. |
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu* Tarihte daha önceki dinlere itiraz edildiği gibi İslam'a da
birçok itirazlar yapılmıştır. İtiraz; kabul etmemek, geri çevirmek, reddetmek,
sözle veya fiille engellemek demektir. İnsanlara gelen dinlerin, haksızlığı ortadan kaldırmak,
adaleti sağlamak, sapmaları düzeltmek, doğru yola getirmek, tek kelime ile insanın düşünce
ve davranışlarına şekil vermek için gönderildiğinden toplumdan bazı kimselerin
itirazlarına hedef olmaları tabiidir. Bu sebeple İslam'a da karşı çıkmışlar,
itiraz etmişler ve hatta onu yalanlayanlar bile olmuştur. Bu durum ayet-i kerimede Hz.
Peygamber'e hitaben şöyle ifade ediliyor: "Eğer seni yalanlarlarsa aldırış
etme, gerçekten Seden evvel beyineler, sayfalar ve aydınlatıcı kitaplar getiren, nice
peygamberleri yalanladılar."[1] İslam'a ilk itiraz peygamberimizin amcası Ebu Lehep'ten
geldi. Olay, İslam tarihlerinde şöyle açıklanır: Resulü Ekrem ilk vahyi aldığı
andan itibaren hemen davete başladı. Kendisine daha çok gençler, fakirler ve halk
tabakası insanlar inanıyordu. İnanmayanlar ise onun bu davetine pek karşı çıkmıyordu.
Artık çarşıda, pazarda, sokak ve toplantı yerlerinde hep O'ndan bahsediliyordu. Hatta
yoldan geçerken bile o parmakla gösterilerek: İşte gökten haber getiren
Abdülmuttalip oğlu bu! diyorlardı. Nihayet Hz. Peygamber, kavmini uyarmakla emir
olundu. "Yakın akrabanı uyar"[2]
Bu ayet nazil olunca Hz. Muhammed oymak oymak bütün akrabasını Safa Tepesinde
topladı: -Ey Kureyş, dedi. Size şu dağın arkasında düşman askeri var desem bana
inanır mısınız? İnanırız, dediler." Çünkü senden yalan sadır
olmamıştır." —Öyleyse bana inanın. Allah bana yakın akrabamı
uyarmamı emretti. Siz de benim yakın akrabamsınız. İleride şiddetli bir azap var.
Siz, Allah'tan başka ilah yoktur" demedikçe ben size dünya ve ahiret mutluluğunu
vaat edemem. Böyle derseniz Allah'ın huzurunda sizin için şahitlik yaparım. Allah'a
inanırsanız Arap size tabi olur. Acem size boyun eğer. Peygamberin bu konuşmasından sonra Ebu Lehep ortaya
atılarak: "Elin kurusun, yuh sana, bizi bunun için mi topladı" diyerek
hakaret etti ve oradaki topluluğu dağıttı. Bunun üzerine Allah, Tebbet Suresini
indirdi. "Elleri kurusun Ebu Leheb'in ve kurudu da". İşte tarihte ilk defa
İslam'a itiraz, böylece Ebu Lehep tarafından başlatılmış oldu.[3] İslam'a itiraz eden çevreleri müşrikler, Yahudiler,
Hıristiyanlar ve münafıklar olmak üzere dört kısma ayırmak mümkündür. İtiraz
edilen konulan ise şu şekilde sıralanabilir: 1-İslam'ın getirdiği tevhit inancına itiraz. 2- İslam'ın elçisi Resulüllah'ın şahsına itiraz. 3- İslam'ın iman esaslarından biri olan ahiret inancına
itiraz. 4- İslam dininin kaynağı ve mukaddes kitabı olan Kuran-ı
Kerim'e itiraz.[4] İslam'a karşı olan bu grupların yerlerini Kuran'da
aradığımız zaman şu ayet-i kerime ile karşılaşıyoruz: "İnsanlar içerisinde,
inananlara en yaman düşman olarak Yahudileri ve Allah'ı ortak koşanları bulursun.
İnananlara sevgi bakımından en yakınları da biz Hıristiyanlarız, diyenleri
bulursun" [5] Burada Yahudi ile müşriklerin, Müslümanların amansız düşmanı
oldukları çok açık ve net bir şekilde beyan edilmektedir. Hıristiyanlar ise Müslümanlara
sevgi bakımından en yakın olanlarıdır. Bu ayette üç grup zikredilerek münafıklardan
bahsedilmemiştir. Münafıkların yerini tespit etmek için Kuran-ı Kerime
baktığınız zaman onların genel olarak müşrik ve kâfirlerle beraber zikredildiğini
ve aynı hükümlere tabi olduklarını görüyoruz.[6]
Şu halde müşrik, Yahudi ve münafıklar ayrı bir grup olarak İslam'a düşman;
Hıristiyanlar ise Kuranın ifadesiyle sevgi bakımından müminlere en yakın
olanlarıdır. Müşriklerle münafıkları bir tarafta, Hıristiyanlar
diğer tarafta veya başka türlü nasıl bir tasnif yapılırsa yapılsın, şu bir gerçektir
ki, Müslümanlar İslam dışı çevrelerden çok çekmişlerdir. Bunlar Müslümanların
saf ve temiz itikatlarını bozmak için yalan, tezvir ve iftira gibi her türlü çirkin
yollara başvurmuşlardır. İşte yalanların bir tanesi: Onlar: "Muhammed Kuranı,
Tevrat'ı taklit ederek yazdırmıştır. O, Tevrat'ı kopya etmekten başka bir şey
yapmamıştır, diyorlar"[7]
Eğer Hz. Peygamber, Tevrat'ı aynen kopya ettiyse, Tevrat'ta bulunan bazı şeylerin
Kuranda da olması gerekmez mi? Mesela Tevrat'ta Hz. Nuh, Lut ve Davud gibi peygamberlerin
hâşâ niza ettikleri yazılıdır.[8]
Hâlbuki Kuranda kesinlikle böyle bir şey yoktur ve olamaz; çünkü bu onlara Yahudiler
tarafından uydurulmuş bir iftiradan başka bir şey değildir. Çünkü Tevrat, Hz.
Musa'nın vefatından 10 asır kadar sonra derlenmiş ve birçok yerleri de tahrif edilmiştir.[9]
Hâlbuki Kuranı Kerim Allahın sözü olup vahyedildiği sırada yazılmış ve bugüne
kadar olduğu gibi muhafaza edilmiştir. Kuran'da Tevrat'ta bulunmayan ay, güneş ve
diğer gezegenlerle ilgili, yer gök ve tabii olaylarla ilgili o kadar ayetler vardır ki,
bunlar Kuranın bir kopya olmadığını gösterir. Eğer bazı benzerlikler varsa, aynı
kaynaktan gelmeleri dolayısıyla bundan daha tabii ne olabilir. Putperestler, Allah'ın varlığına, birliğine ve kâinattaki
ulûhiyetine itiraz ederler. Fert ve toplum hayatında Allah'ın emirlerinin
uygulamasını istemezler. Allah'tan başka şeylere taparlar. Putlarını kendileri yapar
ve kendileri taparlar. Ağaç, taş ve topraktan yaparlar, sonra da karşılarına geçip
taparlar. Sistemlere taparlar, liberalizme ve sosyalizme, kapitalizme veya komünizme
taparlar, bunları kendileri kor ve kendileri yıkarlar. Müşrikler, Allah'ın gönderdiği
hayat tarzını kabul etmezler. Çünkü onların ulûhiyet anlayışları çarpıktır.
Ehli kitap da ya insanı ilahlaştırdılar (Hıristiyanlar gibi) veya Allah'ı hâşâ
insan seviyesini indirdiler. (Yahudiler gibi). "Allah'ın eli sıkı dediler."[10]
"Allah fakir, biz ise zenginiz, dediler"[11]
"Allah çocuk edindi."[12]
"Allah Meryem oğlu İsa'dır"[13]
"Allah üç kişiden üçüncüsüdür, dediler"[14]
İslam'a itiraz edenler sadece Allaha ve O'nun ulûhiyetine
itiraz etmekle kalmadılar, O'nun elçi olarak gönderdiği Hz. Muhammed'in
peygamberliğini de kabul etmediler. "Allah elçi olarak bir insanı, bir beşeri mi
gönderdi?"dediler.[15]
Hz. Peygamber için hâşâ sihirbaz, deli ve beyni yıkanmış dediler.[16]
Bu Kuran iki şehirden büyük bir adama (ya Mekke zenginlerinden Velid b. Muğire'ye veya
Taif zenginlerinden Urve es-Sakafi'ye) indirilmeliydi, dediler." [17] Son yıllarda da bu İslam'a yapılan saldır ve itiraz
kervanına maalesef memleketimizden de katılanlar olmuş, bazı gazete ve mecmualarda
İslam'ı eleştiren ve küçük düşüren yazılar yazılmış ve kitaplar
yayınlanmıştır. İslam ve Kadın, Şeriat ve Kadın, Tabu Can Çekişiyor, İslam Çağımıza
Yanıt Verebilir mi? Başlıklar altında İslam'a itiraz edenler, aslında bunu yapmakla
kendi cehalet, bilgisizlik ve inançsızlıkları ortaya kolmuş oluyorlardı. İtirazcılar, inanmadıkları için itiraz ederler, kıskançlık
yüzünden itiraz ederler. Ehl-i kitabı çekemedikleri için Müslümanların inandıktan
sonra küfre dönmelerini arzuladıkları ayette şöyle açıklanmaktadır: "kitap
ehlinden birçoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki
çekememezlik yüzünden, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmek isterler."[18]
Şeriat ve Kadın deyip İslam'a iftira atanlar,
kadınlarımız dinden soğutmak istiyor. Kadı, erkek deyip karı koca arasını açmak,
kuşak farkı deyip genç-ihtiyar arasını açmak, ana-baba deyip evlat-ebeveyn arasını
açmak istiyorlar. Kadın hakları diyenler, toplumu böyle parçaladılar. Üretici ile
tüketiciyi karşı karşıya getirenler, toplumda düşman sınıflar oluşturdular. Oysa
toplum kadın, erkek, çoluk çocuk, genç ve ihtiyar bir bütün olarak kendi kendine
yöneten canlı bir uzviyettir. Dini yaşama ve Allahın halifesi olarak mükellef olmak
yani hukukta söz sahibi olma bakınmadan kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur.
Her ikisi de Allahın koyduğu kanun ve kurallara uyarlar. Bu sebeple erkek kadınlara
karşı, kadın da erkeklere karşı her hangi bir hak iddiasında bulunamaz. Çünkü hak
ve vazifenin kaynağı Allah'ın iradesidir. Allahın iradesinden başka bir kanun yoktur.
Onun için kadın ve erkek ayrılığı yok eşitliği var ve her ikisi de ilahi hitaba
mazhar, kadın erkekle birlikte Allahın halifesi olarak O'nun emirlerini uygularlar. İtirazcılar, bilgisiz oldukları için de itiraz ederler. Bu
sebeple Din Bu adlı kitap cehalet örnekleri ile doludur. Yazar, Bakara Suresinde anlatılan
bir olayı akıl ve bilim dışı sayıyor. İslam'da din ile bilim arasında, akıl ile
nakil arasında çelişki bulunamaz. Çünkü bilim Allahın fen kanunları, din ise yine
onu beşeri ve sosyal kanunudur. Bu bilim ve fen cahili yazarın, iftira attığı ayeti
birlikte paklayalım. Olay Kuranı Kerimde şöyle anlatılır: Adamın biri,
yıkılmış, çökmüş ve harabe haline gelmiş bir kente uğrar. Altı üstüne gelmiş
bu yıkıntıları görünce, kendi kendine konuşur: Allah bu kenti bir daha diriltemez
der. Böylece sanki Allahın her şeye kadir olduğunu inkâr etmiş gibi olur. Bu sebeple
Allah da onu öldürür ve 100 yıl sonra diriltir. Allah adama sorar: "Ne kadar
zaman geçti", o da: "Bir gün veya bir günden az" diye cevap verir.
Allah: "Hayır, 100 yıl geçti" der. Bak yiyeceğine ve içeceğine
bozulmamış"[19] Bu ayeti çeşitli şekillerde yorumlayanlar olabilir.
İnananlar, Allah'ın böyle şeylere kadir olduğunu, Allah'ın izniyle ölünün
dirilebileceğini, şartları gerektiğinde 100 yıl değil, bin sene geçse bile yemeğin
bozulmayacağını kabul ederler. Cahil olup da meseleye sadece akıl ve bilim yönünden
bakanlar ise yazarımız gibi inancı yoksa inkâr ederler. Bir defa ayette zaman
izafiyetinde bahsedilmektedir. Bir taraftan 100 yıl geçmiş gibi, diğer taraftan ise
sadece 1 gün geçmiş gibidir. Bu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen orada bulunan
yemek de ekşiyip bozulmamıştır. Bu ayetin bilimsel anlamını insanlık ancak 20.
y.y.da Einstein'in fizikteki izafiyet teorisiyle anlayabilmiştir. Madde enerjiye, enerji
maddeye dönüşebilir. Madde kendi boyutundan çıkıp enerji boyutuna geçerken zaman
yavaşlar ve nihayet ışık hızına ulaşınca zaman durur. Zamanın durduğu bir yerde
1 saniye ile bin yılın farkı olur mu? Daha doğrusu böyle bir mekanda zaman düşünülebilir
mi? Burada zaman olmadığı gibi zamanın fonksiyonları da olamaz. Dolayısıyla ayette
zikredilen adan ölüp 100 yıl geçtikten sonar dirildiğinde yemeğinin e
bozulmadığını görmesi akıl ve bilime aykırı değil, az önce söylediğimiz gibi
zaman izafi olarak meydan gelmiş bir olaydır. Onun için bu ayetin bilime aykırı
olduğunu ancak bilimi bilmeyen cahiller yazabilir. Peygamberimizin miraç olayını, cinlerin hayatını ve Allah
dostu veli kullarının kerametini hep bu izafiyet teorisiyle açıklamak mümkündür.
Bilindiği gibi Kuran-ı Kerim kıyamete kadar tüm insanlığa
ışık tutacak ilaghi bir kitaotır. Bu sebeple bilimler ilerlikçe onu ayetlerinden
ilimle ilgili olanların manaları da böylece daha doğru bir şekilde ilim adamları
tarafından açıklanacaktır. Bugün bilimsel anlamını açıklayamadığımı bir ayet,
yüz, bin veya daha uzun bir zaman geçtikten sonra anlaşılıp açıklanacaktır. O
zaman anlaşılabilecek bir ayeti, yorumunu yapamadığı için bu bilime aykırı demek
yanlış ve saçmadır. Kuran, bir fizik ve kimya kitabı değil, ekonomi, astronomi ve
biyoloji kitabı değildir. Ama Kuranda fizik, kimya, astronomi… İlimlerine ait kural
ve kanunların uygulandığı olay ve hükümlerden bahsedilir. Kuran Allah'ın sözüdür.
Allah Rabbül âlemindir: Allah bütün alemlerin, insan, hayvan, bitki ve cansız varlık
yani tüm kainatın Rabbi, yaratıcısı ve yetiştiricisi olduğu için tün alemde O'nun
kanunları cereyan eder. Fizik, kimya, ekonomi ve sosyoloji kanunlarını koyan O'dur.
Çünkü O, Rap'tır. İnsana düşen o'nun koyduğu kanunları bulup uygulama yapmaktan
ibarettir. Mesela Newton kanunu diye bilinen yer çekim kanunu Newton tarafında
konuşmuş değildir. Bu kanunu Newton açıkladığı için onun adına izafe edilmiştir[20]
Yani kevni kanun denilen fizik, kimya, astronomi kanunlarını koyan, teşrii kanunu
denilen felsefe, sosyoloji, ekonomi ve psikoloji kanunlarını koyan, bütün fen
bilimleri ile sosyal bilimlerin kanunlarını koyan Allahtiır. O yüzden din-bilim ayrılığı
yok, bütünlüğü vardır. Kurana itiraz edenler, haklı oldukları için değil,
inanmadıkları ve bilmedikleri için itiraz ediyorlar. Kalplerinde eğrilik bulunan
kimselerin, manası anlaşılması güç ayetlerle uğraşıp durdukları ifade edilerek
şöyle buyruluyor: "Sana kitabı indiren O'dur. Onda (Kuranda) kitabın temeli olan
kesin anlamlı (muhkem) ayetler vardır, diğerleri de çeşitli anlamlı (müteşabih)dırlar.
Kalplerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkartmak ve kendilerine göre yorumlamak
için, müteşabih ayetlere yapışıp onlarla uğraşır dururlar. Oysa onların yorumunu
ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye ulaşanlar ise "biz ona inandık, hepsi
Rabbimiz katındadır" derler"[21]
Yukarıda adamın ölüp 100 yıl sonra dirilmesinden bahseden
ayet de müteşabih bir ayet olduğu için çeşitli anlamlı olması dolayısıyla ilmi
seviyeleri farklı olana kimselere tarafından çeşitli yorumlar yapılması normaldir.
Fakat böyle müteşabih ayetleri herkesin anlaması ve isabetli yorumlar yapması mümkün
değildir. İmam Malik hazretlerine bir gün bir adam gelip
"er-rahman ale'l arşi'steva"[22]
ayetinin manasını sormuş ve Allah nasıl istiva etti demiş. İmam Malik, başını
önüne eğmiş, biraz murakabeye daldıktan sonra vücudundan bir ter boşanmış ve
demiş ki: İstiva malum, keyfiyeti gayri makul, buna iman vacip bu sual ise bidattir.
Zannediyorum ki, sen sapık bir adamsın. Sonra emir vermiş ve o adamı huzurundan çıkartmışlar.[23] Netice olarak ifade etmeliyim ki, İslam rahmet dinidir,
barış dinidir. İslam dünya ve ahiret mutluluğunun adıdır. İslam tüm insanlık için
ve hatta bütün varlıklar için faydadan başka bir şey değildir. İçten ve dıştan
veya hangi çevreden gelir gelsin, İslam'a itiraz insanlık âlemi için fayda
getirmeyecektir. İslam herkesle ve her dinle barış içersindedir. Tarihi yanılgılar
ve yanlış anlamalar bu gerçeği ortadan kaldıramaz. Rengi, dili, dini ve dünya görüşü
ne olursa olsun, herkese İslam'da yaşama hakkı vardır. Bu sebepten dolayı İslam
bayrağının dalgalandığı yerde Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Mecusi ve müşrik
kim olursa olsun, vatandaşlık nimetlerini birlikte paylaşırlar. Gelecekte böyle huzur
dolu yepyeni bir dünya diliyorum.[24]
[1] A. Imran 3/ 184 [2] Şuara 26/ 214 [3] M. Hüseyin Heykel, Hz. Muhammed Mustafa, (çev: Ömer Rıza
Doğrul), İst.–1948, s. 131 [4] Süleyman Ateş, İslam'a İtirazlar ve Kuran-ı Kerimden
Cevaplar, Yeni Desen Tic. Ldt. Şti. Matbaası, Ankara–1966, s. 28 [5] Maide 5/ 82 [6] Bak. Nisa 4/ 138, 140; Ahzab 33/ 73 [7] Maurice Bucaille, Kitab-ı Mukaddes Kuran ve Bilim, (çev:
Suat Yıldırım) Selim Matbaası, T.Ö.V. Neşri, İzmir- 1981, s. 186–187. [8] Bak. Tevrat, Tekvin,
9/ 20–25; 19/ 39, 38; II, Samuel. II/ 4,5. [9] Bak. Ahmet Hamdi
Akseki, İslam, neşre hazırlayan H. Kasım Feyizli, Nur Yayınları, Ankara-1981, s. 114 [10] Maide 5/ 64 [11] A.İmran 3/ 181. [12] Bakara 2/ 116; Yunus 10/ 68 [13] Maide 5/ 17, 72 [14] Maide 5/ 73 [15] İsra 17/ 94
[16] Zariyat 51/ 52; Duhan 44/ 14 [17] Zuhruf 43/ 31 [18] Bakara 2/ 109 [19] Bakara 2/ 259 [20] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, I, 125–126. [21] A. İmran 3/ 7 [22] Taha 20/ 5 [23] Elmalılı III, 2180 [24] Hz Muhammed ve Gençlik, Kutlu Doğum Haftası–1992 Ankara–1995
s. 171–177 *DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |