. |
Yöresel demek, mahalli olma, yerel olma ve yerel kalma demektir. Küresel de küreye ait olma, evrensel olma ve evrensel kalma demektir. Siyasilerimizin her gün konuşmalarında sığınma ve savunma için mi, yoksa göz boyamak için mi söyledikleri belli olmayan "evrensel değerler" söylemi, milli ve mahalli değerlerden uzak, ayrı ve de onlarla çelişkili ise yani bunlar arasında birlikte çalışan bir denge yoksa bu tamamen havada kalan bir sözden ibaret kalır. Çünkü yöresel değerlerle evrensel değerler bir bileşim meydana getirdikleri takdirde faydalı olur. Eğer bugün bu denge ve bu bileşim var mı diye bize sorarsanız, hemen anında kesinlikle yoktur, diye cevap veririz. yeri gelmişken bileşim ve denge kelimeleri üzerinde biraz duralım. Zira biz, ister küre ister yöre olsun, ister bir ülke ve isterse tüm dünya olsun bir bileşenler teşkil edip bir denge üzerine kurulduğuna inanıyoruz. Yoksa yürüyüp hareket eden bir insan dengesini koruyamazsa düşmek zorunda kaldığı gibi, dengesini yitiren toplumlar da düşüp yok olmaya ve tarihten silinmeye mahkumdurlar. Bizim hem dini ve hem de bilimsel inancımıza göre insan
hayatı, ister birey isterse toplum olsun, ister bir bucak veya isterse bir il ya da
devlet olsun bir bileşimden ibarettir. Evet, hayat bir organik kimyadaki bileşim gibi
bir bileşimdir. Çünkü bileşimi meydana getiren elamanlar birbirinden ve kendilerinin
doğru ve yanlış davranışlarından, günah ve sevap kazanmalarından etkilenirler.
Onun için Hz. Peygamber "Bütün müminleri sevgi,
merhamet, şefkat ve yardımlaşmada bir vücut gibi görürsün. O vücudun bir
organı hastalanınca, vücudun diğer kısımları, uykusuz kalarak ve
ateşlenerek, birbirlerini hasta organın elemini paylaşmaya çağırırlar"
buyurmuşlardır. [1] Yine Hz. Peygamber başka bir hadislerinde
"(İslam toplumunda) müminin mümine bağlılığı, taşları birbirine kenetleyen
duvar gibidir." buyurmuştur. [2] Bu hadislerden
anlaşıldığına göre toplumun doğal-ilahi bir uzviyet olduğu ve aynı zamanda bir
organizma düzeninde bulunduğu anlaşılmaktadır. Yoksa toplumu oluşturma konusunda
Hobbes, Locke ve Rousseau ların mesela "Sociale Contract" (Sosyal Sözleşme)
gibi nazariyeler. Muhammed Hamdi Yazır'ın ifadesiyle eksik-aksak itiraf edilmiş
şeylerdir. [3] Okullarda fizik ve kimya derslerinde fiziksel karışım
ile kimyasal bileşim ne demek örneklerle anlatırlar. Eğer siz kükürt ve
demir tozlarını bir kabın içine koyup karıştırırsanız bu fizikteki karışım
olur. Un, tuz ve şeker gibi maddeleri koyup karıştırırsanız bu yine bir karışım
olur. Fakat siz bir un helvası yaparsanız kimyadaki bileşime örnek vermiş
olursunuz. Aradaki fark karışımda moleküller ve bireyler arasında bir iletişim ve
irtibat yoktur; bileşimde ise vardır. Vücudumuzda solunum, sindirim, dolaşım ve
boşaltım sistemleri vardır. Bunlar arasında öyle kuvvetli bir irtibat vardır ki,
bunlardan birisinin başına küçük bir şey gelse bütün vücut hasta olur ve
vücuttaki üretim, paylaşım ve tüketim adeta durur. İşte birey-insan birey olarak
toplum duvarında bir tuğla veya taş olduğu gibi, aynı zamanda toplum-insan da vücudu
ve duvarı meydana getiren bir bütündür. Bir bütünü parçalarından, parçaları da
bütünden ayırmak ve uzaklaştırmak çok zararlı bir şeydir. Ama çağdaş medeniyet
bunu yapmış "sen bana karışamazsın" senin bana karışmaya hakkın
yok" gibi düşünceler üreterek toplumun bireyler üzerindeki velayet görevini
koparıp atmıştır. Hz. Peygamberin hadisine dayanarak insan toplumlarını
organik bir bütün olarak gördüğümüzü açıklamak için bir örnek daha vermek
istiyorum. Siz kavun ile karpuzu hiç düşündünüz mü? Onların birbirinden tamamen
ayrı ve farklı bir yapıya sahip olduğunu gördünüz mü? Biz insan toplum yapısının
kavundan daha ziyade karpuza benzediğini düşünüyoruz. Kavunun bir tarafı çürüse
diğer tarafı işe yarayabilir. Karpuz ise öyle değildir; karpuzda bulunan küçük bir
delik veya ufak bir bere onun tamamını berbat eder ve yenmez hale getirir. İşte insan
toplumu da böyledir. Bireylerin arızası toplumu etkilediği gibi, bir alandaki eksik ve
aksaklık bütün hayatı etkiler, hastalıklar ve krizler meydana gelir. O sebeple
bileşim denilen şey helvada olduğu gibi çok önemlidir. Neyin ne kadar olacağı veya
olmayacağını biz dinden öğreniyoruz. Toplumda bir tarafa mesela ekonomiye çok değer
verirken, din veya bilime değer vermemek bileşimi bozar. Helvayı yaparken yağ, un,
şeker ve su miktarları çok önemlidir. Mesela siz suyu fazla koyarsanız o helva
olmaktan çıkar artık o bir lapadır. İşte bugün insanlık kanaatimizce Rönesans
sayesinde ve çağdaş düşüncenin etkisiyle ve de baskısıyla helva değil, lapa
olmuş toplum düzeninde yaşamaktadır. Yöre ile küre, yöresel ile evrensel arasındaki
dengeye dönecek olursak, bunu da yine fizikteki statik ve dinamik (istikrarlı ve
istikrarsız) dengelerle açıklayabiliriz. İstikrarlı denge hareket edebilen bir cismin
dengesidir. Bize göre insan toplumları da bir canlı gibi hareket etmektedir. Burada
önemli olan hem dengede olmak ve hem de hareket halinde olmaktır. Bir tas içine top
gibi küçük bir cisim koyun ve tası hafif sallayın içindeki top durduğu yerden sağa
sola ya da aşağı ve yukarı hareketlenir. Tasın sallanması durduğunda top yeniden
dengeye gelerek durur. İşte buna dinamik veya istikrarlı denge hali denir. Toplumda
meydana gelen arıza ve krizler dışarıdan müdahaleye gerek kalmaksızın yeniden denge
haline gelir. İslam'ın önerdiği toplum işte böyle istikrarlı ve dinamik bir
toplumdur. Fizyokratların doğal düzen diye ifade ettikleri kâinattaki düzen de aynen
bu ilahi düzenden başka bir şey değildir. [4]
Bu doğal-ilahi düzeni Müslümanlar din ile bilimi birleştirerek, içtihat ve icma
ederek, kıyas ve konsensüs yaparak bulurlar. İstikrarsız denge ise tası ters çevirip topu tasın
tepesine koymak suretiyle anlaşılır. Bu durumda tasın küçük bir hareketi ve
sallanması halinde top yerinde duramayıp düşer ve yuvarlanarak tasın dışında bir
yerde durur. Bugünkü sistem ve düzen anlayışları ve uygulamaları müdahaleci ve
yapay olduğu için durağandır, statiktir ve tabii ki istikrarsızdır. Ya da doğal
olmayıp yapay olduğu için müdahalecidir ve istikrar ancak dışarıdan yapılan bir müdahale
ile sağlanır. İhtilaller ve isyanlar bunun için değil mi? Döviz fiyatları yükseldi,
merkez bankası! Durma haydi hemen müdahale et, piyasaya döviz sür veya döviz çek!
Bir kısım insanlar meydanda toplanmış miting yapıyorlar, bakan bey! Haydi, durma
asayişi koru, polise emir ver, bu asilerin üzerine su sıksınlar veya biber gazı!
Kuranda böyle bir hayatın oyun ve eğlenceden ibaret olduğu dile getirilmektedir. [5]
Bize göre toplum bugünkü anlayış ve uygulamada
olduğu gibi yapay sınıflar üretmek suretiyle dengelenmez. Toplum bir tarafta
emekçiler ve sermaye sahipleri, idare edenler ve edilenler, diğer tarafta okumuşlar,
diploma sahipleri ve okuyamamış cahiller, inanan dinciler ve inanmayan din dışı
olanlar olarak sınıflara ayrılırsa sistem istikrarını her zaman kaybeder ve krizler
üretir. Toplum ancak birey ve bireylerle dengelenmelidir. Toplum bireyle dengelendiği
gibi, birey ve bireyler de toplumla dengelenecektir. Nasıl toplum bireyle, birey de
toplumla dengeleniyorsa, küre de yöre ile ve yöre de küre ile
dengelenecektir. Birey bireydir; bireyin mensup olduğu aile ise
toplumdur. Aile birey mahalle toplum, mahalle birey köy toplum, köy birey bucak toplum,
bucak birey kaza toplum, kaza birey il toplum, il birey bölge toplum, bölge birey
devlet toplum, devlet birey insanlık toplum diye düşünürsek iç içe girmiş
birbiriyle alış veriş yapan bir organizma ile karşılaşmış oluruz. Çünkü
hücreler dokuları, dokular organları, organlar da vücut ve organizmayı meydana
getirir. Düşünce çizgimizi devam ettirecek olursak
yöresel olanla küresel olan da birbiri arasında dengelenecektir. Hele bugünkü bir
dünyada yani küçülen bir evrende ben size yörenin küre ile kürenin de yöre ile
dengelendiğini söylesem ve dünya istikrarının ancak böyle sağlanabileceğini ifade
etsem her halde aşırı gitmiş olmam. Yalnız burada önemli olan şey, bireysel alan
ile kamusal alanda olduğu gibi, daha çok küresel olan ile daha çok yöresel olanı
bilmek lazımdır. Mesela bizim anlayışımıza göre din ile bilim evrenseldir. Bunların
uygulamaları olan diyanet ile teknoloji ise daha çok yöreseldir. Uygulamaların hemen
hemen hepsinin böyle olduğu kanaatindeyim. Onun için de güzel sanatların, dil ve
edebiyatın hatta hukukun bile evrensel tarafı olmakla beraber daha çok mahalli ve
yöresel olduğuna inanıyorum. [3] M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, III,
2324 1 nolu dip not [4] Ak İktisat Ansiklopedisi s. 231 [5] Enam 6/ 32, çünkü kendilerini ebedi sanıp
Allah'a mülaki olmayı yalanlayanlar düşünce ve uygulama itibariyle rantabl bir
sisteme ve düzene sahip olmadıkları için zarar edeceklerdir. 31 nolu ayete bak.
*DEÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
|
. |