğin Hizasında Bulunması bahsinde ve 1. cildin 273.
sayfasında aynen şöyle denilmektedir. “…kadınların
erkeklerle aynı safta bulunup bulunmayacakları konusunun esas itibariyle dini bir mesele
olmayıp doğal ve örfi nedenlere dayandığı ve namazda huzurun sağlanmasının
hedeflendiği görülmektedir.” Allah aşkına bana söyler misiniz,
namazdaki saf düzeni dini değilse dini olan nedir? Evet, işte ben bunun için kafalar
karışık, diyorum. Eğer Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı bir
sitede ve bir İlmihal’de böyle deniliyorsa kafalar karışık değil de nedir? Eğer
cemaatle kılınan bir namazdaki saf düzeninin dinle alakası yoksa neyin dinle alakası
vardır? Bu cümle ve bu hüküm bize göre doğru değildir, tamamen yanlıştır. Zira
irade ile yapılan her hareket dindir, dinidir ve müminler, Müslümanlar iradeleriyle
yapmış oldukları tüm hareket ve davranışlardan, amel ve fiillerinden öbür dünyada
hesaba çekileceklerdir. Buna göre acıkmak, susamak ve üşümek dini değildir;
bunların sevap ve günahla alakası yoktur. Fakat yemek yemek, içmek ve giyinmek yani
irademizle yaptığımız işler, dinidir ve bunlardan ahirette hesap vereceğiz. Peki,
eğer siz bu İlmihal ve verdiği bu yanlış bilgi karşısında ne yaptınız diye bana
soracak olursanız. Hemen söyleyeyim ki, ben üzerime düşen görevi yaptım. Bu
satırları ilk defa gördüğüm zaman niçin saklayayım, tüylerim diken, diken olup
ürperdi ve çok üzüldüm. Derhal internete varıp Diyanet İşleri Başkanlığına
e-mail gönderdim. Ben bu görüşün yanlış olduğunu ve değiştirilmesi gerektiğini,
saf düzeninin dini olduğunu ve dinin bir emri olduğunu, bu hususta hadisler
bulunduğumu söyledim.[4]
Ben sanki onlara soru sormuşum gibi, cevap verecekleri yerde bana siz sorunuzu yüksek
din kuruluna sorun diyerek bana bir yönlendirme yazısı e-maili gönderdiler. Birkaç ay
sonra yine yazdım ve yine aynı cevabı verdiler. Evet, bu konuda hadisler vardır. Hem
Buhari, bu husustaki hadisi rivayet ederken bölümün yani o babın başlığını
“Kadınların Erkeklerin Arkasında Namaz Kılması” şeklinde düzenlemiştir.[5]
Bu girişten sonra şimdi Kuran
nedir diyerek açıklamalara başlayabiliriz. Kuran’ı baştan sona okuduğumuz zaman
onun her şeyden önce bir Haliktan, bir yaratıcıdan ve mahlûktan böylece
yaratılmışlardan bahsettiğini görüyoruz. Dünya-ahiret, insan, hayvan, bitki ve
cansızlardan bahsettiğini, eskilerden, geçmişlerden, tarihte isimleri kalmamış,
nesilleri kesilmiş kavimlerden bahsettiğini, aylar, yıldızlar, güneşler ve
göklerden bahsettiğini, yeryüzünden, dağlar, dereler, tepeler, denizle ve
okyanuslardan ve yaratılıştan bahsettiğini görüyoruz. Kurtuluş yolunun da Kuran-ı
Kerim’de bulunduğunu ifade eden Hz. Peygamber, onun bazı özelliklerini dile getirerek
Kuran’ı şöyle tanımlamaktadır: “Muhakkak ki, ileride karanlık gece parçaları
gibi fitneler olacak. Ey Allah’ın Resulü, ondan kurtuluş nasıl olur? denildi. Hz.
Peygamber buyurdu ki: Yüce Allah’ın kitabı Kuran-ı Kerim. Onda sizden öncekilerin
haberleri, sizden sonrakilerin haberleri ve
aranızdakilerin hükmü vardır. O bir eğlence vasıtası değildir. Hak ile batılı
ayıran ilahi bir kelamdır. O’nu kibirlenerek terk edenin Allah belini kırar. Kim
doğru yolu ondan başkasında ararsa Allah onu sapkınlığa düşürür. O, Allah’ın
en sağlam ipidir ve apaçık nurudur. O, hikmetle dolu Kuran’dır. O, en doğru yoldur.
Nefsanî arzuların sapıtmamasına, görüşlerin dağılmamasına yegâne sebep odur.
Âlimler ona doymaz. Allah’tan korkarak
günah işlemekten çekinenler ondan usanmazlar. Onun ilmini bilen ileri gider. Onunla
amel eden sevap kazanır. Onunla hükmeden adalet eder. Ona sımsıkı sarılan doğru
yolu bulmuş olur.”[6] Kuran’ı daraltıp küçültmek
isteyenler, bu günlerde Kuran, kural kitabı değil, hukuk kitabı değil, astronomi veya
coğrafya kitabı değil diyorlar ve buna benzer sözler ediyorlar. Ben size hemen
söyleyeyim Kuran, insanın kitabıdır, Kuran toplumun kitabıdır. Kuran olmadan insan
bilinmez, toplum bilinmez. Kuran olmadan kural ve kanunlar bilinmez, Kuran olmadan kanun
ve yasalar konulamaz. Çünkü Kuran, “Siz, babanız ve oğullarınızdan hangisinin
fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz”[7]
diyor ve miras hukukunu ortaya koyuyor. Kuran, aile içi geçimsizliklerden bahsediyor,
boşanmanın nasıl olacağını anlatıyor ve kadınlara haksızlık etmeyin, zarar
vermeyin ve onlara baskı yapmayın diyor. Kötülük edenler kendilerine kötülük
etmişlerdir, deyip nasihatler ediyor ve öğütler veriyor. En sonunda da çok dikkat
etmemiz gereken bir ifade kullanıyor. “Allah bilir, siz bilmezsiniz diyor.[8]
Kuran hayvanların insanlara sağladığı bir takım faydalardan bahsediyor. Bitkilerden
ve meyvelerden rızıklandığımızdan ve rızık konusunda insanların farklı
olduğundan bahsediyor. Rızkı bol olan zenginlerin kendi rızıklarını yanlarında
çalıştırdıkları kimselere vermediklerini ki, böylece eşit hale gelsinler,
zenginlik ve fakirliğin doğal olduğunu bunu inkâr etmemek gerektiğini, diğer
taraftan da insan için aile kurumunun konulduğunu eşlerin, çocuk ve torunların
bulunduğunu bunların hep birer nimet olduğunu anlatıyor. Kuran, Allah’tan başka ne
göklerde ve ne de yerde zerre kadar bir hâkimiyeti bulunmayan ve buna gücü
yetmeyenlere ibadet edilemeyeceğini, başka bir ifade ile Allah’tan başkalarına
uyulmayacağı, Allah’a eşler, benzerler tutulmayacağını söyleyip, çünkü Allah
bilir siz bilmesiniz, diyor.[9] İnsanlar fotokopi değil, toplumlar
ve cemiyetler fotokopi değildir. Onun için taklit etmek ve birilerinin arkasından
gitmek, şu veya bu topluma benzemeye çalışmak yarar sağlamaz. O sebeple yol
gösteren, insana usul ve yöntem öğreten tek delil ve tek kılavuz Kuran’a uymak
gerekir. Her konuda Kuran’ın ışığına, işaretine ve çizdiği nirengi noktalarına
ihtiyacımız vardır. O nedenle Kuran vergi kitabı değil, Kuran sosyoloji kitabı
değil, Kuran ekonomi kitabi değil şeklinde söylenmiş olan sözler, Kuran’ın ışığını, kılavuzluğunu ve
çapını inkâr etmekten başka bir şey değildir. İşte
bizim burada Kuran’a yeni bir bakış derken bu yakışıksız ifadelere itiraz etmek
için, bu gibi sözlerin Kuran’a uymadığını belirtmek için, onun nasıl bir kitap
olduğunu dile getirmek ve Kuran’ı Kuran’ca bir yere koymak için, başlığı böyle
düzenlemiş bulunuyoruz. Çünkü Kuran, bir bilgi kaynağı olmakla, bazı açık
hükümler getirmekle ve bilgiler vermekle, kaide ve kurallar, kanun ve yasalar koymakla
beraber o bir hüküm kitabi değil, delil kitabıdır. Kuran, korunmak ve kurtulmak
isteyen birey ve toplumlar için, tüm inananlar ve insanlar için bir hidayet, bir
ışık ve bir nurdur.[10] Şair, “el-Kuran-ü kevn-üllah-il
mestur ve’l-kevnü Kuran-üllah-il menşur” diyor ve bununla Kuran’ın, Allah’ın
satırlara soktuğu bir kâinatı, kâinatın ise Allah’ın dağılıp yayılmış ve
serpilmiş bir Kuran’ı olduğunu dile getiriyor. Şu halde Kuran, insana hitap eden bir
kitap olmakla beraber aslında o, bir kâinat kitabıdır. Yoksa Yasin suresindeki
“Güneş duracağı (veya soğuyacağı) yere doğru akıp gidiyor”[11]
ayeti gibi yüzlerce ve binlerce ayet varlıktan, hayvan, bitki ve cansızlardan
bahsetmektedir. Buna göre kâinat ile Kuran, Kuran ile kâinat sanki birbirinin simetrisi
olup analoji bilgi üretimi yöntemiyle birini tanımakla diğerini, diğerini tanımakla
da berikini daha iyi anlamış oluruz. Onun için fizikçilerin, biyologlar, psikologlar,
sosyologlar… ve astronotların kendi alanlarındaki ayetleri daha isabetli
anlayacakları ümit edilir. En iyisi ise hem Kuran ve hem de kâinat bilgilerini, yani
insan, hayvan, bitki ve cansız varlıkların bilgilerini Kuran bilgileri ile birlikte
harmanlamaktır. Çünkü Kuran bir delil kitabı olup insanlara yol gösterir.
Kuran’ın dilini, onun bilgi üretme ve ahkâm koyma yöntemini bilen herkes ama herkes
ve her toplum muhtaç olduğu kural ve kanunu, her konudaki hükmü Kuranda bulabilir. Elmalılı, Bakara suresinden iki
ayeti tefsir ederken konumuzla ilgili olarak bakın neler söylüyor, birlikte okuyalım.
“Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri
yine öldürecek, sonra yine diriltecek, sonra da döndürülüp ona götürüleceksiniz.
O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra göğe yöneldi, onları
yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.”[12]
Muhammed Hamdi Yazır, bu iki ayeti şöyle yorumlamaktadır: “Bu iki ayette bütün
dünya ve ahiret ilimleri saklıdır. Hayat, hayatın akışı, hayatın gayesi
gösteriliyor. İnsana ait yaratılışın, Allah katındaki kıymeti anlatılıyor.
İnsanın yer ve gökyüzü, hepsinden faydalanma hakkı kaydediliyor. Yaratılışın ve
yaratıcının delilleri özetleniyor. Allah’ın yaratması, acıması, lütuf ve keremi
ispat olunuyor. Özet olarak beşerin ruhu, yeryüzünden gökyüzüne, hissolunandan
düşünülene yükseltiliyor ve bu gerçekler karşısında küfür ve inkâra nasıl
sapılabileceği bir istifham-ı inkârî ile soruluyor ki, bu iltifat (sözü gaipten
muhataba-üçüncü şahıstan ikinci şahsa çevirme)daki belâğatın, nezahetin,
ulviyetin, ilmiliğin, gerçeğin, ahlakın parlaklığına ve hoşluğuna hayran olmamak
mümkün değildir. Küfür ve küfranı kötülemek ve insanları ondan uzak tutmak için
bu sorudaki etkinin şiddeti ne kadar büyüktür![13]
Özetleyecek olursak bize göre
Kuran, sadece Müslüman ve müminlere değil, birey ve toplum, fert ve devlet olarak
herkese ve her topluma her konuda ama her konuda ışık tutan ve onların bilgilerine
bilgi katan ilahi bir kitaptır. Tek cümle ile söyleyecek olursak Kuran bir delil
kitabıdır, arayan herkes, onda insan iradesiyle ilgili her şeyi bulabilir, diyoruz.
İtiraf etmek mecburiyetindeyiz ki, bugün biz, tüm Müslümanlar ve hatta bütün
insanlık âlemi olarak Kurana her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. İslam dinine gelince, yine bugün
İslam’a bakış da eksik, çeyrek, yarı veya üççeyrektir. Daha önce de dediğimiz
gibi bize göre bu konuda da kafalar karışıktır. Bir şey ya vardır ya yoktur; bir
şey ya uzundur veya kısadır. Bir kimse ya hastadır veya sağlıklıdır. Kişi aynı
zamanda hem hasta ve hem de sağlıklı olamaz. Bir din ya kabul edilir veya edilmez. Bir
kimse aynı zamanda hem mümin ve hem de kâfir olamaz. Din konusunda yüzdeler, çeyrek
veya yarılamalar fayda sağlamaz. Bir dinin inancını kabul edip amel yönü kabul
etmemek olmaz. İslam’ın ahlakını kabul edip hukukunu kabul etmemek olmaz.
Kuran’ın bir kısmını alıp diğer kısmını atmak olmaz. Her sitsem kendi bünyesi
içersinde geçerlidir. Onun için Kuran’da “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına
inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Bu yüzden sizden böyle yapanların
cezası dünya hayatında rezil olmak, kıyamet gününde ise onlar en şiddetli azaba
çarptırılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.”[14]
Bugün İslam ülkelerinin dünyadaki perişanlığı işte bundandır. İnanç İslam,
amel ise Hıristiyan, ahlaki hayat İslam, ekonomik hayat ise Protestan, sosyal ve siyasi
yaşam da işte şöyle ve böyle falan ve filan gibi şeylerdir. Atın ayaklarını ve
yularını al, otomobilin motorunu getir, anahtarı çevirip çalıştır. Bu sistem
çalışır mı? İşte bugünkü karma sistemler hep böyledir. Müslümanlar da
hayatlarını karma yapıp karıştırdılar. O sebeple kafalar da karışıktır. Şimdi de İslam’ı tanımaya
çalışalım. İslam, bir dindir. Ama bugünün din anlayışına göre İslam, sadece
bir din değildir. İslam, hem bir din ve inanç, ibadet ve ahlak, hem de hukuk, ekonomik
ve sosyal hayattır. Aynı zamanda hem birey ve hem de toplum açısından tüm hayat,
yönetim ve siyasettir. Bizden söylemesi, bu böyle biline ve böyle kabul edile. Eğer
biz bunu söyleyip böyle anlatmazsak yarın öbür dünyada eksik ve aksak anlatmaktan
dolayı, insanları kandırmaktan ötürü Allah’a hesap verme zorunda kalırız. Şunu
da ifade edelim ki, İslam, birey ve toplum, fert ve devlet açısından iğne ucu kadar
açıklanmamış boş bir yer bırakmamıştır. Yalnız bireye düşen içtihad etmek,
devlete düşen de şura ile karar vermektir. Din, deyn kökünden gelen bir kelime olup borçlanma
kurumu demek olur. Din hak ve vazifeleri, alacak ve borçları bildiren sosyal bir
kurumdur. Din, bir taraftan dua ve ibadet manasına gelirken diğer taraftan da toplum
açısından düzen manasına gelir. Bu anlamda İslam dini demek, İslam düzeni
demektir. Onun için Kuran’ın ifadesiyle Firavun, çevresindekilere “Bırakın beni
Musa’yı öldüreyim… Çünkü ben onun sizin düzeninizi değiştirmesinden veya
ülkede kargaşa çıkarmasından korkuyorum”, dedi.[15]
Zaten Hz. Âdem’den sonra bütün peygamberler zamanlarında bozulmuş olan düzenleri
düzeltmek için gönderilmişlerdir. Aile işleri, kadın erkek ilişkileri bozulur, Hz.
Lut gelir[16]
ekonomik işler bozulur, Hz. Şüayb gelir.[17]
Hukuk işleri ve devlet düzeni bozulur, Hz. Musa gelir.[18]
Ve en son da yepyeni bir düzenin gelmesi ve insanlık tarihinin çizgisinin değişmesi
gerekir, din adamlığının ve din temsilciliğinin kalkması ve artık göklerin
kapısının kanıp peygamberliğin son bulup insanların içtihad ve şura ile kendi
kendilerini yönetme zamanı geldiğinden son peygamber ve evrensel peygamber Hz. Muhammed
gönderilir.[19] İslam’ın din yönü kalbimize,
içimize, gönlümüze ve iç dünyamıza hitap eder. Bunlar Allah, melek, cennet,
cehennem ve ibadet ve dua gibi olan konulardır ki, inanmaya ve kabul etmeye dayanır.
İslam’ın bir de dünya yönü, duyularımıza hitap eden, illet ve sebeplere dayanan,
sebep-netice bağıntısı olan bilimsel tarafı vardır ki, bu da onun kaza, hukuk ve
düzen tarafını meydana getirir. Gazali’nin hocası
Cüveyni’ler’den Gazali’lere ve Şatıbi’lere kadar ve onlardan bugüne, dinin
zaruretleri meselesinde bir tasnif yapılmıştır. Dini korumak, aklı korumak, canı
korumak, malı korumak ve nesli korumaktan bahsedilir.[20]
Biz ise bunları bugün dini, ilmi, içtimai (idari, siyasi), iktisadi ve ailevi kurumlar
diye toplumda fonksiyon icra eden 5 ana unsur olarak görmekteyiz. Onun için İslam’ın
ortaya koyduğu bir aile düzeni, sosyal düzen, siyasi düzen, ekonomik düzen ve bir
eğitim ve öğretim düzeni vardır. İslam’ın bu yönü de aynı onun getirdiği
hukuk düzeninde olduğu gibi, hak ve vazife
sahibi, alacaklı ve borçlu olma konularında olduğu gibi, tamamen bilimseldir. Yani
İslam, hukukunu bilim temeline oturttuğu gibi, toplumsal yapıyı, sosyal hayatı, idari
ve siyasi hayatı da tamamen bilimsel bir zemine oturmuştur. Burada bir örnek vermek
gerekirse insan bedeni ne ise ve nasıl çalışıyorsa İslam devleti veya sosyal
yapısı da öyledir ve öyle çalışır, diyebiliriz. Bugün insan bedeninin biyoloji ve
fizyolojisi ne ise ve bu ilimler nasıl bu yapının çalışmasını, işbölümünü,
üretim, paylaşım ve tüketimini yani organizmanın faaliyetini temin edip ortaya
koyuyorsa, işte İslam da toplum yapısını ve devlet düzenini bütün kurum ve
kurallarıyla birlikte sebep-netice bağıntısına dayanarak bilimsel bir şekilde ortaya
koymaktadır. Özetleyecek olursak İslam, ruh ve
beden kurallarının bileşkesinden ibarettir, diyebiliriz. İslam bir taraftan kişinin
ruhi ihtiyaçlarını temin ederken, inanç, itikat, ibadet ve dualarını meydana
getirirken yani dini alanı oluştururken, diğer taraftan da sebeplere dayanan ve
böylece neticelere ve hükümlere varan yani tamamen bilimsel olarak çalışana kaza ve
hukuk alanını yani toplumsal, ekonomik, idari ve siyasi yapıyı meydana getirir ki,
tamamen sebep ve netice bağıntısından ibarettir diyebiliriz. [1] Zariyat, 51/ 49 [2] Kaf 50/ 7) [3] Elmalılı Muhammed Yazır Hak Dini, VII, 265 [4] Bak, Buhari, Salât, 20; Ezan, 78, 161,164; Ebu Davud, Salât, 99, No: 678 [5] Buhari, Ezan, 164 [6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 91; Darimi, Sünen, Fedail-il Kuran, 1 [7] Nisa 4/ 11 [8] Bakara 2/ 231–232 [9] Nahl 16/ 66–74 [10] Bakara 2/ 2, 185; Nisa 4/ 174; Fussılet 41/ 44; [11] Yasin 36/ 38 [12] Bakara 2/ 28–29 [13] Hak Dini Kuran Dili, I, 247 [14] Bakara 2/ 85 [15] Mümin (Ğafir) 40/ 26 [16] Şuara 26/ 161-175 [17] Araf 7/ 85; Hud 11/ 84 [18]
Hud 11/ 96 [19]
Nisa 4/ 105; Araf 7/ 158; İsra 17/ 105; [20]
Şatıbi, Muvafakat, II, 5; Ahmet Hamdi Akseki,islâm, Matbaa-i Ebuzziya istanbul-1943, s.
289 dn. 1; İsmail Hakkı izmirli, Anglikan Kilisesine Cevap Türkiye Diyanet Vakfı
Yayın
*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |