. |
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu* Çok Değerli Okurlarımız, Sizlerin giderek
artan sayınızla omuzlarımıza yüklediğiniz sorumluluğun ağırlığı altında
ezilmekte olduğumuzu lütfen biliniz. Böyle söylediğimiz için de bundan asla bir
şikâyeti dile getirdiğimizi falan sanmayınız. Bilakis sizlerin her gün bizi daha
çok, daha çok ziyaret etmenizden dolayı son derece şeref duyup yürekten memnun
olduğumuzu tahmin ettiğinizden hiçbir şüphemiz yoktur. Ancak bizim bütün derdimiz,
bu kadar karışık ve karmaşık Türkiye ve dünya şartları içinde, bilgi kirlenmesi
ve diz boyu bilgisizlik içinde, eğitim ve öğretimsizlik içinde ve tüm bu olumsuz
şartlar altında saf arı-duru İslam bilgisini ve hem şartlara ve hem de İslam’a
uygun düşen bir hükümler zincirini sizlere nasıl sunacağız sorusudur. İnanın
bütün bu dile getirmeye çalıştığımız, beynimize ve düşüncemize tamamen yat ve
yabancı şartlar ve tümden fıtratımıza ters düşen dışarıdaki olup bitenler
karşısında kendimizi uzaydan gelmiş biri gibi hissediyoruz. Ama buna rağmen bizde
kesinlikle ve hiçbir şekilde bir yeis ve ümitsizlik yoktur. İmkân ve şartlar ne
kadar ağır olursa olsun, fikir ve düşünce bakımından ne kadar fakr-u zaruret
içinde bulunursak bulunalım, ya Rab! Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet
verdi, (Sad 38/ 41) diye yakaran Hz. Eyyub Peygambere gelen “ ayağını diret ve
dayat” (38/ 42) cevabı karşısında özümüze güvenmek ve kendimize dayanmaktan
başka bir çaremiz yoktur. Öyleyse iş başa düştü deyip bismillah çekerek
İslam’ı öğrenme, yaşama ve yaşatma yollarına düşmemiz gerekiyor. Bu bakımdan mümin ve müslüman kimdir ve bunların
görevleri nelerdir, birlikte öğrenmeye başlayalım. Önce iman ve İslam, mümin ve
müslüman nedir ve kimdir tanımaya çalışalım. Biz iman ile İslam’ı Cibril hadisi
adı verilen şu olaydan öğreniyoruz. Bir gün Cebrail (a.s.) Hz. Peygamber'in de
aralarında bulunduğu bir sahabe topluluğuna insan suretinde gelmiş, iman, İslâm ve
ihsanı Allah Resulüne sorarak cevaplarını almıştır. İşte Cebrail (a.s.)'in bizzat
soru sorarak ve cevaplarını tasdik ederek telkin ettiği bu hadise "Cibril
hadîsi" adı verilmiştir. Abdullah b. Ömer'in,
babası Hz. Ömer'den naklettiği bu hadis şöyledir: "Bir gün
Resûlüllah’ın yanında bulunduğumuz sırada anîden yanımıza, elbisesi bembeyaz,
saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de
kendisini kimse tanımıyordu. Doğru Hz. Peygamber'in yanına oturdu ve dizlerini onun
dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve: "Ya Muhammed! Bana
İslâm'ın ne olduğunu söyle" dedi. Resûlüllah (s.a.s.): "İslâm;
Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna şehadet
etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün
yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu. O zat: "Doğru söyledin" dedi. Babam
dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu." "Bana imandan haber
ver" dedi. Resûlüllah (s.a.s.): Allah’a, Allah'ın meleklerine kitaplarına,
peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine
inanmandır" buyurdu. O zat yine: "Doğru
söyledin" dedi. Bu sefer: "Bana ihsandan
haber ver" dedi. Resûlüllah (s.a.s.): " Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir.
Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak görür" buyurdu.
(Buhari, İman, 37) Şu halde biz iman ile İslam’ı böylece Cebrail’den öğrenmiş
bulunuyoruz. İslam âlimleri bu hadise dayanarak iman ile İslam’ı ve
mümin ile müslümanı tarif edip açıklarken aralarında bir takım tartışmalar da
olmuştur. Mesela iman ile İslam aynı şeydir, hayır farklı şeylerdir, iman amelden
bir cüzdür, hayır cüz değildir gibi ihtilaf edilmiştir. Şimdi de İslam
âleminin kendisini “İmam-ı Azam” (en büyük hukukçu) payesiyle şereflendirdiği
ve fakat zalimlerin onu zindanlarda dayakla öldürdüğü büyük insan ve eşsiz âlim
Ebu Hanife hazretlerinin “İman İslam’dır, İslam da iman’dır” görüşünü
dile getirelim. Bu anlayışa göre her mümin müslüman olduğu gibi, her müslüman da
mümindir. Ancak Şafiiler konuya böyle bakmıyor. Onlar Ebu Hanife gibi iman ile İslam
aynı şeydir demiyor ve buna itiraz ederek iman ile İslam ve mümin ile müslüman
farklı şeyler ve farklı kimselerdir diyorlar. Gazali de İhyasında bu konuyu dile
getirerek mümin ile müslümanın farklı kimseler olduğunu söylemiştir. Esed
oğullarından bir topluluk Medine’ye Hz. Peygamber’e gelip biz iman ettik, dediler.
Bunun üzerine “Bedeviler inandık dediler. De ki: siz iman etmediniz, ancak müslüman
olduk (boyun eğdik) deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi” (Hucurat 49/ 14) ayeti
geldi. Böylece bu ayetin zahirine bakıldığı zaman iman ile İslam’ın farklı
olduğu ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan bir akın sırasında düşman bölgesinde
bulunan bir kişi “Lailahe illallah Muhammedün Resulüllah” deyip Müslümanlara
selam verdiği halde Üsame b. Zeyd tarafından, korkusundan böyle davrandığı
zannedilerek, öldürülmüştü. Hz. Peygamber olayı öğrenince çok üzülmüş ve
hiddetlenerek “kalbini yarıp baktınız mı, nasıl anladınız korkudan olduğunu”
buyurmuşlardır. İşte bu olayla ilgili ayette “Size selam verene sen mümin değilsin
demeyin” (Nisa 4/ 94) buyrularak, iman ile İslam ve mümin ile müslüman bir
tutulmuştur. Biz ise farklı kelimelerin farklı manalara delalet etmesi
sebebiyle aynı Şafiiler gibi düşünerek şöyle diyoruz. İman, kötülüklerden
korunmak, kötü şeylere karşı güven ve emniyet içinde olmak; bir şeye tereddütsüz
inanmak ve onu tasdik etmek demektir. Onun için hem mümin ve hem de iman düzeni herkese
ve tüm varlıklara güven verip onların güvenliğini sağlar. İslam esasları
açısından mümin, Allah’tan başka tanrı olmadığına, Muhammed’in Allah’ın
kulu ve resulü olduğuna, Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret
gününe ve kadere inanan kimse demektir. Böylece iman teorik olup insanın kalbinde
bulunan bir şeydir. Aslında iman kalp ile tasdik dil ile ikrardan ibarettir. Çünkü
Hz. Peygamber, “İman, kalp ile bilmek, dil ile söylemek ve şartlarıyla amel
etmektir”. (İbn Mace, Mukaddime, 9) buyurmuşlardır. İslam ise itaat etmek, boyun eğmek, teslim olmak; temiz, lekesiz ve kötülüklerden salim bulunmak,
selamete ulaşmak veya ulaştırmak anlamına gelir. Terim olarak, Allah’ın Hz.
Muhammed vasıtasıyla bildirdiği son ve kâmil dinin adıdır ki, yukarıda Cibril
hadisinde "İslâm; Allah'tan başka ilâh
olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmen, namazı
dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac
etmendir" şeklinde geçmişti. Şu halde İslam’da sadece teori yok pratik de var;
yani imandan sonra namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetleri yerine getirmek şarttır.
Dikkat edilirse bu ameller kelime-i şehadet üzerine oturmaktadır. Şu halde imansız
amel olmaz. Bir kimse ne kadar çalışırsa çalışsın, ne kadar iyi işler yaparsa
yapsın, isterse tüm insanlığı kurtarsın, iman etmedikçe yaptığı bu işlerin
hiçbir değeri yoktur. İşte biz İslam esaslarını kabul edip yaşayan kimseye de
müslüman diyoruz. Mümin ile müslümanı ayırdığımıza göre buradan şöyle bir
netice çıkarabiliriz. Her müslüman aynı zamanda mümindir. Ama her mümin müslüman
olmayabilir. Biz iman esaslarını kabul edip onlara ters düşmeyen fakat müslüman da
olmayan kimselere gayr-i Müslim mümin diye tavsif ediyoruz. Hz. Peygamber “Kalbinde
hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse cennete giremez. Yine kalbinde hardal tanesi kadar
iman olan kimse de cehenneme giremez.” (İbn Mace, Mukaddime, 9) buyurmuşlardır. Böylece iman ve İslam, mümin ve müslüman kelimelerinin
kelime ve terim manalarını açıklamış bulunuyoruz. Şimdi de sıra Müslümanların
yapmaları gereken görevlerine gelmiş bulunmaktadır. Hemen ifade edelim ki, bizim
anlayışımıza göre müslüman demek, İslam için yaşayan kimse demektir. Yani onun
amacı, hedefi, yolu, meşgalesi, yaptığı işi ve her şeyi, her şeyi İslami’dir ve
İslam içindir. Tahsil yapmak, okumak şu veya bu fakülteyi bitirmek amaç ve hedef
olamaz. İş bulmak, çalışmak ve karın doyurmak, mal,
mülk ve para sahibi olmak, zengin olmak bir ideal olamaz. Maalesef çağımızın
anlayışı, değer yargıları ve dünya görüşü yeme, içme, giyme ve barınma gibi
olayları bir amaç haline getirmiştir. Oysa bunları hayvanlar insanlardan daha
eksiksiz, kusursuz ve mükemmel yapıyorlar. Bu sebeple insanın hedef ve amacı kendisi
ile mütenasip olmalıdır; bunlar insan için asla bir amaç olamaz, bunlar onun
açısından ancak bir vasıtadan ibarettir. Müslümanın hedefi, varlık âlemini
yaratan ve düzeni kurup çalıştıran Allah’ın bir memuru ve halifesi olarak,
peygamberi vasıtasıyla iğne ucu kadar küçük bir yeri bile dışarıda bırakmayıp
açıkladığı hayatı ve Allah’ın koyduğu İslam kanun ve nizamını öğrenip
uygulamak ve diğer insanları da bu uyguladıkları şeylere davet etmek olmalıdır. Tek
kelimeyle, ben bir müslümanım diyen kimsenin ideali İslam’dır ve İslam’ı
öğrenip yaşamaktır. İşte bunu yapmak, mümin ve müslüman için dini-ilahi bir
görevdir.
*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |