. |
KURANI
YENİDEN ANLAMAK
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*
Kuranı anlamak, içtihatla olur. Hep
söyleyip duruyorum. Allah ya bireye emreder veya topluma, bu bakımdan üçüncü bir
emir çeşidi olmaz. Onun için birey içtihat ederek kendi alanında karar verip uygular,
toplum-devlet de yine kendi alanında şura-danışma ile karar verip uygular.
Belirsizlikler yönetimi olan demokraside olduğu gibi İslam düzeninde bireyin
dini-ahlaki alanına karışılmaz. Çünkü İslam düzeninde dini olaylar, dini kanun ve
kurallarla; hukuki olaylar hukuki kanun ve kurallarla; ahlaki olaylar da ahlaki kanun ve
kurallarla çalışır. İşte düzenin böyle tam anlamıyla oturmuş olmasından Kuranı
anlamak da kolaylaşır.
Yoksa okullardan dini öğreten bilimler ve Arapça
dersleri kaldırıldığı için millet, Elmalılı’nın Mukaddimede "Kitabı
tanımayan hesapta uyanır, Kuranı anlamayan da tercümesine dolanır" dediği gibi,
meal ve tercümelere dalmışlar harıl harıl çalışıyorlar. Bu gerçekten güzel bir
şey bunun faydası var. Ancak bu konuda bizce şöyle bir sakınca vardır.
Kuran ve sünnet, ayet ve hadisler hükümler için yani
bir karara varmak için yollardaki trafik işaretleri gibi istikamet gösteren
göstergelerdir. Başka bir örnek verecek olursak hem bu bilhassa mealcilere ve
tercümecilere daha uygun gelecektir. Ayetler, aynı bağ-bahçedeki patlıcan, biber,
patates ve soğan gibi malzemelerdir. Biz nasıl bu yemek maddelerini soymadan doğrayıp
pişirmeden yemiyorsak, yani önce onları bir mutfaktan geçiriyorsak, sonra yenecek hale
geliyorsa işte ayetler de böyledir Onlar olduğu gibi söylenmez ve olduğu gibi hüküm
ifade edip uygulanacak hale getirilmez. Mesela Ebu Hanife abdestte kolları dirseklerle
beraber yıkamayı önermiş; bu bizce de haklıdır. Bunun sebebi ise ila harfi maa
anlamınadır diye derin anlamaya sahip olmayan kimseler öyle ifade etmişlerdir. Halbuki
elleri yıkamak var ayette. Oysa peygamber kol yıkamış, işte buradaki
"el"den maksat bileklere kadar olan el manasında değildir. Bu el mecazi
anlamda kullanılmış olup vücuda bağlı olan yere kadar gider; ila=kadar kelimesi ile
istisna yapılınca dirsekler yıkanacak tarafta kalmıştır.
Bunları işi yokuşa sarmak için söylemiyorum. Yüksek
teknoloji gibi işin ince bir tekniğinin varlığını ortaya çıkarmak istiyorum. Bu
konuda Enfal sitesinde Kuranın ekonomik tefsir adı altında yapmış olduğumuz doktora
çalışmasında çok örnekler vardır. Yoksa Türkçe tercümelerden hüküm çıkarırsak
patates ve patlıcanları tabiatta olduğu gibi yemeye ve yutmaya benzer, derim. Bunun için
ben her türlü emre amadeyim. Gençler ekip ekip olup Arapça okuyabiliriz ve bu içtihat
etmeyi de o zaman sözlü olarak da anlatabiliriz. İslam’da din adamı yok. Kimsenin görüşü
kimseyi bağlamaz. İnsanımızı bu hale getiren bozuk düzendir.
Çabuk davranarak insanlığa yeni bir hukuk ve ekonomi
projesi sunmak zorundayız. Bildiğiniz gibi, mevsim şimdi kuzeyde kış, ABD Wallstreet
caddesinde veya meydanında toplanan gençler dünyanın üzerine çığ gönderiyorlar;
yalnız bu çığ sosyal bir tufandır.
Bir örnek daha vermek isterim, elimiz kanadı, Ebu Hanife
kan çıktığı yerde, bardağın su ile tam dolup üzerine yığıldığı gibi olup
bardağa bir damla daha konsa taşacak durumda olsa, işte bu yığılma ne ise Ebu
Hanife'ye göre kanın tomurup kabarması da odur. Hâlbuki Şafii kan aksa da vücuttan
ayrılmadığı müddetçe abdest bozulmuş sayılmaz demiştir. İşte size farklı iki görüş...
Sanıyorum Ebu Hanife içimizdeki olan kan zarar vermediği gibi, mesela mührenin
üzerinde kabaran kanı ve mühreyi iç kabul etmiştir.
İşte bugün yüksek teknoloji karşısında yüksek
hukuk, veya yüksek bilim ve teknoloji yanında yüksek ekonomi, sosyoloji ve hukuk
kuralları üretmedikçe ve bu işin mutfağına girip yemek yapmadıkça bence insanlığa
karşı vazifemizi yapmış olamayız. Bu işte asıl vazifeli olan diyanet ve ilahiyat
mensupları genel olarak uyuyorlar. Ara sıra uyandıkça da kıyamet kopmuş mu diye
perdeyi açıp dışarıya bakıyorlar. Allah Teala inş. hepimize hidayet eder. Kusura
bakmayın amacım sizleri üzmek değil, gerçekleri söylemektir. Hepinize selam sevgi ve
saygılarımı sunuyorum.
*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |