. |
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu* Bence
bugün Müslümanların en büyük açığı ve açmazı, Kuran ile kâinat ya da kâinat
ile Kuran arasında bir irtibat kuramamalarıdır. Başka bir ifade ile Allah ile
varlıklar veya varlıklar ile Allah arsındaki irtibat ve ilişkiyi algılayamayanlar,
hakikati bulamazlar, var olmanın, hayat ve yaşamanın zevkine eremezler. Var olma
nimetinin tadına varamayanlar ve yaşamanın zevkine eremeyenler ise büyük bir eksiklik
içersinde olurlar. Çünkü çağımızda tabiatla ve varlıklarla uğraşanlar, asıl
var edeni tanımadılar ve onu görmezden geldiler. Bu suretle sanki insanların
beyinlerinin bir tarafı çalışamaz hale geldi ve böylece bir tarafı tutmayan felçli
hastalar gibi kambur olup insanlık yolunda tam ve dik yürüyemediler. Onun için bugün
hayatta olanların düşe kalka ve sürüne sürüne yollarına zorla devam ettiklerini söyleyebiliriz.
Bu sürünmekten kurtulmanın tek çaresi, kâinat kitabını yeniden okumak ve varlık
âleminin alfabesini yeniden yazmaktır. Yoksa görüldüğü gibi bugünkü medeniyetin
anlayışı, felsefesi, eşyaya bakışı ve her türlü uygulamaları faydadan daha çok
zarar ve sıkıntı getirmektedir. Varlığı, eşyayı, alet ve vasıtaları, beden ve
organlarını yaratılış gayesinin, amaç ve maksadının dışında kullananlar, din
ile ideolojiyi amaç ile araçları birbirine karıştırdılar. Neticede hava, su, toprak
ve uzay hep kirlendi. Sadece bunlar mı, hayır, insanın bedeni, ruhu, beyni ve kalbi de
kirlendi. Artık bu kir ve pas, gözleri, gönülleri ve kalpleri örtmüş ve adeta her
tarafı bir kılıf gibi kaplamış oldu. (Bakara 2/ 10, 74, 155; İsra 17/ 46). Zaten kâinatın
asıl sahibi ve yöneticisini tanımayanlar böyle karanlık ve kirli deryalarda daha da
batmamak için bocalayıp duruyorlar. Tabiatın
ve dünyanın insana Allah’ın bir emaneti olduğunu unutanlar, Kızılderililerin "Biz
dünyayı atalarımızdan miras değil, torunlarımızdan ödünç aldık" sözüne
hayran kalmışlardır. Zaten Elmalılı üstadımız da "Demek ki insan için,
hakkı sevmek, hakka hizmet etmek ve sonunda Hakk'ın güzelliğine (cemaline) ermekten
daha büyük bir mutluluk ve zevk yoktur. Fakat hakkın zevkini duymayan onu hayal etmeye
mahkûmdur; gerçeği bilmeyen taklit etmeye mecburdur. Allah'ı bilmeyen dünyaya sarılır,
dünyayı bilmeyen hülyaya sarılır, hülyaya sarılan hakikate darılır. Yiğidi görmeyen
ismine bayılır. Dilberi görmeyen resmine bayılır. Önünü görmeyen sonunda ayılır.
Kanunu tanımayan kanunda ayılır. Kitabı tanımayan hesapta uyanır. Kuranı anlamayan
da tercümesine dolanır" demiyor mu? (Hak Dini Kuran Dili, I, 2). Şu halde gerçekleri
kaybedenler, serapların peşinde hasret çekerek koşar koşar ve hep koşar dururlar. Kâinat
ve dünya Allah'ındır, göklerin ve yerin mülkü ve yönetimi Allah'ındır. (A.İmran
3/ 109, 129, 189). Allah'ın varlık üzerindeki hâkimiyetini göremeyenler veya görmek
istemeyenler, kendilerinin hâkimiyetini ilan etmeye ve tabiata meydan okumaya kalktılar.
Hatta uzaya fırlattıkları mekiğe tabiata meydan okuyan anlamında "Challenger" adını verdiler. Fakat ne
yazık ki (!) bu alet meydan okuyamadı, 1986 yılında uzaya fırlatıldıktan 72 saniye
sonra infilak edip paramparça oldu ve içindekiler de böylece hayatlarını kaybettiler.
Varlıklar
âlemini, eşya, hayvan, bitki ve cansızları kendi hâkimiyetleri altına almak
isteyenler, onları kendi emellerine alet ederek tahakküm etmek istediler. Hâlbuki eşya
ve diğer varlıklar, yaratanına karşı bugünün insanından daha çok sadıktı, onlar
kendi yollarını çizen fıtrat kanunlarından ayrılmamaya çalıştılar. Yani diğer
varlıklar insana kendilerini sömürtmediler ve sömürtmüyorlar. Yoksa işte böyle
varlık düzlemlerinde kirlenmeler ve paslanmalar meydana geliyor. Tabiattaki her varlık
Allah'ın vurduğu mührü taşıyor. Dışarıdan gelen her şey yabancı olup zarar
veriyor. Bir yaralama, zorlama ve neticede bozma oluyor. Onun için insanlık bugün bozuk
bir düzenle karşı karşıyadır. Tabiat müdahale istemiyor, ama tabiata müdahale
ediliyor. Hâlbuki insan kanunları ile tabiatın kanunları ayrı ayrıdır. İnsan,
hayvan, bitki ve cansız varlıklar, herkes ve her şey, hep kendi yollarında kendi
hayatlarına devam edeceklerdi. Yol insanı hedefe ulaştırır, yol insana hareket ve
canlılık kazandırır. Fıtrat yolunu tutup orada yol alanlar var olurlar. Bu yolu
kaybedenler ise yok olurlar. Akif'in tercümesi ile Cenab-ı Hak, şöyle buyuruyor:
"İşte sana, onların kendi yolsuzlukları yüzünden ıpıssız kalan yurtları…"
Nemil 27/ 52). Allah'ın
kendileri için koymuş olduğu kural ve kanunlara tam anlamıyla boyun eğip uyan yani en
çok itaat eden cansız varlıklardır. Şu halde cansızlarda tam bir itaat vardır.
Ondan sonra bitkiler, ondan sonra da hayvanlar gelir. İnsanlar ise varlıklar içinde
yoldan en çok çıkanlardır. Nasıl derli toplu düzenli, kanun ve kurallara uyan, örf
ve adetlere bağlı bir kimse ile uyumsuz, büyük küçük tanımaz, kural ve kanun
bilmez birisi beraber olup arkadaşlık yapmazsa ve birlikte yaşayamazsa aynı şey
insanlar için de söz konusudur. Kurallara uymayan insan, kurallara uyan varlıklarla
birlikte yaşayamaz. Kural ile kuralsızlık, kanun ile kanunsuzluk, düzen ile
düzensizlik bir arada bulunamazlar. Mehmet Akif merhum hayvanların fıtrat ve
yaratılış kanunlarına bağlı olduklarını, insanların ise özgür olduklarını;
hayvanların yaratılış kanun ve kurallarının çizdiği yoldan çıkmadığını,
insanların ise böyle bir kayıt ve şartların, nizam ve düzenin varlığından bile
habersiz olduğu dile getirmek için şöyle diyor:
"Hayat
artık behimidir… Hayır, ondan da alçaktır; Ya
hayvan bağlıdır fıtratla, insan hürr-i mutlaktır. Behaim
çıkmaz amma hilkatin sabit hududundan, Beşer
hala habersiz böyle bir kaydın vücudundan! (Safahat, Hatıralar, s..267) Bu
sebeple insanoğlunun görevi kendi özgür iradesiyle kabul ettiği bu doğal-ilahi düzenin
içinde yine kendi özgür iradesiyle faaliyette bulunmaktır. İman edip inanmak
suretiyle bu nizama girmiş olan insan müslüman adını alarak nizamın ve düzenin
gerekleri ne ise onlara uygun işler yapar ve üretimlerde bulunurlar. Müslüman kâinat
düzenini, insan-hayvan-bitki ve cansız olmak üzere, dört parçalı bir makinenin çalışmasına
benzeterek, birlikte olmanın ve hep beraber ve birbirine bağımlı olarak faaliyet göstermenin
önemini anlarlar. Onun için dışarıda var olan ve Allah tarafından konulmuş bulunan
bu varlık düzenine uymak, her insan için ve her toplum için çalışma ve
yaşamalarını, diyanet, siyaset, cemiyet ve aile kanun ve kurallarını bu varlık düzenine
uydurmak zorundadırlar. Burada sadece bir örnek olmak üzere evlenme ve aile kurmada
kural dışı ilişkiden bahsedebiliriz. İnsanların kendi özgür iradeleriyle hayvanların
ise sevki tabii ile yaptıkları bu işte ortak bir nokta ortaya çıkmaktadır.
Bilindiği gibi kural dışı ve sözleşme dışı ilişki insanlarda yasaktır. Aynı
şekilde bu, üreme zamanında yuva yapan hayvanlarda da söz konusudur. Mesela kırlangıçlar,
kumrular, leylekler ve benzer kuşlar ve hayvanlar aile hayatı yaşarlar. Yani bunlar
zina etmezler. Bütün
canlı varlıklar, insan, hayvan ve bitkiler, belli bir süre hayatta kaldıkları için
bu zaman zarfında hem kendilerini ve hem de türlerini ayakta tutmak için bir takım
faaliyette bulunurlar. Onlar kendilerinin hayatlarını devam ettirebilmek için yiyip
içmek zorunda kendi türlerinin devamını sağlamak için de evlenmek, çiftleşmek ve
tozlaşmak zorundadırlar. Diğer taraftan insanlar için hemcinsleriyle birlikte yaşamanın
kaçınılmaz sonucu olarak karşılıklı saygı, hak ve hukuka riayet, karşılıklı
alışveriş ve her türlü münasebet belli bir düzen içinde cereyan etmesi
gerekmektedir. İlimde
olsun, ekonomide olsun, yönetimde olsun veya hangi alanda olursa olsun, varlık düzenine
uyan birey ve toplumların o alanda başarılı oldukları görülür. Böyle olan
ekonomik kurum ve kuruluşlar alanlarını genişlettikleri gibi, toplumsal ve siyasal
kurum ve kuruluşlar da sınırlarını genişlettikleri gibi daha uzun ömürlü de olmuşlardır.
Tarihte böyle toplumları doğuda ve batıda görmekteyiz. Burada Roma imparatorluğu ile
Osmanlı imparatorluğunu buna bir örnek olarak verebiliriz. O sebeple bunların bir
ömür boyu huzur ve rahat oldukları, uzun bir süre ayakta kalabildiklerini
söyleyebiliriz. İşte tabiatla barışık olup ona uygun hareket eden ve doğal-ilahi
kanun ve kuralları uygulayan toplum ve devletlerin yerküresinde söz sahibi olacağı
Kuran-ı Kerimde Allah’ın bir vaadi olarak çok açık bir şekilde ifade edilmektedir: “Allah, sizden
iman edip salih amel işleyenlere; kendilerinden öncekileri hâkim kıldığı gibi,
onları da yeryüzüne hâkim kılacağını, onlar için seçip beğendiği dinlerini
kendilerine sağlamlaştıracağını ve korkularının ardından kendilerini güvene
erdireceğini vaat etmiştir. Çünkü onlar bana kulak derler ve bana hiçbir şeyi ortak
koşmazlar. Artık kim bundan sonra nankörlük ederse, işte onlar kural dışına çıkanların
ta kendileridir.” (Nur 24/ 55).
Ayette Allah tarafından yeryüzü hâkimiyeti vaat edilirken iki şeyin varlığı şart
koşulmaktadır. İman ve amel-i salih, Allah’ın varlık düzenini kabul edenler ve
uygun hareket ve davranışlarda bulunanlar yerküresi üzerinde söz sahibi olurlar.
*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |