. |
Dünyanın ekonomik ve siyasi konjonktürünü henüz
ellerinde tutmaya devam eden odaklar, şimdilerde psikolojik konjonktürü de İslam
aleyhine kullanmaya başladılar. Metotları yıkım olan bu mihraklar, İslam’ın
yükselişini durdurmak ve tüm dünyada meydana gelen ihtida olaylarının önünü
kesmek için İslam fobisi üretmeye çalışıyorlar. Bilindiği gibi fobya veya fobi,
bir şeye karşı duyulan aşırı ve sürekli korku ve korku hastalığı demektir.
Allah’ın verdiği hilafet görevini bırakıp muhalefete geçen bu şahıslar eksi
yüklü ruh taşıyan ve korku hastalığı aşılayan yıkımcılardır. Onlar böyle bir
taraftan fobi üretip piyasaya süredursunlar. İslam’ın temel kitabı olan Kuran ise
“iman edenler, Yahudiler, Sabiler ve
Hıristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe inanıp iyi işler yapanlar için korku ve
üzüntü yoktur” diye tüm dünyaya anons ediyor. (Maide 5/ 69) Şu halde onlar
boşuna emek harcıyorlar; bu yoku var, varı da yok olarak göstermeye çalışan bu
müsrif işçiler, eşyanın tabiatına ters düştükleri için eninde sonunda kaybetmeye
mahkûm olacaklardır. “Yalancının mumu yatsıya
kadar yanar.” Bu zihniyet, yak, yık ve yok et; ya öldür veya sınır dışı et
felsefesine sahiptirler. Fakat asıl korkulacak olan, bunlar ve bunların zihniyetleridir.
İşlerine gelmedikleri zaman kendi adamlarını bile yok edecek kadar ileri giderler.
Mesela Giordano Bruno’yu kendileri gibi düşünmüyor, bu adam gök ile yer
ayrılığını kabul etmiyor, Tanrı’nın ve evrenin birbirinden farklı iki töz
olmadığı ve her şey Tanrısal kuvvetin görünüşüdür, dediği için 1600
yılının Şubat ayında, Roma'da Campo dei Fiori meydanında onu diri diri yaktılar.
1894 yılında da aynı yerde suçlarını itiraf edercesine onun heykelini diktiler.
Onların kurmuş olduğu bu Rönesans medeniyeti ve anlayışı bugün dünyanın her
yerinde insanlık suçu işliyor. 11 Eylül 2001 günü Dünya Ticaret Merkezi İkiz
Kulelerini hangi terör örgütü vurdu? İşin gerçeğine bakarsanız İslami terör
diye yaftaladıkları mizansenlerin arkasında hep aynı zihniyet, daha doğrusu kendileri
vardır. Allah Maide suresinde bize bunların nasıl bir hareket ve davranışlarda
bulunduklarını ve bizim de bunlara karşı ne yapacağımızı anlatmaktadır. “Bunlar durmadan savaş ateşini yakarlar Allah da onu
söndürür ve bunlar yeryüzünde bozgunculuk yapmak için çalışırlar. Hâlbuki Allah
bozguncuları sevmez”. (Maide 5/ 64). Bu insanları aldatma, korkutma, sindirme,
anarşi ve terör çıkarma, trafik ve uçak kazaları yaptırma gibi bütün bu şeytan
oyunlarının tek ilacı Müslümanların barış düzenini yeniden kurmalarıdır. Bana
öyle geliyor ki, bir gün müslümanlar Kuran ve sünnet ışığında sevgi, barış ve
kardeşlik düzenini kurarlarsa bu suç itiraf heykelini dikenler, bu defa işledikleri
insanlık suçundan dolayı tövbe ve af dileme anıtını dikeceklerdir: “Ey insanlık âlemi! Biz 1800 ve 2100 yılları
arasında çok büyük insanlık suçu işledik bundan dolayı sizlerden özür diliyoruz,
bizi affediniz” diyerek günahlarını
bir yazıt anıtı halinde insanların ibretlerine sunacaklardır. Evet, bir defa daha tekrar edelim ki, boş yere korku, endişe
ve kaygılara asla mahal yoktur; çünkü İslam tüm insanlığa sevgi, barış ve
kardeşliği getirmiştir. Zira Allah elçisi olan İslam Peygamberi, sadece Müslümanlar
için değil, tüm insanlık âlemi ve hatta bütün âlemler için gelmiş şefkat ve
merhamet kaynağıdır. (Enbiya 21/ 107) “De ki,
Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın elçisiyim. (A’raf 7/ 158). “Biz, seni ancak, âlemlere rahmet olarak
gönderdik” (Enbiya 21/ 107) İşte rahmet ve şefkat peygamberinin getirdiği din
ve o dinin mensupları da tüm varlıklar için sevgi, rahmet ve şefkat odağıdırlar. O
sebeple bu gerçeği ters yüz etmek ve farklı göstermek boşuna kürek çekmektir. İslam evrensel din, herkesi kucaklayan bir din olduğu için,
Yahudi ve Hıristiyanları ehl-i kitap diyerek onları din ehli kabul etmiştir. Bugün
İslam’ın dışında böyle bir başka dini kabul etmiş tek bir din gösterebilir
misiniz? Bir tek dinin bile adını söyleyemezsiniz. Oysa İslam herkesi kendisine
çağırmakla beraber, Yahudi ve Hıristiyanlara, siz dinsiz değilsiniz anlamında “Ey ehl-i kitap” ( Ali İmran 3/ 64) “Ey ehl-i kitap” (Nisa 4/ 171) diye hitaplarda
bulunmuştur. Hatta daha da ileriye giderek “İncil
sahipleri, Allah’ın onda indirdiği ile amel etsinler” (Maide 5/ 47), “De ki, Ey kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve
Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça siz bir esas üzerinde değilsiniz” (Maide
5/ 68) demiş ve herkese kendi dinini özgür bir şekilde yaşama hakkını
getirmiştir. İslam’ın tüm dünyaya ilan ettiği bu haklar Allah aşkına söyleyin
başka hangi dinde vardır? Bu kadar açık, net ve dobra dobra kurallara sahip olan bir
dinden korkulmasının altında yatan başka fobiler bulunsa gerektir.
İslam’ın getirmiş olduğu bu din özgürlüğü, hem sadece Müslümanlara din
özgürlüğü değil, tüm dinlere din özgürlüğü ve başka dinlere de saygı
prensibi, İslam’ın dışında hangi dinde var? Hiçbir dinde bu ve buna benzer diyebileceğimiz tek
bir esas ve prensip yoktur. Çünkü İslam öncesi dinler ne de olsa İslam’a göre
gelişmiş dinler değil, insanların şahıslara bağlı olarak yaşadığı doğma
sisteminin geçerli olduğu dinlerdir. Aslında
şu ayetler ile din hürriyeti prensibi Kuran-ı Kerimde kuvvetli bir şekilde teyit ve
tasdik edilmiştir: “Dinde zorlama yoktur, hakikat
bundan böyle, yanlıştan ayrılmıştır.” (Bakara 2/256). “Senin rabbin
isteseydi, yeryüzünde olan herkes toptan O’na inanırlardı. Mümin olmaları için
insanları zorlamak senin neyine?” (Yunus 10/ 99) “De ki, gerçek rabbinizden geliyor: isteyen inansın,
isteyen kâfir olsun” (Kehf 18/ 29) “Sen
istediklerini doğru yola eriştirmek isteyeceksin, ama Allah istediğini eriştirir ve
kimin doğru yolda olduğunu senden iyi bilir.” (Kasas 28/ 56) Bu ve benzer ayetlerin ışığında
anlaşılmaktadır ki; İslam’da tam bir din hürriyeti vardır ve bu hususta hiçbir
kimseye zerre kadar bir baskı yapılmaz ve yapılmayacaktır ve herkes de kendi dininde
inansın veya inanmasın serbest olacaktır. İnsanlara bu kadar
serbestlik tanıyan bir dinden korkmak veya endişe etmek, fobi türetmekten başka bir
şey değildir. Kaldı ki bu ayetler sadece teoride kalmamış bizzat Hz. Peygamber
tarafından Medine’de uygulanarak tarih sayfalarında insanlığın gözleri önüne
serilmiştir. Bir defa Hz. Peygamber Medine’de kanton diyebileceğimiz birçok aşiret
veya kabileyi dünyanın ilk anayasası olan Medine Site Devleti Anayasası ile
birleştirmiştir. 47 maddeden meydana gelen, taraflarca imzalanmış bu yasa, 20 ye
yakın aşiret tarafından barış halinde iken kabul edilmiştir. Burada önemli olan
husus Yahudiler, müslümanlar ve müşriklerin bile bir şehir devletinde beraber
yaşayarak vatandaşlık nimetlerini birlikte paylaşmış olmalarıdır. Evet, tekrar
edelim: dün İslam bayrağının dalgalandığı yerde Yahudiler, Hıristiyanlar,
müslümanlar ve ateistler hep birlikte İslam devletine vatandaş olmuşlardır. İslam, insanlara karın
kardeşliği, sütkardeşliği, din kardeşliği, vatandaş kardeşliği ve insanlık
kardeşliği getirmiş olan bir dindir. Konumuz açısından burada vatandaş kardeşliği
ile insanlık kardeşliği çok önem kazanmaktadır. Kuranda Nisa suresinin başında “Ey insanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan
Rabbinizden ittika ediniz.” (Nisa 4/ 1) buyrularak bütün insanlığın kardeşliği
hükmü getirilmiş bulunmaktadır. (Bak, Elmalılı III, 496). Şu halde bundan böyle
bütün insanlar kardeş olup birbirlerine karşı bir kardeş gibi davranacaklardır. İslam ayrıca
bir kavimde, bir toplumda ve bir devlette yaşayan kimseleri de kardeş olarak
nitelendirmiştir. “Hani kardeşleri
(vatandaşları) Nuh onlara sakınıp korunmaz mısınız, demişti:” (Şuara 26/
106) “Hani kardeşleri(vatandaşları) Hud onlara
sakınıp korunmaz mısınız, demişti.” (Şuara 26/ 124). Salih peygamber (Şuara
26/ 142), Lut peygamber (Şuara 26/ 161) ve Şüayb peygamber (A’raf 7/ 85) de böylece
hep kendi kavimleri ile yani vatandaşları ile kardeş olmuşlardır. Böylece tüm
insanları ve vatandaşları kardeş ilan eden bir dinden hiç korkulup kaçılır mı? Bu
bir yanlış propaganda olup bunun arkasında başka bir şey var. Ama bunca bilgi birikimi, iletişim araçları, yazı, çizi ve görüntü, artık bugün dün
değil, onun için insanları aldatamayacaklardır. Bu konuda onlara verilecek cevap senin sözüne mi yoksa kendi gözüme mi inanayım sorusu
olacaktır.
Belki dün bu aldatma, korkutma vur, kır ve öldür metotları fesat odağı
müfsitlere fayda vermiş olabilir. Onlar insanlar arasında fitne ve bozgunculuk
yaratmada başarılı olmuş olabilirler. Bu odak hakkında rahmetli Muhammed Hamidullah
aynen şöyle diyor: “Bilindiği
gibi, Hz. Osman'ın hilafetinin sonu acıdır. Bu hususta birçok yanlış anlaşılmalar
mevcuttur. Ben, bütün bu meseleleri hallettiğimi iddia etmiyorum; fakat uzun zaman bu
meseleyi araştırdım. Sonuçta edindiğim kanaat şudur ki bütün bu hadiseler,
Yahudilerin çevirdiği bir oyun, bir komplodan başka bir şey değildir. Hz. Osman'ın
katli, Hz. Ali ile Hz. Aişe ve daha sonra Hz. Muaviye ile olan savaşların hepsi, bir
Yahudi oyunu (komplo) idi. Bu komplonun idarecileri, kendilerine müslüman diyen
Yahudilerdi. Taberi tarihinin bu mevzudaki rivayetleri, dikkatlice okunacak olursa mesele
daha iyi anlaşılır.” Onun için bizim insan kardeşimiz olan Hıristiyanlara
tavsiyemiz, sakın ola bizim dün düştüğümüz hatalara siz bugün düşmeyin, oyuna
gelmeyin ve çok dikkatli olun demekten başka bir şey değildir. “Elbette müminlere karşı düşmanlıkta insanların
en şiddetlisi olarak Yahudileri ve bir de müşrikleri bulursun. Müminlere sevgi
bakımından en yakın olan ise “Biz Hıristiyanlarız” diyenleri bulursun”
(Maide 5/ 82). Ama önümüzdeki onlu yıllardan sonra bu entrikaların başarılı
olacağını sanmıyorum. Çünkü akıl, mantık, sağduyu ve bilgiyi kullanma gücü ve
yetkisi inşallah galip gelecektir. İslam demek kanun demek, kural demek, nizam ve düzen
demektir. Eğer bir yerde kanun ve kurallarsa varsa ve gerçekten bunlar çalışıyorsa,
orada hevalar, süfli istek ve arzular olmayacağı için, kutsal olan yöneticilerin veya
şer odaklarının görüş ve istekleri değil, kanun ve kurallar olacağı için asıl
korkular ve endişeler orada yok olur. Bu konuya Buhari’nin rivayet ettiği bir hadisi
örnek vererek Hz. Peygamberin Din geldiği zaman korkuların nasıl ortadan
kalkacağını dile getirdiğini nakletmeye çalışalım. Sahabeden Ebu Abdullah Habbab
b. el-Eret r.a. ten rivayet ediliyor ki, o şöyle dedi: Hz. Peygamber Kâbe’nin
gölgesinde hırkasına yaslanıp yatarken ona halimizden şikâyet ettik. Bizim için
Allah’tan yardım dilemez misiniz? Bizim için Allah’a dua etmez misiniz? dedik. Bunun
üzerine Resul-ü Ekrem: “Eskiden bir mümin
adam yakalanır, onun için kazılan bir çukura konur, sonra testere ile baştan aşağı
ikiye ayrılır ve demir taraklarla etleri ve kemikleri taranırdı da bu işkence onu
dininden çeviremezdi. Allah’a yemin ederim ki, Allah-ü Teala bu dini kemale
erdirecektir. Hatta atlı bir kimse ve çoban, San’a’dan Hadramavt’a kadar (Yemende
İzmir- Ankara uzaklığında iki şehir) gidecek, o
Allah’tan ve koyunlarına kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden
korkmayacaktır. Fakat siz sabırsızlanıyorsunuz”, buyurdular. İslam dini affetmeyi ve merhameti esas almış bir dindir.
İslam’a inanıp onun yolundan gidenler kendilerine düşman olanlarla bile aralarında
bir sevgi doğacağını ümit ederler. Müslümanlar kendileriyle din mücadelesi
yapmayan ve onları bulundukları topraklardan çıkarmayan kimse ve devletlere karşı
adil davranır ve hatta iyilik yapmak isterler. Çünkü bu onların inanç temellerini
oluşturan Kuran-ı Kerim bir emridir: “Umulur ki
Allah sizinle düşman olduklarınız arasında yakında bir sevgi ve dostluk meydana
getirir. Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Allah,
sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik
yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları
sever.” (Mümtehıne 60/ 7–8) Eğer İslam’ın ceza hukuku ve devletler hukukunda
getirdiği bazı esaslardan korkuluyorsa bunlar bugün hemen hemen bütün hukuklarda
zaten vardır. Bugün dünyayı yöneten en modern devlet benim deyen ABD de bile ölüm
cezası vardır. Eğer denirse ki, dünyada savaş, kavga ve terör olan yerler daha çok
İslam ülkelerindedir. Bu savaşlar iki sebeple olmaktadır. İslam’da savaş sebepleri
vardır; onları sizlere anlatalım. Ancak bugünün savaş sebebi ile Kuranın savaş
sebebi saydığı olaylar birbirinden çok farklıdır. Savaşın birinci sebebi silah
üreten fabrikalardır. Üretilmiş olan bu silahların satılması lazım ve bunun için
pazarlar yoksa bile silah pazarları kurulması gerekir. Yani bu silah tüccarı ülkeler
barış barış derler ve barış taraftarı kesilirler ama diğer taraftan da silah
üretir ve savaş ateşini yakarlar. Bunların hep böyle savaş ateşini yaktıkları,
Allah’ın ise bunu söndürdüğü hakkındaki ayet yukarıda geçmişti. Savaşın bugün ikinci sebebi ise genel anlamda petroldür.
Yani elinde ve toprağında doğal gaz ve petrol gibi enerji vasıtası olan ülkeler
suçludurlar. Ellerinde silahı topu ve tüfeği olan ülkeler bu suçlulara bunun için
saldırıp savaş açarlar. İslâm’da
ise savaş üç nedenle yapılır: 1- Nefsi Müdafaa: Düşman tarafı çarpışmayı
başlatırsa onlarla savaşmak. “ size harp
açanlarla Allah yolunda, sizde dövüşün. Ancak aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah
aşırı gidenleri sevmez”.(Bakara 2/ 190 ) 2- Anlaşmayı bozan düşmanla çarpışmak: Beni
Kureyza-Nadir Yahudileri Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozarak arkadan vurmaya
çalışıp, entrikalar yapınca onlarla savaş yapılır. (Enfal 8/:58) 3- Düşman grup saldırmamış, fakat saldırıya
hazırlık için toplanıp, gruplaşma yaptıkları zaman ( Tevbe 9/: 36; Bakara 2/: 194
). İslam’ın ve Müslümanların saklayıp gizledikleri bir şey yoktur. Hz.
Peygamberin savaşa gidecek askerler yaptığı tavsiyeler bütün hadis ve İslam tarihi
kitaplarının altın sayfalarında yer almaktadır. “Savaşla alakası olmayan
kimseleri öldürmeyin… Kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve din adamlarına
dokunmayın…” Müslümanların bu konuda gösterdikleri titizlik
insanları hayretler içinde bırakacak derecededir. Hz. Peygamberin on senelik Medine hayatı boyunca bizzat
katıldığı 27 gazvede ve ashabından birinin komutasında gönderdiği 60 kadar
seriyyede, (yani Peygamberimiz zamanındaki 90 civarındaki savaşlarda) toplam 150
kişinin ölmesi bunun kesin ispatıdır.(Bkz. M Hamidullah, Hz. Peygamber'in Savaşları,
s. 11; A. Önkal, Resûlüllah’ın İslâm'a Davet Metodu, s. 125). İslam, insana değer veren dikkat edilirse
müslüman demiyoruz, insanın dinini, canını, malını, ırz ve namusunu korumayı bir
zaruret bilen dindir. Manastırları, kiliseleri, havraları ve mescitleri korumak
İslam’da ayet ile sabit olmuş bir husustur. (Hacc 22/ 40) İslam, fıtratın tabiatın ve doğanın ve
doğallığın ta kendisidir. Tek kelimeyle İslam insanın kendisidir. Onun için kim
olursa olsun ve hangi kültür ve düşünceye sahip olursa olsun ya da hangi dine ve
dinsizliğe müntesip olursa olsun, kendisini yaşamak isteyenler İslam demelidirler.
Eğer bugün müslümanlar İslam’ın önünde bir duvar gibi engel olarak durmasalar ve
temsil ve tebliğ olarak onu insanlık âlemine ulaştırabilseler, benim kanaatime göre
Yahudi, Hıristiyan, Brahman, Budist ve hatta
ateistler bile kora halinde İslam! İslam’ İslam! diye tempo tutacaklardır. Şu anda bütün kalbimle Rahman ve Rahim olan Rabbimiz Teala’dan tüm insanlık için ve hepimiz için hidayetler diliyorum.
*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |