. | İslamda Kadının Yeri Prof. Dr. Osman Eskicioğlu* 1- İslam ve Din Din, doğu-batı, müslim ve gayri
müslimlere göre farklı manalar taşıyan bir
kavramdır. Batılılar için din, toplumda bulunan ilmî, iktisadî ve siyasî
kurumlar gibi sosyal kurumlardan biridir. Yani din, toplumu meydana getiren parçalardan
birisi olup diğer parçalardan ayrı kopuk ve onlara karışmaz bir halde, fertlerin
vicdanlarında yaşayan bir duygudur. Hatta Dekart, din ile bilimin ayrı ayrı şeyler
olduğunu söyleyerek, bunların birbirine karışmadığını ileri sürmüştür.1
Gerçekten din ile bilim ayrı ayrı şeyler olabilir. Meselâ bir fizik-bilim kuralı
olan suyun yüz derecede kaynaması, mümin-Kafir, Müslim gayri müslim, müşrik ve
ateist kim olursa olsun, herkesin elinde aynıdır.
Fakat insanın hareket ve davranışları dinle ilgilidir. Bir batılı yazarın
dediği gibi, "insan, ilimden istifade eder, fakat din ile yaşar."2 Meselâ
kadınla erkeğin evlenerek yuva kurması, küçüklerin
büyükler tarafından bakılıp büyütülmesi ve zenginlerin topluma karşı
görevlerini yerine getirmesi hep dinî olaylardır. Müslümanın din anlayışını
ve İslam’ın insana bakışını ortaya koymadan İslam’da kadının yerini tespit
etmek mümkün değildir, İslam’a göre insan,
Allah'ın yeryüzüne "hilâfet" görevi ile gönderdiği bir varlıktır.3
İnsan, ruh-beden yapısına sahip olduğu gibi, ilim-Din bütünlüğüne de sahiptir,
ilim dine, din de ilme tesir etmez; bunlar ayrı şeylerdir, dedik. Fakat din de bilim de başka şeyler olsa bile her ikisi de
insan için olup teori ve pratik hayatında insana tesir ederler. Tabir
caiz ise insan, din ile bilimin kesiştiği noktadan geçen bir düzlemde yaşar. Din ile
bilimin birbirinin fonksiyoneli olduğunu söyleyebiliriz. Yani insan din ile bilimi
birleştirerek düşünür ve hareket eder. Çünkü ayette 4 buyrulduğu üzere, yeryüzünde
olanların hepsini Allah insan için yaratmıştır. Denizleri, karalan, dağları,
ovaları, ormanları, madenleri, hayvanları ve her şeyi insanın faydalanması için
yaratmıştır. İşte bu varlıkların tabi olduğu kurallar
ile, insanın tabi olduğu kurallar, diğer bir ifade ile ilim ile din Allah tarafından
konulmuştur. Din, akıl sahibi şuurlu insanları kendi irade ve arzulan ile bizatihi hayır (ve faydalı) olan şeylere
götüren bir vaz'ı ilahidir. Din, deyn
kökünden gelen Arapça bir kelime olduğu için hukuk dilinde borcu ifade eder. Yani din, ferdin
fertle, ferdin toplumla ve ferdin Allah'a karşı; toplumun fertle, toplumun
toplumla ve toplumun Allah'a karşı borçlarını ifade eder. Hukuk
literatüründe buna hak ve vazife adı verilmektedir. Bu yüzden İmam Azam Ebû
Hanife hazretleri hukuku, "kişinin hak ve vazifelerini
bilmesi", diye tanımlıyordu.5 İnsan için bütün hak ve vazifelerin kayağı dindir. Bu
sebeple insanın hiçbir hareketi din dışı sayılamaz ve hiçbir davranışı
dinin dışında kalamaz. Bugün Hıristiyan kültürünün tesiri altında kalan bazı
müslümanlar, dini sadece bir inanç işi olarak gördüklerinden, hukuk, ekonomi ve
hatta siyasetin İslam dışı olduğunu zannetmektedirler. Halbuki
İslâm, müslümanın düşünce ve davranış hayatına ait bütün emir ve yasakları
getirmiş olan bir dindir. İslam, iman, amel ve ahlakı bünyesinde
bütünleştirmiş olan bir dinin adıdır. İslam alimlerinin çoğunun
kabul ettiği gibi amel imandan bir cüz olmadığı için, iman esaslarını
doğrulayan kimse amel etmese de mümin sayılır. Fakat amelin amel olabilmesi
için imana dayanması şarttır. O yüzden her müslüman aynı zamanda mümindir. Fakat
her mümin müslüman olmayabilir.
Peygamberimizin Cibril hadisi diye bilinen sözlerindeki
mümin ve müslim yani iman ve İslâm tariflerinden bunu anlamak mümkündür. Amel
denilince sadece namaz, oruç, hac ve zekat hatıra gelmemelidir. Halbuki amel denilince ibadet, muamelat ve
ukubat da bu konuya dahildir. Bugünkü ifade ile dinî, ilmî,
içtimaî, idarî, siyasî, iktisadî ve ailevî bütün hak ve vazifeler, İslam'ın insan için getirdiği esaslardır. Varlıklar arasında hak ve
vazife sahibi olan da sadece insanlardır, insanların dışındaki hayvan, bitki ve
cansız varlıklar ise insanlardaki şekliyle bir hukuka sahip değildirler. Onlar sadece
kendi başlarına bir hukuk süjesi olamazlar.İnsandır ki varlıklar arasında hukukun
sadece kendisine taalluk ettiği bir yaratıktır.
Çünkü yeryüzünde Allah'ın temsilcisi yalnız odur. insanın dışındaki
varlıkların temsil yetkisi yoktur, kişiliği yoktur. Onların hukukunu kendileri
değil, insanlar yürütür, insan ise kendisine "emanet" verildiği için,
kendi iradesiyle hareket etmek demek olan hukuk da
verilmiştir. Zaten insanı diğer varlıklardan ayıran tek özellik budur. Allah emanetini göklere, yere ve
dağlara teklif etti de onlar bunu yüklenmekten
çekindiler. Vazifeden korkup titrediler ve kaçtılar. Bu sebeple emanetin sorumluluğunu
insan yüklendi.6 Yani insan emaneti yüklenmekle, kendisinin dışındaki bütün
varlıkların hukukunu da koruma ve kollama sorumluluğunu üstlenmiş oluyordu.7 Böylece
insanlar yeryüzünde Allah'ın “Hukuk Emini” olup insan, hayvan, bitki ve
cansızlar arasında Allah'ın emirlerini uygulamaya
söz vermişlerdir. Bu sebeple Allah da onlara zimmet hukukunu ihsan etmiştir.
Artık insan, başka hiçbir sebeple değil, sadece insan
olduğu için kişilik sahibi olarak, hak ve vazifeye ehil olacak; alacaklı, borçlu,
davalı-davacı olacaktır. 2- İslâm ve Kadın İslam’da
hukukun hilâfet ve emanete dayandığını söyledik, insan yer yüzünde Allah'ın halifesidir, dedik. Yeryüzünde Allah'ın
halifesi olma bakımından, yani hukuka sahip olma bakımından kadın ile erkek arasında
hiçbir fark yoktur, İslâm’da kadın da erkek gibi ilâhî hitaba muhatap bir
varlıktır. Hatta ayette sadece kadınlara hitaben "Ey peygamber
hanımları..."8 buyrulmaktadır. Bilindiği
gibi insan, kadın-erkek farkı gözetilmeksizin, Allah'ın yer yüzünde halifesidir. Bu husus Kuran’da "Hani Rabbin
meleklere -Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım-
demişti"9 şeklinde ifade edilmektedir. Hukuk, emanet
ve hilafete, emanet ve hilâfet de Allah'a verilen “itaat” sözüne dayanır. Bu sebeple
İslâm hukukçuları hukuku, ruhlar aleminde Allah'la yapılan sözleşmeye
dayandırırlar. Ruhlar, Allah'ı Rab tanıyacaklarına, bu sebeple de dinleyip
itaat edeceklerine dair söz vermişlerdi.10 Allah’tan gelen bütün
kutsal kitaplar, bu sözleşmenin metinleridir. Onun için Tevrat'a "Eski Ahid",
İncil'e de "Yeni Ahid" adı verilmesinin sebebi budur. Allah, bütün
duyulardan yüce ve müteal olduğundan Peygamberler verdiğimiz bu
sözün ve yapılan anlaşmanın metinleri demek olan ilâhî kitapları bize
getirmişlerdir. Nitekim Kuran’da da "Allah'ın üzerinize olan nimetini,
"işittik ve itaat ettik" dediğiniz zaman Allah'a verdiğiniz sözü hatırlayın.
Allah’tan korkup (ahdi ve andı bozmaktan)
sakının. Şüphesiz Allah, kalbinizdeki şeyi bilir"11buyrulmaktadır. Hukuk
terazisinin bir kefesinde haklar, diğer kefesinde ise vazifeler bulunur. Bunun için İslâm hukukunda
kadın, hak ve vazifeleri olan bir şahsiyettir. Erkeğin hak ve vazifeleri
olduğu gibi, kadının da hak ve vazifeleri vardır. Aile hukukunun
esaslarını belirleyen ayetlerde karı kocadan
her birinin diğerine karşı hakları kadar vazifesi olduğu bildirilmektedir. "Kadınların örfe göre hakları
kadar görevleri vardır"12 buyrulmaktadır.
Buna göre ailede ve toplumda hak ve vazife eşitliği vardır. Kadın ailede hakları kadar vazifeye, vazifeleri
kadar da haklara sahiptir. Erkeğin de aile
içinde hakları kadar vazifesi, vazifeleri kadar da hakları vardır. Bunların hak ve vazifeleri arasında da
eşitlik vardır. Ancak erkek kadına veya
kadın erkeğe eşit olmadığı için, bunların hak ve vazifeleri arasında bir eşitlik söz konusu değildir, bu
yüzden kadın erkek eşitliğini kabul etmeyen
Kur'an, "Erkek, kadın gibi değildir"13 buyurmaktadır. Fertler
birleşerek aileyi meydana getirir. Aileler de birleşerek toplumu meydana getirirler. Fert, aile
için ne ise, aile de toplum için odur. Fert (yani karı ile koca) ailenin temel
direğidir. Toplumun temeli de ailedir. Bu sebeple İslam aileye çok önem
verir. Aile temeline dayanan birçok emir ve yasaklar getirmiştir.
Nikah, talak, miras ve zina gibi konulardaki
emir ve yasaklar böyledir. Onun için birçok ayetlerde ana-baba, karı-koca ve çocuklar
hakkında emir ve tavsiyeler bulunmaktadır. Meselâ
miras taksimini yapan ayet, bölüştürmeyi yaptıktan sonra, "...
babalarınız ve oğullarınız... Siz, bunlardan hangisinin size menfaatçe daha yakın olduğunu bilmezsiniz"14
buyurmaktadır. Buradan ailenin ne kadar önemli
olduğu ortaya çıkmaktadır. Bazı kimseler, sanayi toplumunun tesiri altında kalarak,
aileyi bir otel veya lokanta gibi gördüklerinden, aileye ait görevleri küçümserler.
Hatta bu düşüncenin rüzgarına kapılan kadınlar bile ailede görev almaktansa,
eselatoplumda görev almayı tercih ederim derler. Sanayi toplumu, aile-toplum dengesini
aile aleyhine ve toplum lehine bozmuştur. Bu sebeple kamu görevi almak, kamu için çalışmak daha şerefli kabul
edilmiştir. Onun için Îslam’ın kadın ile erkeğe iş bölümü anlamında
aile ve toplum için yaptığı görev taksimatı,
gerçeği göremeyenler tarafından yadırganmaktadır. Onlar, ailede kadının,
toplumda ise erkeğin görevlendirildiğini kabul etmezler. Aile ve toplum diye bir ayrım
olmadığı gibi, kadın ve erkek diye de bir ayrım yapılmaz, derler. Kadının
yapabileceği şeyi erkeğin, erkeğin yapabileceği şeyi de kadının yapacağını
iddia ederler. Tabi ki bu söz ve davranışlarıyla fıtrata ters düşerler. Ve neticede
böyle anlayışlar üzerine kurulan toplumlarda bir
takım aile bozulma ve çözülmeleri meydana gelir. Îslam’da kadın ailede, erkek
de toplumda görevlidir derken, bu her zaman ve mekanda
ve her türlü şartlar altında bu böyledir demek değildir. İstisnalar her
zaman bulunduğu gibi, bazı şartlarda geçici olarak kadın, erkeğin görevini
üstlenebilir. Erkek de kadının görevini üstlenebilir. Meselâ gerekirse adam evde çocuk bakarken, kadın da
dışarıda çalışabilir. Fakat toplumdaki
iş bölümünü tersine çevirerek erkek çocuk baksın, kadın ise çalışsın gibi bir prensip getirilirse, bu insanın
yaratılışına ters düştüğü için yürümez. Yoksa kadının çalışması
yasak değildir. Kuran’da "Erkeklere, çalışmalarından bir pay, kadınlara da
çalışmalarından bir pay vardır"15 buyrulmaktadır. Buna göre kadına iş
yasağının varlığını düşünmek, Îslam’da kadın çalışamaz, demek
yanlıştır. Ancak kadın ile erkek
çalışmada eşittir deyip toplumu böyle bir anlayışla şekillendirmek de
yanlıştır. Çalışan kadınların bugünkü sorunlarından birisi de çocuk
bakımıdır. Çocuk belli bir zamana kadar annesiyle beraber olmak zorundadır. Bu
süreç çocuktan çocuğa değişebilir. Mesela beş yıldan yedi yıla kadar olabilir.
Bunun için çocuk kreş ihtiyacını kreş hayatı konuşmada ve bazı davranışlarda
geri kalma bozukluklarını, bunlar da diğer bazı lüzumsuz şeyleri ihtiyaç haline
getirerek, toplumda yersiz olarak bir zincirleme ihtiyaçlar uzantısı meydana gelecek,
yanlışlar yanlışları doğuracak ve bir kısır döngüdür devam edip gidecektir. Mesela İslam’da kadının kamu
görevi alması konusunda herhangi bir yasak mevcut değildir. Ancak Hz. Peygamber’in
“İşlerini bir kadının idaresine bırakan bir millet felah bulmaz” şeklinde bir
hadisi vardır.16 Sahabeden Ebu Bekre’nin rivayet ettiği bu hadis, kadının devlet
başkanı olmasıyla ilgilidir. İslam hukukçuları kadının devlet başkanı
olamayacağı hususundaki görüşlerini bu hadise dayandırırlar. Oysa aynı konuda bir
ayet-i kerime de vardır. Cenab-ı Hak, “Mümin erkekler ve mümin kadınlar
birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklarlar, namazı
kılar, zekatı verir ve Resulüne itaat ederler. Allah’ın esirgeyeceği kimseler işte
bunlardır. Allah sonsuz izzet ve hikmet sahibidir.” buyrulmaktadır.17. Ayetteki
veliden maksat, amme velayeti yani kamu görevidir. Böylece ayet kadına veli olma, yani
devlet başkanlığından en alt seviyedeki bir kamu görevine kadar velayet ifade eden
bütün vazifeleri alabileceğini bildirmektedir. Burada ayet ile hadisin çeliştiği
görülmektedir. Kadına kamu görevi almayı hadis yasaklarken, ayet izin vermektedir.
Hadise karşı bu ayet daha kuvvetli olduğundan, hadisin terk edilip ayetin hükmü
geçerli kılınması daha doğrudur. Ancak bu sadece bir izin mahiyetinde olup ihtiyaç
duyulursa olur. Yoksa toplum görevi almak kadının asli vazifesi değildir. Daha önce
de ifade ettiğimiz gibi kadının asli vazifesi daha çok aile içersinde bulunmaktadır.
İslam’da kadının yerini iyice
tespit edebilmek için onun dini, ilmi, siyasi, iktisadi ve ailevi yönleriyle ele almak
icap eder. Burada dini yönden maksat iman, ahlak ve ibadet konularıdır. İslam’ın kadın anlayışına
hücum edenler, iman, ibadet ve ahlak konularından daha ziyade şahitlik, miras ve
siyaset gibi noktalardan eleştiri getirmektedirler. Zaten iman ve ibadet konularında;
namaz kılmak, oruç tutmak, zengin olduğu zaman zekat
verip hacca gitmek hususunda kadınla erkek
arasında hiçbir fark yoktur. Bunlar her ikisine de farzdır. Daha önce söylediğimiz gibi
İslâm'da hukuk, zimmete ve hilafete dayanır. Akıllı, ergin ve inanmış olan herkes
Allah'ı yeryüzünde temsil etmeye, hukukî ehliyete sahiptir. Bu demektir ki bu üç
evsafa sahip olan, ister kadın olsun ister erkek, ilâhî sözleşme metni olan Kur'an-ı
Kerim'i uygulama hak ve vazifesine sahip demektir. Hem asaleten hem de vekâleten bu görevin tamamını yani Kuran’ın tümünü
uygulama yetkisine sahiptir kadın. Kişilik bölünmez, kadın aynı erkek gibi
Kur'an karşısında muhataptır. Şu konularda muhatap olup bu konularda muhatap değil
demek hukuk mantığına uygun düşmez. Kişi hukukuna ya sahiptir ya değildir. İslâm
hukukçuları kişinin hukukuna kendisinin sahip olmasına yani bizzat uygulayıcı olmasına hürriyet derler.
Başkalarının sahip olması ise esarettir. Haram ve helal sıfatlarının bir
şeyde toplanması mümkün olmadığı gibi, birbirine zıt olan bu hür ve köle (esir)
sıfatlarının da bir şahısta bulunması imkansızdır. Öyleyse kadın erkek gibi
bütün hukukuna sahiptir.18 Kadına Cuma
namazı farz değildir. Ama kadın cuma namazı kılarsa, kılabilir; kadın cuma namazı kılamaz diye bir şey yoktur.
Hatta o cuma namazı kıldığı zaman, cuma öğle
namazı yerine geçeceği için, öğle namazı onun üzerinden sakıt olur.19 Aile ve toplum işleri, kadın ile
erkek arasında kesin, değişmez çizgilerle ve çelik duvarlarla bölünmüş değildir.
Aile merkezinde kadın, toplumun merkezinde ise erkek bulunmakla birlikte, cuma namazında
olduğu gibi, kadın erkeğin işini gerekirse
yapabilir. Erkek de kadının işini yapabilir. Bu genel açıklamalardan sonra hayatın
bazı alanlarına bakarak İslâm'da kadını
tanımaya çalışalım. 3- İbadet ve Kadın Aslında bu başlığa, ibadet ve
kadın değil de "dinde kadın" desek daha doğru olurdu. Yukarıda
söylediğimiz gibi din denilince, iman (inanma) ve ibadet (dua, namaz...) hatıra gelir.
Oysa İslâm hem dini, hem de dünyayı içine aldığı için, din deyip sadece
dünyayı, veya sadece duayı kastetmek yerinde olmaz. Çünkü ekonomi, aile,
eğitim-öğretim, yönetim ve insanın ihtiyacı olan her şey, İslâm dininin
içersinde yer alır. bunlar, İslâm kültüründe din dışı değildirler. Bu konularda
Kuran’da pek çok emir, nehiy ve tavsiyeler vardır. Kuran’ın şu veya bu şekilde
yapılmasını istediği herhangi bir konuyu, din dışı saymak mümkün değildir,
öyleyse din kelimesini sadece iman ve ibadet alanına hasretmek, İslâm kültürü açısından yanlıştır. Halbuki bugün halk arasında din
böyle anlaşılmaktadır. İslam geldiği zaman doğuda ve
batıda kadının hangi durumda olduğu, okuyan ve biraz tarih bilgisi olan kimseler için
bellidir. Kız çocukları doğduğunda ana-baba için bir talihsizlikti. Kadınların
adeta hukuki şahsiyetleri hiç yoktu. Daha düne kadar kadının seçilme değil, seçme hakkı bile yoktu, işte İslâm kadına, böyle bir
ortamda tam bir hak ve vazife ehliyeti getirdi. Birçok sahalarda aşağı kabul edilen
kadını yükseltip erkeğin seviyesine çıkardı ve ona "eş"
yaptı. Kadın ile erkek, evlenip karı-koca olduklarında, birbirine karşı hak ve
vazifede eşit olduklarından "eş”tirler. Kur'an-ı Kerim, karı kocadan her
birine "eş" anlamında "zevç" kelimesini kullanır.
Meselâ "Ey Adem, eşin (zevceke) ve sen Cennette kal.."20 buyrulmuştur.
Arapçada zevç, bir cinsten diğeri ile beraber bulunan ikiden her birine verilen
addır.21 Türkçemizde biz buna eş deriz ki, bir
çiftten her birisi anlamınadır. Bir çift ayakkabından her birine de eş veya
tek denir. Hayvana sardığımız iki yük çuvalından her birine de yine denk adı
verilir. Sağ ayakkabı ile sol ayakkabı arasında bir fark varsa, bunlardan her hangi birisi diğerine karşı üstünse,
karı-koca arasında da bir üstünlük düşünülebilir. Halbuki akıl böyle bir
şeyi kabul etmez. Öyleyse kan kocanın, kocası da karının eşi, dengi ve benzeridir. îman ve ibadette, amel edip
karşılığını almakta kadın ile erkek arasında
hiçbir fark olmadığını göstermek ve böyle uygulamaları kaldırmak için erkeğin yanında kadını zikreden birçok ayetler
gelmiştir. Meselâ ister dünyada ister ahirette olsun, çalışan kadın ve
erkeğin ücretini veya ecrini mutlaka alacağını bildiren ayette şöyle
buyrulmaktadır: "Rableri, onların dualarını, "Sizden erkek olsun, kadın
olsun, hiç bir çalışanın çalışmasını boşa
çıkarmam; siz birbirinizdensiniz", diyerek kabul etti."22 Başka bir ayette de "Erkek
veya kadın kim mümin olarak, yararlı işler yaparsa, işte onlar Cennete girerler ve
kendilerine zerre kadar zulmedilmez"23 buyrulmaktadır. İslam'a göre Allah'ın yanında
kadın ile erkeğin eşit olduğunu göstermesi bakımından şu ayet de dikkat
çekicidir: "Doğrusu erkek ve kadın müslümanlar, erkek ve kadın müminler, boyun
eğen erkekler ve kadınlar, doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve
kadınlar gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar,
sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini
koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok anan
erkekler ve kadınlar, İşte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir
hazırlamıştır."24 Yalnız çalışmalarının ve
yaptıkları iyiliklerin karşılığını alma bakımından
değil, kendilerine kötülük yapılmaması, eziyet verilip işkence edilmemesi
bakımından da erkekle kadın arasında bir fark yoktur. Bu sebeple Kur'anda şöyle
buyrulmaktadır: "İnanan erkek ve kadınları, yapmadıkları
bir şeyden ötürü incitenler, şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah
yüklenmiş olurlar."25 Bütün bu ayetlerden
anlaşılıyor ki, dinde, ibadette, iyi işlerin karşılığını almakta, ve
kendilerinin hukukuna saygı göstermekte kadın ile erkek arasında hiçbir fark yoktur. 4- Eğitim ve Öğretimde
Kadın Bugün toplum, İslam'a ve
İslam'ın getirdiği esaslara o kadar yabancılaşmış ki, İslam'ın bir prensibini
söylediğiniz zaman, bu uygulanamaz, deniliyor; hatta bazen İslam'ın bile ütopya
olduğu dile getiriliyor. Meselâ bunlardan birisi de camilerin din, ilim ve idare
merkezleri oluşudur, peygamberimiz zamanında eğitim ve öğretim işleri tamamen camide yürütülüyordu. M. Hamidullah'ın
"İlk İslam Üniversitesi" diye nitelediği Suffa'da Mescidin (Camiin)
içinde bulunuyordu.26 Bu sebeple İslâm
kültüründe camiin toplumun merkezi olduğunu söyleyebiliriz. İslam'da
ilim, dini öğrenmekle başlar. O nedenle İslam’ın ilme eğitim ve öğretime ne kadar önem
verdiği sadece müslümanlarca değil, başkaları tarafından da pek iyi bilinmektedir. Kadınla erkek arasında
eğitim ve öğretimde bir fark gözetilmez ama, bilenlerle bilmeyenler arasında fark
olduğunu ayet söylemektedir: "De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur
mu?"27 "Rabbim! İlmimi artır, de."28 Bilmeyenlerin
bilenlere sorup öğrenmelerini tavsiye eden ayet aslında ilmin anahtarım veriyordu. Bilmeyen herkes kadın ve erkek sorup
öğrenmek suretiyle ilim sahibi olabilir: "Eğer siz bilmiyorsanız, ilim
sahiplerine sorun" 29 buyrulmaktadır. İslam'da ilim ile din adeta
birbirinin fonksiyonu, biri birini tamamlayan iki
unsur gibi gözükmektedir. Siz ne kadar öğrenip bilirseniz, dinî görevlerinizi
o kadar yerine getirmiş olursunuz. Îslâm akla uygun bir din olduğu ve hayatın bütün
safhalarını içine aldığından dolayı, dini öğrendikçe
ilmi; ilmi öğrendikçe dini öğrenmiş, ilme yaklaştıkça dine, dine yaklaştıkça
da ilme yaklaşmış olursunuz. Bu sebeple İslam anlayışında dinle-ilim
bütünleşmiş bir durumdadır. Din hayatın kendisi olunca, kadın ve erkek, hayat bilgisini elde etmek zorunda olduğundan,
dolayısıyla kadın ile erkek de aynı seviyede öğrenmek durumundadır. Peygamberimiz, hayatın dine uygun
yürüyüp yürümediğini kontrol etmek üzere zaman zaman çarşı ve pazarı
dolaşırdı.30 Bir gün yiyecek
satan bir tüccarın yanına geldi, adama nasıl ve kaça sattığını sorduktan sonra
elini yiyecek maddesinin (bunun buğday olduğu söylenir31 içine sokup kontrol
ettiğinde, yığının iç kısımlarının yaş olduğunu görünce, nedir bu hal dedi.
Satıcı, üzerine yağmur yağdığını söyledi. Peygamber, bu yaş olanları
müşterinin görmesi için niye üstüne koymuyorsun? "Aldatan bizden
değildir", buyurdu.32 Hz. Ömer'in de çarşı ve pazarı kontrol ettiği
kaynaklarda yazılıdır. Hatta bir defasında bir satıcıya neyin faiz olup
olmadığını sorduğunda cevap alamayınca, haydi bakalım tezgahını topla, buraya öğren de ondan sonra gel,
dediği bildirilir. İslam'da ilm-i hal bilgisi
herkese edinilmesi farz olan bilgilerdir. Müslüman, kadın, erkek demeden, herkes
ibadetlerini nasıl yapacağını öğrenmek mecburiyetinde olduğu gibi, icra etmekte
olduğu sanat, ve mesleğini de dindeki emir ve yasaklara uygun yürütüp
yürütmediğini bilmek zorundadır. Terzi terzilik yaparken, avukat müvekkilini
savunurken, doktor hastasını tedavi ederken... kendi hareket ve davranışlarının
İslam'a uyup uymadığını bilmesi gerekir. İlmi hâl bilgisi, bulunduğu durum ve
şartların bilgisi demektir. Bu bakımdan bilgi, dinî hayatın rükünlerinden birisi haline gelmiştir. O sebeple
İslâm düşüncesinde bilgi sahibi olmak, öğrenmek, düşünmek,
düşündüğünü yaymak, yazıp çizmek ve bildiğini
uygulamak bakımından kadın erkek eşit olup aralarında bir fark yoktur. Eğer
vardır dersek bu sözümüz eşyanın tabiatına ters düşer. Peygamberin
kadınların eğitim ve öğretimlerine erkekler kadar önem verdiği hadis kitaplarından anlaşılmaktadır. Peygamberimiz
zamanında kadınlar beş vakit namazda mescide gelip erkeklerle birlikte namaz
kılabildikleri için, peygamberin tavsiye ve öğütlerinden her zaman
faydalanıyorlardı. Hatta Buhari'nin belirttiğine göre33 haftanın bir gününü sadece
kadınlara tahsis ederek, mescidde onların sorularını cevaplamış ve çeşitli
konularda onları bilgilendirmiştir. Müslüman kadınların Peygamber'in evine
gittikleri, onunla sohbet edip ihtiyaç duydukları konularda bilgi aldıkları da haber
verilmektedir.34 Hatta kadınlar kendi özel halleri ile ilgili meseleleri bile
Resulüllah’ın yanında rahatlıkla dile getirdikleri için Hz. Aişe, "Şu Ensar
kadınları ne iyi kadınlardır; sıkılganlıkları (hayaları) dinlerini
öğrenmelerine mani olmamıştır" demiştir.35 Ensar’dan Ümmü Kesir Bint-i
Zeyd isimli bir kadın, kız kardeşiyle birlikte Hz. Peygamberin huzuruna girip
"Kız kardeşim size bir şey sormak istiyor,
fakat utanıyor" deyince Rasülüllah, "Soracağın şeyleri sor, çünkü
ilim talebi farzdır" buyurdu.36 Buradan kadın erkek herkesin ihtiyacı olan bilgileri öğrenmesinin zaruri olduğu
ortaya çıkmaktadır. Resul-ü
Ekrem, kadınların okuma ve yazmayı öğrenmelerini teşvik etmiştir. Hatta kendi hanımı Hafsa'nın sahabe olan Şifa
Hatun'dan yazı yazmasını öğrenmesini
sağlamıştır.37 Esir
durumunda olan (cariye) kadınlara bile iyi bir eğitim ve öğretim verilmesi konusunda peygamberin
hadisleri vardır. "Cariyesi olup da ona ilim öğreten ve bunu iyi yapan, onu
güzel yetiştiren, sonra onu hürriyete kavuşturup evlenen kimseye iki ecir
vardır", buyurmuştur.38 Kur'an-ı
Kerim'de "Ey inananlar, kendinizi, ve çoluk çocuğunuzu (ailenizi) cehennem ateşinden
koruyunuz..."39 buyrulmuştur. Hz. Ali bu ayetin yorumunu, çoluk çocuğunuzu
terbiye edin, ailenize ilim öğretin şeklinde
yapmıştır.40 İslâm hukukunun ikinci kaynağı
olan sünnetin naklinde Peygamber'in hanımları
müstesna bir yere sahiptir. Sahabiler öğrenmek istedikleri her konuyu Peygamber'in hanımlarından sorup
bilgi alıyorlardı. Kadınlar sadece
öğrenmekte değil, öğreticilikte de erkekler gibi aynı hakka sahiptirler. Hz.
Aişe'nin 2210 kadar hadis rivayet ettiğini kaynaklarımızdan öğreniyoruz.41 İslâm kültüründe camiin,
toplumun eksenini teşkil ettiğini söylemiştik.
Halifelerden sonra iş başına gelen sultanlar, yönetimi camilerden alıp saraylara taşıdıkları gibi, eğitim ve
öğretim işlerini de medreselere
kaldırdılar. Zamanla toplumda meydana gelen değişmeler kadını eğitim ve öğretimden uzaklaştırdı. İslam
düşmanları, müslümanların hatasını
İslam’a yüklemek istiyorlar. Oysa yanlış anlamaların ve tarihî yanılgıların
İslam’la hiçbir alakası olamaz. İslam
düşüncesinin öngörüldüğü bir toplumda kadın ve erkek kim olursa olsun, herhangi bir konuda öğrenim
yapmak istediği zaman onun bu arzusunu engelleyecek hiçbir güç ve kuvvet olamaz.
Zamanımızda dünyada devletler vatandaşlarını kendi
doğrultusunda düşündürmek istediği için eğitim ve öğretim işlerini kendi
tekelinde tutuyor. Halbuki bu hizmeti vakıflar kanalıyla halkın kendisi
bizzat yapsa, o takdirde diğer sektörlerde olduğu gibi üretim alanında da bazı
arazılar meydana gelmez. Azından hiçbir kimse öğrenme hakkından mahrum
edilmez. Okula girerken engellemek için, elemek için imtihan
yapılmaz. Okuldan mezun olurken, bilgisini uygulamaya koyabilecek duruma
gelip gelmediğini öğrenmek üzere
imtihan yapılır, başarırsa belge verilir. "Mezun" (bilgisini uygulamaya izin
verilmiş kimse) kelimesi bile bu kültürü ne güzel dile getiriyor. Netice olarak
görülüyor ki, İslam'da kadın ilk eğitim ve öğretimden son eğitim ve öğretime kadar aynı erkek gibi bütün haklara
sahip bir mükelleftir. Dün kadını tahsilden mahrum
edenler bugün, toplumu tahsilli ve tahsilsiz diye iki sınıfa ayırdılar,
İslam’da eğitim ve öğretim, kadın-erkek,
çoluk-çocuk, genç-ihtiyar demeden, bir bütün olarak sınıflara bölmeden halk
tarafından yürütülür. 5- Kadın ve Siyaset İnsanın sosyal bir varlık
olduğu bilinen bir gerçektir, kendi başına yapayalnız yaşamak insan fıtratına
uygun düşmez, insan ihtiyaçlarını bir aile ve toplum içersinde tatmin edebilir. Bu
sebeple insanın biri ferdî, diğeri sosyal olmak üzere, iki türlü ihtiyacı vardır.
Fertler ve aileler kendilerini ilgilendiren meselelerde neyi nasıl yapacakları konusunda
kendileri karar verip öylece yaparlar. Ancak aileler
arası, köyler, şehirler ve bölgeler arası
meselelerde ortak işlerin nasıl yürütüleceği hususunda söz sahibi kim olacak
ve tüm toplumu ilgilendiren sorunları kim çözümleyecek? İşte yol, su, elektrik ve
bu gibi genel ihtiyaçları; memleketin savunması, hastalan ve fakirleri ile ilgili
konuları yürüten bir kamu kurumuna ve görevlisine ihtiyaç vardır. Toplum adına
toplumun işini yürütecek şahıslar ya tayinle veya
seçimle iş başına gelirler. Peygamberler, Allah tarafından tayinle
gönderilmiş görevlilerdir. Halk, peygamber'in emir ve yasaklarını dinleyip ona itaat
eder. Kuran’da Allah'ın, Hz.
İbrahim’e "Ben, seni insanlara imam yapacağım" dediği bildirilir.42 Büyük Hanefi alimi Cessas, bunu
şöyle açıklıyor: imam, peygamberlik yoluyla din işlerinde kendisine uyulan kişidir.
Böylece diğer peygamberler de imamdırlar. Çünkü Allah, insanların onlara tabi
olmasını ve din işlerinde onlara uymalarını gerekli kılmıştır. Bu sebeple halifeler de imamdırlar. Çünkü
onlar, insanların tabi olması lazım gelen, sözlerini dinleyip verdikleri hükümleri
kabul etmeleri gereken bir mevkide
bulunmaktadırlar. Bu manada hakimler, alimler de yine imam sayılırlar. Hatta namaz kıldıran şahsa da
insanlar namazda kendisine uyduğu için imam adı verilmiştir, imam kelimesi bütün bu anlattıklarımızı içerisine aldığına göre,
Peygamberler imamlık mertebesinin en
yükseğinde bulunurlar. Bundan sonra Râşid halifeler gelir. Daha sonra alimler ve adil hakimler gelir.43 Elmalılı da
"Binaenaleyh imamet-i kübrâ, umuru din-ü
dünyada insanlara riyaset, bunun kemali de mertebe-i risalettir" (Devlet başkanlığı, din ve dünya
işlerinde insanlara başkanlık ve öncülük
yapmaktır. Bu görevin en yüksek derecesi ise peygamberlik mertebesidir), der.44 Kadının
siyasî hayattaki rolünü tespit ve bu hususta İslam'ın kadına ne getirdiğini ortaya koyabilmek için bu
ön bilgilere ihtiyaç vardır. Çünkü İslam'da Allah'ın emirlerini uygulama, iyi
olanı emredip kötü olanı yasaklama bakımından peygamber ile
halife (devlet başkanı) arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisi de
insanları doğru yola sevk eder, hak ve hukuku gözetirler. Bugünkü ifade ile kamu
görevi yaparlar. Bilindiği
gibi kadınların peygamber olup olmayacakları konusunda Matüridilerle Eşariler arasında ihtilaf
vardır. Eşariler kadından peygamber olabilir derken, matüridiler olmaz
demişlerdir. Her iki tarafın da kendilerine göre delilleri vardır.45
Burada o konuya girmeye ve uzun uzun onların görüşlerini açıklamaya gerek yoktur.
Ancak burada bize lazım olan husus şudur: Eşarilere göre kadın
peygamber olabiliyorsa, devlet başkanı daha kolay olur. Eşarilerin bu
anlayışına göre kadın, siyasetin her mertebesinde görev alabilir. Peygamber
olabildiğine göre, devlet başkanı, vali, hakim de olabilir. Hanefilere göre
kadın, hudud (ceza) ve kısas dışındaki
bütün konularda hakim olabilir.46 Toplumun
işlerini yürütmek üzere Allah tarafından tayin edilen peygamberlerin dışında seçimle iş başına gelen görevliler
vardır. Peygamber ile yönetim, tayin ile seçim
konularını daha iyi anlamada bize yardım
edecek bir hadis bulunmaktadır: Hz. Muhammed buyuruyor ki, "İsrail Oğullarını peygamberler idare ederdi. Bir
peygamber ölünce onun yerine başka bir peygamber gelirdi. Artık benden sonra
peygamber gelmeyecektir. Ancak halifeler (vekiller),
var olacaktır. (Ümmeti bu devlet başkanları idare eder)...."47 Bu hadise dayanarak Kâmil Miras,
toplumu peygamber ile yönetim devrinin
kapandığını, seçimle iş başına gelen kimselerin velayetle yönetim devrinin
başladığını söyler.48 İslam'da kadının seçme ve
seçilme hakkının olup olmadığını araştırdığımız zaman, seçme hakkına
tamamen sahip olduğunu, seçilme hakkına da (parlamento üyesi -kanun yapımında fikir
beyan eden kişi olarak) sahip olduğunu görüyoruz. Şöyle ki: Kur'an-ı Kerim'de "Hiç
şüphesiz Allah size emanetleri (kamu görevlerini)
ehline teslim etmenizi emrediyor"49 buyrulmaktadır. Kamu görevini verecek olan, seçim yolu ile, mükellef olan
kadın ve erkeklerdir. Bu Peygamberimiz zamanında biat yolu ile yapılıyordu. Hz.
Peygamber hem erkeklerden, hem de kadınlardan biat almıştır. Biat, devlet başkanlığını kabul etmenin bir işaretidir, şeriata
uygun olarak vereceği emir ve yasaklara uyacağı hususunda söz verme, sadakat
yemini etmektir.50 Kur'an, kadınların biatini şöyle tasvir eder: "Ey Peygamber!
İnanan kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina
etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ile ayaklan arasında bir yalan uydurup
(başkasından gebe kaldığı çocuğu, kocasına nispet ederek) getirmemek ve iyiyi emrettiğinde sana karşı gelmemek
şartıyla, sana biat etmeye geldikleri zaman biatlerini kabul et! Onlar için Allah’tan
mağfiret dile, çünkü Allah çok
yargılayıcı, çok esirgeyicidir."51 Resulüllah’ın kadınlarla
biati, Medine'de ve fethedildiği gün Mekke'de olmak üzere birkaç defa tekerrür
etmiştir. Bu biatlerin siyasî değil, dinî oldukları ileri sürülecek olursa,
hırsızlık yapmamak, zina etmemek ve çocuk öldürmemek gibi hususların hukukla ilgili
oldukları meydandadır. Aynca ayette, peygamberin emredeceği iyi ve meşru bir konuda
ona karşı gelmemek şartı da bulunmaktadır ki işte bu, Peygamberin devlet başkanlığı ile alakalı emirlerini
ifade eder.52 Peygamber nasıl biat almış,
vereceği emirlere sadakat ve itaat anlaşmasına baş vurmuşsa, peygamber olmayan fakat
siyasî makamda onun yerini alan ve devlet başkanı
olan kimseler de kendilerinin başa geçtiklerini şeri hukukta temellendirebilmek için, halkın biatini (oyunu) almalıdırlar. Hakimiyet prensip olarak Allah'a aittir ve
onu istediğine verir. Fakat uygulamada ilâhî iradeyi temsil eden, cemaatin
(seçmenlerin) umumi iradesidir.53 Buhari’de
"insanlar, imama (devlet başkanına) nasıl biat eder" şeklinde bir bölüm vardır. Burada
sahabilerin peygambere nasıl biat ettikleri anlatılır. Ayrıca
"Kadınların biati babı" diye de bir bölüm vardır. Hz. Peygamberin, ashabıyla yaptıkları
biatin nübüvvet üzerine değil, hükümet üzerine olduğunu gösteren bir
husus da Peygamberin çocuklarla biat etmemesidir. Çünkü Humeyd kızı
Zeyneb çocuğu Abdullah b.Hişam'ı Peygambere götürüp "Bununla biat
et, ya Resulüllah" dediği zaman, Peygamber, "O, küçük bir
çocuktur" dedi, ve başını okşayıp dua etti.54 Kettanî'nin, Peygamber biat edenlerde
baliğ olmayı şart koşmuyordu, Abdullah b. Zübeyr biat ettiği zaman 7
yaşında idi, şeklinde yapmış olduğu rivayet,55 Buhari'deki Peygamberin bu
hadisine ters düşmektedir. Bu
açıklamalarımızdan İslam kültüründeki biatin bugün seçme hakkı demek olduğu ve kadınların
da bu seçme hakkına sahip bulunduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Kadın
seçmen olabildiği gibi kanun yapmak üzere parlamento üyesi de seçilebilir. Bilindiği
gibi İslam'da herhangi bir konuda hüküm ve karar verebilmek için Kitap ve Sünnete dayanmak
şarttır. Fertler biliyorlarsa kendileri içtihat ederler, eğer
bilmiyorlarsa bilenlere sorarlar. Toplumun işleri ise istişare ile yürütülür.
Kuran’da "Onların işleri aralarında danışma iledir" buyrulmaktadır. Böylece
Cenab-ı Hak, toplumun meselelerinde onlarla istişare etmesini elçisine
emretmektedir.57 "İş hususunda onlarla müşavere et"58 Bu emre uyan
Peygamber, sahabilerle istişare ederdi. Hatta bir gün kadın bir sahabî
kadınları temsilen peygamberin meclisinde bulundu. Sahabeden Esma bint-i Yezit es-Seken, kadınlar adına peygamberin huzurunda onları temsil etti. Olayı bu başlık
altında veren Kettanî, Esma'nın peygambere gelip şöyle dediğini kaydeder: "Ben
bir Müslüman kadınlar topluluğunun
elçisiyim. Onlar şu sözü söylüyorlar, ben de
aynı görüşteyim: Allah seni kadınlara ve erkeklere birlikte göndermiştir. Biz sana iman ettik ve tabi olduk. Biz kadınlar kocalarına
bağlı, namuslu, evde oturan, kocalarımızın cinsel ihtiyaçlarını gideren ve
onların çocuklarını taşıyanlarız. Erkekler ise cemaat ve cenazeye katılma
bakımından bizden üstün tutulmuşlardır. Halbuki erkekler savaşa gittiklerinde
onların mallarını biz korur, çocuklarına biz bakarız. Bu durumda ya Rasûlellah, biz
ecir ve sevapta onlara ortak olabilir miyiz." Peygamber
yüzünü sahabeye çevirerek: "Siz, dini hakkında soru soran bu kadının
sözünden daha güzel bir söz işittiniz mi?" dedi. Onlar, "hayır ya
Rasûlellah" dediler. Peygamber, "Ey Esma, git o kadınlara bildir ki, sizden birinizin karı-koca ilişkileri güzel, kocasının
gönlünü almaya çalışır ve onun muvafakatine tabi olursa; bunlar, (erkekler
hakkında söylediğin) o şeylerin hepsine bedeldir." Peygamber'in bu
sözünden son derece memnun olan Esma, tekbir ve
tehlil getirerek, güle güle sevinçle gitti."59 Peygamber'in amcası Ebû Talib'in
kızı Ümmü Hânî, Mekke fethedildiği gün müşriklerden birine eman (İslam
ülkesine girme, esir edilmeden yaşama güvencesi)
vermiş, Peygamber de bunu kabul etmiştir. Buhari meseleyi şöyle anlatır: "Ümmi
Hani Peygamberin evine gelir. "Ya Rasûlellah, der: Anamın oğlu benim eman
verdiğim filan kimseyi, İbn Hübeyre'yi öldüreceğini söylüyor" Peygamber,
"Yâ Ümme Hânî, senin ahd ve eman verdiğin
kimseye biz de ahd ve eman verdik", buyurdu.60 Buradan kadının devlet adına
hareket edip devleti temsil ettiği anlaşılmaktadır. Hz. Ömer,
Medine pazarı işlerine bakmak üzere görevlendirilmiştir. Aynı pazarda kadınlar da vazife almışlardır; Semra Bint-u
Nuheyk'il Esediyye, bizzat Rasülüllah tarafından
Medine pazar işlerine bakmak üzere bir nevi
murakıp veya denetleyici olarak tayin edilmiş bulunuyordu. Yine bir hanım olan Şifa bint-i Abdillah, Medine pazarında
belli bir vazife için tayin edilmişti.61 İslam hukukçuları genellikle,
borçlanma esaslarından bahseden ayetteki 62 bir erkek yerine iki kadının şahitlik
yapacağı esasına ve bazı hadislere dayanarak,
kadınların velayetlerini noksan kabul etmişlerdir. 63 Ayette “min ricâliküm” adamlarınızdan
denilmekle, şahitlik için İslâm, adil, baliğ, erkek ve hür olmak şart
koşulmaktadır. 64 Şahitlik yapmak bir hak değil, vazifedir. Nitekim Şakir Berki,
velayetin hak olmayıp görev olduğunu söylerken şunları yazmaktadır:" Her ne
kadar kanun, velayeti hak şeklinde ifade etmekte (TMK. 274) ve eserlerde de kanuna muvazi
olarak, bu terim kullanılmakta ise de velayet bir hak
değil, bir vazifedir."65 Erkeklerle
kadınların vazife alanları ayrı ayrı olduğundan, erkeklerin göreceği işlerde erkeklerin, kadınların göreceği işlerde
kadınların şahit tutulması normaldir. Bu yüzden meselâ ceza ve kısas gibi yerlerde
kadınların şahitliği kabul edilmez denilmiştir.66 Doğum, bekaret ve kadınlara ait
işlerde de erkeklerin görmeleri mümkün olmadığı için, erkekler şahit tutulmaz.
Şahitlikte en az iki kişi şart iken,67 bu gibi yerlerde tek bir kadının, şahitliği
bile geçerlidir. Yani böyle yerlerde bir kadın iki erkek yerine geçer. Çünkü
erkeğin tek başına şahitlik yaptığı hiçbir yer yoktur. Nikah, talak (boşanma), vekâlet
ve vesayet gibi hukukî meselelerde ve malî hususlarda ise erkekle kadın, bir-iki
nispetinde birlikte şahitlik yapabilirler. Ancak zamanımızdaki gibi yazı ve imzalı
şahitlik yaygın ve geçerli hale gelince, bir erkekle bir kadının yeterli olduğunu
söyleyenler vardır.68 İslam
düşmanlarının din, kadını erkeğin yansı kabul ediyor demeleri, bilgisizliklerinden öte onların cahilliklerini
gösterir. Onlar yeni bir insan tipi yaratmadıklarına göre, fıtratın kurallarına
boyun eğmek zorunda kalacaklardır. İnsanlar gibi
aile hayatı yaşayan kumrular bile aralarında iş bölümü yaparak, erkek çöp
getirirken dişi kuş yuva yapar. Birisi içerde görev alırken, diğeri dış işlerini
üstlenir. Hem sadece çiftleşme zamanlarında
değil, bütün yıl boyu belki bir ömür boyu beraber yaşarlar. Evinde olan müslüman öğle
namazını dört rekat kılar. Yolcu olan müslüman ise iki rekat kılar. Ayet bize
erkeğin görevli olduğu yerlerde kadınların da şahitlik yapabileceklerini, bedel
yoluyla şahitlik yapabileceklerini gösteriyor. Asıldan bedele geçildiği zaman o
şeyin yarısı alınır. Meselâ abdest asıl, teyemmüm ise bedeldir. Abdestte dört aza
yıkanırken, teyemmümde iki aza mesh edilmektedir. Şahitlikte de bir erkeğin yerine iki kadının kaim olması da bu
kabildendir diyebiliriz. Yoksa bu, hiçbir zaman kadın erkekten eksik, onun
yarısı demek anlamına gelmez. Çünkü az önce de söylediğimiz gibi kadının
şahitliği asıl olan yerlerde tek bir kadının
şahitliği geçerlidir, İslam hukukunun hiçbir yerinde tek bir erkeğin şahitlik yaptığı bir konu mevcut
değildir. Kadınların şahitliği yalnız
erkekler bulunmadığı zaman geçerli değildir, iki erkek bulunsa bile bir erkek ile iki
kadın yine şahitlik yapabilirler. Çünkü ayetteki olumsuzluk genelin olumsuzluğudur,
yoksa olumsuzluğun genelleşmesi değildir.69 Öyleyse bir erkek yerine iki kadının
şahitliği, zaruretten dolayı tanınmış bir ruhsat olmayıp esasta meşrudur. Kadınla
erkeğin şahitlik alanlarının ayrılmış olması da gösteriyor ki, şahitlik yapmak
bir hak değil, bir görevdir. Kadının devlet başkanlığı,
hakimlik ve valilik gibi kamu görevlerinden herhangi birini yürütüp yürütemeyeceği
hususunda eski İslam hukukçuları arasında epey tartışmalar olmuştur. Meselâ
Hanefîler, hadd ve kısas'ın dışındaki bütün konularda kadının hakimlik görevini
üstlenebileceğini söylerler.70 Hatta Hanbeli olan
İbn Kayyim el-Cevziyye, bu konuda isim vermeden Hanefileri tenkit eder. Hanefîler
aralarında erkek olmadan kadınların kendi başlarına cemaatle namaz
kılmalarını iyi görmezler, mekruh derler. Halbuki
Ümmü Varaka, Ümmü Seleme ve Hz. Aişe’nin imam olup kadınlara namaz kıldırdığı
vakidir. İbn Kayyim, "Son derece hayret verici bir şeydir ki, kadının
namaz kıldırmasına muhalefet edenler, onun müslümanlann işlerini yürüten bir hakim
olmasına cevaz veriyorlar."71 der. Kamu hukuku alanında İslam
dünyasının yetiştirdiği iki büyük hukukçu olan Ebu'l-Hasan el-Maverdî ile Ebû
Yâlâ el-Fenâ, Ahkâmü's-Sültaniyye adı altında yazdıkları eserlerinde, devlet
başkanı olmanın şartlan arasında erkeklik diye
bir şartı saymamaktadırlar.72 Hanefilere göre cuma namazını
devlet başkanı veya vekilinin kıldırması şarttır. Kadın başkan olduğu zaman
cumayı vekalet vereceği kimsenin kıldıracağını söyleyen Kâsânî, kadının sultan (devlet başkanı) olmasını
normal karşılayarak şöyle demektedir: "Ancak kadın sultan olduğu zaman, namaz
kıldırması geçerli olan bir adama emreder, böylece cuma namazını onun kıldırması
caiz olur. Çünkü kadın normal olarak sultan veya kadı (devlet başkanı veya hakim)
olabilir. Kadının imamlığı (Cumanın kılınması ve kadının devlet başkanı
olması) bu suretle sahih olur.73 Peygamberimiz bir hadislerinde
cuma namazı köle, kadın, çocuk ve hasta müstesna,
her müslümanın üzerine cemaatle eda edilmesi gerekli bir borçtur" 74
buyurur, İslam hukukçularına göre, yolcunun, hastanın ve gözleri görmeyen kimsenin
cumaya gitmesinde zorluk ve sıkıntı vardır. Halbuki Kur'anda ifade edildiği gibi,
Allah dinde müslümanlar için bir zorluğu kılmamıştır.75 Köle velisinin
hizmetiyle, kadın da evinin ve ailesinin işiyle meşgul olduğu için bunların cumaya
gitmesinde zorluk vardır. 76 Onun için bunların cuma namazını eda etme borcu
üzerinde yoktur. Fakat bunlar vücub ehliyetine sahip oldukları için eda ettikleri
takdirde caizdir. Kâsânî bu görüştedir.77 Daha önce söylediğimiz gibi kadın iç
işlerinde, erkek de dış işlerinde görevlidirler; ancak gerektiğinde birisi
diğerinin görevini üstlenebilir. Esir de aynı kadın gibi sîyasî
sorumluluğu bulunmayan kimsedir. Fakat siyasi bir görev üstlendiği zaman bunu yerine
getirmiş olur. Çünkü Peygamberimiz "Kesik burunlu Habeşli siyah bir köle bile
olsa sultana (devlet başkanına) itaat ediniz"
buyurmuştur.78 Onun için böyle bir devlet başkanının
emirlerini dinlemek bir Müslüman için farzdır. Kasanı, eğer esirin (kölenin)
sultan olması caiz olmasaydı, ona itaat edip emrine uymak farz kılınmazdı,
demiştir.79 Bütün
bunlardan sonra kadının kamu görevi alması hususunda şöyle bir neticeye varmak
mümkündür; İslam’da kadının toplumla ilgili bir kamu görevini almak üzerine bir borç ve vazife değildir. Ancak
gerektiğinde kadının herhangi bir görevi alıp yerine getirmesi caizdir. Bu
kadınların kendilerinin bileceği bir iştir. Nitekim sahabeden Nevfel kızı Ümmü
Varaka, Peygamber ile beraber savaşa katılmak istedi. "Ey Allah'ın elçisi, dedi, izin ver, ben de seninle beraber savaşa
katılayım. Yaralılarınızı tedavi eder,
hastalarınıza bakarım. Umulur ki, Allah bana şehitlik nasip eder." 80 Peygamber,
"sen evinde kal, Allah sana şehitliği verir," buyurdu. Ebu Davud'un
kaydettiğine göre bu kadın, ezan okuyacak bir müezzin tutacağını peygambere söyleyip izin istedi. Peygamber
de izin verip kendi ev halkına namaz kıldırmasını emretti. Ebu't-Tayyib Muhammed
Şemsü'l-Hakk el-Azîmâbâdî, Ebû Davud’un Süsen’ine yaptığı şerhte şöyle
diyor: "Bu hadis, kadının, ev
halkına, erkek bile olsalar, namaz kıldırabileceğini gösterir. Zira Ümmü
Varaka'nın müezzini, ihtiyar bir erkekti. Ümmü Varaka, müezzine ve cariyesine imam
olup namaz kıldırıyordu."81 "İşlerini bir kadının
yönetimine bırakan bir kavim felah bulmayacaktır"82 hadisinin, "Mümin
erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin
velileridir, iyiyi emrederler, kötüyü nehiy ederler..." 83 ayeti ile çeliştiğini
söylemiştik: Ayet, kadına kamu görevi verirken, hadis bunu sanki yasaklıyor gibi
gözükmektedir. Ancak hadisin bu hususta kesinlik ifade
etmediğini açıklayan H.Karaman şu neticeye varmaktadır: "İslam’da kadının,
gerektiğinde kamu görevi yapmasını yasaklayan açık, kesin, bağlayıcı bir nas
mevcut değildir. Aksine bu kapıyı aralayan deliller mevcuttur." 84 6- Kadın ve Ekonomi İslam
ekonomik düzeninde kadın da erkek gibi ekonomik faaliyetin kaynaklarından birisidir.
Kendisine mülkiyet, miras ve çalışma haklarının tanınması, onu ekonomik hayatta faal hale getirmiştir. O
sebeple alım ve satımın her çeşidi, hibe, şüfa, icar, kira, iare, kefalet, vekalet
her çeşit şirketler, rehin, kısmet, dava, ikrar, sulh, vasiyet, yemin, gasp,
çalma.... gibi konularda erkekle aynı durumdadırlar. Erkekle kadın her ikisi de
mirasta söz sahibi olmakla birlikte bazı yerde erkeğin kadından daha fazla pay
alması, zamanımızda birçok tenkidlere yol
açmaktadır. Ayette 85 Allah, "Babalarınız ve çocuklarınızdan hangisinin
fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz" buyurmakla taksimin
menfaat açısından yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Öyleyse İslâm'ın miras hukuku, fert ile toplumu birlikte
ele alan ekonomik kanunların bir gereğidir. Mirasta
erkeğin kadından daha fazla almasının sebebi, erkeğin mala kadından daha fazla ihtiyacı olmasıdır. Erkekler,
kadınların nafaka ve geçimlerini üzerlerine
alırlar. Erkek, ölüye hayatta iken, kadından daha çok faydalı olur. Bu iki
sebepten yani mala daha çok ihtiyacı olma ve ölüye daha fazla fayda vermeden dolayı
erkek, mirastan daha fazla almaya hak kazınmış olur.86 Erkek, bir kendisi, bir de
hanımı olmak üzere en az iki kişi besleyecektir.
Bunun için erkeğin gideri çok, kadının gideri ise daha azdır. Halbuki gelir
ile gider arasında bir uygunluk ve eşitliğin bulunması gerekir. Gider erkeğe yükletilirken, gelir dağılımında
kadına erkekten fazla veya denk pay verilmesi, hem ekonomik esaslara hem de hak ve
adalet ölçülerine uygun düşmez. İşte asıl o zaman hukukta eşitlik ilkesi
zedelenmiş olur. Binaenaleyh erkeğe mirastaki bu fazlalık, kadınların menfaatlerini
gözetme ve ihtiyaçlarını giderme hesabına, geçimdeki sorumluluk farkının muadili
olmak üzere, böyle bir hukuk ve ekonomi dengesini kurarak, adalet ve eşitlik
prensiplerinin ince bir uygulamasını içine almaktadır.87 İslâm
ekonomisinde her nimet bir külfet karşılığıdır- 88 Bu denge ne zaman bozulur, ailenin ekonomik sorumluluğuna karşı
mirastan iki hisse alma zorunluluğuna uyulmazsa daima kadınların zararına olur. Ya büsbütün mirastan mahrum edilirler veya ailenin geçimine
zorla katılarak, kendi mallarını istedikleri gibi kullanma hak ve yetkisinden
mahrum bırakılırlar. Kaldı ki, kadın mirasta her
zaman her yerde erkeğin yansını almaz. Bunun istisnası da vardır, meselâ ayette
"eğer varis olunan erkek veya kadının çocuğu ve babası yoksa ve ana tarafından
bir erkek veya kız kardeşi bulunuyorsa, her birine altıda bir verilir." 89
buyrulmaktadır ki, buna göre ana bir kadın ve
erkekler eşit pay almaktadırlar. Kur'anda "Anaların yiyecek
ve giyeceğini uygun bir şekilde Ayette "Erkeklere
kazandıklarından bir pay, kadınlara da kazandıklarından
bir pay vardır"92 buyrulduğundan kadınlar çalışma hakkına sahip
oldukları gibi çalışıp ürettiklerinin mülkiyeti de kendilerine aittir. Ailenin
geçimi baba üzerine olduğu için, kadın ev ihtiyaçları için para harcama
mecburiyetinde olmadığından, tam bir mal ayrılığına sahiptir. Kadının izni olmadıkça kocası onun malını alıp
harcayamaz. "Eğer
süt anneler sizin için emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin" 93 "(Evlendiğiniz) kadınlara mihrlerini cömertçe
verin"94 gibi ayetler, kadının kocasından
ayrı malı bulunduğunu gösterir. Ancak müslümanlar, Îslamî düşünce ve uygulamadan uzaklaştıkları için,
mihri zamanla "başlık parası "na çevirmişlerdir. İslam tarihinde peygamberimiz
zamanında tarlasında ağaç diken kadından,
berberlik yapan, cami temizleyen ve Hz. Ömer devrinde çarşıyı kontrol etmekle
görevlendirilen kadınlara varıncaya kadar, ticaret yapan, savaşa katılan ve meşru
olan bütün işlerde çalışıp kazanan kadınlara rastlanmaktadır.95 7- Aile ve Kadın Aile hayatı
insan için kaçınılmaz bir zarurettir. Nisa suresinin birinci ayetinde buna işaret
vardır. Kuşlar için yuva ne ise insanlar için aile odur. Hatta Adem ile Havva bile
Cennette aile hayatı yaşıyordu. Havva, Ademin karısı (zevcesi) eşi idi.96 İnsanların
aile hayatı olarak beraber bir arada yaşamaları, birbirine karşı bir takım hak ve ödevler
getirmiştir. Sadece insanların değil, karşılıklı alış-veriş ve yardımlaşma bütün varlıkların sahip
olduğu bir özelliktir. Kuran’da Allah'ın gökleri yükseltip dengeyi koyduğundan
bahsedilir. 97 Varlıklar arasındaki muvazene -denge,
her şeyin kendi yeteneğine göre bir yere
sahip olmasıyla sağlanır. Toplumun düzeni her hak sahibine hakkını vermekle
yaşayabilir.98 Bunun için fert-devlet, kadın-erkek, kan-koca, çocuk-anne, çocuk-baba, aile-toplum gibi hak sahipleri
arasında karşılıklı sorumluluklar vardır.
Nitekim Peygamberimiz, "Her biriniz yöneticidir, ve her biriniz yönettiklerinden sorumludur. Adam, ev
halkının yöneticisidir ve yönettiği aileden sorumludur. Kadın, kocasının
evinde yöneticidir ve yönettiklerinden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malı
üzerinde yöneticidir ve yönettiklerinden sorumludur. (Elhasıl) her biriniz birer yönetici ve yönettiklerinden sorumludur",
buyurmuştur. 99 Kuran’da "Kadınların
meşru haklan kadar, vazifeleri de vardır. Erkeklerin hakları, kadınların
vazifelerinden fazladır"100 buyrulur. Ayetin orijinalinde geçen leh ve aleyh
kelimeleri hak ve vazifeye delalet eder..Meseleye bu açıdan bakmayan kimseler, tercüme
ve tefsirlerinde üstünlükten bahsederler. Erkek kadından bir derece
üstündür, derler. Halbuki ayette i h t i b a k
sanatı vardır. Yalnız kadının hak ve vazifesinden değil, aynı zamanda
kocanın da hak ve vazifesinden bahsedilmektedir. Ancak erkek kelimesi birinci cümleden
ikinci cümlenin karinesi ile hazfedilmiştir. Sanki ayette kadınların erkekler
üzerinde haklan olduğu gibi, erkeklerin de kadınlar
üzerinde hakları vardır, denilmiş gibidir. Yalnız kan ile kocanın hak ve
vazifeleri arasındaki benzerlik, yapacakları işin cinsinde değil, vücub ve
gerekliliğindedir. Meselâ kadın ekmek yapıp yemek
pişirdi diye koca da aynı şeyi yapacak değildir.101 Ayette
birbirini tamamlayan iki temel kural getirilmiş bulunmaktadır. 1- Herkesin
hakkı kadar vazifesi vardır. Başka bir deyişle vazife kadar hak vardır. Yani bir kimsenin yüklendiği vazifeleri ile hakları
birbirine eşit olur. Buna göre kadının erkek üzerinde hakları kadar vazifesi,
erkeğin de kadın üzerinde hakkı kadar vazifesi vardır. Eğer erkek kadın üzerinde
bir derece fazla hakka sahip ise yine bir derece fazla
vazifeye de sahiptir. 2- Herkesin haklarının ve
vazifelerinin birbirine eşit olmamasıdır. Yani toplum içersindeki fertler, eşit
haklara ve eşit vazifelere sahip değildirler. Sadece
herkesin hakkı kadar vazifesi vardır. Reşid
Rıza'nın ifade ettiği gibi, ayetin getirdiği başka bir esas da hak ve vazifelerin örf ile tespit edilmesidir. 102 Yani
fertler kendi istek ve arzularına göre hak ve vazifelerini tespit edemezler. Hak ve
vazifeleri, kanun (şeriat) ve mevzuat tayin eder. Kadın, anne, eş ve ailenin bir
üyesi olarak yuvada bir takım fonksiyon icra eder. Eş seçip evlenmede kadın erkek
gibi aynı hakka sahiptir. "Size helal olan kadınlarla evlenin"103 ve
"Bekarlarınızı evlendirin"104 gibi ayetler erkeklere evlenme ve evlendirme
hak ve vazifesi verirken, "Kadın başka bir koca
ile evleninceye kadar" 105 ayeti de kadına serbest bir şekilde eş seçme
hakkını vermektedir. İbn Arabî bu ayeti, kadın
kendisini evlendirebilir, şeklinde yorumlamıştır.106 Genel olarak
Şafiiler, kızı veya kadını velisi evlendirir, Hanefiler de kendisi evlenebilir gibi bir anlayış getirmişlerse de
ebeveynin ve hatta yakın akrabaların bile görüş beyan etme haklan bulunmakla birlikte
son sözü kızın söylemesi daha doğrudur. Bu
sebeple istemediği takdirde velisi kızı zorla evlendiremez. Başkaları ile cinsel yaklaşım
yasak olup bu ihtiyaç sadece nikahlı eşler
arasında olduğundan neslin üremesi aile içersinde sağlanır. Sermaye ile
emeği birbirine düşman edenler, kadın haklan deyip kan koca arasını açmak
istiyorlar. Sermaye emeksiz, emek de sermayesiz üretim yapamadığı
ve birinin diğerine karşı bir üstünlüğü olmadığı gibi, kadın da erkeksiz,
erkek de kadınsız üretim yapamaz. Kapitalistlerin katma değer deyip sermayeye verdiği, komünistlerin ise artık değer
deyip emeğe verdiği şeyi İslâm, emekle sermaye arasında paylaştırır. Anne
ile babanın birlikte meydana getirdiği çocuk üzerinde babanın velayet, annenin de
hadâne hakkı vardır. Kan ile koca
evlilikte bir çifti meydana getirirken, biri diğerinin eşi olur. Artık eşler, Kuran’ın ifadesiyle karşılıklı huzur,
sükun, sevgi ve rahmet kaynağını oluştururlar.107 Çocuklar
ana ve babaları tarafından beslenip büyütülürler.108 Ayette belirtildiği üzere çocuğa süt verme
mükellefiyeti anneye aittir. Süt emzirme müddeti de iki yıl veya iki buçuk yıl
yani otuz aydır.109 Ailede üç türlü karar vardır.
Kocanın alacağı velayet kararları, karının alacağı hıdâne (çocuk bakımı,
büyütülüp korunması) kararları ve ortaklaşa aralarında ittifakla alacakları
marufu (adet ve gelenek olan bir şeyi) değiştirme kararları.11O Aile toplumun
temeli olması dolayısıyla toplumla aile arasında önemli bir bağ mevcuttur. Hatta denilebilir ki,
aile toplumun denetim ve gözetimi altındadır.
Çünkü müminlerin birbirlerinin velisi olduğu ayetle sabittir.111 Yakın akrabalardan veli bulunmadığı takdirde velayet
hakkı topluma intikal eder. İslam toplumunda âmmeyi ilgilendiren hak ve
vazifeleri gerçekleştirmek için bir başkan seçildiği malumdur. Peygamberin
"Velisi olmayanın velisi sultan (devlet başkanı) dır hadisi112 nikahta-ailenin
kurulmasında toplumun-devletin rolünü ortaya koymaktadır. Yani aile ile toplum
karşılıklı hak ve vazifelere sahiptirler. Onun için yeni bir ailenin kurulması ile, var olan bir ailenin feshedilmesi toplum
açısından önemli bir hadise sayılmaktadır. Bu sebeple ailenin kurulması
toplumu temsil eden şahitlerin huzurunda yapıldığı gibi, feshi de aileyi toplumda
temsil eden erkek tarafından gerçekleştirilir.
İslam hukukunda boşama hakkının erkeğe verilmesinin sebebi budur. Ancak kadın da
boşayabilir. Her ne kadar Îslam düşmanları, kadının boşama hakkı
olmadığını ve bunun İslam için büyük bir eksiklik olduğunu söyleseler de, kadın
her zaman her konuda mahkemeye baş vurma yetkisine sahip olduğu gibi, İslâm hukuk
tabiri olarak "muhâlea" ve "hul" bahsi, kadının boşamasını
anlatan konu başlığıdır. Sabit b.Kays'ın hanımı Hz.
Peygambere gelerek: Ya Rasûlellah, demiş, kocamın huyu ve dindarlığı hakkında bir
diyeceğim yoktur. Fakat onu sevemedim. Bir müslüman olarak nankörlük etmek
istemiyorum. (Yani kocamı bir türlü sevemediğimden ona karşı gerekli vazifelerimi
yapamamaktan korkuyorum.) Hz. Peygamber ona: "(Sana mehir olarak verdiği) bahçesini geri vermek ister misin?",
buyurdu. O da evet deyince, Peygamber Efendimiz kocasına: "Bahçeyi kabul et
ve onu boşa." diye emrettiler.113 Kur'an-ı Kerim'de "nikah
bağı"nın erkeğin elinde bulunduğu114 ve talak
ayetlerinde boşama fiili daima erkeğe izafe edildiği için115 prensip olarak İslam
hukukunda boşamayı erkek yapar. Ama bu demek değildir ki kadının boşanma
hakkı yoktur. Az önceki hadiste geçtiği üzere kadın da boşattırır. Kadın aile merkezli hak ve vazifelere
sahip iken, erkek toplum merkezli hak ve vazifelere sahiptir. Bu sebeple kadın,
kocanın haklarını koruyup onu dışa karşı evinde temsil eder; erkek de hanımın
haklarını koruyup onu içe karşı toplumda temsil
eder. Toplumun temeli olan ailenin feshi yani boşama, daha çok toplumu ilgilendirdiği
için bu hak veya görev erkeğe verilmiştir. Buraya kadar
İslam’ın kadına getirdiği bazı haklan, aile içersinde kan ve kocanın karşılıklı vazifelerini ve aile ile toplum
arasında bulunan dengeyi söylemeye çalıştık. Bütün bunlardan İslam’ın kadına
aynı erkek gibi bir takım hak ve vazifeler getirdiği
ve hak ve vazifeler arasında eşitlik bulunduğu neticesine varmak mümkündür.
Ancak İslam’ın getirdiği prensipleri bir türlü içine sindiremeyenler, kadın
ikinci sınıf vatandaş sayılmıştır, İslam’da kadın haklan yoktur gibi bir takım
iddiada bulunuyorlar. Bazı kaynaklardaki eksik veya
yanlış rivayetlere dayanarak İslam’a iftira atıyorlar. Halbuki eksik ve
yanlış anlamaların veya tarihi yanılgıların İslam’la hiçbir alakası olamaz.
Müslümanı bağlayan, Kur'an ile Peygamber'in sahih sünnetidir. İslam’a
karşı yapılan iftiralardan bir örnek vermek gerekirse kadının uğursuz sayılmasını ele alabiliriz.116
İftiracılar bu konuda Buhari'de geçen bir hadisi istismar ediyorlar. Niyet halis
olmayınca, hem kendileri sapıyor hem de
başkalarını saptırıyorlar. Gerçeği aramaya niyetleri olmadığı için, İslam’ı Kur'an ve Sünnet bütünlüğü içersinde
düşünmüyorlar. Eğer bunlar hakkın peşinde olsalar, uğursuzluğun kadında
değil sapıklıkta olduğunu göreceklerdir. İslam’a göre hayır ve şer,
iyilik ve kötülük Allah’tandır. Allah'ın inançlarıdır. İslam bunları
yıkmak için gelmiştir, insan doğru yolda yürür, Peygamberimiz
bir gün ashabıyla cahiliye devrinin batıl inançları üzerine sohbet ediyordu. Konu uğursuzluk
meselesine geldi. Hz. Muhammed, uğursuzluğu Cahiliyenin kadın, ev ve
atta gördüklerini söyledi. Bu arada yani cümlenin yarısında meclise gelen
İbn Ömer, hadisi ancak duyduğu kadar naklediyor. Tabi ki bundan da
"sarhoşken namaza yaklaşmayın" ifadesinde olduğu gibi
"sarhoşken" atılıp "namaza yaklaşmayın" kısmı kalınca, anlam işte bu kadar
değişiyor. Buhari'nin Cihâd47 ve Nikah18 bölümlerinde zikrettiği hadisi,
"Uğursuzluk (anlayışı Cahiliyet adeti olarak) kadında, evde ve atta olur",
şeklinde anlamak, isabetli bir anlayıştır. Çünkü Tahavî’nin rivayetine göre Hz.
Aişe'nin yanına Benû Amir'den iki kişi gelerek: "Ey müminlerin
anası, Ebû Hüreyre, Resulüllah'ın "Kadında, evde ve atta uğursuzluk vardır"
dediğini haber veriyor, siz ne dersiniz, diye sormuşlar. Bu sözü işiten Hz.
Aişe son derece öfkelenerek: "Kuran’ı Muhammed'e
gönderen Allah'a yemin ederim ki, Rasülüllah katiyen
böyle bir şey söylememiştir. O, sadece Cahiliye halkının kadında, evde ve atta uğursuzluk itikat
ettiklerini bildirmiştir", demiştir.117 Kuran’ı
getiren bir Peygamberin atta, eşekte, şurada veya burada uğursuzluk görmesi mümkün değildir.
Bu ancak sapıkların işidir. Çünkü Kur'anda bakın bu konuda açıklayıcı bir
ayet var. "Onlara bir iyilik geldiği zaman ha, bu bizim hakkımız, dediler. Ve
başlarına bir kötülük geldiğinde, Musa ve onunla beraber olanların
uğursuzluğuna yorumlarlardı. Haberiniz olsun ki, onların uğursuzlukları Allah
katındandır; ne var ki çoğu bunu bilmezler".118 Cahiliye
devrinde "iyâfetü't-tayr" (Kuş Uçurma) denilen bir falcılık adeti vardı. Bir iş
yapacakları ve bir yere gidecekleri zaman bir kuş uçururlar; kuş sağa giderse iyilik, sola
giderse kötülükle yorumlarlardı. Bu münasebetle herhangi bir şeyden teşe'üm
etmeye, yani uğursuz sayıp kuşkulanmaya "tetayyür"
denilmiştir, l W Başka bir ayette de "Her insanın (dünyada işlediği) amelini (tâirini)
boynuna dolarız" 120 buyrulmaktadır. Hasan Basri Çantay bu ayetin tefsirinde şöyle der:
"Cenâb-ı Hak bazı «yetlerinde uğursuzluğu, o i'tikaada sapanların yüzüne
çarpmak için, "Taair: Kuş" la ifade buyurdu.121 İşte görüldüğü üzere
Peygamberin kadını uğursuz sayması ona iftiradan başka bir şey değildir. Herhangi
bir konuda rivayet edilmiş bir hadisi, o konuda nakledilmiş diğer hadislerle ve
ayetlerle birlikte düşünerek manalandırmak gerekir. Bunu da ancak hakkı arayan araştırıcılar yapabilir. Hak ve hakikatten ziyade açık
ve eksik arayanlar ise ortaya yanlış ve uydurma bilgiden başka bir şey koymazlar. 8 - Netice Netice olarak İslam'ın kadın
anlayışını özetlemek istersek şunları söyleyebiliriz.
Kadın, erkek gibi Allah'ın yeryüzünde bir halifesidir. Aynı onun gibi
Allah'ın emir ve yasaklarına muhataptır. Bu sebeple kadın ve erkekler hepsi Allah'ın
kitabına bağlıdırlar. Ne kadınlar erkeklerin, ne de erkekler kadınların emri
altındadırlar. Onun için İslam'da hukuk, hilafeti temsil
vasfına dayanmaktadır. Kadın da erkek de hukuka, Allah tarafından konulmuş
olan kurallara dayanarak hareket ederler. Biri diğerine muhtaç olduğu için, ikisi de
bir bütün olarak, birlikte hayat yolunda yanyana yürümektedirler. Şeref,
haysiyet ve Allah yanında kıymet bakamından kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisinin ayrı ayrı haklan
ve vazifeleri vardır. Vücuttaki uzuvlarda olduğu gibi toplumda iş bölümü anlamında
kadınla erkek arasında vazife taksimi vardır. Bu sebeple çalışma alanları
ayrıdır. Kadının yaptığı bazı işleri erkek yapamaz; erkeğin yaptığı bazı
işleri de kadın yapamaz. Yapar diyenler sadece kendilerini aldatıyorlar. Hukuken eşit olan kadın ve erkek, iş yapma itibariyle
eşit değildir. Sermaye
emekle birlikte üretim yapar, kadın da erkekle birlikte çocuk yapar, besler ve büyütürler. Emek sermaye düşmanlığı
fayda getirmediği gibi, kadınla erkeği karşı karşıya getirmek bir yarar
sağlamayacaktır. Biz İslam'ın kadına her dinden, her hukuktan ve her felsefeden daha
fazla ve uygun haklar verdiğine kaniiyiz. Kadın hakları diyenler, erkek hakları
diyemiyorlar ve böylece kadınla erkeği birbirinden ayırıyorlar. Hak diyenler
vazifeden bahsetmiyorlar. Bütün bunlar aldatmacadan ibarettir. Eşyayı sömürenler
çevreyi kirlettiler, çevreyi kirletenler insanın kafasını ve kalbini kirlettiler,
insanı kirletenler, kadını sömürdüler ve hâla sömürüyorlar. Artık bu sapık ve
çıkmaz sokak yolculuğu bitmeli, kadın, kendi fıtrî yoluna ve alanına dönmelidir. 1- Bkz.
Emile Boutroux, Çağdaş Felsefede Bilim ve Din, (terc. Hasan Katipoğlu), Milli Eğitim Basımevi, Milli Eğitim Gençlik ve Spor
Bakanlığı Yayınlan, İstanbul 1988, s. 19; A. Adnan Adıvar. Bilim ve Din,
lstanbul-1980, s. 143 2- Emile Boutroux, a.g.e., s. 370. 4-Bakara
2/29 5- Molla
Hüsrev, Mir'ât, Matbaa-i Amire-15 Muharrem 1282, s. 10. 6- Bkz. Ahzâb
33/72 7- Bkz.
Elmalılı M.H. Yazır, Hak Dini, Matbaai Ebuzziya, İstanbul-1935, V, 3934 8- Ahzab,
33/32 17- Tevbe 9/
71 18- İmam
Pezdevi, Keşf-ul Esrar, Sahhafiye-i Osmaniye Matbaası, Dar-ul Hilafe-1307, IV,
1401-1409; bkz. Elmalılı, a.g.e. I, 129. 19- Bkz.
Burhanüddin Mergınani, el-Hidaye, Mustafa el-Babi el-Halebi Matbaası, Mısır-1936, I,
56-57 20- Bakara
2/ 35 21- Bakz.
Mucem-ül Vesit, Çağrı Yayınları,İst-1986, İlgili madde. Elmalılı, a.g.e, III,
2072 22- Ali
Imran 3/ 195 23- Nisa 4/
124 24- Ahzab
33/ 35 25- Ahzab
33/ 58 26-
Mıhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, (çev. Salih Tuğ) İrfan
Yayımcılık,İstanbul-1991,II, 768 27- Zümer
39/ 9 28- Taha 20/
114 29- Nahil
16/ 43 30- Mevlana
Şİbli, İslam Tarihi, Amidi Matbaası, İst.-1921, (çev. Ömer Rıza) I, 639 31- Mevlana
Şibli, age. I, 639 32- Tirmizi,
el-Mektebet-ül İslamiyye neşri Mısır-T.Y. III, 606; Ebu Davud, İcare, 16 (III, 272) 33- Buhari,
İlim, 35 (I,36) 34- Buhari,
İlim, 32 35- Buhari,
İlim 50; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, VI, 148. 36- İbn-ül
Esir, Üsdülğabe, VII, 381; İbn Hacer, el-İsabe, IV, 464 37- Hasan
el-Benna, Elmeret-ül Müslimetü, s. 3; el-İsabe, IV, 333. 38- Buhari,
İlim, 31 39- Tahrim
66/ 6 40- İbn
Kesir, Tefsir-ul Kuran-il Azim, Dar-u İhya-il Kütüb-ül Arabiyye, Mısır.T.Y.IV, 391 41- Bknz.
Bekir Topaloğlu, İslamda Kadın, Arpaz Matbaacılık, Yağmur Yayınevi,İst.1980, s.
250 42- Bakara
2/ 124 43- Bknz.
Cessas, Ahkam-ül Kuran, Beyrut 1335, I, 68 44-
Elmalılı, age. I, 491 45- Bknz.
Teftazani Kelam İlmi ve İslam Akaidi, (Hazırlayan S. Uludağ) s. 44-45 46-
Mergınani, age. III, 78 47- Buhari,
Enbiya, 50; Müslim, Cihad 42; İbn Hanbel, Müsned, II, 297 48- Kamil
Miras, Tecrid Sarih Tercüme ve Şerhi, IX, 187-188 49- Nisa 4/
58 50- Bknz. M.
Hamidullah, İ. Peygamberi, II, 881; B. Topaloğlu, age. S. 278; M. Beşir Eryarsoy,
İslam Devlet Yapısı, s. 120 51-
Mümtehıne 60/ 12 52- B.
Topaloğlu, age. S. 278 53- Bknz. M.
Hamidullah, age. II, 882 54- Buhari,
Ahkam, 46 55- Kettani,
et-Teratib-ül İdariye, I, 222 56- Şura
42/ 38 57-
Abdülkadir Udeh, el-Malü ve’l-HUkmü Fi’l-İslam, s. 100 58- Ali
Imran 3/ 159 59- Kettani
age. II, 119; İbn-ül Esir Üsdülgabe, VII, 19 60- Bknz.
Ebu Yusuf, Kitab-ül Harac, s. 307; Buhari, Salat, 2; B. Topaloğlu, s. 279 61- Bknz. M.
Hamidullah, age. II, 959 62- Bakara
2/ 282 63- Serahsi,
Mebsut, XVI, 113 64- Alusi,
Ruh-ul Meani, III, 57 65- Şakir
Berki, Velayetin Küçüğün Şahıs ve Malları Bakımından Şumulü, s. 5 66-
Mergınani, age. III, 85 67- Bknz.
Elmalılı, I, 982 68- H.
Karaman, İslami Araştırmalar Dergisi, Ekim 1991, s. 287 69- Alusi,
III, 58 70-
Mergınani, III, 78 71- İbn-ül
Kayyim el-Cevziyye, İ’lam-ül Muvakkıin, II, 377 72-
Ebu’l-Hasan el-Maverdi, Ahkam-üs Sultaniye, s. 6; Ebu Yala el-Ferra, A. Sultaniye s. 19 73- Kasani,
Bedayi, I, 262 74- Ebu
Davud, Salat, 213, Hadis no: 1067 75- Hac 22/
78 76-
Mergınani, I, 58 77- Kasani,
I, 262 78- Müslim,
İmare 8 79- Kasani,
I, 262 80- Ebu
Davud Salat, 62 81- Bu
konuda daha fazla bilgi için bak. Ebu Davud Salat 62; İbn Kayyim, II, 376; M. Hamidullah
I, 172 82- Buhari
Magazi, 82 83- 9/ 71 84- H.
Karaman, İslami Araştırmalar age. S. 291 85- Nisa 4/
11 86- İbn
Kayyim, II, 169 87-
Elmalılı, II, 1302 88- Mecelle,
88. madde 89- Nisa 4/
12 90- Bakara
2/ 233 91- İbn
Arabai A. Kuran I, 204 92- Nisa 4/
32 93- Talak
65/ 6 94- Nisa 4/
4 95- Rıza
Savaş Hz. Muhammed Devrinde Kadı, s. 227-253 96- Bakara
2/ 35 97- Rahman
55/ 7 98-
Elmalılı, VI, 4665-4666 99- Buhari
Ahkam, I; Müslim İmare 20 100- Bakara
2/ 228 101- Alusi,
II, 134 102- Reşid
Rıza, el-Menar, II, 378 103- Nisa 4/
3 104- Nur 24/
32 105- Bakara
2/ 230 106- İbn
Arabi, I, 198 107- Rum 30/
21 108- İsra
17/ 24 109- Bakara
2/ 233 110- Bakara
2/ 233 111- Maide
5/ 55; Tevbe 9/ 71 112- Buhari,
Nikah, 39 113- Buhari
Talak, 11; Tecrid Sarih, XI, 364 114- Bakara
2/ 237 115- Bakara
2/ 228, 232,236-247; Ahzab 33/ 49; Talak 65/ 1-2 116- Turan
Dursun, Din Bu s. 110; Server Tanili İslam Çağımıza Yanıt Verebilirmi, s. 151 117-
Bedrüddin el- Ayni, Umdet-ül Kari, XIV, 150 118- Araf 7/
131 119-
Elmalılı III, 2264-2265 120- İsar
17/ 13
121- Hasan Basri Çantay, Kuran-ı Hakim ve Meal-i Kerim, II, 511
*DEÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
|
. |