. |
İSLAM, KÜRESEL KRİZ SEBEP ve ÇARELERİ Prof. Dr. Osman Eskicioğlu* Kriz kelimesi, mücerret ve soyut
bir kavram olup “ekonomik kriz”, “siyasi kriz” veya “kabine buhranı”
ifadelerinde olduğu gibi ancak başka bir kelime ile kullanıldığı zaman bir anlam
ifade eder. Eskiden dilimizde kriz yerine buhran kelimesi kullanılırdı. Buna bunalım
da denir. Buhran ise bir hastalığın en ağır zamanı, nöbet ve kriz hali demektir.
Zaten kriz de birden bire meydana gelen kötüye gidiş yönündeki bir gelişmedir. Şu
halde kriz kelimesi bir şeyin normal değil, anormal halini, sağlıklı değil,
hastalıklı durumunu dile getirir. Bedenimiz için cari olan bazı
kanun ve kuralların sosyal bünyemiz için de geçerli olduklarını söyleyebiliriz. O
sebeple bedenimiz zaman, zaman hasta olduğu gibi toplumun sosyal bünyesi de bazen
ekonomik, politik veya ailevi bir takım hastalıklara yakalanabilir. Fakat burada
bilhassa toplum açısından çok önemli olan bir husus vardır. Bireyin biyolojik veya
fiziksel bünyesi, onun kendi iradesi dışında oluştuğu için genellikle organları
arasında uyum ve ahenk vardır. Bir motorun parçaları olan piston, silindir, şanzıman
ve gömlek gibi organları birlikte çalışıyor ve bunlar arasında tam bir uyum ve
ahenk varsa toplumu meydana getiren kurumlar arasında da bir birlik ve beraberlik
bulunması gerekir. Onun için her sistem kendi bünyesi içerisinde geçerlidir, diyoruz.
Tabi ayrıca her organın da kendi içinde ahenkli olması gerekmektedir. Mesela ekonomik
alanda bu alanın elamanlarından olan mal, para, emek ve sermaye arasında bir uyum yoksa
ve bu işlevsizlikten dolayı tam bir verim elde edilemiyorsa bu alan ve organ hasta
demektir. Hekimler bedensel hastalığı
tıbbi açıdan şöyle yorumluyorlar: “Hastalık tıbbi açıdan öncelikle
fizyopatolojik-organik süreçleri içerir. Hasta içinse, bedensel, ruhsal, sosyal,
çevresel, ailesel, cinsel çok boyutlu bir olgudur, bir yaşam, kimlik ve var oluş
krizidir. Hastalık durumu bedensel ya da ruhsal yapıyı, işlevleri ve organizmanın
süre giden yaşam dengesini değiştiren, engelleyen ve çeşitli belirtilerle kendini
gösteren bir bozukluktur. Hastalık durumu iyi oluş halinin geçici olarak
bozulmasından, yeti yitimine, beden bütünlüğünün ve işlevselliğinin bozulmasına
neden olabilecek hatta bireyin yaşamını yitirmesi ile sonuçlanabilecek düzey ve
derecelerde olabilir.” Buradan anlaşıldığına göre vücut sağlığını kaybeden
bünyeyi bu hastalığa sürükleyen birden fazla etkenler vardır. Hastalık tedavi
edilmezse veya tedavi edilme zamanı geçmişse bu kimsenin hayatını kaybetmesi de
doğal bir olaydır. Şu halde sosyal hayatta da çeşitli yönleriyle hastalığa duçar
olmuş bir bünye, eğer tedavi edilmezse ortaya çıkan kriz sebebiyle bir toplum
çöküş ve yok olma sürecine girebilir. Hatta doğal ve fıtri kural ve kanunlardan,
hareket ve davranışlardan uzak kalan tolumlar da böylece haritadan silinme ve tarih
sahnesinden çekilme gibi bir sonuçla da karşı karşıya kalabilirler. Burada örnek
vermek gerekirse Asurlular, Hititler, Urartular, Frigyalılar, İyonyalılar, Lidyalılar ve Fenikeliler gibi devlet ve medeniyet
kurmuş toplumlara bu Anadolu toprakları hep mezar olmuştur. Ama kaynakların
belirttiğine göre sağlıklı yaşamın ve uzun ömürlü olmanın bir simgesi olarak
görülen zeytin ve zeytin ağaçları yine bu topraklarda 6 bin yıldan beri
hayatlarını devam ettiriyorlar. Çünkü bitki dediğimiz bu tür canlı varlıklar,
doğal hallerini bozmuyor, yapaya kaçmıyor ve bünyelerine uymayan yollarda
dolaşmıyorlar. Bilindiği gibi ABD’de başlayan,
dünyanın birçok yerine de sıçrayan ve kendisine “küresel kriz” adı verilen
ekonomik bir bunalım ve bir kriz meydana gelmiştir. Buna benzer 1929 tarihinde Kuzey
Amerika ve Avrupa’da meydana gelen krize de dünyada ve özellikle sanayileşmiş
ülkelerde kendisini hissettirdiği için “Dünya Ekonomik Bunalımı” demişlerdi.
Bize göre bu her iki ekonomik krizin sebebi tamamen yapısaldır. Amerika’da inşaat sektöründe
kredi geri ödemelerinde yavaşlama olunca mortgage krizi, hemen kredi krizine
dönüştü; finans ve sigorta, gayrimenkul, inşaat ve madencilik sektörü başta olmak
üzere toplam dört sektörün büyüme hızının yavaşlamasıyla genel ekonominin
büyüme hızı da yavaşladı. Ekonomik büyümenin yavaşlamasına neden olan reel
sektör, mortgage krizinden olumsuz etkilendi. İşte böyle bir kredi sebebiyle başlayan
kriz, mutfakta başlayıp bütün evi saran bir yangın gibi, ekonominin bütün her
tarafını sarıp kapladı. Ekonominin doğal kanunları
olmasına rağmen bugün dünyada ekonomiyi ellerinde tutan sermaye sahipleri, ekonomi
bizim elimizde bir enstrüman gibidir, biz onu istediğimiz şekle sokarız dercesine,
ağaç üzerinde çalışan bir marangoz gibi hareket ediyorlar. Hâlbuki ekonominin
doğal-ilahi değişmez kanun ve kuralları vardır. Mesela bir ülkede ne kadar hasta
çoksa o kadar iyidir; çünkü ilaç fabrikaları çalışır, hastaneler iş bulur,
hasta bakıcılar ve doktorlar para kazanırlar felsefesi bize göre yanlıştır. Zira
bize göre toplum bir uzviyettir. Oysa bireyci ve bireyselci anlayışa sahip kapitalist
zihniyet öyle demez. Onun iddialarından birisi de ekonominin ve ekonomik kanun ve
kuralların ahlak dışı bir alanda çalışır olmasıdır. Onun için de uyuşturucu
üretip tüketmek alıp satmak ve bu sektörden para kazanmak öyle kötü bir şey
değildir. Yüz kızartıcı bir şey de değildir; bu da bir ihtiyaçtır. Öyleyse bu
ihtiyacın tatmin edilmesi için mal ve afyon üretilmesi kadar doğal bir şey olmaz.
Bakınız bir iktisat profesörü olan Şükrü Baban İktisat Dersleri adlı eserinin
(İstanbul–1942) 7. sayfasında bir esrarkeş
için afyon faydalıdır, demektedir. Bu anlayış bireyi toplumdan ayırmış olan ve
bireyin toplumla olan alakasını koparmış olan bir zihniyetin ürünüdür. Hâlbuki
bizim anlayışımıza göre biz, birey ile toplumu, fert ile devleti bisikletin ön ve
arka tekerlekleri gibi kabul ettiğimiz için ve bunlar da biri diğeri ile irtibatlı
olduğundan dolayı birey için faydalı olan bir şey aynı zamanda toplum içinde
faydalı; birey için zararlı olan bir şey de toplum için da zararlı olduğu; toplum
için faydalı olan bir şey, birey için de faydalı; toplum için zararlı olan bir şey
de birey açısından da zararlı olduğu kabul edilir. Bir kişi afyon veya başka bir
uyuşturucu kullanmakla ihtiyacını gidermiş ve kendisi açısından fayda sağlamış
olduğu kabul edilse bile, bu durum toplum açısından tamamen bir zarardır.
Ekonomistler bunu ekonomide ihtiyacı karşılayan her şey faydalıdır prensibine
dayandırırsa, bu ekonomi insana ne kadar fayda sağlar ve bu söz ne kadar gerçekçi ve
bilimsel olur? Esrarkeşlerden oluşan bir toplum, ekonomik açıdan bir değerlendirmeye
tabi tutulduğu zaman acaba o toplum ekonominin amacını gerçekleştirebilen ve
ihtiyaçlarını tatmin edebilen bir refah toplumu olabilir mi? Üreten, tüketen,
harcayan, yatırım yapan ve çalışan capcanlı bir toplum olabilir mi? İşte bunlar,
bu Rönesans medeniyetinin ekonomi anlayışının ortaya koyduğu çelişkilerdir. Bir
ekonomik alandaki çelişkilerin sebep olduğu hastalık sadece orada kalmaz genel sosyal
bünyeye de sirayet eder. Biz her zaman genel sosyal düzenin bir uzviyet gibi organik
olduğunu iddia ediyoruz. Bir insan toplumunu meydana getiren dini alan ve olaylar, ilmi,
içtimai, iktisadi ve ailevi alan ve olaylardan her biri kendi alanında uyum ve ahenkli
olduğu gibi diğer alanlara da paralel olup uyum sağlamalıdır. Biz İslam açısından
baktığımız zaman bugünkü dünya toplumlarının veya Rönesans medeniyetinin kendi
alanlarında bir takım zıtlık ve çelişkilerin var olmasıyla bünyenin arızalı yani
hasta olduğuna kani olduğumuz gibi, ayrıca toplum veya devlet yapısında da yapısal
bir çarpıklık halinde bulunduğunu iddia ediyoruz. Bugün Amerika’da başlayıp
hemen, hemen bütün dünyaya yayılan ve bunun için de ondan küresel kriz diye
bahsedilen ekonomik bunalım, yıllardır birike, birike yapısal sektörde meydana gelen
bir damlanın bardağı taşırmasıyla başlamış oldu. Ekonominin asıl temel
elamanları olan mal, para, emek ve sermaye gibi uzuvlar kendi alanında ve kendi
kanunları ile çalışmalıdır. Mal kanun ve kuralları ile paranın kanun ve kuralları
farklı olduğu gibi, emek ile sermayenin kanun ve kuralları farklıdır. Mal üretken
olup bir ihtiyacı tatmin etme özelliğine sahip iken paranın asla böyle bir özelliği
yoktur. Yani para ile mal farklı şeylerdir. Mal dünyanın her tarafında mal olup onun
mallığının arkasında bir destek yoktur ve buna ihtiyaç da yoktur. Hâlbuki para
öyle değildir; paranın mensup olduğu toplum ve devletin desteğine ihtiyacı vardır
yani o muhtaç durumdadır. İşte bu sebeple mal ile para farklı olmaları
dolayısıyla, farklı kanun ve kurallara tabi tutulurlar. Mesela mal alınır ve
satılır, kiraya da verilebilir. Para da alınır ve satılır; fakat para kiraya
verilemez. Çünkü para kiraya verilip kullanıldığı zaman onun fayda vermesi kesin
değildir. Hâlbuki mal kullanıldığı her zamanda kesinlikle fayda vericidir. Çünkü
malda üretkenlik sıfatı olduğu için o, bir ihtiyacı tatmin ederek fayda meydana
getirir. Hâlbuki para hiçbir ihtiyacı tatmin edemez. Zira para yenilmez, içilmez,
giyilmez ve ondan ev yapıp içinde oturulamaz. İşte bunun için para kiraya da
verilemez. Hâlbuki bugünkü ekonomilerde teori ve pratiğinde düzen ve sistem parayı
kiraya vermeye dayanmaktadır. Teknik ifadesiyle düzen faizli düzendir. Oysa
anlattığım sebeplerden dolayı paranın faizi olmaz, yani para kiraya verilemez.
Çünkü faiz, karşılığı olmayan fazlalık olduğu için bir tarafta birikme meydana
gelirken, diğer tarafta hiçbir şey kalmaz ve neticede mal ve para akışı durur. Bu da
insan bedeninde akan kan misali, bir tarafa kan gitmezken, diğer tarafta kanın
yığılması, vücutta felçlere sebep olduğu gibi, faiz paranın, birilerinin cebinde
veya sermaye sahiplerinin kasasında toplanmasıyla toplumun ekonomik bünyesinde mal ve
para akışı durur, bu da ekonomik krizlere sebep olur.
Kuranda faizli düzen ile zekâtlı
düzen mukayese edilerek, bireylerin mallarında ve sermayelerinde artış meydana gelsin
diye yapılan faiz uygulamalarının toplum açısında hiçbir artış meydana
getirmediği açıklanarak şöyle buyrulmaktadır: “ İnsanların mallarında artış
olsun diye, verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah (toplum ve devlet) katında artmaz.
Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekâtı veren o
kimseler, kat, kat artıranlardır.”(Rum 30/ 39). Başka bir ayette de faiz yiyen
toplumun ancak şeytan çarpmış yani epilepsi hastalığına tutulmuş deli bir kişi
gibi ayakta durabileceği ifade edilerek böyle bir toplumun krize gireceği dile
getirilmektedir. (ayetin aslında geçen “mess” kelimesi deliliği kinaye yoluyla
anlatmaktadır. Bak. Rağıb el-Isfahani, Müfredat) “Faiz yiyen toplum, ancak
kendilerini şeytanın çarpmış olduğu kimsenin ayakta durduğu gibi durabilir… Allah
faizli kazançları bereketten mahrum eder; karşılıksız yardımları ise kat, kat
artırarak bereketlendirir” (Bakara 2/ 275–276) Yine İslam’a göre mal, para,
emek ve sermaye akışları da sadece bölgesel veya toplumsal-devletsel değil, küresel
ve uluslar arası bir dolaşıma sahiptir. Ayette “Namaz kılınınca artık yeryüzüne
dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin” (Cuma 62/ 10) buyrularak alıp satmanın
ve çalışma alanının bütün yeryüzü olduğuna işaret edilmiştir. Onun için
İslam ekonomisinde malın ithalat e ihracat yasağı anlamına gelen gümrük vergisi
yoktur. Sadece ticaret mallarının belli bir nisabın üzerinde olması halinde ticaret
vergisi vardır. Şu halde bugünkü ekonomi
anlayışı İslam ekonomisine ters düşerek, gerek yapısal olarak arızalı ve gerekse
kendi alanı itibariyle uyum ve ahenk bulunmamaktadır. Zira mal halka ait olup herkes
istediği malı üretme ve hiçbir yerden izin almadan istediği kadar yatırım yapıp
istediği kadar üretme hakkına sahip iken merkantilist anlayışın mirası olarak
üretim için devletten izin alma şartı getirilmiştir. Tabi var olmayan ve doğal
bulunmayan bir şeyi siz yapıya sokarsanız ilaçlarda olduğu gibi yan tesirler meydana
getirerek rüşvet ve adam kayırma gibi gayr-i tabii davranışlara sebep olur. Ayrıca bugünkü ekonomilerin para
ekonomisi olması dolayısıyla para merkeze alınıp mal ile para ve emek ile sermaye
dengeleri ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca el kadar olan bir kâğıt parçasının
üzerine rakamlar konulmak suretiyle kâğıt para icat edilerek ve karşılıksız para
basarak yabancı ülkelerden adeta bedavaya mal ithal etmek de küresel dolaşımı
etkilemekte mal ve paraların bir yerde yığılması sebebiyle krizler ortaya
çıkmaktadır. Biz kâğıt paralar yerine gümüş ve altın paraların eskiden olduğu
gibi yeniden tedavüle sokularak gümüş paraların milli sınırlar içinde bölgesel
alanda, altın paraların ise uluslar arası alanda küresel olarak tedavül etmesi bu
arızayı önleyebilir düşüncesindeyiz. Ayrıca ekonomik bünyede yapımdan
ziyade yıkım meydana getiren elamanlardan birisi de vergi anlayışları ve
uygulamalarıdır. Hâlbuki İslam ekonomisinde ancak zekât esasları dâhilinde alınan
vergi ekonomik bünyede bir takım faydalar meydana getirmekle krizleri de önleme
yetisine sahiptir diyebiliriz. Buna bir örnek vermek gerekirse İslam’da vergi para,
altın, gümüş ve ticaret eşyalarından % 2,5 olarak alındığından ancak bu kadar
kar edebilen kimseler, devlete çalışıyor demektir. Daha az kar getiren sektörler ise
küçülürken ve hatta belki piyasadan düşerken, ancak bundan daha fazla kazananlar
büyüme ansına sahip olurlar. Bu demektir ki, İslam ekonomisinde aşırı kazanmalara
ve dev sermayelere pek geçit yoktur. Meşhur ifadeyle zengini daha zengin eden, fakiri
ise daha fakir eden esaslara İslam ekonomisinin yapısında yer yoktur. Ekonomik alanın kendi arasında
ahenkli olabilmesi için mal-para, sermaye-emek dengelerinden başka, imar-iaşe,
tasarruf-yatırım, ithalat ve ihracat, serbest alan ve planlı alan gibi kendi
arasındaki dengelerin kurulması gerekir. Diğer taraftan ekonomi toplumda yalnız
başına bir iş yapamadığı için diğer alanlarla da ahenkli olmak zorundadır. Nasıl
tabiatta insan hayvan bitki ve cansız varlılar aralarında uyum ve ahenk var olmasıyla
birbirlerine zarar vermiş olmazlarsa aynı şekilde ekonomi din, ilim ve idare
alanlarıyla birlikte çalışarak hiç çelişmeden ve çatışmadan birlikte toplum
için hizmet etmiş ve fayda üretmiş olurlar. Oysa bugün insan merkezli bir dünya
denilerek diğer varlıklara zulüm edildiği gibi, çağ ekonomi çağıdır denilerek
diğer alanların sahaları daraltılmış ve metre kare olarak küçültülmüştür. Bu
da böylece toplum yapısının çarpıklığını açıkça göstermektedir. Özetleyecek olursak insan
toplumları organik bir yapıya sahip olduğu için herhangi bir alanda meydana gelen bir
arıza ve hastalık hemen diğer yerlere de sirayet etmektedir. Bu bakımdan tüm
alanlarda normal ve doğal olan kanun ve kuralları uygulamak, hareket ve davranışları
gerçekleştirmek krizleri önlemenin tek genel çaresidir. İslam’da tıpta nasıl
koruyucu hekimlik esas ise ekonomide ve diğer alanlarda da ortaya çıkan hastalıkları
sistemin kendi bünyesinde tedavi etmesi İslam’ın önerdiği toplum biçiminin en
önemli bir özelliği olarak görülmektedir. Bu sebeple biz bu günkü ekonomik, politik
ve pedagojik anlamda istikrarlı dengelerin değil, bilakis istikrarsızlık sanki esas
alınmış gibidir. Yukarıdan beri anlatmış olduğumuz bu yanlışlar, toplum
bünyesinden kaldırıldığı zaman sistemi sarsacak, deprem meydana getirecek,
piyasaları ve borsaları allak bullak edecek büyük krizler meydana gelmeyecektir.
Bütün bunların yanı sıra Amerika ve batı ülkeleri insanlık alemini sömürü
zihniyetinden vazgeçerek tüm dünyanın bir şekilde ortak bir zemin üzerinde yaşayan
ortaklar olarak görmeleri kendi sıkıntılarının da bir çeşit tedavisi olacaktır. *DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |