. |
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu* İnsanlık
alemi Hz. Adem ile başlayan ve Hz. Muhammed ile son bulan bir peygamberler
zincirine sahiptir. Rabbimiz Allah Teala hazretlerine sonsuz hamd ve senalar olsun
ki, biz aciz ve muhtaç kullarına yol göstermek, tevhidi ve varlık alemindeki birliği
anlatmak, insan merkezli bir dünya değil, Allah merkezli bir dünya ve Allah merkezli
bir kainatın bulunduğunu bize tanıtmak, varlığın esrarını ve hayatı
anlatmak, haram ve helali bildirmek, insanca yaşamayı göstermek üzere
peygamberler göndermiştir. Kendilerini ümmetlerine adamış, onlarla adeta bütünleşmiş ve
böylece görevlerini eksiksiz bir şekilde yerine getirmiş olan bu Allah elçileri,
vefakar ve cefakar çilekeşleri, özel vazifelileri sevgi ve saygıyla selamlarken
salat-ü selamlarımızı gönderiyor ve onlara bağlılıklarımızı arzediyoruz. Hz.
Peygamber, genel kabul gören kanaate göre Fil Vakası'ndan elli veya elli beş gün
sonra 571 yılı Rebi'ül Evvel ayının 12 sinde Pazartesi günü Mekke'de dünyaya
geldi. İlk dönemlerde Hz. Peygamber'in bu doğum gününü kutlama geleneği yoktu.
Mısır'da Şii Fatımi devleti, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber'in doğum
yıl dönümü, Muiz-Lidinillah döneminden itibaren (M.972-975) resmen kutlanmaya başlamıştır.
Buna göre bu kutlu doğumu kutlama adeti, Hz. Peygamberin doğumundan 400 sene sonra
ortaya çıkmış bulunmaktadır. Osmanlılarlada ise mevlid kutlamalarına resmen III.
Murat zamanında 1588 yılında başlanmıştır. Sözlükte
"doğum yeri ve zamanı" anlamına gelen mevlid kelimesi, İslam edebiyatı ve
sanatında Hz. Peygamberin doğum yıl dönümünde yapılan törenlere verilen isim; bu
törenlerde okunmak üzere yazılmış eserlerin ortak adıdır. Arap edebiyatında
mevlid, Hz. Peygamber için yazılan medih türündeki şiirleri ifade ettiği gibi, onun
doğumu, hayatı, isimleri, hasais ve şemaili, faziletleri, mucizeleri ve gazveleri gibi,
konularını kapsayan siret türü eserler için de kullanılmaktadır. Türk edebiyatında
da mevlid geleneği, müstesna bir yere sahip olup bu husustaki çalışmaların çokluğu
ve seviyesi türk halkının Hz. Peygambere olan sevgisinin bir göstergesidir. Bu çalışmalar
arasında en çok beğenilen takriben 1351-1422 tarihleri arasında yaşamış olan Süleyman
Çelebi'nin 1409 yılında kaleme aldığı Vesilet-ün Necat adlı eseridir. Allah'ı
sevmek, onun peygamberlerini sevmek ve özel olarak da kendi peygamberimiz Hz. Muhammed'i
sevmek bizim hem dini ve hem de insani bir görevimiz ve borcumuzdur. Bir ayet-i kerimede
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tabi olunuz ki, Allah da sizi
sevsin." (A. Imran 3/ 31) buyrulmuştur. Şu halde biz, eğer Hz. Muhammed'e tabi
isek Allah bizi seviyor ve biz de Allah'ı seviyoruz demektir. Hz. Peygamberi sevmek
demek, sadece onu anmak ve onun doğum gününü kutlamak demek değil, bilakis onu sevmek
demek, onu anlamak, ona tabi olmak ve asıl onun yolundan gitmek demektir. Doğuda
batıda onu araştıranlar, onu tanımaya ve anlamaya çalışanlar sonunda Hz. Muhammed
hayranı olup çıkıyorlar. Onların söyledikleri sözleri bunun açık delilidir. Biz
burada binlerce örnekten sadece bir iki misal vereceğiz. Mesela George Bernard Shaw şöyle
diyor: "İnsanlığın sorunlarının üst üste yığılarak
nerdeyse çözülmez hal aldığı günümüzde Hz. Muhammed'e her zamankinden daha fazla
muhtacız. Eğer O aramızda olsaydı bütün bunları oturup bir fincan kahve içme
rahatlığı ile çözerdi" Fransız sosyolog ve amatör fizikçi Dr. Gustave Le Bon
şöyle diyor: "İslamiyet'ten daha eski dinler, insanların ruhları üzerindeki
hakimiyetlerini günden güne kaybetmekte oldukları halde, Hz. Muhammed'in dini bütün
kudret ve hakimiyetini muhafaza etmektedir." Modern
Almanya devletinin kurucusu olan Prens Otto Von Bismarck da peygamberimiz hakkında şöyle
demiştir: "Muhtelif devirlerde beşeriyeti idare etmek için Allah tarafından gönderildiği
iddia olunan bütün münzel ve semâvi kitapları tam ve etrafiyle tetkik ettimse de, hiç
birisinde bir hikmet ve isabet göremedim. Bu kanunlar, değil bir cemiyetin, bir ev
halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin müslümanların
Kur'an-ı, bu kayıttan azadedir. Ben Kur'an'ı her cihetten tetkik ettim. Her kelimesinde
büyük hikmetler gördüm. Müslümanların düşmanları bu kitabın, Muhammed'in kendi
eseri olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel ve hatta en mütekâmil bir dimağda böyle
harikanın zuhurunu iddia etmek hakikatlere göz kapıyarak kin ve gareze âlet olmak
manasını ifade eder ki, bu da ilim ve hikmetle kaabil-i telif değildir." Hz
Peygamber'i başkaları ile mukayese ederek gerçekler karşısında etkilenip duygu ve düşüncelerini
eserlerine aksettirenler de vardır. Bunlar arasınaa anmaya değer olan kişi, çağımızın
araştırmacı ilim adamlarından amerikalı yazar Prof. Dr. Michael Hart'tır. O, tarihin
5 bin yılını araştırmış ve insanlığa en çok hizmet eden kimseleri arayıp bulup
bunlar arasından 100 kişi seçerek ve bu yüz kişiyi kendi aralarında da sıraya
koyarak, bir değerlendirme tasnifi yapmıştır. Bu zat, aralarında peygamberler,
siyasiler, sanatcılar, mucidler, ilim ve din adamlarının da bulunduğu 100 kişi
arasından insanlık alemine en etkin ve en çok hizmet eden kişinin Hz. Muhammed
olduğuna karar verip onu 1. sıraya yerleştirmiş bulunmaktadır. Bu eser dilimize
"En Etkin 100" adıyla çevrilmiş bulunmaktadır. Bu değerli yazar değerli
eserinde eşşiz insan ve evrensel peygamber Hz. Muhammed hakkında şöyle diyor: "Dünyanın
en etkili insanlar listesinin başına Hz. Muhammed'i koymam bazı okurları
şaşırtabilir, bazılarını da kuşkuya düşürebilir, ancak Hz. Muhammed tarihte,
hemdini hem de laik düzeyde üstün başarılı olan tek insandı... Mütevazi
bir aileden gelen Hz. Muhammed dünyanın en büyük dinlerinden birini kurmuş, yaymış
ve çok etkili bir politik lider olmuştur. Bugün, ölümünden on üç yüzyıl sonra,
etkisi hala güçlü ve yaygındır. Şu halde,
Hz. Muhammed'in insanlık tarihindeki genel etkisi nasıl değerlendirilebilir? Tüm
dinler gibi İslam'ın da taraftarlarının yaşamları üzerinde çok büyük bir etkisi
vardır. İşte bu nedenledir ki, dünyanın büyük dinlerinin kurucuları bu kitapta yer
almaktadır. Dünyada müslümanların yaklaşık iki katı hıristiyan olmasına karşın
Hz. Muhammed'in Hz. İsa'dan daha üst sırada yer almış olması garip gelebilir. Bu
kararın verilmesinde başlıca iki neden vardır. Birincisi, Hz. Muhammed İslamiyetin
gelişmesinde, Hz. İsa'nın hıristiyanlığın gelimesinde oynadığından daha önemli
bir rol oynamıştır. Hz. İsa hıristiyanlığın (yahudilikten farklı olan) başlıca
etik ve ahlaki hükümlerinden sorumluysa da, hırıistiyan teolojisini asıl geliştiren
kişi, Hıristiyanlığın en önemli savunucusu ve Yeni Ahit kitabının büyük bir
bölümünün yazarı Aziz Paulus olmuştur. Hz. Muhammed
ise hem İslam İlahiyatından, hem de onun başlıca etik ve ahlaki hükümlerinden
sorumluydu. Ayrıca yeni inancın yayılmasında ve İslam dini uygulamalarının
yerleşmesinde kilit rol oynamıştır...Bu vahiyler Hz. Muhammed'in yaşamı sırasında
özüne sadık olarak kopya edilmiş ve ölümünden kısa bir zaman sonra da bir araya
getirilerek kesin biçimini almıştır. Bu nedenle Kuran, Hz. Muhammed'in fikir ve öğretilerini
ve önemli ölçüde de hadislerini temsil etmektedir. Hz. İsa'nın öğretilerinin böyle
ayrıntılı bir derlemesi günümüze kadar gelmiş değildir. Kuran müslümanlar için
en az İncil'in Hıristiyanlar için olduğu kadar önemli olduğundan Hz. Muhammed'in
Kuran aracılığıyla etkisi de çok büyük olmuştur. Hz. Muhammed'in İslamiyet
üzerindeki etkisi, Hz. İsa ile Aziz Paulus'un Hıristyanlık üzerindeki toplam
etkisinden daha fazla olmuştur. Tamamen dini bakımdan ele alındığında Hz.
Muhammed'in insanlık tarihinde Hz. İsa kadar etkili olduğu söylenebilir. Ayrıca Hz.
İsa'nın aksine Hz. Muhammed, dini olduğu kadar laik bir liderdi. Aslında arap
fetihlerinin ardındaki itici güç olarak tüm zamanların en etkili politik lideri
derecesine ulaştığı söylenebilir... İslam'ın Kuran merkezci bir din olması ve
Kuran'ın arapça yazılması arap dilinin farklı, anlaşılmaz lehçelere bölünmesini
önlemiştir ki, aksi takdirde aradan geçen 13 yüzyıl içinde bu olabilirdi... Böylece 7.
yüzyıl Arap fetihlerinin insanlık tarihinde, ta günümüze kadar önemli bir rol oynadığını
görüyoruz. İşte dini ve laik etkinliğin bu eşi görülmemiş birleşimi nedeniyle
bence Hz. Muhammed insnalık tarihinin en etkin tek kişisi olmaya hak kazanmıştır.(s.
1-7) Ben böyle
bir kitabın bulunduğunu duyduğum zaman hemen gidip aldım. Esere baktıktan sonra tabi
son derece mutlu oldum ve etkilendim. Hz. Muhammed'in kendisini etkilediği Michael Hart
da bu samimi ve ilim adamına yakışan gerçekçiliği ile beni etkilemişti. Onu buraya
İzmir'e davet edip bir konferans verdirip kendilerine bir ödül verme konusunda bazı küçük
teşebbüslerde bulundum ise de muvaffak olamadım. Ancak eserin yayınlanmasından on
yıl sonra Kahire'ye çağrılıp kendisine bir ödül töreni tertip edilerek bir
takdimde bulunmasından da son derece mutlu ve memnun oldum.
Tarihteki Yüz Büyük İnsan" adlı kitabıyla bütün dünyada yankılar
uyandıran Amerikalı bu bilim adamı Prof. Michael Hart'a kitabın ilk yayınlandığı
tarihten on yıl sonra, Kahire'de çağırıldığı bir ödül töreninde, El-Ahram
Gazetesi muhabirlerince sorulan; "kitabınızın yayınlanmasının üzerinden 10 yıl
geçti neredeyse. '100 ünlü Adam' adlı kitabınızda birinci yeri Hz. Muhammed'e
(s.a.v.) ayırmıştınız, hâlâ bu görüşünüzde ısrarlı mısınız?"
şeklindeki soruya şu cevabı vermişti: 1989
yılına kadar ülkemizde Hz. Peygamber'in doğumu, Kameri Takvime göre Rebi'ül Evvel ayının
12. gecesinde camilerde mevlit, Cuma günü de hutbe okunarak ve vaazlarda halkımıza
anlatılarak Mevlid Kandili adı altında kutlanmıştır. Ancak ilk defa Diyanet İşleri
Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1989 yılında Kameri Takvim, 1994
yılından itibaren de, Peygamberimizin Miladi doğum günü olan 20 Nisan tarihi esas alınarak
Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri yapılmaya başlanmıştır. Bu çerçevede bütün il
ve ilçelerde değişik konularda panel ve konferanslar düzenlenmiş, 1994 yılından
itibaren de hafta içerisinde sempozyum düzenlenmeye başlamıştır. Bu
kutlamaların Hz. Peygamber'i tanıma ve anlama bakımından çok büyük bir önemi vardır.
Belki bu faaliyetler, Allah'ın izniyle hidayete ermemize ve onun yolunu izleyip onun
arkasından gitmemize bir vesile olur. Fakat bazı müslümanların bu konuda da aşırı
giderek Hz. Peygamber'i diğer peygamberlerden üstün tutmak gibi bir yola girdikleri de
gözden kaçmamaktadır. Halbuki Kuranda müminlerin "Biz onun peygamberlerinden hiç
birinin arasını ayırmayız. Ey Rabbimiz, işittik ve itaat ettik, afvını isteriz ve dönüş
ancak sanadır, dedikleri, zikredilmektedir. (Bakara 2/ 285). Peygamberlik
çalışıp kazanmakla elde edilen, ibadet edip yalvarmakla, isteyip dilenmekle edinilen
bir şey değildir; bu bir görevdir ve ancak Allah tarafından verilir. Onun için
görevin iyisi kötüsü olmadığı gibi, görevlilerin de iyisi kötüsü, kalitelisi ve
düşüğü olmaz. Ancak alan değişikliği ve görev farkı olabilir. Muhtarlık, müdürlük,
kaymakamlık ve valilik bunların hepsi görev olma bakımından aynıdır. Konuyla ilgili
ayetleri bu anlamda anlamak bizce daha doğrudur. Mesela diğerleri yöresel peygamber
olurken, Hz. Muhammed küresel bir peygamberdir. Bütün peygamberler sadece kendi vatandaşlarına
hitap ederken Hz. Peygamber ise tüm insanlığa hitap etmiştir. Onlar da kendi zaman ve
zeminlerine göre bir görev yapmıştır; Hz. Peygamber de kendi çağına ve dünya
şartlarına göre bir görev yapmıştır. Ayette geçen "min" harfinin
beyaniye olmasına göre bütün peygamberler ulü'l-azim sıfatına sahiptirler.
Tebiziye olmasına göre ise bazı peygamberler müstekıl şeriat getirdikleri için
bunun kurulup yerleşmesinde ortaya çıkan her türlü zorluk ve sıkıntılara sabredip
göğüs germişledir. İlgili ayetlerde "Öyleyse Ey Muhammed! Azim sahibi
peygamberlerin sabrettiği gibi sen de sabret.(Ahkaf 46/ 35). Hani biz peygamberlerden söz
almıştık. Senden, Nuh'tan, İbrahim'den, Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan da söz almıştık."
(Ahzab 33/ 7) buyrulmaktadır. Kuran'da
doğrudan Hz. Peygamber ile ilgili, onu öven ve tasvip eden ayetler de vardır.
"Muhammed Allah'ın elçisidir." (Fetih 48/ 29), "Hiç şüphesiz sen
büyük bir ahlak üzeresin" (Kalem 68/ 4), "Gerçekten sen elçilerdensin ve
dosdoğru bir yol üzerindesin" (Yasin 36/ 3-4), "Ey inananlar! And olsun ki,
sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlara ve Allah'ı çok anan
kimselere Rasûlullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir."(Ahzâb,
33/21), "(Ey Resulüm!) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik"(Enbiya
21/ 107) "Allah'a itaat edin; Peygamber'e itaat edin; Eğer bundan yüz
çevirirseniz bilinki Peygamberimiz'e düşen apaçık bir tebliğdir."( Teğabun 64/
12). Bundan
başka Hz. Muhammed ile diğer peygamberler arasındaki en önemli farkın az önce yukarıda
da işaret ettiğimiz gibi, öncekilerin yöresel ve bölgesel olduklarını, Hz.
Muhammed'in ise evrensel ve küresel olduğunu söylemeliyim. Zaten Hz. Muhammed'in
peygamber olarak bizce en önemli özelliği onun son peygamber ve tüm insanlara hitap
eden evrensel bir peygamber olduğudur. Çünkü Hz. Muhammed peygamberler zincirinin son
halkasıdır. Ayette "Muhammed... Allah'ın resulü ve peygamberlerin
sonuncusudur.", buyrulmaktadır.(Ahzab 33/ 40). Her
peygamber kendi kavmine ve kendi milletine gönderilmiştir. "Andolsun ki, biz Nuh'u
kavmine peygamber olarak gönderdik." (Hud 11/ 25), "O, ey kavmim (ey milletim)
dedi." (Hud 11/ 28), "Ad kavmine de Hud'u peygamber olarak gönderdik. O, ey
kavmim dedi, Allah'a ibadet edin..." (Hud 11/ 50), "Semud kavmine de kardeşleri
(vatandaşları) Salih'i peygamber olarak gönderdik. O, ey kavmim, (milletim ve vatandaşlarım,)
Allah'a ibadet edin, dedi." (Hud 11/ 61), "Medyene de kardeşleri Şüayb'i
peygamber olarak gönderdik; O, ey kavmim dedi, Allah'a ibadet edin." (Hud 11/ 84),
"Daha önce kötü işler yapan kavmi, koşarak Lut'a geldiler. O, ey kavmim
dedi." (Hud 11/ 78) "Biz Musa'yı "kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar
ve Allah'ın günleirni hatırlat" diye peygamber olarak ayetlerimiz ile gönderdik"
(İbrahim 14/ 5) "Hani Musa, kavmine "Allah'ın size olan nimetini
hatırlayın", demişti." (İbrahim 14/ 6), Hz.
Muhammed ise tüm insanlığa evrensel bir peygamber olarak gönderilmiştir. İlgili
ayetlerde şöyle buyrulmaktadır. "Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı
olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bilmez." (Sebe,34/28), "De
ki: Ey insanlar! Doğrusu ben, göklerin ve yerin hükümranı, O'ndan başka tanrı
bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın, hepiniz için gönderdiği peygamberiyim.
Allah'a ve okuyup yazması olmayan, haber getiren peygamberine -ki o da Allah'a ve sözlerine
inanmıştır- inanın; ona uyun ki doğru yolu bulasınız." (A'raf, 7/158),
"Doğrusu bu Kuran'da, kulluk eden kimselere bildiri vardır. Biz seni ancak
âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiya, 21/106-7). Burada
son olarak Hz. Muhammed ile diğer peygamberlerin bir başka özelliğinden daha bahsetmek
istiyoruz. Eğer tabir caiz ise bir tasnif yapmak istersek, Hz. Muhammed bir tarafta,
diğer peygamberlerin tümü ise öbür tarafta olduklarını görürüz. Çünkü önceki
peygamberler hep kendi zamanlarında toplumu kendileri idare etmişler, ya bir havari veya
vekil bir şakird onlara vekalet ederek toplumları yönetmişlerdir. Zaten önce dini bir
terim iken daha sonra ise felsefik hale getirilen "doğma" ifadesi de bunu dile
getirmektedir. Peygamberler melekler vasıtasıyla eğitilmiş öğretilmiş, kültür ve
düşünceye sahip kişiler olmakla birlikte onlar kendi yanlarında yetiştirdikleri
şakird ve havarilerini de bu konuda üstad ve peygamberlerine yardımcı oluyorlardı. Ya
da bir peygamber giderken başka bir peygamber gelmiş oluyordu. Yani Hz. Peygamber
öncesi toplumlarda diyebiliriz ki, hemen hemen hiçbir an peygambersiz geçmemiş ve
peygamberin bulunmadığı bir zaman olmamıştır. Fakat Hz. Peygamber'in zamanı, daha
doğrusu onun dar-ı bekaya irtihalinden sonraki zaman ise bunun tam tersinedir; hatta bugüne
kadar ve bizim inancımıza göre kıyamete kadar göklerin kapısı kapalı olup bir
peygamber gelmiyeceği için bu süreç baştan sona peygambersiz bir zaman olmaktadır.
İşte böylece kendisine bir vekil ve vasi bırakmamış olan Hz. Peygamber, kendi yerine
Kuran ve sünnetini bırakarak Rafik-i A'la'ya ulaşmıştır. Artık bundan sonra müslümanlar
hayatlarını ve tüm işlerini Kuran ve sünnete sorup danışarak yerine getirecekler,
onların gösterdiği yolda ictihadla ve şura ile dünya hayatını yaşayacaklardır.
Yani Hz. Peygamber ile, tabi olma devri bitmiş ve başkasının kararına uymadan, kendi
kenidini yönetme ve kendi görüşünü uygulama dönemi başlamıştır. İşte Hz. Peygamber bir taraftan herkesin kendi inandığı dinini, özgür bir şekilde yaşaması prensibini bir toplum olarak ilk defa uygulamış, yani dinleri serbest bırakmış, asla din düşmanlığı yapmamış, diğer taraftan da herkesi vatandaş sayarak devleti yönetmiş ve her vatandaşa hak, hukuk ve adalet götürmüştür. Hatta bu hususta daha açık bir ifade ile şöyle söyleyebiliz: Hz. Peygamber'in kurduğu devlette ve İslam bayrağının dalgalandığı yerde yahudi, hıristiyan, müslüman ve müşrikler-ateistler vatandaşlık nimetini birikte paylaşarak yaşamışlardır. İşte işin asıl bu tarafı Michael Hart'ı çarpıcı bir şekilde etkilemiş ve bu sebeple de o, hem din ve hem dünyayı birlikte götüren, herkesi dininde serbest bırakmakla birlikte, devlette İslam'ın dini yönünü değil, bilimsel ve kazai kurallarını uygulayan Hz. Muhammed'i tüm tarih boyunca insanlığa en etkin hizmet götürenlerin en başına, birinci sırasına koymayı ilmi bir görev saymıştır. Ben de şahsen müslüman bir ilim adamı olarak bu hıristiyan araştırmacıyı can-ı gönülden kutlarken teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Burada bir temenni ile yazıya son vermek istiyorum. Herkes için rahmet olan bu rahmet peygamberinin araştırılıp öğrenildiği ve böylece kendisine sevgi, saygı ve bağlılık meydana geldiği ve tabi olunduğu bir ortamda, gelecekte inşallah dünya ölçeğinde olduğunda ise saadet asrı-mutluluk çağı yeniden geri gelmiş olacaktır. Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, Hz. Peygamber'e tabi olun ki, Allah da sizi sevsin.
*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |