. | SOSYAL BİLİMLER
DİNİ-MANEVİDİR, TERİM TARİF ve TASNİFLERİ ESKİMİŞTİR YENİLENMESİ GEREKİR Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*
Bugün burada Beşeri
Bilimler Sempozyumunun Açılışında “Beşeri Bilimlerde Manevi Arayışlar”
konusunu el alıyoruz. Böyle bir toplantıyı tertip ederek zaruri bir ihtiyacı
gidermeye çalışan kardeşlerimize candan teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Bir
tarafta beşeri bilimler, diğer tarafta sosyal bilimler, bir tarafta bilimlerde manevi
arayışlar, diğer tarafta da inanç ve inanışlarda arayışlar… Bunlar, gerçekten o
tarafta ve bu tarafta, ayrı ayrı mekânlarda mı, yoksa bunlar, fizikteki karışım
gibi, ya da kimyadaki bileşim gibi bir ve beraber mi? İlim derken neyi kastediyoruz,
bilim derken de ne demek istiyoruz? Beşeri ile sosyal aynı mı? Manevi ile inanç,
birbirinden farklı mı? Bilim ya da ilim nerede üretilir, nerede
bulunur, bunun çarşısı pazarı var mı, alınıp satılır mı; maneviyat ya da inançlar
da nedir, ekilir mi dikilir mi, nerede ve nasıl yetiştirilir, bunun anayurdu neresidir.
Yani ilim nedir, ne değildir; maneviyat nedir ve ne değildir? Bütün bunların bir açıklığa
kavuşturulması gerekir. Hâlbuki bugün açıklık yok karışıklık var, onun için
kavram kargaşası, hem beyinleri karıştırıyor, hem de durmadan dillerde dolaşıyor.
Onun için sosyal bilimler karışık, dolayısıyla sosyal bilimcilerin kafaları da
karışık. Dil karışınca kafalar karışmaz mı, nutuk bozulunca mantık bozulmaz mı?
Mesela hem de eseriyle Nobel ödülü almış bir kişi, Samuelson İktisat adlı eserinde
“Özellikle
sosyal ilimlerde “terimlerin zulmü”nden kendimizi korumamız lazımdır.”,
ifadesini kullanıyor.[1]
Acaba bu fen bilimleri zulmetmiyor da sosyal bilimler neden zulmediyor? Bu sosyal
bilimleri böyle zalim yapan kimdir? Yoksa bu sosyal bilimlere zulmedildi, onlar zalim
haline getirildi de ondan dolayı mı bugün insanlara zulmediyorlar? Başka bir kişi, bu
defa Müslüman biri, İsmail Raci el-Faruki, çıkıp bilginin İslamileştirilmesi
tezini ileri sürüyor ve bundan dolayı da evinde Yahudiler tarafından baskına uğruyor
ve öldürülüyor. Allah Teâlâ rahmet eylesin. İsmail Faruki’ye göre tabiat
kanunu da ahlak kanunu da Allah tarafından konulmuştur. Bunların her ikisi de Allah’ın
iradesinden ibarettir. İşte bu yüzden İsmail Faruki, bilginin İslamileşmesi tezini
ortaya atmıştır.[2] Biz ise bugün Kurandaki “Düşünesiniz diye
biz, her şeyi çift çift yarattık.”[3],
ayeti ile “Allah
göğü yükseltti
ve dengeyi
koydu”[4]
ayetine dayanarak varlık âleminin, insan, hayvan, bitki ve cansızların Allah Teâlâ’nın
koyduğu kanun ve kurallarla çepeçevre kuşatıldığını, her âlemin, sınıf ve türlerin
kendine göre kanun ve kuralları olduğunu, varlık âleminde birlik bulunduğunu, böylece
hayatın bir bileşke olmasıyla, toprak suya, su da toprağa muhtaç, bitki de havaya,
suya ve toprağa muhtaç, hayvanlar ise hem bitkiye, hem de hava, su ve toprağa muhtaç,
insana gelince o da bu varlıkların hepsine muhtaç olarak yaratılmıştır, diyoruz. Böylece
varlıklar âleminde bir düzen ve bir nizamın bulunduğunu anlıyoruz. Hayvan, bitki ve
cansızlar bu kanun ve kurallara neredeyse yüzde yüz uyarken bunlarla birlikte ve
beraber yaşayan, onlarla alış-veriş yapan insanın da bir nizam ve düzen içerisinde
olması gerekmez mi, kuralsızlık ve anarşi onun için bir yıkım olmaz mı? Acaba bu
insan, dünyada kendisinin başıboş bırakıldığını mı sanıyor?[5]
Allah’ın
yarattığı çiftleri doğru eşleştirmek lazımdır. Bugün sosyal bilimlerde din
dünya ve din devlet tasnifleri yapılmaktadır. Biz bunların doğru olduğu kanaatinde
değiliz. Bizim tasnifimiz, Halik-mahlûk, din-bilim, dünya-ahiret, birey-toplum,
fert-devlet, yöresellik-küresellik, ruh-beden…fen bilimleri-sosyal bilimler
şeklindedir. Bu bileşkeler veya dengeler, Rönesans medeniyetinde insanın aleyhine ve
eşyanın lehine olarak bozulmuştur. Fen bilimleri ilerlemiş, sosyal bilimler ise
gerilemiştir. Sadece gerilemekle kalmamış taşlar yerinden oynamış, elmalar armut
yapılmış, fert devletin işine, devlet de ferdin işine karışır hale gelmiş, işler
karışmış, roller karışmış, velhasıl sosyal bilimler karma karışık hale
gelmiştir. Hatta bu arada sosyal bilimlerin terim, tarif ve tasnifleri de eskimiştir.
Bunların acilen, güncel krizler sebebiyle hiç vakit geçirmeden hemen yenilenmesi
gerekir. Bize
göre ilim ve bilim farkı yoktur; bunlardan birisi Arapça diğeri de Türkçe bir
kelimedir. İlim, terimleri ve terminolojisi olan bir alan demektir. İlim, yol gösterir,
bunu yapın fakat şunu yapmayın, şu yoldan gidin ancak bu yoldan gitmeyin der. Onun için
tarih, böyle bir imkâna sahip olmadığı için ilim sayılamaz. Tasavvuf da bir terim
birliğine sahip olmamasıyla ilim değil, ahlaktır.
İnsan
bedeni, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar, ilmin konusuna girerler. Merkezi kalp
olan biyolojik vücut, bir robot gibi bilim kanun ve kurallarıyla çalışırken beyne
veya ruha bağlı olan elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız yani organlarımız
ise din kanun ve kurallarına bağlı olup irade ile çalışırlar. Onun için serbest
irademizle yaptığımız her bir iş, dini olup ahiret mahkemesinde hesaba çekilecektir.
Birey
ile toplum aynı olup bireyin tüm ihtiyaçları ancak bir toplum sayesinde gerçekleştirilebilir.
Hatta Allah Teâlâ, bir tek kişi olduğu halde Hz. İbrahim hakkında “Gerçekten
İbrahim bir toplum idi”[6]
buyurmuştur. Bireyin dışında var olan ve bireyin zaruret derecesinde muhtaç olduğu
bu toplum ve sosyal bünyenin merkezi de devlet örgütüdür. Onun için İslam hukukunda
bireye ait ve topluma ait olan görevler, farzı ayın ve farzı kifaye terimleriyle
ortaya konulmuştur. İnsan,
vücut ve kalp yönüyle bilimsel, organları ve beyin yönüyle de dinseldir. Onun için
insan, bir bileşke olup din ile bilimin kesiştiği noktadan geçen düzlemde yaşayan
bir varlık olarak tanımlanır. O sebeple insanın birisi dinsel, diğeri de bilimsel
olmak üzere iki türlü davranışı bulunmaktadır. Bunun üçüncü bir şıkkı da
yoktur. Yani insan hayatında üç ve üçlü olan yani teslise dayalı bir hareketi
yoktur. Siyasetteki üç Y yani yasama, yürütme ve yargı ile iktisattaki üretim vasıtaları
üçtür denilen tabiat, emek ve sermaye ifadeleri ilmi zihniyetten uzak olup bu
eksiklikler batı medeniyetinin iradi alanda, insani alanda yani dini alanda yani sosyal
bilimlerde ne kadar yaya olduğunu göstermektedir. Çünkü tüm varlıkta 2 ve 2nin
katları bir uygulama vardır. O sebeple insanlar-düşünenler, teorilerini de buna uygun
olarak kurma durumundadırlar. Mesela bir kişinin kuzu kebabını lokma edip eline
alması, ağzına koyup çiğnemesi ve yutması dini olaylardır. Yuttuktan sonra mide ve
barsaklar bilimsel çalışarak görevlerini yerine getirirler. İnsan için irade ile yapılan
bir iş, dinidir, irade dışı olan şeyler ise bilimseldir. Onun için bize göre fen
bilimleri bilim, sosyal bilimler ise Faruki’nin de işaret ettiği gibi, dinidir. Zaten
geçmişte de kevni ilimler teşrii ilimler şeklinde tasnifler de yapılmıştır. Biz,
Dekart’ın yaptığı gibi[7]
din
ile bilimi birbirinden tamamen bağımsız, alanları ayrı ve biri diğerine karışmaz
kabul etmeyiz. Biz "İnsan ilimden faydalanır, fakat din ile yaşar. Parça
bütünün yerini tutamaz” diyen[8]
kimselerle aynı görüşteyiz. Çünkü insan hayatı, kimyadaki bileşim gibi bir
bileşkedir. En geniş anlamıyla din ile bilimin birleşmesinden meydana gelir. Aslında
ilim de insan için, din de insan içindir. Fakat
bir bakıma din ile bilim, farklı şeylerdir. Din, bir çeşit sorumluluk olduğu için
sadece insanlara mahsustur ve dinin ürünleri olan olaylar gözle görülüp elle
tutulmaz. Bilim ise insanın diğer varlıklarla kurallara uyma bakından birleştikleri
bir şeydir. Dini bilgiler, Allah’tan vahiy ve melek vasıtasıyla elde edilir.
Peygamberler de bu bilgileri sözlü olarak ve kitap haline gelmiş şekliyle de insanlara
ulaştırırlar. Peygamberler, insanları bir öğretmen gibi, talim ve terbiye, eğitim
ve öğretim metotlarıyla bilgilendirip yetiştirirler. Bilimin ürünleri ise gözle
görülüp elle tutulur; mesela manavdan 5 kilo patates ve 10 kilo soğan alabilirsiniz
ama 1 kilo namaz, 5 kilo aile, 10 kilo nikâh, 100 kilo şirket ve 1000 ton devlet
alamazsınız, çünkü bunlar dinsel, öncekiler ise bilimseldir. Dini bilgiler ise
Müslümanlar için sadece ve sadece Kuran ve Sünnetten ve bunların yorumlarından elde
edilir. Uygulanmasına gelince birey içtihatla,
toplum ise şura ile yönetilir.
Netice
olarak şunu söylemek isteriz ki, bugün tüm Müslümanlara, terim, tarif ve tasnifleri
eskimiş bu sosyal bilimleri yenileyerek, toplumda bilhassa aile, ekonomi, siyaset ve
uluslararası ilişkilerde meydana gelen yıkıntı ve çöküntüleri önleyip tamir
etmek, en büyük bir misyon-görev ve dini bir vecibe ve bir fariza olarak karşılarında
durmaktadır. Bu görevimizin farkındayız, inşallah en kısa zamanda tüm insanlığa
olan bu borcumuzu ifa edip yerine getireceğiz. [1]
Paul
A. Samuelson, İktisat, (Çev. Demir Demirgil), İstanbul–1970, s. 10 [2] İsmail Faruki, Bilginin İslamileşmesi, (çev: Fehmi Koru), İstanbul, 1985, s, 61, 72 [3]
Zariyat
51/ 49 [4] Rahman 55/ 7 [5] Kıyame 75/ 36 [6] Nahil 16/ 120 [7] Emile Boutroux, Çağdaş Felsefede İlim ve Din, (ter: H. Katipoğlu) İstanbul, M:E:B: 1988, s. 19 [8] A. N. Whitehead, Secience And The Modern World, Cambridge, 1930, s. 224
*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |