.

İSLÂM HUKUKUNDA GAYR-İ MEŞRU SAYILAN GELİRLERİN EKONOMİK YÖNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ

 

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*

 

Haksız iktisap veya gayr-i meşru gelir; meşru olmayan, yani İslâm’ın tasvib etmediği bir yolla sağlanan kazanca denir. Kur'an-ı Kerim ve hadislerde hırsızlık, gasp, kumar... ve rüşvet gibi yollardan kazanç sağ­lamak gayr-i meşru kabul edilmiştir.

Ayet ve hadislerde malı batıl yolla yemek, faiz alıp vermek ve ku­mar oynamak gibi fiillerin yasaklanmasından maksat, adaleti gerçekleş­tirmek ve zulmü önlemektir[1]. Kur'an-ı Kerim’de  «Şeytan, içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmak­tan ve namazdan alıkoymak ister»[2], buyrularak, kumarın haram kılın­ma illeti olarak, onun kin ve düşmanlığa sebep olduğu, Allah'ı zikretmek­ten ve namaz kılmaktan alıkoyduğu gibi neticeler beyan edilmektedir[3].

Yol kesme, hırsızlık, gasp, faiz, kumar ve rüşvet gibi şeyler haram kılındığına göre, bu ayet açısından bunların zararlı oldukları anlaşılır, iş­te biz, bu makalemizde yol kesme, hırsızlık, gasp... gibi gayr-i meşru ka­zanç yollarını ekonomik yönden değerlendirip toplum hayatında icra et­tikleri fonksiyonları araştırmaya çalışacağız.

1— ÜRETİM  YÖNÜNDEN

Kur'an-ı Kerîm'de «İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz faiz, Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekat ise, işte bunu yapanlar kat kat artıranlardır»[4] «Allah faizin bereketini giderir, sadakaları (verilen malları) ise artırır»[5] buyrularak, faiz ile ze­katın zıd-ayrı şeyler olduğuna, faizin üretime ters yönde etki yaptığına işaret edilmiştir. Çünkü faiz, malın bereketini giderir, üretim yapacak kaynakları bitirir, sonunda sermayelerin batmasına sebep olur[6].

Bu ayetlerde Allah (c.c), faizi sadakanın (zekâtın) zıddı olarak tav­sif buyurmuştur. Faizci de ekonomik hayatta zekât verenin zıddına bir fonksiyon icra eder. Bu sebepten dolayı, Allah (c.c.) insanlar için zulüm olan faizi haram kıldı; onlara iyilik ve ihsan olan zekât vermeyi emretti[7]. Bunun için zekâtın yani şer’i vergilerin ekonomik hayatta önemli bir yeri vardır. Meselâ ziraî vergiler, hasat zamanında alınacağı için, mevsimler­le ilgilidir. Ticarî vergiler ve diğerleri ise, ay takvimine göre alınacağın­dan ve dağılacağından, aylık ve mevsimlik krizler belki ortadan kalkacak­tır. Artık bugünün hükümetleri, malî yılsonuna doğru, çektikleri sıkın­tılar ve vergiler toplanıncaya kadar, bütçedeki açıkları kapatabilmek için, kısa vadeli krediler almak üzere, geçici tedbirlere başvurmayacak[8] ve yüksek faizli devlet tahvillerine lüzum kalmayacaktır.

Küçük müteşebbis ve fakir açısından faiz, sermayenin azalıp eksil­mesi; zekât ise artıp çoğalmasıdır. Çünkü faiz fakirin sermayesinden alı­nır; zekat ise fakire verilir. Her halde sermayeyi artırmak, azaltmaktan daha hayırlı bir iştir. Meselâ 100,000 Tl. ile işe başlayan bir müteşebbise 10,000 Tl. verilse sermayesi artar; ona göre iş yapar. Eğer kendisinden 10,000 Tl. alınırsa sermayesi azalır, bu defa ona göre iş yapar,    işte bu yüzden faizin, ekonomik sistemi durdurucu ve üretimi kısıtlayıcı; zekatın ise çalıştırıcı ve üretimi kamçılayıcı olduğunu söyleyebiliriz.

Peygamberimiz (s.a.v.), faizin daha ziyade servetin azalmasına se­bep olan bir şey olduğunu ifade etmek üzere[9] şöyle buyurur: «Malının ek­serisi ribaya dayanan hiç bir kimse yoktur ki, onun işinin neticesi azlık ve fakirliğe müncer olmasın».[10] «Faizcinin kazancı üzerinden kırk sene geçmez, muhakkak mahvolur».[11]

Ekonomik krizlerin doğup gelişmesi ile faizin yakından alâkası bu­lunduğundan, merkantilizm döneminde iş hayatını canlı tutabilmek için, kanun yolu ile faiz hadlerinin düşürülmesi ileri sürülmüştür.[12]

Diğer üretim vasıtalarının payları kesin olmayıp duruma göre azal­dığı veya çoğaldığı halde, sermayenin hakkı olduğu iddia edilen faiz, ke­sindir. Faizin karşılanabilmesi için önce diğer paylardan azaltma yapılır. Eğer yetişmezse ana sermayeden karşılanır. Bu sebeple müteşebbis, ser­mayeyi, çok kâr getiren sahalarda kullanmak zorunda kalır. Bu da bazı malların üretilirken, diğer bazı malların üretilmemesi neticesini doğura­bilir.

Faiz, üretim için bizzat çalışmaya iştirak etmeyen bir insan toplulu­ğunun meydana gelmesine sebep olur.[13] Faiz, insanları gerçekten çalışıp kazanmaktan ve üretimle meşgul olmaktan alı kor. Faizden geliri olan kimseler, sıkıntılara katlanarak çalışıp istihsal yapmazlar. Böylece üstün kabiliyetli, üretim sahasında büyük iş sahibi olabilecek becerikli şahsi­yetler faaliyetten uzak kalmış olurlar.[14] Bu sebeple faiz, üretimde mali­yetlerin yükselmesine ve dolayısıyla enflâsyona sebep olur.

Hâlbuki faiz yerine kâr-zarar ortaklığı    (İslâm hukukundaki müdaraba Şirketi) uygulansa, zararı tamamen sermaye çekeceğinden,[15] ser­maye sahibi üretime, en azından fikren de katılıp müteşebbise yardım edecek ve böylece üretimde aktif bir rol oynayacaktır.

Ekonomik açıdan mülkiyet hakkının önemli bir yeri vardır. Kazanıp elde etme duygusu insanları üretime sevk eder. Mülkiyet hakkının bir ge­reği diyebileceğimiz mirasın bile üretime tesiri vardır. Bu tabii hakkın ta­nınmaması halinde fert, sadece kendi ihtiyaçlarını temin etmekle yetinir, biriktirmeye önem vermez. Böylece sermaye teşekkül etmez. Bundan da millî ekonomi ve dolayısıyla cemiyet zarar görür.[16]

İşte yol kesme, hırsızlık ve gasp gibi gayr-i meşru davranışlar da doğrudan doğruya mülkiyet hakkına tecavüzdür. Ürettikleri mallarını bu yollarla ellerinden kaptıranlar, bir daha üretime başlamak ve iş sahaları açıp çalıştırmak istemezler.

Bundan başka kumar ve benzeri oyunlar, kolay kazanma yolları ol­duğundan, fertlere bedavadan kazanma fikrini empoze ederek, toplumu ifsat eder. Onları üretimden alı kor ve tembelleşmelerine sebep olur. Bu­gün arsa spekülâsyonu yaparak çabuk zengin olanlar, üretim yapmadan bedavadan kazanmaya bir misal teşkil edebilirler. Artık herkes, ben de kolayca zengin olabilirim der ve böylece cemiyetteki çalışma düzeni bo­zulur.

insanlar çalışıp iş yapma bakımından birbirinden farklıdırlar.[17] Bu sebeple iş bölümü ve ihtisaslaşma esastır. Çünkü verimliği artıran amil­lerden birisi de ihtisaslaşmadır.[18] Kabiliyetlere göre tabiî iş bölümü ya­pılmayıp rüşvet ve faizin rol oynadığı bir üretimde verimlilik düşer, ma­liyetler yükselir ve enflâsyon kendisini göstermeye başlar. Rüşvetler ta­biî iş bölümünü aksatır; dolayısıyla üretimi kısıtlamış olur. Marjinal faydayı düşürür; dolayısıyla üretimdeki maliyetlerin yükselmesine sebep teş­kil eder.

İktisatçılar, gelirin ve istihdamın değişmesine sebep olan en önemli faktörün yatırım olduğunda hemfikirdirler. Bir toplumda enflâsyonist fi­yat artışlarına veya işsizliğe maruz kalınmasına sebebiyet veren yatırım seviyesidir.[19] Sermaye piyasasının dengesi, tasarruf-yatırım eşitliği ile gerçekleşir.[20] Aşırı tasarruf yani eksik istihlak ve eksik yatırım krizlere sebep olabilir.[21]

Tasarruf, gelecekte daha büyük bir istihlak gücü temin edebilmek gayesiyle bu günkü istihlakinden vazgeçmek olduğuna göre,[22] yatırımcı­lar istikbalden emin olmalıdırlar, iş adamları yatırım ve istihsal kararla­rını verirken gelecek üzerinde bazı tahminler yürütme durumundadır­lar.[23] Gasb, hırsızlık, yağma ve soygunculuk gibi olaylar istikbalden en­dişe edilmesine sebep olabilirler.

Ekonomik kalkınma, yatırımla olur. Yatırım da mutlaka tasarrufla olur. Kumar ise tasarrufun tam zıddı, hatta onun zehridir. Kumar, tasar­rufu kemirip onun yok olmasına sebep olan zehirli bir kurttur.[24]

Keynes, faizin yatırımlar üzerinde tesirli olup yatırımları kıstığını, bundan kurtulmak için de faiz hadlerinin düşürülmesi gerektiğini savun­muştur. Eksik istihdam, fiilî istihdam hacminin tam istihdam seviyesine erişememiş olmasıdır. Keynes, klâsikleri tenkit ederek, ekonominin eksik istihdamda da denge kurabileceğini söylemiştir, istihsal ve iş hacmini uyaran kuvvet, yatırımdır. Yatırımı teşvik için, faiz haddini düşük tut­makta fayda vardır. Faiz yüzdeleri düşürülüp sermayenin verimliliği ar­tınca istihsal mallarına tahsis artar, millî gelir yükselir ve fertler çalışma imkânı elde ederler. Yüksek faiz haddi daima fazla tasarruf yapmak im­kânını hazırlamaz. Fakat yatırımların muhtemel ve mümkün kâr nispetlerini düşürerek, teşebbüs erbabını yeni işlere girişmekten alıkoyabilir.[25]

Şu halde faiz, yatırımları kısar, yatırımların kısılması gizli işsizliği doğurur, gizli işsizlik de ekonomik krizlere sebep olabilir. İşte bu yüzden faiz hadleri sıfıra indirildiği zaman, tasarruf ve yatırım arasında en iyi dengenin kurulabileceğini söyleyebiliriz. Bu denge kurulunca da yatırım­lar, yeni iş sahalarının açılmasını sağlayacağından işsizlik de haliyle orta­dan kalkmış olur.

Önceden tayin edilmiş sabit faizler, iktisadî sarsıntı gösteren devre­lerde çok korkunç tesir icra eder ve krizlerin devam etmesine sebep olur­lar. Faiz hadleri, yatırım ve teşebbüslere yatacak sermayelerden elde edi­lecek kârdan daha yüksek olduğu zaman, yatırımlara gitmeyip faize kayar ve böylece işsizlik baş gösterir. Zekât, faizin zıddı olduğundan ondaki % 2,5 vergi, sermaye sahiplerini teşebbüs ve yatırımlara sevk eder ve böylece işsizlik ortadan kalkar ve ekonomide refah meydana gelir.[26]

2— TÜKETİM YÖNÜNDEN

Üretim ile tüketim, tasarruf ile yatırım, arz ile talep arasında bir eşitlik bulunduğu zaman ekonominin istikrarlı olduğundan bahsedilir.[27] Ancak gayri meşru yollar, ekonominin bu dengesini bozarak, gelir, gelir dağılımı ve millî gelir üzerinde tesirli olurlar. Meselâ kumar, gelir eşitsiz­liğinin ve istikrarsızlığının artmasına yol açar. Kumar masasına eşit meblâğları ile oturanlar, çok farklı meblâğlarla masadan kalkarlar. Ku­marbaz ve ailesi, bugün milyonerler araşma yükselebilir, fakat şansı ters döndüğü zaman açlıktan da sürünebilir.[28]

Kumar, ferdin servetini eriterek, kendini ve ailesini umumi yardıma muhtaç hale getirebilir. Kumar, hırsı azami dereceye çıkarır, ferde vere­bileceği kısa süreli zevk, sebep olacağı zararla karşılaştırılamaz. Kumar ve piyangoda kazanılan para, karşılıksız olduğu için de her haksız kazanç gibi, kıskançlıkları davet eder, çalışma zevkini kaçırır.[29]

Kumar oynayan önce malını kaybeder, yine oyuna devam eder; çoluğunu çocuğunu ve hatta karısını bile kaybedinceye kadar devam eder. En sonunda her şeyi elinden çıkıp ortada yalnız basma sırıtıp kalınca arka­daşına en azılı düşman kesilir.[30]

Kumar, zaman ve kaynak israfına yol açar. Kumarbazın esas gayesi zaman öldürmek olur. İktisatçılar kumarın her ne kadar ancak eğlence sınırını aştıktan sonra, millî gelirde bir azalma meydana getireceğini id­dia etseler de,[31] meydana getireceği kin, düşmanlık ve ahlâk dışı alışkan­lıklar, neticede yine millî gelire menfi yönden tesir eder.

Millî gelirin azalması konusunda faiz de ayni şeyi yapar. Çünkü millî gelirdeki artış, imara, nüfus artışlarına, refah ve yedek mal stoklarına kaydırılacağı yerde faize aktarılır. Böylece adı geçen yerlerdeki harcama­lardan zorunlu olarak kısıtlama yapılır. Bu ise ekonomide aksaklık ve millî gelirde azalma meydana getirir. Peygamberimizin (s.a.v.), faizin, serveti azaltan bir amil olduğu hakkındaki hadisi yukarıda geçmişti.[32]

Ekonomik potansiyelin düştüğü devirlerde toplumların talih oyunla­rına daha çok rağbet ettikleri, sosyolojik araştırmalardan öğrenildiği ve kumarın toplum için bir hastalık olduğu ileri sürülmektedir.[33] Buna göre gayr-i meşru gelir yollarının birbirini doğurduğunu ve meydana gelen arı­zalardan kendilerinin de zarar gördüğünü söyleyebiliriz. Meselâ faiz hasılatıyla ve diğer sabit karakterli gelirlerle geçinenlerden, enflâsyonların dilsiz kurbanları diye bahsedilmektedir.[34]

Azalan marjinal-fayda kanununa göre, sabit bir gelir, keyfi bir şekil­de talihli kimselere talihsiz kimseler arasında dağılacağına, insanlar ara­sında eşit bir şekilde bölündüğü takdirde iktisadî bakımdan daha avan­tajlı olur.[35]

Bütün ekonomik faaliyetler, üretim, tüketim ve mübadeleler, ihtiyaç-fayda bağıntısını en adil bir şekilde gerçekleştirmek için yapılır. İnsanda­ki maddî ve manevî eksikliğe ihtiyaç denir.[36] Mal ve eşyanın insandaki bulunan bu eksikliği giderme özelliğine de fayda adı verilir.[37] Yeme, içme, giyme ve mesken ihtiyaçlarının giderilmesi için yapılan istihlâk harcama­ları ile üretim için yapılan yatırım harcamaları tüketimi meydana getirir. Harcamalar, gelirlerin miktarına göre yapılır.[38]    Gelirler arttığı vakit umumiyetle masraflar da bir artış kaydeder.[39]

Hırsızlık, gasp ve yağmacılık gibi gayr-i meşru kazanç yolları, lü­zumsuz harcamalara sebebiyet verip emniyet ve asayişi sağlamak için po­lisiye tedbirler alınması hususunda birtakım tüketim harcamalarına yol açabilir. Meselâ kumar da haddi zatında kötü bir şey olmakla birlikte Devletin kumar oyunlarını takip etmesinde sosyal bakımdan büyük zarar­lar bulunabilir. Gizli oynanan kumarın tahkikinin, araştırılmasının sebep olacağı zarar, oynayanlara çektirilecek cezanın sağlayabileceği menfaat-tan çok daha fazla olur.[40]

Faizli muameleye ancak ihtiyaç içersinde olanlar başvurur. Yoksa darlık ve sıkıntı içinde olmayıp bolluk ve zenginlik içersinde bulunan bir kimse, şimdiki 1000 Tl.nı gelecekteki 1500 Tl. karşılığında niçin alsın. Bir malı, belli bir müddet için, misli ve ziyadesi ile, ancak o mala ihtiyacı olan kimse alır. İşte bu mislinin üzerine yapılan ziyade, ihtiyaç sahibi için bir zulüm teşkil eder. Bu açıdan kumarın durumu ise başkadır. Çün­kü kumarda zulme uğrayan önceden belirlenmiş değildir. Kumarcının ku­mar sözleşmesini yapmaya, faiz alanın faiz almaya olan ihtiyacı gibi bir sıkıntı içersinde değildir. Bu sebeple kumar, bazı durumlarda zulümden uzak kalabilir. Halbuki faiz, ihtiyaç içersinde olan bir kimse için muhak­kak bir zulüm teşkil eder.[41] Faiz, insanın malını karşılıksız almaktır. İn­sanın malı ise, ihtiyacı ile ilgili olduğundan büyük hürmeti haiz bulun­maktadır.[42]

Bir malın son ilâve biriminin kattığı ek faydaya marjinal fayda adı verilir.[43] Kullanıldıkları zaman malların en çok faydalı olabilmeleri için en çok ihtiyaç duyulan yerde harcanmaları gerekir. İhtiyacın şiddeti art­tıkça fayda da artar. Bir malın istihlak edilen miktarı arttığı zaman ise, malın son biriminin getirdiği ek fayda azalma eğilimini gösterir.[44] İşte bu azalan marjinal fayda kanunu, kumarın iktisadî bakımdan niçin zararlı olduğunu gösterir. İktisat kitaplarında bu hususta    açıklamalar vardır.

Eşit ihtimallerle tutulan bir bahis, iktisadî bir kayba yol açar. Muhtemel kazancımız, muhtemel kaybımıza eşittir. Fakat memnuniyet bakımın­dan muhtemel kazancımız muhtemel kaybımızdan daha azdır.[45]

Fiyatlarda kullandığımız ölçü biriminin manası muhtelif kimseler için başka başkadır. Gerçekten herkesin, 1000 Tl.na verdiği önem aynı değildir. Çünkü elde sarf edilmek üzere mevcut bulunan para miktarı ya­ni ferdî gelir arttıkça para biriminin marjinal faydası azalır. Bu basit keyfiyet, birçok önemli ekonomik meselelerin açıklanmasına ve çözümlen­mesine yardım eder. İşte kumarın, toplum için zararlı bir şey olduğunu, buna dayanarak açıklamaktayız. Gerçekten bir kimsenin kaybettiği 1000 Tl., dolayısıyla mahrum kaldığı fayda, kazandığı 1000 Tl. ile sağlayacağı faydadan daha fazladır.[46]

Faizin de millî gelir yönünden yaptığı olumsuz tesirini, bu marjinal fayda ilkesine dayanarak açıklamak mümkündür. Serbest rekabet netice­sinde millî gelirin dağılışı, ücret, kira ve kâr, marjinal faydayı azami ya­pacak şekilde dağılır. Bu dağılım hem fertler, hem de üretim faktörleri bakımından en iyi bir şekilde gerçekleşir. Meselâ tesisini en ucuza kiraya veren kimse, aldığı bedeli gayr-i menkule çevirir. Bu suretle toplumda en düşük kira piyasası doğmuş olur. Mübadelede en az kârla satış yapan tüccar, sürümden kazanarak, en çok kârı sağlar. Böylece en çok ticarî sermayeyi kendi elinde toplamış olur. En çok iş yapan kimse, en fazla ücret alır. Dolayısıyla işçilik, en düşük ücrete razı olan kimselerin elinde toplanmış olur. Faiz ise bir kabiliyete göre değil de, sadece daha evvelki sermaye birikimine göre verildiğinden, tesadüfen birisinin elinde biriken sermaye, şahsın kendi kabiliyeti ve yarışması olmaksızın artarken, diğer­lerinin sermayesi azalır. Böylece faiz, yalnız kendi sahasında değil, di­ğer bütün ekonomik hayattaki azami marjinal fayda dengesini ortadan kaldırır.

3— MÜBADELE YÖNÜNDEN

Ekonomide mübadele, taraflardan birinin daha az ihtiyaç duyduğu şeyleri verip daha fazla arzu ettiği şeyleri almasıdır, diye tarif edilir.[47] İslâm hukukçuları ise mübadeleyi (el-bey' alış verişi) iki tarafın, kendi rızaları ile, talep edilen bir malı yine talep edilen bir mal ile değiştirmeleridir, şeklinde tarif ederler.[48]

Mübadelede taraflar, kendi ihtiyaçları olan malı elde ettikleri için, her iki taraf kazanmış olur.[49] Alıcı için istifade, satıcıdan almış olduğu mal üzerinden doğar; satıcının istifadesi ise, o mala harcadığı emek ve onu elde edip satıcıya arz etmek için sarf ettiği zekâ ve zamandan doğ­maktadır. Faizde ise veren ve alan açısından böyle bir karşılıklı fayda­lanma yoktur.[50]

Alış-veriş yani mübadele, karşılıklı bedel ile yapılan, ivazlı bir mua­meledir. Hırsızlık, yağma, gasp, kumar ve rüşvet gibi gayr-i meşru yol­lardan elde edilen malların bedelleri ödenmemektedir. Bunlar, karşılıksız bir muameledir. Malı tahakküm yolu ile sahibinin elinden zorla almak, fe­sada sebep olur.[51] «Hâlbuki Allah fesadı sevmez».[52]

Mübadele; iş bölümü ve istihsalde, ihtisas ile el ele yürür. Mübadele olmadan iş bölümü olmayacağı gibi iş bölümü mevcut bulunmayan bir cemiyette de mübadeleye lüzum kalmaz.[53]  İnsan ihtiyaçlarının tatmini bakımından kıtalar, istihsal sahaları ve meslekler bakımından iş bölü­münün lüzum ve ehemmiyeti ve açık faydası kabul edildikten sonra, mü­badelenin de taraflar için faydalı ve lüzumlu bir şey olduğunu da kabul etmek zaruridir.[54]

Serbest mübadele, iç piyasadaki rekabeti artırmakta ve fiyatların pah aldanmasını önlemektedir.[55] Dış piyasa açısından ise yine taraflar için fayda sağlar, bütün memleketlerin potansiyel reel millî hasılasını geniş çapta yükseltir ve bütün dünyada daha yüksek hayat standartlarına yol-açar. Her memleket istihsal edemediği malları temin eder.[56] Bizzat istih­sal edebileceği maddeleri de daha ucuza ithal eder. Artık bugün ekono­mik olayların tabiî hududunun beynelmilel bir mahiyet aldığını söyleyebi­liriz.[57] İşte yol kesme, soygun, gasp ve hırsızlık gibi durumlar,   birçok faydaları olan bu iç ve dış ticareti engelleyebilir ve döviz krizlerine se­bep olabilir ve dış pazarlardaki ticarî itibarı düşürebilir.

Bölgeler ve ülkeler arası ithalât ve ihracatın herhangi bir sebepten dolayı zararlı olduğu düşünülürse, yasaklanabilir. Meselâ İslâm hukuk­çuları, tüccarların dar-ı harbe, savaşa yardımcı olabilecek her türlü silâh ve malzeme satışını, fitneye sebebiyet verip Müslümanlara karşı düşmanı güçlendireceği için, tahrimen mekruh saymışlardır.[58]

Ekonomik hayatta nakliyeciliğin de çok önemli bir yeri vardır.[59] Yol­ların emniyeti, ulaşım kolaylığını sağlar. Gasp, yol kesme ve hırsızlık gi­bi olaylar, malların nakliyesini engeller ve dolayısıyla ekonomik hayat bundan etkilenebilir.

Mübadele sahasında her türlü alış verişlerde ve ticarî akitlerde faiz alıp vermek gayr-i meşrudur. Faizin meşru sayıldığı bir toplumda parası olmayanlar, faizcilerin kendilerini sömürdüğünü gördükçe, sadece onlara düşman olmakla kalmazlar; doğrudan doğruya toplum düzenine düşman olurlar ve onu yıkmaya çalışırlar. Faizin meşru sayıldığı bir yerde kimse kimseye faizsiz borç vermez. Faizli ve teminatlı borç verme zorluğu dolayısıyla, toplumda sermaye akımı, tedavül hızı yavaşlar, bu yüzden de iş­sizlik ve krizler baş gösterebilir. krizler baş gösterebilir.

Faizi ticaretteki kâr gibi meşru kabul edenlerin kabirlerinden şeytan çarpmış gibi kalkacaklarını bildiren ayette «Faiz yiyen kimseler, kendile­rini şeytan çarpmış (birer mecnun) dan başka bir halde (kabirlerinden) kalkmazlar. Böyle olması da onların: 'alış veriş de ancak faiz gibidir', de-melerindendir. Halbuki Allah, alış verişi helâl, faizi haram kılmıştır»,[60] buyrularak faiz ile kârın farklı şeyler olduğu beyan edilmektedir.

Faiz, kâr ve kiraya benzemez. Ticaretteki kâr, riziko ve zararı kar­şılamak için, kiralardaki ücret de mal açısından malın amortismanını karşılamak için verilir. Faizde ise ne riziko ve ne de yıpranma vardır.[61] Riziko taşımadan elde edilen kârlar, eğer bir emek karşılığı da değilse, faiz olur. Hele sadece zaman faktörü yüzünden kazanılan kârlar,   tamamen faizdir.[62] Faizde kazanıp kâr etmek muhakkaktır. Ticarette kazanıp kâr etmek ise mevhum ve zayıf ihtimallidir. Faiz sabit, kâr ise değişken­dir; faizci ne kadar faiz alacağını bilir ve bundan emindir. Tüccar ise, ne kadar kâr edeceğini bilemez ve bundan emin değildir.[63]

Alış-veriş (el-bey'), mülkün veya menfaatin tam temlikidir. Bu mua­melede kâr ve zarar etme ihtimali vardır.

Karz (misli olan bir malı ödünç verme), muvakkat bir zaman için mülkün temlik edilmesidir. Bunda da kâr ve zarar etme ihtimali vardır. Eğer kâr ortak, zarar ise sadece mülkü temlik edene ait olursa, bu bir şirket, mudarabe şirketi olur. Eğer kâr ve zarar mülkü temellük edene ait olursa, bu da karz-ı hasen adını alır. Her ikisi de meşrudur. Eğer kâr kısmen de olsa yalnızca bir tarafın, zarar da diğer tarafın olursa, bu mutlak faiz olup gayr-i meşrudur.

Ticarî muameleler, üretici, tüketici ve tüccar arasında cereyan eden bir hadisedir.[64] Faiz ise, yalnız iki kişi arasında geçen bir olaydır. Birin­cisinde tüccar, üretici ile tüketiciyi buluşturma gibi bir hizmet yapar. İkincisinde ise böyle bir olay söz konusu değildir.

Kira akdinde zaman faktörü, menfaati ölçme vasıtasıdır. Faizde ise zaman, artış sebebini teşkil eder.

Ticarette malın değeri artar, faizde ise zimmet (ödenmesi gereken borç paranın miktarı) artar.

Faiz ile kâr arasındaki farkı iyi görebilmek için gelir dağılımı üze­rinde durmak icap eder. Avrupalı iktisatçılara göre elde edilen gelir faz­lamı, dört üretim vasıtası arasında bölüştürülür. Emek ücret, toprak ki­ra, sermaye faiz, müteşebbis de kâr alır. Bu tasnifin yanında ikinci bir tasnif yaparak, tüccara kâr, tesislere kira, emek sahibine ücret, para sa­hibine de faiz verildiğini düşünelim.

Herkesin kendi mesleğinde kalmaya mecbur olduğunu kabul edelim. Yani tüccar, tesis sahibi, işçi ve sermaye sahibinden her biri kendi işinde kalsın ve kendisine düşen payı yine kendi işi için harcasın, başka bir sa­haya aktarmasın. Meselâ işçi faizciliğe, sermaye sahibi tesis kurmaya başlamasın. Şimdi neticenin ne olacağı hakkında fikir yürütelim.

Ücretle çalışan işçiler, aldıkları fazla ücreti refahları için harcasın­lar. Refahları artınca nüfusları da artar. Nüfusları artınca fazla iş gücü bulunur. Fazla iş gücü bulununca, emek ucuzlar. Böylece ücret, denge durumuna gelir ve emeğin gerçek payı olur.

Tüccar, sağladığı kâr sayesinde sermayesini artıracak ve artırdığı sermaye kadar malı depo edecektir. (Tüccar, para depo edemiyor kabul ediyoruz). Fazla mal bulunması, fiyatların düşmesine sebep olacak, fi­yatların düşmesi ise tüccarın kârını azaltacaktır. Buna göre tüccarın ser­mayesi, bir noktada denge durumuna gelecek ve alınacak kâr haddi, an­cak masrafları karşılayacak kadar olacaktır. Böylece tüccarın payı olan kâr kendiliğinden tespit edilmiş olacaktır.

Tesis sahipleri, aldıkları kira ile, amortismanlarını karşıladıktan son­ra, tasarrufta bulunurlar. Başka sahalara kayamayacaklarından dolayı yeni yatırımlara girişilecek ve böylece tesisler çoğalacaktır. Tesislerin ço­ğalması, kira hadlerini düşürecek, kira hadleri düşünce, sahiplerinin geli­ri de azalacaktır. Bir noktada denge sağlanacak ve bu nokta tesis sa­hiplerinin payını tespit edecektir.

Biz burada üç faktör arasında birinden diğerine geçiş yapılmadığını kabul ettik. Esasen bu faktörler arasında, birinden diğerine geçiş yapıl­dığı zaman, durumda hiçbir değişiklik meydana gelmez. Çünkü her üçü de denge haline geldiğinde, geçiş kendiliğinden durmuş olur.

Bu üç faktörün faaliyetlerini böylece gördükten sonra, para (serma­ye) sahibine verilen faizi ele alalım. Verilen faiz, para sahibinin kapasi­tesini artırır. Tedavülde bulunan para mahdut olduğu için sermaye sahi­binin parasının artması demek, başkalarının parasının azalması demek­tir. Böylece eskiden faiz haddi yüzde beş iken, yükselip meselâ yüzde ona çıkar. Çünkü parayı kullananlar, daha çok paraya ihtiyaçları olduğu halde, daha az bir paraya sahiptirler. Faiz haddi ne olursa olsun, kredi almaya mecbur kalırlar. Sermaye sahibi için ise böyle bir durum yoktur. Zira paranın depo edilmesi, istif edilmesi bir külfet olmadığı gibi, daha fazla faize vermek için bekletmek imkanı da vardır.

İşte faiz ile diğerleri arasındaki fark buradadır. Kâr, kira ve ücret­ler yükseldiği zaman, piyasa bunları düşürmeye çalıştığı halde, faiz için böyle bir ayarlama yoktur. Faiz, dengenin bozulmasına sebep olur. Faiz­li muamele devam ettikçe ekonomik denge de artan bir hızla bozulmaya devam eder. Sonunda bütün ekonomik düzen bozulur. Sosyal huzursuzluklar baş gösterir. İşte bundan dolayı faiz, ticaretin ve mübadelenin benzeri değildir, diyebiliriz.

Faizli düzende iktisadî dengenin kurulması çok zordur. Ücret, fiyat ve kiralar durmadan artar. Borçlar da artmaya devam eder. Böylece ka­rarsız bir denge ortaya çıkar. İşte bu suretle bey'in (mübadele ve ticare­tin) hiçbir zaman faize benzemediği görülür.[65]

Netice olarak:

İslâm hukukunda haram kılınan yol kesme, hırsızlık, gasp, faiz, ku­mar ve rüşvet gibi haksız iktisabı, üretim tüketim ve mübadele yönünden ekonomik olarak incelemeye tabi tuttuğumuz zaman bunların, İslâm hu­kuku sistematiği içersinde düşünüldüğünde, ekonominin fayda ilkesine ters düştükleri görülmektedir. Faizle zekât üretim açısından zıt şeyler olup ekonomik hayatta birisi müspet rol oynarken diğeri olumsuz tesir icra eder. Zekât ve diğer vergiler, toplanıp ve dağılma zamanı ve yeri bakımından farklılık arz etmeleri sebebiyle, aylık ve mevsimlik krizlerin muhtemelen ortadan kalkmasına yardımcı olabilirler.

Faiz ekonomik sistemi durdurucu ve üretimi kısıtlayıcı; zekat ise ça­lıştırıcı ve kamçılayıcı birer amil olarak gözükmektedirler. Faiz üretimde maliyet fiyatlarının yükselmesine, dolayısıyla enflasyona sebep olurken, mudarabe şirketine dayanan herhangi bir üretim birimi daha rasyonel çalışabilir.

Yol kesme, hırsızlık ve gasp gibi gayr-i meşru davranışlar, mülkiyet hukukuna tecavüz olmaları dolayısıyla üreticinin şevkini kırarlar.

Kumar ve benzeri oyunlar, kolay kazanma yolları olduğundan, fert­lerin çalışarak mal elde etme duygularını köreltir, bedavadan kazanma fikrini geliştirir ve böylece toplumu ifsat eder. Rüşvetler tabii iş bölümü­nü aksatır, dolayısıyla üretimin kısıtlanmasına sebep teşkil ederler.

Ekonominin istikrarlı olması, üretim ile tüketim, tasarruf ile yatı­rım, arz ile talep eşitliğine bağlıdır. Kumar gelir eşitsizliğine sebep oldu­ğu gibi, ekonomik istikrarın bozulmasına da yardım eder. Kumar ve diğer gayr-i meşru kazançlar, haksız iktisap oldukları için, fertler arasında kıskançlıkları körükler ve iş sahiplerinin çalışma zevkini kaçırır. Hırsız­lık, gasp ve yağmacılık, lüks ve gösteriş istihlakine imkân verir ve böy­lece kaynak israfına yol açar.

Haksız iktisabın mübadele yani alış-veriş, karşılıklı bedel ile yapılan ivazlı bir muameledir. Hırsızlık, gasp, kumar ve rüşvet gibi gayr-i meşru yollardan elde edilen malların bedelleri ise ödenmemektedir. Bunlar kar­şılıksız muamele olup tahakküm yolu ile sahibinin elinden zorla veya oyunla almak demektir ki, toplumu fesada götürür.

Yol kesme, soygun, gasp ve hırsızlık gibi durumlar, birçok faydaları olan iç ve dış ticareti de engelleyebilir, döviz krizlerine sebep olabilir ve dış pazarlardaki ticarî itibarı düşürebilir. Böylece haksız iktisat adı ve­rilen İslâm hukukundaki Gayr-i meşru gelirlerin ekonomik yönden de bir­çok zararlara yol açtığı görülmektedir.



[1]    İbn Teymiyye Ahmed b. Abdü'l Halim b. Teymiyye, (v. 728/1327), es-Siyâsetü'ş Şer'iyye Fî Islâhı'r Râî ve'r Râıyye, (Talik: Muhammed Abdullah), Bağdat-T.Y. s. 159

[2]    el-Mâide (5), 91

[3]    el-Kurtubî Ebû Abdi'llah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Farh (v. 671/ 1272) el-Câmiu Li-Ahkâmi'l Kur'ân, 3. baskı, Mısır - 1387 -1967), III, 57; İbn Teymiyye, el-Kavâidü'n Nûrâniyye el-Fıkhıyye, Kahire-1370-1951), s. 116, 131; el-Âlûsî, Şihâbü'd Dîn Mahmûd, Rûhu'l Meânî Beyrut-T.Y, VII, 16; Muhammed Reşid Rıza, (v. 1354-1935) et-Tefsîru'l Kebîr, Mısır-T.Y., VII, 72; M.A. Mannan, İslâm Ekonomisi, (çev.: Bahri Zengin), Istan-bul-1973, s. 493, 494

[4]    er-Rûm (30), 39

[5]    el-Bakara (2), 276

[6]    Bkz. İbn Kesir, Ebû'l Fidâ İsmâîl b. Ömer el-Kureşî ed-Dımaşkî (v. 774 h.) Tefsîru'l Kur'ânı'l Azîm, Mısır-T.Y., I, 328; el-Beyzâvî, el-Kâzî Abdullah b. Ömer, (v. 685/1286), Envâru't Tenzil ve Esrâru't Te'vîl, Beyrut-T.Y., I, 268; Yazır Elmalılı Muhammed Hamdi (v. 1942), Hak Dini Kur'ân Dili, ts-tanbul-1935, I, 969

[7]    ibnü'l Kayyim Muhammed b. Ebû Bekr, (v. 751/1350), İ'lâmü'l Muvakkıîn an Rabbi'l Alemin, Kahire-1388-1968, II, 154, 155

[8]    Muhammed Hamîdüllah, Türk Yurdu Dergisi, 15. sayı 276, Ağustos-1959

[9]    Kureşî Enver îkbâl, Faiz Nazariyesi ve İslâm,  (çev: Salih Tuğ), İstanbul-1966, s. 57

[10] İbn Mâce Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (207/820-275/888)', es-Sünen, II, 765, No: 2279

[11] ez-Zebîdî Zeynü'd Dîn Ahmed b. Abdü'l Latîf (v. 893/1487) Tecrîd-i Sarih Tercümesi (çev: Ahmed Naim, Kamil Miras), Ankara-1961-1972, VI, 386

[12] Sabahaddin Zaim, İktisadî Doktrinler  (Ders Notları), s. 21

[13] Ebû Zehra, Muhammed, îslamda Sosyal Dayanışma, (çev: Ethem Ruhi Fığlalı, Osman Eskicioğlu), îstanbul-1969, s. 85

[14] Yazır, a.g.e., I, 966, 967; Tecrîd-i Sarih, VI. 390

[15] Bkz. el-Kudûrî Muhammed b. Ahmed Ebu'l Hasan (362/972-428/1037) el-Kudûrî, Y.Y., T.Y., s. 83; el-Kâsânî, Alâü'd Dîn Ebu Bekr b. Mes'ûd, (v. 587/ 1191), Bedâlu's Sanâî Pî Tertîbi'ş Şerâî, Beyrut-1974, VI, 79; el-Merğînânî, Bürhanüddin Ali b. Ebû Bekr, (v. 593/1179), el-Hidaye Şerh-u Bidâyeti'l Mübtedl, Mısır-1937, III, 150; Molla Hüsrev, Mehmet b. Firamurz b. Ali, Düreru'l Hukkâm Fî Şerh-i Ğurari'l Ahkâm, Istanbul-1973, II, 316; îbn Abidîn Muhammed b. Emin b. Ömer el-Aziz (v. 1252/1836), Reddü'l Muh­tar Ala Dürri'l Muhtar, Beyrut-T.Y., IV, 450;  Mecelle,  1428. madde.

[16] Koloğlu Mahmud, Ekonomi Dersleri, Ankara-1954, I, 126, 129, 130; Halil Şakir Kâhyaoğlu, Umumi iktisat, İzmir-1960, s.  179

[17] el-Kâsânî, a.g.e., IV, 208;  Mecelle,  1345. madde.

[18] Samuelson, Paul A., İktisat (çev: Demir Demirgil), lstanbul-1970, s. 55

[19] Samuelson, a.g.e., s. 251

[20] Feridun Ergin, Ak İktisat Ansiklopedisi, I, 205

[21] Samuelson, a.g.e., s. 10

[22] Samuelson, a.g.e., s. 34

[23] Samuelson, a.g.e., s. 295

[24] Namık Zeki Aral, islam Mecmuası, VIII, Sayı, 6, Mart-1965

[25] Koloğlu, a.g.e., I, 93; Feridun Ergin, İktisat, s. 143; Erdoğan Alkin, Ak İk­tisat Ansiklopedisi, I, 262, 263; Krş, Feridun Ergin, İktisat, s. 713

[26] Kureşî, a.g.e., s. 154, 161

[27] Bkz. Feridun Ergin, İktisat, s. 137; Ak İktisat Ans. I, 205; Yüksel Ülken, Fiyat Teorisi, I, 27

[28] Samuelson, a.g.e., s. 468

[29] Mustafa Reşid Belgesay, Kur'ân Hükümleri ve Modern Hukuk, s. 86

[30] el-Âlûsî, a.g.e., VII, 16

[31] Samuelson, a.g.e., s. 468

[32] Bkz. İbn Mace, II, 765, No:  2279

[33] İstanbul Defterdarı, Milliyet Gazetesi,  12/11/1964

[34] Feridun Ergin, Ak İktisat Ans. I, 280

[35] Samuelson, a.g.e., s. 471, 472

[36] İbrahim Fadıl, İktisat, s. 59

[37] İbrahim Fadıl, İktisat, ş. 65;  Gaetan Pırou, Umumi İktisada Giriş  (Çev: Turhan Feyzioğlu), lstanbul-1945, s. 95

[38] Bkz. Samuelson, a.g.e., s. 239

[39] Feridun Ergin, İktisat, s. 137

[40] Mustafa Reşid Belgesay, a.g.e., s. 86

[41] İbn Teymiyye, el-Kavâıdü'n Nurâniyye, s. 117

[42] Yazır, a.g.e., I, 965

[43] Samuelson, a.g.e., s. 479;  Hazım Atıf Kuyucak. İktisat Dersleri, Istanbul-1960, s.  180

[44] Samuelson, a.g.e., s. 479

[45] Samuelson, a.g.e., s. 468

[46] Kuyucak, a.g.e., s. 190

[47] Kuyucak, a.g.e., s. 335

[48] el-Kâsânî, a.g.e., V,  133;  Kureşî, a.g.e., s. 95

[49] Kuyucak, a.g.e., s. 335; Kureşî, a.g.e., s. 95

[50] Kureşî, a.g.e., s. 95

[51] es-Serahsî,  Şemsü'l Eimmeh  Ebu  Bekr Muhammed  b.  Ebu  Sehl Ahmed (v. 438/1090), el-Mebsût, Beyrut-T.Y. XII, 108

[52] Bkz. el-Bakara (2), 205

[53] Kuyucak, a.g.e., s. 329

[54] Kuyucak, a.g.e., s. 512

[55] Feridun Ergin, Ak İktisat Ans. II, 670

[56] Samuelson, a.g.e., s. 760; Kuyucak, a.g.e., s. 490

[57] Gaeton Pırou, a.g.e., s. 257;  Samuelson, a g.e., s. 705; Feridun Ergin, ikti­sat, s 736.

[58] Bkz. el-Kâsânî, a.g.e., VII, 102; el-Kudûrî  s   188

[59] Kologlu, a.g.e., II, 89, 94

[60] el-Bakara   (2), 275

[61] Ebu'l Âlâ el-Mevdûdî er- Ribâ, Dimaşk ty. S. 14;   Muhammed Hamidullah,  Modern iktisat ve İslâm s. 26

[62] el-Mevdûdî, a.g.e., s. 14

[63] Bkz  Yazır   a.g.e. I, 959. 968; Mahmud Ahmed, a.g.e., s. 40

[64] Mahmûd Ebu's Suûd. Hutûtun Reisiyyetün Fil İktisadi'l İslami, s. 25

[65] el-Mevdûdî, er-Ribâ, s. 82

 


*DEÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.