. |
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu* Aslında memur Arapça bir kelime
olup emir almış ve kendisine emir verilmiş bir kimse demektir. Yani bir kimsenin bir
iş ile görevlendirilmiş olmasına denir. Fakat kelimelerin anlamları zaman ve zemine,
mekân ve medeniyete göre değişir. O sebeple bugün memur demek, bir işle görevlendirilmiş
kimse veya kendisine bir iş havale edilip bunu yapması istenen bir şahıs anlamına
gelmiyor. İnsanlık bugün Rönesans medeniyeti sayesinde emekçilik ya da işçilik dönemini yaşadığı için çoğunlukla
işçi ve memur sınıflarına ayrılmış ve bu arada da biraz serbest meslek ve esnaf
grupları vardır. Artık memur şu veya bu değil, devlet hizmetinde çalışıp aylık
alan kimsedir. İşçi de başkasının işinde ücretle çalışan kimseye denir. Bu
demektir ki, insanların ezici çoğunluğu başkalarının işinde çalışmaktadırlar.
Bize göre bu düzen yanlıştır ve bozuktur; doğrusu ise bir toplumun yüzde 80 veya
yüzde 90’ı kendi işinde çalışmalıdır. Düzen mi diyeceksiniz yoksa nizam mı,
rejim veya sistem mi ne derseniz deyin, bir insan toplumunda bireyler çoğunlukla kendi
işlerinde çalışmalıdırlar. Eğer niçin derseniz, hiçbir kimse başkasının işini
kendi işi gibi tutmaz da ondan. Bu da milli gelir açısından büyük bir kayıp
demektir. Eğer bir toplumun bireyleri yüzde 80 peşin alış veriş yerine % 80 veresiye
alış veriş yapıyorlarsa, % 80 kişi kendi işinde değil başkalarının inde çalışıyorsa
ve % 20 asıl üretimde çalışıyor, % 80 ise hizmet adı altında çalışıyorsa işte
o düzen bozuk, o düzen zararlı ve o düzen eşyanın tabiatına aykırıdır. İşte
bugün dünyada böyle bir durum vardır. Bugün kamu görevi, ya seçilmiş
veya atanmış kimseler tarafında yerine getirilmektedir. Biz bu görevlerin ve bu iş bölümünün
eşyanın tabiatına pek uygun geldiği görüşünde de değiliz. Bir yerleşim biriminin
başkanı seçilir. Artık o, o yörenin herkesi ilgilendiren bütün işlerinden
sorumludur ve o, işleri danışma ile yürütür. Yapılacak bi işi de bir kişiye
havale eder. Görev almış olan bu kişi o iş hakkında her türlü yetkiye sahip olup
görgüsü bilgisi ve becerisi sayesinde üzerine aldığı bu işi yapıp teslim eder ve
böylece görevi sona ermiş olur. Halkımızın “sallabaşı al maaşı” diye alaylı
bir şekilde kapalı olarak eleştirdiği bugünkü memurluk anlayışının yanlış
olduğu bir gerçektir. Bizim her zaman söylediğimiz şey şudur: Bir kimse yaptığı
işin kar ve zararına, getirisine ve götürüsüne, medih ve zemmine, günah ve sevabına
ortak olmalıdır. Hâlbuki bugünün memurluk anlayışı böyle değildir. Güzel, iyi
ve rantabl çalışan bir memur ile öyle olmayan memur arasında hiçbir fark yoktur.
Sanki insanlar yani memurlar birer robot, bütün işler de öyle aynı şekilde standart
böylece bu görevliler de fotokopi usulü ile çalışıyorlar. Evet, işte bu çok yanlış,
eşyanın tabiatına aykırı, şahsi özellik ve güzellikleri, kabiliyet ve yetenekleri
sıfırlayan hayvanlara mahsus bir sistemdir. Hayvanlar ve bitkiler âlemi programlanmış
bir hayatın aktörleri olabilirler; fakat insan asla böyle olmamalıdır. İnsan, her gün,
her gün ama her gün ilerleyen, gelişen yükselen ve yücelen bir sisteme sahip olmalıdır.
İnsan ve toplum her gün tekâmül etmelidir. İşte bunun için Hz. Peygamber: "iki
günü eşit olan aldanmıştır" buyurmuşlardır (Deylemî,
Firdevs, III, 611). Sistem öyle kurulmalıdır ki, her
işte ve her çalışmada yarışma olmalıdır. Yarışma imkânı olmayan ve yarışın
cereyan etmediği alanlar olsa bile çalışanlar oralarda kendileri ile
yarışmalıdırlar. Onlar, ben bu gün dünden daha çok kazanacağım, bugün dünden
daha güzel iş yapacağım, hem kendime ve hem de toplumuma şimdi daha faydalı oluyorum
ve olacağım diyebilmelidirler. Ama zamanını satan ve zamanını sattığı için
ücret ve maaş alan memurlar dünyasında bunu yapmak mümkün değildir. Çünkü sistem
ona göre kurulmuş, iş ve üretim yok ama orada oturup ve orada bulunduğu için, daha
doğrusu zamanını orada geçirdiği için ücret ve maaş alma anlayışı yani
kelimenin tam anlamıyla memurluk zihniyeti var. Bizden size söylemesi bu yol çıkmaz
sokaktır, bu düzen bozuktur. Gelin yarış, müsabaka ve çalışıp kazanma düzenini,
çalışan kazansın, çalışmayan kazanmasın düzenini kuralım. Bu zaman satma sisteminin ve
memurluk zihniyetinin getirdiği formun insan fıtratına ters düşen başka bir zararlı
tarafı daha vardır. Eğer bir memur bir işte çalışırken artan zamanını özel bir
kurumda veya başka bir işte değerlendirmek isterse kendiliğinden bunu yapamaz. Bir köle
gibi efendisinden izin almak zorundadır. Mesela üniversitede çalışan bir profesör
bile herhangi bir fakültede ders verme durumunda kalsa bağlı olduğu yönetimden izin
almak zorundadırlar. Eskiden köleler de öyle yaparlardı. Mesela bir köle ancak
sahibine çalışır, o, sahibinin dışında hiçbir kimseye çalışamaz. Faraza köle
ticaret yapmaya falan kalksa bunu yapamaz. Onun ticaret yapabilmesi için efendisinden
yani sahibinden izin alması gerekir. Bana öyle geliyor ki, tiyatro aynen devam ediyor.
Sadece isimler, sahne ve oyuncular değişmiştir, o kadar. Evet,
bize göre bugünkü işçilik ve memurluk anlayışı ve uygulaması modern kölelikten
başka bir şey değildir. Onun için işçi ve memurların
yapacakları işleri belli olmalı ve her kes kendi işi ile meşgul olup o işi yapmaya
çalışmalıdır. İş bittikten sonra da artan zamanda her zaman ve her yere gidebilmeli
ve başka yerde ve işte çalışabilmelidir. Güzel çalışmayan ve güzel iş
üretemeyen kimselerin de işine her zaman son verilebilmelidir. Bu gün o kadar yanlış
kural ve kanunlar, uygulama ve tatbikat var ki, bir memur suç işlemiş, kişi haklarına
saldırmış bu suçlu efendisi izin vermedikçe yargılanamıyor. Allah aşkına bana
izin verirseniz ben buna köle koruması gibi bir isim takmak istiyorum. Böyle bir şey
olabilir mi? Bunun arka planında birey ve toplum adına yatan düşünce nedir. Bugün memurlardan güya vergi alınıyor,
öylemi? Peki, memurlardan alınan bu vergiler nereye gidiyor, hangi kalemde ve nerede
toplanıyor? Yoksa onlardan aslında vergi alınmıyor da vergi alınıyormuş gibi mi gösteriliyor
veya memurlar vergi veriyormuş gibi mi sunuluyor ve öyle tanıtılıyor. Tam bir vergi
felsefesinin olmadığı ve verginin ne olduğu bilinmeyen toplumlarda zaten bundan başka
bir şey yapılamaz. Tam zamanı gelmişken burada bizim vergiler hakkında klişeleşmiş
cümlemizi bir daha tekrar edelim. Bu vergilerin bir tanesi bile dışarıda kalmamak
üzere hepsi yani tüm vergiler, sadece bu ülkedeki değil, dünyadaki tüm vergiler ne
adaletli, ne doğru, ne bilimsel, ne akli, ne mantıksal, insani ve ne de insafidir. Bir
defa herkesten vergi alma anlayışı yanlıştır. Vergi, ancak vergi verebilecek
kimselerden alınır. Kan veremeyecek kimselerden kan almaya kalkmak ne kadar zararlı ve
tıbben mümkün değilse, fakirlerden de vergi almak da o kadar yanlış ve o kadar
zararlıdır. Öyleyse fakirden vergi alınmamalıdır. Çünkü vergi alınmayacak yerden
ve kimseden vergi almak zulümdür. Zulüm ise vatandaşlık kardeşliğini öldürür,
devlete olan sevgi ve saygıyı ortadan kaldırır. Eğer böyle yaparsanız vücutta
kötü huylu hücreler meydana gelmeye başlar. Bunlar çoğala çoğala vücudu
çökerttikleri gibi toplum da her gün yıkılışa ve çöküşe gider. Evet, burada bir
başka cümlemizi de tekrar edelim, bir ülkede zengin vatandaşlar vergi verir ve
fakirler vermez. Bugün dünyada da zengin ülkeler fakir ülkelere dünya hepimizin olduğu
için, üretim fazlası yardım yapmalıdırlar. Şu halde memurlardan vergi
alınmamalı ve zaten alınmadığı da böylece hem söylenmeli ve hem de herkese
bildirilmelidir. Dünya hayatının bir oyun ve eğlence olduğunu bildiren ayetler
vardır. Bu Rönesans medeniyetini birey-toplum, fert ve devlet anlayışı ve
uygulamaları da bize bir oyun ve eğlence, mizansen, dolap ve kandırma, aldatma ve
aldatmacadan ibarettir. Eğer bunlarla olmazsa, korkutma da vardır ha! Eli beli
tabancalılar vardır, tüfek ve dipçik vardır ha! Onun için siz siz olun sakın öyle
aşırı falan gitmeyin. Yerinizde uslu uslu oturun; yoksa huzurunuz kaçar veya trafik
kazası bir musibet olarak başınıza gelir. Bu ülkede çok trafik kazası oldu ve
oluyor. Ben, 40 yıldır birey-toplum, fert
ve devlet zerine çalışıyorum. Ekonomi politik, sosyoloji ve aile üzerine çalışıp
çözüm üretmeye çalışıyorum. Onun için yönetimdeki açık ve boşlukları,
sistemdeki eksik ve aksaklıkları sanki görüyor gibiyim. Mesela benim düşündüğüm
toplumda birey ile toplum fert ile devlet arasında en önemli olan şey vergi ile
hizmettir. Devlet, bir taraftan zengin vatandaşlardan vergi alırken, diğer taraftan da
tüm vatandaşlara hizmet götürür. Ama bu vergi vergi olmadığı gibi, bu hizmet de
hizmet değildir. Burada dün arkadaşlarla birlikte gittiğimiz Gaziemir’de yüksek bir
binanın üzerinde reklâm için yazılmış bir sözü nakletmeliyim. Orada aynen şöyle
diyordu. “Vergisi verilmiş olan mal ve değer kutsaldır.” Sanırım ben laikim deyip
duran bir devlet, kutsala dayanmaz. Solcuların yerine ben olsam bu yazı için Anayasa
Mahkemesine başvurur ve bu yazıyı iptal ettiririm. İnsan biyolojisi ve bünyesi, insan sosyolojisine
benzer. Normalde öyle olmalıdır; fakat bu gün uzaktan ve yakından alakası yoktur.
İnsan bedeninde yani biyolojisinde hücreler dokuları, dokular organları, organlar da
organizmayı meydana getirir ve organizmada bu kademeler arasında tam bir ahenk ve
uyuşma vardır. Sosyal hayatta ise böyle bir yapılanma ve hizmet anlayışı
olmadığı için uyum ve ahenk de yoktur. Habis ruhlu anarşist hücreler organizmada
isyan çıkartmaktadırlar. Yani bozuk düzen kendi düşmanını bizzat kendisi
üretmektedir. Yoksa insan kendisinin düşmanı olur mu? Evet, bu yapı yeniden
yapılanmalıdır ve bu memurluk anlayışı ve uygulaması da yanlış olduğu için
yeniden kurulmalıdır. Memurların vergi vermesi de hayalidir. Hayal seraptır, seraplar
insanları meçhullerin arkasında boşu boşuna koşturur. Sosyoloji ile ekonomi
arasında da bir ahenk ve uyum olmalıdır. Bu cümleden olmak üzere memur vergi vermez;
zaten verdiği de yoktur. Bu durum herkes tarafından böyle biline. Bizim bu Enfal
sitemizde benim 15 yıl önce yazdığım “İslam ve Çağdaş Vergi Anlayışının
Eleştirisi” adlı 500 sayfaya yakın bir kitabım sizlere sunulmuştur. Yukarıda
vergiler hakkında söylediğim açık ve net ifadeler bu araştırmaya dayanmaktadır.
Şu adrese bakarsanız bu kitaba ulaşırsınız. (http:www.enfal.de/vergi.pdf) *DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |