. | “İMAM BİRGİVİ’NİN PARA VAKIFLARI HAKKINDAKİ
İmam Birgivi’nin para vakıfları hakkındaki görüşlerini
“es-Seyfü’s Sarim Fi Adem-i Cevaz-i Vakfi’l Menkul-i
ve’d Derahim” (Taşınabilir Malların ve Para Vakıflarının Caiz
Olmadığı Hususunda Keskin Kılıç) adlı risalesinden öğreniyoruz.[1] İmam Birgivi bu eserini, Şeyhülislam Ebussuud
Efendi’nin para vakfının caiz olduğunu ispat etmek için yazdığı “Risale Fi
Vakfi’l Menkuli Ve’n Nükudi” (Menkul mal ve Para Vakfı Hakkında Risale) adlı
risalesine bir reddiye olarak kaleme almıştır. Para vakıfları tartışması, bu asırda ilk defa Anadolu
Kazaskeri Çivizade Mehmet Muhyiddin Efendi ile Rumeli Kazaskeri Ebussuud Efendi arasında
başlar. Çivizade, para vakfının
caiz olmadığını söylerken Ebussuud
Efendi, olur diye fetva verir. Daha sonra şeyhülislam olan Çivizade, Padişah Kanuni’ye
tesir ederek, nakit para vakfını yasaklayan fetvasını “hükm-i şerif’ haline getirerek, Rumeli Kazaskeri eliyle memleketin
her tarafına genelge olarak gönderir. Genelgeyi gören ve halkın şikâyetini
dinleyen Sofi ve fıkıh âlimi Sofyalı Bali Efendi, Kanuni Sultan Süleyman’a, Şeyhülislam Şah
Çelebi’ye ve Kazasker Çivizade’ye, ayrı, ayrı para vakfının caiz
olduğunu ispatlayan mektuplar gönderir. Bu defa Çivizade, meseleyi kendisinden sonra
şeyhülislam olacak olan Fenarizade Muhyiddiıı Muhammed Efeııdi’ye sormuş ve ondan
da kendi görüşünü tenkit eden bir mektup
almışsa da görüşünden dönmemiştir. Dönmemiş ama şeylıülislamlıkta da fazla
kalamamış, istifa edip ayrılmak zorunda kalmıştır [3] 1545 tarihinde şeyhülislam olan Ebussuud Efendi, çoğunluğun görüşünü
müdafaa etmek için, Osmanlı devletinin son günlerine kadar kamuoyunun kabulüne mazhar
olacak olan ve kendisinin hukuki şahsiyetini ortaya koyan adı geçen risaleyi kaleme almıştır.[4] Bir arazi veya tarla vakfedildiğinde, bu tarlaya ait olan
öküz, zirai aletler ve buna benzer şeyler, yani menkul mallar da bu tarla ile birlikte
vakfedilmiş olurlar, bu caizdir. Ebussuud, parayı bu menkul mallara benzeterek para
vakfının da caiz olduğunu söylüyor. Birgivi ise buna karşı çıkarak bu konuda örf
bulunsa bile paranın hiçbir yönüyle bu mallara benzemediğini söylemektedir. Çünkü
bu mallar, ayni mallar olup kullanıldıkları zaman tükenmeyip baki kalırlar. Para ise
böyle değildir; para ne öküze ve ne de zirai aletlere benzer. Para kullanıldığı
zaman (gıda maddelerinde olduğu gibi) elde kalmaz, tükenir gider. Zaten bu sebeple
İmam Şafi, Malik ve Ahmed İbn Hanbel, kullandığımız zaman hemen bitip tükenmeyen
ve geri kalan her şeyin vakfedilebileceğini caiz görmüş, fakat tükenen şeylerin
vakfını ise caiz görmemişlerdir.[6] İmam Birgivi’ye göre vakfın tarihi, hiçbir suretle para
vakfını içermemektedir; öyleyse para vakfı batıldır ve hükümsüzdür. Çünkü bu konuda İmam Zühri’nin sözünden başka bir
delil yoktur. Buhari’nin nakline göre Zühri şöyle demiştir: Bin dinar
bir parayı Allah yolunda harcamayı tahsis eden bir adam, tüccar olan kölesine, ticaret
yapmak üzere bu parayı teslim ediyor. Elde edilen kazancından fakirlere ve yakın
akrabalara sadaka olarak verilmesini istiyor. İşte bu şekilde sadaka yapan bir kimsenin
bu bin dinar paranın kazancından bir şey yemeye hakkı var mıdır? Bu bin dinarın
karını fakirlere sadaka olarak Buhari’nin bu para vakfı babında müsned olarak rivayet
edilen hadise gelince, bu hadisten ıstılah-terim manasındaki vakfı anlamak mümkün değildir.
Çünkü burada satımdan bahsedilmektedir. Hâlbuki vakıf mallarının satışı caiz
değildir. Adı geçen hadis şöyledir: İbn Ömer’den Nafi naklediyor ki, Hz. Ömer Allah yolunda
kullanılması için Peygambere verdiği ata bir kimseyi bindirdi. Hz. Ömer bu adamın
atı satacağını haber alınca, kendisinin alıp alamayacağını Peygamber’e sordu.
Bunun üzerine Resülüllah, “Sen bu atı satın alma ve sakın yapmış olduğun
sadakadan da dönme” buyurdu.[9] Bu hadisten murat, terim manasındaki vakıf olsaydı, atın
satışı sahih olmazdı. Aslında bu hadis, küçük bir değişiklikle, hibe ve sadaka
bahsinde kişinin yaptığı hibe ve sadakadan dönmesi helal değildir, babında
zikredilmektedir. Zaten İbn Hacer ve Ekmelüddin el-Baberti de hadisteki “atı verme”
den maksadın hayır ve sadaka olduğunu vakıf demek olmadığını açıkça tasrih etmişlerdir.
İşte bütün bu sebeplerden dolayı buradaki vakıftan maksadın hibe ve sadakayı da içersine
alan genel manadaki bir hayır olup özel anlamdaki vakıf olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır.
Çünkü Buhari, bapların başlığı ile ilgili pek az olan hadisleri de yazma hususunda
müsamahalı davranmıştır. İmam Zühri’nin para vakıfları hakkındaki görüşüne
gelince, bu görüşe karşı o kadar sağlam alternatif görüşler vardır ki, bu yüzden
Zühri mezhebinde vasiyet etmeden para vakfının lüzum-geçerlilik ifade edip etmediğini,
yani böyle bir vakfın bağlayıcı olup olmadığını kesin bir şekilde söylemek
mümkün değildir. Birgivi, nakit para vakfının sakıncalarını şöyle sıralamakladır:
b) Miras hükümleri çalışmaz, vasiyet yerine getirilmez…
Böylece mirasçılara ve hak sahiplerine zulmedilmiş olur. c) Özellikle vakfeden kişi, pişman olup dönmek istediği
durumlarda, hâkim müsaade etmeyeceğinden,
vakıf görevlileri başkasının malını yemiş olurlar. d) Vakfeden kimse, bazen parasını vakfettikten sonra fakir
olur. Zanneder ki, kendisine fitre ve kurban düşmez. Hâlbuki vakıf batıl olduğundan
bunlar düşebilir ve böylece mükellef günaha girmiş olur. e) Nakit para vakfının işletmesi ya mudarebe şirketi, ya
sermaye vererek veya şer’i muamele yoluyladır. Bu zamanda şer’i muamele geçerlidir.
Hâlbuki bunun esası olan “bey’ü-l ine” yi Hz. Peygamber kötülemiş ve âlimler
de mekruh görmüşlerdir. f) Mütevellilerin çoğu cahildir. Kitaplarda belirtilen “ine”
satımının meşru şekillerini tam bilemezler. Karz veya alım-satım akdi ile bu işi
yaparlar. Kazanç getiren her karz işlemi, ribadır, faizdir. Bazı günahkârlar aldırmazlar,
yerler ve yedirirler, görevlilere de verirler. Hâlbuki faiz kesinlikle haramdır. Buraya kadar Birgivi’nin para vakıfları hakkındaki görüşlerini
nakletmiş bulunuyorum. Böylece onun para vakfını asla kabul etmediği, hatta bu konuda
keskin bir kılıç gibi olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Hâlbuki bu mesele İslam
hukukçuları arasında ihtilaflı bir konudur. Para vakfı caizdir. Her iki tarafın da
kendilerine göre delil ve yorumları vardır. Yorumlar kesin olmayıp zan ifade
ettiklerinden burada hiçbir tarafın kendisini yüzde yüz haklıymış gibi göstermeye
hak ve salahiyeti yoktur, demek istiyorum. Benim görüşüm doğrudur, ama karşı
tarafın da haklı olma ihtimali vardır, gibi bir yaklaşım içersinde olmak sanırım
daha doğrudur. Meseleye daha geniş bir açıdan bakıldığı zaman buradaki
ifrat ve tefrit görüşler kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Mesela bir hukukçu “vakfedilecek
malın gayrimenkul olması şarttır, menkul mallar vakfedilemez” gibi bir anlayış
getirirse, aşırı gitmiş olmaz mı? Öyleyse Hz. Ömer devrinde sırtında “Allah
yolunda vakıftır” yazısı bulunan üç yüz tane atın mevcut olduğunu nasıl izah
edeceğiz. Yoksa atları gayrimenkul mal mı kabul ediyoruz.[10] Hukukta konulan kaide ve kurallar yerinde olmazsa, yapılan
tarifler vasıfların sınırını aşarsa, o zaman fayda yerine zarar gelir. Nitekim bu
vakıf konusunda da öyle olmuştur, diyebiliriz. Vakıf, “malın aslını ebedi olarak
tutmak, gelirini sadaka olarak gereken yerlere harcamak’ şeklinde anlaşılınca, tarla
ve topraktan başka hiçbir malın vakıf olamayacağı neticesi zaten kendiliğinden
ortaya çıkar. Hâlbuki bu düşünce hiçbir zaman uygulanmamıştır. Sebze, meyve, et, süt ve ekmek gibi olan mallar kullanıldıkları
zaman tükendikleri için vakfedilmezler. Çünkü böyle malların faydasını kendi
asıllarından ayırmak mümkün değildir. Vakıf ise malın aslını tutmak, faydasını
yani gelirini Allah yolunda harcamaktır. Kaşık, bıçak, süs eşyası, ev ve tarla
gibi menkul ve gayrimenkul mallar ise kullandıkları zaman hemen tükenmedikleri için
vakfa konu olabilirler. Şafii, Malik ve Hanbelî’nin görüşleri de bu yöndedir.
İmam Züfer’in de parayı böyle kabul ettiği için vakfedilebileceği hakkında görüşü
İbn-ül Hümam tarafından nakledilmektedir. Para vakfedilir, ödünç ihtiyacı olanlar
kredi bulmuş olurlar. Veya bu vakıf paralar kar-zarar ortaklığına verilir, elde
edilen kar istenen hayır yerlerine harcanır. Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, bankaların devletin
tekelinde olduğu bir İslam düzeninde var olan faizsiz bankalara para vakfı yapmak
caizdir. Yatırılan bu vakıf paraları ödünç kredi olarak alıp kullananlar, bunlar
sayesinde kendi ihtiyaçlarını rahatlıkla gidermiş olacaklarından vakfedenlere hayır
dua edecekler ve onlar da bu sebeple büyük sevaplar kazanacaklardır, diyebiliriz. [1] İmam Birgivi, “es-Seyfü’s Sarim Fi Adem-i Cevaz-i Vakfi’l Menkuli ve’d Derahim” (Yazma nüshadan fotokopi) D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi, No: 23862 [2] Bak. Merğınani, el-Hidaye, Mısır-1936, III, 12; İbn Abidin, Reddü’l Muhtar, basım yeri ve tarihi yok, III, 374; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İst.-1969, IV, 313-314 [3]
Ahmet Akgündüz, Islam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1988, s. 151-167. [4]
Bak: Paranın vakfedilebilmesi konusunda Hamdi Döndüren’in, “İslam’da Para Vakfı”
adı altında Altınoluk Dergisi’nin 1990 Temmuz sayı: 53’den başlamak üzere beş
altı sayı devam eden bir araştırması yayınlanmıştır. [5]
Bak. Adı geçen Risale’nin önsözü. [6] Bak. İbn-ül Hümam, Şerh-u Fethi’i Kadir, 1. baskı, Bulak-1317, V, 51. [7] Bak. İmam Buhari, Sahih, Vesaya, 32 [8]
Bak. Bedrü’d Din el-Ayni, Umdetü’l Kari Şerh-u Sahihi’l Buhari, basım yer ve
tarihi yok, XIV, 69: Mehmet Sofuoğlu, Sahih-i Buhari Tercümesi, İstanbul-1987. VI, dip
not:83. [9]
Bak. Buhri, Kiıabü’l Vesya, 32. [10]
Bak. Şemsüd Din cs-Serahs. Kitabül Mebsüı. basım ıanh ve yen yok. X11. 45.
*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |