. | Prof. Dr. Osman Eskicioğlu* 2-
Kuranı (o canlı Muhammed olduğuna göre onu) anlamak ve onunla konuşmak için klasik
Arapçayı bilmeye ihtiyaç vardır. Sarf, Nahiv, belağat ve usul-ü fıkıh ilimlerini
bilmek gerekir. 3-
Matematik bilmekte de fayda vardır. 4-
Fen ve sosyal bilimler de hiç olmazsa özet olarak bilinmelidir. (Analoji yapmada bu bir
zarurettir.) Kuran
her seviyedeki mümin ve Müslümana hitap eder. Kuran kolaydır herkes anlar. Facebookta
bile herkes ayeti anlıyor ve konuşuyor. Dağda oturup yaşayan yalnız kişi bile
Kuranı anlayabilir. Anacak bizim burada Kuranı anlayacak kişi şu şu ilimleri bilmesi
gerekir derken yüksek teknoloji çağında insanlığa yüksek teknolojik bir projeyi bir
Kuran projesini sunacak olan kişi ve kişilerin vasıflarını saymış oluyoruz. zaten
şimdi biz hepimiz burada vakit geçirmek için sohbet etmiyor muyuz. Kim kimi dinliyor,
herkes ben biliyorum deyip kendi bildiğini okumuyor mu? Ben buralarda bilimsel tartışma
seviyesi de yoktur. Dün bana burada esaretin Bedelinin ettiği küfür ve hakaretleri
kedi ve köpeklerin önüne atsanız yemezler. Ama ben katlanıyorum. Çünkü görevimiz
var, misyonumuz var. EDİB
YÜKSEL’İN OSMAN ESKİCİOĞLUNA CEVABI "2- Kuranı (o canlı Muhammed olduğuna göre
onu) anlamak ve onunla konuşmak için klasik Arapçayı bilmeye ihtiyaç vardır. Sarf,
Nahiv, belağat ve usul-ü fıkıh ilimlerini bilmek gerekir." Her şeyden önce Usul-i Fıkıh öylesine güvenilir bir ilim değil.
Her bir mezhep kendisine göre belli bir usul oluşturmuş... Böyle olunca: Hangi
mezhebin usuli fıkhı? Örneğin, Şafi'inin el-Risalesi aslında Kuran'ın doğru dürüst
anlaşılmasının önüne konmuş en büyük engellerden birisidir. Örneğin,
nesih-mansuh kuralı! Kuran'ı
anlamak için Arapça bilinmesinin çok yararlı olacağına inanıyorum ama gerekli
olduğuna inanmıyorum. O zaman Arapça bilmek İslam'ın şartı olurdu. Eğer Kuran'ı
anlamak için Arapça bilmek gerekli olsaydı, İslam mesajının evrensel olması mümkün
olmazdı. Kuran'a karşı mücadele veren Mekke müşrikleri iyi Arapça biliyordu. Senden
de, benden de daha iyi Arapça biliyorlardı. Ama Kuran'ı anlamadılar. "Her
Arapça bilen Kuran'ı anlamaz ama Kuran'ı her anlayan Arapça bilir" diyorsun sanırım.
Katılmıyorum. Arapça bilen farklı kişilerin çevirilerini aklını kullanarak
karşılaştırmalı inceleyen veya "onlar sözü dinlerler ve en güzeline
uyarlar" ayeti ve benzeri ayetler doğrultusunda SELİM bir KALP ile AKLINI
kullanarak Allah'ın kitabındaki ve kâinattaki ayetlerini öğrenmek için çaba
harcayan ve araştıran herkes Kuran'ın öğretmeni olan Allah tarafından 20.114 ayetine
göre bilgilendirilir. Allah Zul-Fadlin Azim'dir. Nitekim Arapça bilmeyen bazı
arkadaşlarım, örneğin İzmir'de yaşayan iki emekli İngiliz arkadaşım (Chris ve
Linda) Kuran'ı tüm Sünni müftülerden ve imamlardan daha iyi anlıyorlar. Kuran'ın
İngilizce çevirilerini tevhidi bir perspektifle aklın ve kalbin ışığında okuyan bu
arkadaşlar, hiç Arapça bilmedikleri halde çevirimdeki bazı hataları düzeltmemi sağladılar. Evet, eğer kaçırdınsa lütfen bir önceki paragrafı tekrar
okuyunuz. Kuran'daki birçok ayete ek olarak buna tanık olduğum için yukarıda önerdiğiniz
koşulun GEREKLİ olmadığına inanıyorum. OSMAN
ESKİCİOĞLUNUN
EDİB
YÜKSEL’E CEVABI Kuranı
canlı Muhammed olarak kabul etmekle, onu anlamak için klasik Arapçayı, yani sarf,
nahiv, belagat (maani, bedi ve beyan) ve usul-ü fikıh ilimlerini, ayrıca fen ve sosyal
bilimleri bilmek gerekir, Kurana Kuranca iman etmek ve herkesin, ve her toplumun her türlü
derdine deva olacağına inanması gerekir, dedim; bu doğrudur. Ancak bu şartlar, yüksek
teknolojinin hüküm sürdüğü bir ortamda, sosyal bilimlerin yaşlanması yüzünden,
bilhassa ekonomik ve sosyal alanda yüksek teknolojik anlamda tüm insanlığa yeni bir
Kuran ekonomi projesi ve yeni bir Kuran sosyoloji modeli sunabilmek, ideal ve niyetiyle
sıralanmış şartlardır. Yoksa Kuranı,
bilgi seviyesi, düşüncesi, fikri ve zikri ne olursa olsun, herkes anlar; dağ başında
yapayalnız yaşayan bir insan bile Kuranı anlayabilir ve her Müslüman anlar. Çünkü
Allah, 4 ayette “bilgi üretmek için biz Kuranı kolaylaştırdık; var mı, düşünüp
bilgi üreten?”, buyurmuştur.[1] Siz,
bu şartlar listesinin eksik olduğunu söylüyorsunuz. Hem dostlarımızın daha iyi düşünmesi
ve hem de sizin iddianızın daha kuvvetli olduğunu göstermeniz açısından, bu sizce
eksik olan maddeleri yazsaydınız, bana göre daha iyi olurdu. Ayrıca
öne sürmüş olduğum bu koşulların problemli olduğunu söyleyerek, “usul-ü fıkıh
ilminin öylesine güvenilir bir ilim olmadığını dile getirmeniz, maksadını aşmış
ve gerçekten çok çok uzak olan, hele hele adının “İslami Reform İçin Kritik Düşünenler”
gibi iddialı bir grubun lideri durumunda olan size hiç mi, hiç uygun düşmemiştir.
Ben de usul-ü fıkhı bilen bir kimse olarak şunu iddia ediyorum ki, bu ilim fen
bilimleri bitip sosyal bilimler başladığı yerde en başta gelen ve neredeyse fen
bilimleri kadar gerçek olan bir ilimdir. Çünkü vücudumuzu hücreler, dokular,
organlar ve organizma olarak, kademe kademe inceleyen biyoloji, fizyoloji, embriyoloji ve
histoloji gibi ilimler vardır. Kuran metninin
dil bedenini ve gövdesini de harf, harf, kelime kelime, cümle cümle, mana mana ve
hüküm hüküm inceleyen sarf, nahiv, belagat (maani, bedi ve beyan) ve usu-ü fıkıh
ilimleri vardır. Bugün
usul-ü fıkhın bilinmediğini söylemek şu anda bana zehir içmek kadar acı geliyor. Hâlbuki
usul-ü fıkıh Kuranı anlama yöntemi demek olup kuyudan su çekmek için eskiden nasıl
kova, ip, çıkrık ve çekecek kol gücüne ihtiyaç var idiyse, dün de bugün de Kuranı
anlamak için bu alet ilimlerine de ve özellikle usul-ü fıkıh ilmine de kesin bir
şart olarak ihtiyaç vardır ve ihtiyaç olmuştur. Zira
usul-ü fıkıh, Kuran bünyesinin yani ayetlerin hüküm ve ahkam tarafıyla ilgilenen ve
o konuda kanun ve kurallar getiren bir ilimdir. Çünkü senin de bildiğin
gibi dedüksiyon, endüksiyon ve analojiden başka bugün elimizde bir bilgi elde etme
makinası yoktur. Yoksa
senin dediğin gibi mesele sadece nasih-mensuh meselesi değildir. Aslında Kuranda mensuh
yani anlamı kaldırılmış bir tek ayet yoktur. Asıl bazı hükümlerin kalkmasına
sebep olan amil, zaman ve mekândır. Bugün bu şartlarda ihtiyaç olmayan bir hüküm,
yarın şu şartlarda zaruri bir ihtiyaç haline gelebilir. Onun için Kuranda mensuh bir
tek ayet yoktur. Bu konu, tarihte oluşmuş olan şartların, aynı Kuran mahlûk mu, değil
mi iddiaları gibi tamamen siyasi ve politik aktüalitenin ortaya çıkardığı
problemlerdir. Bu meseleler, bize göre, zamanımız Türkiye’sindeki Atatürkçülük
problemine çok benzemektedir ki, din ile ve bilimle alakası olmayan politik bir oyundan
başka
bir şey değildir. Hangi
mezhebin usul-ü fıkhı diyorsunuz. Siz ilimde okul ve ekolleri kabul etmiyor musunuz?
Tarihteki mezhepler kadar sosyal anlamda doğal olan ne var ki, bugün Müslümanlar,
gerçek, samimi, dinine ve onun kaynakları olan KURAN ve Sünnete bağlı iseler Hanefi,
Şafii, Maliki ve Hanbeli gibi bir mezhep, okul ve ekol kursunlar da bakalım biz de bir görelim.
Kendi kendilerine İstanbul, Ankara veya İzmir okulu gibi unvan vermekle ve kendi kendine
gelin güvey olmakla bu işler yürümez. Eğer
siz, gerçek ve hakikat iseniz asırların karanlıklarını delip gelen bir ışık gibi,
güneş gibi ayakta kalırsınız.
Bugün asırlardan beri insanları etkileyen ve hiç alakası olmadığı halde ben,
hanefiyim dedirten bir gerçek var ortada. Bakınız ben bile bu kadar kendimi özgür
hissederken kitap, sünnet, icma ve kıyastan başka bir delil tanımazken daha hala
kendimi Ebu Hanife hazretlerinin mahalle baskısı altında olduğumu hissediyorum desem,
bu, bir gerçeğin itirafı olmuş
olur. Onun
için sosyal bilimciler demek olan geçmişteki
İslam âlimlerinin önünde saygıyla eğildiğimi burada zevkle söylemeliyim. Bence
sizin Arapça bilmenin gerekli olduğuna inanmıyorum demeniz, aynen şuna benziyor:
Napolyon,
savaş alanında topçu birliğini denetlerken batarya komutanına "eksiklerimiz
neler?" diye sorar.. komutan "bir, barut yok; iki..." der ve napolyon sözünü
keser "barut yoksa diğerlerini sıralamanın da gereği yok" der. Arapça
bilmek İslam’ın şartı olamaz. Çünkü müslüman demek, Kurana inanan ve Kuranın
koyduğu düzene uyan demektir. Ancak Kuranın koyduğu düzeni anlamak için Arapça
bilmek şarttır. Fakat o düzeni yaşamak için Arapça neden şart olsun ki? Zira bir müziği
dinlersiniz ve adeta onu yaşarsınız, fakat onu icra edip ortaya koyan, siz değilsiniz.
Doğru nutuk doğru mantığı, doğru ve düz mantık da doğru ve düz nutku doğurur.
Bence hem doğru oturalım ve hem de doğru konuşalım, derim. Yani doğru düşünüp doğru
konuşalım. “Arapça
bilmek gerekli olsaydı, İslam mesajının evrensel olması mümkün olmazdı.”
diyorsunuz. Hâlbuki şu kullandığınız alet-net bile sizi yalanlamaktadır. Zira bu
ürün o kadar evrensel ki, dünyanın her tarafında bu alet bir form gibi aynı şekilde
kullanılmaktadır. Oysa bunu kullananların %99 u bu aletin nasıl üretildiğini
bilmezler ve üreticiler onlar değildir. “Kuran'a karşı mücadele veren Mekke müşrikleri iyi Arapça
biliyordu. Senden de, benden de daha iyi Arapça biliyorlardı. Ama Kuran'ı anlamadılar.” diyorsunuz. Bu cümleniz ve hükmünüz çok doğru.
Ben de buna katılıyorum. Fakat ayette Kuranı iyice anlamada inanmayanların kalpleri
üzerine bir perde çekildiği
dile getirilmektedir.[2]
Ya siz, çok yoğunsunuz
veya mahalle baskısı yapmak istiyorsunuz. Çünkü ben, Arapça bilmek yeter şart
demedim. Üstelik Kuranı anlamak için ona Kuranca inanmak ve iman sahibi olmak gerekir,
dediğimi sanıyorum. "Her
Arapça bilen Kuran'ı anlamaz ama Kuran'ı her anlayan Arapça bilir" diyorsun sanırım,
diyerek
niyet okuyorsunuz. Evet,
siz, katılsanız da katılmasanız da aynen öyle diyorum. Çünkü kişi
Kuranı Arapçayı
bildiği kadar, anlar. Mesela “akimus salate ve atu’z zekate” (Namazı kılın ve
zekatı veriniz) ayetindeki bu 4 Arapça kelimeyi bilen, tercümedeki şekliyle kaba
taslak anlar ve tabi herkes, kendi çapında anlar. Fakat bilimsel anlayış, hukuk ortaya
koyacak bir anlayış ve yeni bir medeniyet kurmaya niyetli olan bir anlayış deyince iş
değişir. O zaman işte bizim öne sürdüğümüz 1-Kurana Kuranca iman etmek, 2-Klasik
Arapçayı bilmek, 3- Fen ve sosyal bilimlerin özetini bilmek gibi şartlarla
donatılmış bir babayiğite ihtiyaç var, demektir. O zaman bu ayetten tüzel kişiliği
bulunan bir toplumda namazı cemaatle kılmanın farzı kifaye olduğu, zekâtın da
namazı kıldırana yani devlete-topluma verilen bir vergi olduğunu anlarız. Tabii ki,
bu mücmel olan salat ve zekât kelimelerini sünnet açıklayarak müfesser hale getirmiştir.
Bildiğiniz gibi bu terimler aynı fizik ve kimya terimleri gibi özel mana ifade eden
kelimelerdir. Evet,
Arapça bilmeyen kişi tercüme yapamadığı gibi, tercümelere dayanarak yeni bir meal
veya tercüme yapamaz ve bir hüküm de çıkaramaz. Bakın böyle birinin S. Türkmen adında
birinin haşa “İniş Sırasına Göre Kuran” diye isim taktığı kitabından (Zira
şunu herkes bilsin ki, hiçbir tercüme veya meal Kuran değildir ve olamaz. Kuran, bir
isimdir ve müsemması da elimizde mevcut olan Fatiha ile başlayıp Nas suresi ile son
bulan Mushaf’tır.) size bir örnek sunuyorum. Bildiğiniz gibi Türkçede kelimelerde
erkeklik ve dişilik yoktur; Arapçada ise vardır. Arapça bilmeyen mütercim efendi,
Arapçada “hü” erkek zamiri, “ha” dişi zamiri olduğunu bilmediği
ve bunu
Türkçe çeviriden fark edemediği
için, ayetin aslında geçen “ha” zamirini erkek olan Kurana göndererek fahiş bir
hata işlemiştir. Arkadaşımızın uydurduğu tercüme veya meal şudur: “Sonra seni
de emirlerimiz bulunan bir yol üzere kıldık. Öyleyse sen ona (Kurana) uy!” (Casiye
45/ 18). Bize göre bu cümle, asla bu ayetin tercümesi değildir. Bu bir tahriftir. Ben,
bu Müslümanım diyenlerin işlerini bir türlü anlayamadım. Bunlar hem Kurana
inanıyoruz, derler ve hem de Kuranda var olan “Allah size emanetleri ehline vermenizi
kesinlikle emreder.” (Nisa 4/ 58) Allah’ın ayetine ters hareket ederler. Allah
hepimize hidayet etsin. "onlar
sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar" ayeti ve benzeri ayetler doğrultusunda
SELİM bir KALP ile AKLINI kullanarak Allah'ın kitabındaki ve kainattaki ayetlerini öğrenmek
için çaba harcayan ve araştıran herkes Kuran'ın öğretmeni olan Allah tarafından
20:114 ayetine göre bilgilendirilir.” sözleriniz hiç de ciddiye alınacak cinsinden
değildir. Çünkü bir defa “yestemiune el-kavle fe yettebiune ahsenehu” (Allah’a
kul olanlar tüm sözleri dinlerler ve onların en güzeline uyaralar) Zümer 39/ 18
ayetinden maksat, Kuran olamaz. Çünkü Kuranın hepsi güzeldir. Onun çirkin tarafı
yoktur. Bundan maksat, Kurandan veya başka yerden, tabiattan ya da mantıktan çıkarılan
görüşler, demektir. Akıl,
bir compitür gibidir. Bu alete ne yükler ve ne verirsen ancak onu alırsın. Buna göre
Âdemden bugüne eğer vahiy olmasaydı, insan aklı, kalbi ve beyni hiçbir şey yapamaz
ve hayvanlar kadar bile olmazdı. 20: 114 ayeti, öyle boşuna kürek çeken ve
sünnetüllaha uymayıp ters düşen
kimselere bilgi verir, demiyor. Aslında bu ayet, size, anlayabilseniz çok güzel bir cevap veriyor. Çünkü burada
Kuran var ve bir de onun Allah tarafından verilen bir vahyi vardır. İşte sadece Kuran
yeterlidir diyenlerin yanılgısı asıl burada yatmaktadır. Çünkü Kuran, zaman ve
mekanla, dil ve düşünce ile hatta çıkar yol bulmak için başa gelen bela ve
musibetlerle anlaşılır. Mesela biz bugün başımızda dönüp dolaşan türkçülük,
kürtçülük ve ırkçılık belalarını tedavi edecek reçeteleri Kuranda arayıp
bulmalıyız, derim. Edip
bey, şu cümleyi senin kurduğuna inanamıyorum. “Arapça bilmeyen bazı
arkadaşlarım, örneğin İzmir'de yaşayan iki emekli İngiliz arkadaşım (Chris ve
Linda) Kuran'ı tüm Sünni müftülerden ve imamlardan daha iyi anlıyorlar.”, diye
korkunç bir iddiada bulunuyorsunuz. Ya
siz, ilmin, sermayenin, siyaset ve politikanın, her türlü gücün ve her şeyin merkezi
olan ve hatta tüm dünyanın oradan yönetildiği ABD’de değil misiniz? Merkezde olan
bir kişi, böyle laf eder mi? Demek bu iki kişi, Kuranı tüm
Sünni müftülerden ve imamlardan daha iyi anlıyorlar, öyle m.? Peki sen bunu nasıl
anladın, bunları bir araya toplayıp da karşılıklı bir tartışma neticesinde mi bu
kanaate vardınız veya bu mukayeseyi nasıl yaptınız öğrenmek isterim. Bunu anlamak
ve bu kanaate varmak için binlerce kişinin yıllarca çalışması gerekmez mi? Yoksa bu
cümleniz, bir salvo olarak mı söyledi. Olmaz Edip Beyciğim, olmaz; bence böyle İslami reform için kritik düşünenler,
İslam’ı tam olarak yorumlayamazlar. Hem sen benim İzmir’de olduğumu biliyorsun,
Kuranı daha iyi anlayan, o, 2 İngiliz
arkadaşı benimle bir yerde buluştursan da onlardan Kuranı daha iyi anlama hususunda
ders alsak sence iyi olmaz mı? Edipcim,
din, ilim ve Kuran hakkında benden ne istersen varım; size bu kadar açık çek
veriyorum; ama ben armutsam elma yapmaya kalkmak yok şartıyla tabi; ben de zaten kimseyi
“ben” yapmaya kalkmam ve bir müslüman olarak asla ve kesinlikle böyle bir hak ve
selahiyetim asla yoktur ve olamaz. Biz sözümüzü söyleriz ve Elmalılı üstadımızın
ifade ettiği gibi, ve ma aleyna illal belağ, (bize düşen
sadece tebliğdir) der
ve geçeriz. Bana
göre herkes, inanıp inanmamakta ve Kurana şöyle veya böyle bakmakta ya da şu
şekilde veya bu şekilde düşünüp amel etmekte ve etmemekte, kesinlikle serbesttir ve
asla mahalle basıkısı falan yoktur. Ben şahsen tüm insanlara teori ve pratikte,
uygulama ve amelde saman çöpü kadar bir baskı yapılmasını istemem. Çünkü kimse
kimsenin günahını çekmez, kabirlere şeyhlerle, dervişlerle, liderler, kanaat
önderleri ve İslami reform için kritik düşünenlerle birlikte girilmez ve girilmiyor.
Biz hiçbir kimsenin, yarın Allah’ın huzuruna bir mazlum olarak çıkmasını
istemiyoruz. Dünyadaki zalimler, zulmettikleri insanların mazlum olmasını
sağladıkları için, Allah da onlara soru sormayacağı için, haşa Allah’ı bile
etkilemiş olurlar. İşte zulüm, bunun için en büyük günah ve günahların da en büyüğüdür.
Son sözüm
şu: Atın iyisini pazar, insanın
iyisini mezar bilir. *DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |