. | İSLAM
DÜZENİNDE SPOR VE FOTBOL [1] Prof. Dr. Osman Eskicioğlu* Rönesans medeniyetinin eseri diyebileceğimiz bugünkü
hayat, bütün yönleriyle Batının şekillendirdiği ve din dışında biçimlendirdiği
bir hareket tarzıdır. Hâlbuki insan, bireysel olarak, ruh beden sahibi olmasıyla tüm
hareket ve davranışlarını din ve bilim düzleminde yapmak zorundadır. Zira insan, ruh
ile bedenin yani din ile bilimin bir bileşkesi olduğu için ancak böyle bir düzlemde
yaşayabilir. O sebeple insan hayatında din ile bilim kuralları un helvası gibi bir
bileşim meydana getirmezse o toplumda huzur ve mutluluk, dolayısıyla ruh ve beden
sağlığı olmaz. Balık nasıl su düzleminin dışına çıkamıyorsa, denizden
ayrılan bir balık ölüyorsa, din ve bilim düzleminin dışına çıkan bir insan da ya
ölür veya insanlığını yitirir. Ya hayvanlaşır veya taşlaşır. Duygu ve düşüncesini,
merhamet ve şefkatini kaybeder. İşte batı medeniyetinin ortaya koyduğu hayatı
yaşayan yani din ile bilimi birleştirmeyip ayrıştıran bugünkü dünyada insanlığını
yitirmiş olan 8 milyar iki ayaklılarla karşı karşıya bulunduğumuzu artık görmemiz
gerekir. Evet, evet dikkat ediniz, çok doğru söylüyorum Bugün insanlığını
yitirmiş, birey nedir, toplum nedir, devlet nedir, vergi nedir bilmeyen, dini ve dünyayı
tanımayan, tek kelimeyle kendisinden bihaber olan bir zavallı ile yani kendimizle
karşı karşıyayız. Çünkü bireysel olan ile toplumsal olan birbiriyle zıtlaştırılmış,
karıştırılmış ve çarpık hale getirilmiştir. Hatta tüm vatandaşların ortak
olduğu alan ve alanlar bile özel kişilere, kesim ve kısımlara tahsis edilmiştir.
Yoksa 14. Lui “devlet benim” der miydi? Bizden biri de “arsama gecekondu yaptırtmam”
cümlesini kullanır mıydı? Zira ilim din
haline getirilmiş ve buna doğal din denilmiş ve gerçek din ise terkedilmiştir. Amatör
bir iş profesyonel yapılmış, profesyonel de amatör şekle sokulmuştur. Hâlbuki
insanın bunu yapmaya ne gücü, ne aklı ve ne de kabiliyeti vardır. O, ancak neyi,
nerede, nasıl ve ne kadar yapacağını din ve bilim yoluyla öğrenip yapacaktır ve
insan için üçüncü bir yol da yoktur.
Meseleye
başka bir taraftan bakacak olursak insan hayatı, bireysel ile toplumsal kanun ve
kuralların, hareket ve davranışların da bir bileşkesidir. Buna İslam
terminolojisinde farz-ı ayn ve farz-ı kifaye derler. Yani birey, farz-ı ayn ile toplum
ise farz-ı kifaye ile hareket eder. Farz-ı ayn demek, yemek ve içmek gibi bizzat
bireyin kendisinin yapmak zorunda olduğu fiiller demektir. Farz-ı kifaye ise ikame
kanununun geçerli olduğu alan demek olup burada tüm vatandaşlar ortaktırlar. Ortak
alandaki bir hizmeti, mesela herkesin geçeceği bir yolu Ahmet olmazsa Mehmet, yapar, Ali
yapamazsa Veli yapar. Ortak alandaki işler vekâlet yoluyla ehil olanlara verilerek
yürütülür. Onun için tüm kamu görevlileri vekil durumundadır. Vekili belli
olmayan, vekilini tanımayan ve kime vekâlet verdiğini bilmeyen kimsenin sözleşmesi
gayri meşrudur. Bugün demokrasi dedikleri yönetim biçimi bunun en güzel örneğidir.
Bir adam kime vekâlet verdiğini bilmezse o sözleşme hukuki olmaz. Hukuk ise sadece
insana mahsustur. İnsan da hukuka mahsustur. Yani insanlar birbirlerine kuvvetle değil,
hukuk ile muamele yaparlar. Bu medeniyet, hukuk medeniyeti olmayıp kuvvet medeniyeti
olduğu için hareket ve davranışlar da kaba kuvvete dayanmaktadır. Mecliste, oyun
sahalarında veya herhangi bir yerde gördüğümüz yumruklaşmalar bunu açıkça
göstermektedir. Bu medeniyeti kuranlardan biri olan Francis Bacon “Bilgi güçtür”
demiştir. Bu söz, kimin için güçtür sorusuna doğru cevap verdiğimiz zaman
doğrudur. Bilgi, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar için güçtür ve bu onlara
tatbik edilir: Fakat insan için güç asıl ve esas değildir. İnsan için asıl ve esas
olan, dindir ve iradedir. İki kişi arasında tutulan güreş, her ne kadar güce dayansa
da bunda bile irade ve gücü kullanma yetisi daha önemlidir. Fakat diğer varlıklarda böyle
değildir diyebiliriz. Mesela toprağa atılan bir tohum ısı, ışık ve nem şartları
olmadan çimlenmez. Çünkü tohum bir robottan ibarettir. Mesela bir badem ağacı, akıl
ve iradesi olmadığı için havalar biraz ısınınca vakti gelmeden çiçek açar, sonra
kar yağar, buz donar ve bu çiçeklere soğuk vurur ve meyve olmaz. Yani diğer
varlıklarda bilim ve bilim kuralları esas olduğu halde insanda ise din kuralları geçerlidir.
Rönesans’la
birlikte yepyeni bir dünya ortaya çıkmış, aile, toplum cemiyet… ve devlet her şey,
her şey değişmiştir. Üretim, dinlenme, eğlenme, oyun, yarış, spor, yönetim ve
yönetme her şey değişmiştir. Neticede olan şudur. İnsanın beden tarafı değer
kazanmış, ruh tarafı ise kaybetmiştir. O sebeple kültürfizik denilen her türlü
faaliyetler beden eğitimi, futbol, voleybol ve diğerleri, insandan ziyade hayvanların
hareketlerine benzemektedir. Kulüplerin birbirine düşman olmalarının sebebi budur.
Top sahalarında, güreş meydanlarında ve diğer oyun yarış alanlarında kavga ve dövüşlerin
sebebi budur. Hâlbuki talim ve terbiye, eğitim ve öğretim insan içindir ve bunlar
birlikte olur. Onun için talimsiz terbiye ve terbiyesiz talim olmaz. Bugün
futbol maçları, kulüpleri ve federasyonları olması gerektiği gibi olmadığı için,
faydadan ziyade zarar getirmektedirler. Çünkü bu futbol meselesi doğal değil, yapay
olduğu için, sentetik haplarda olduğu gibi yan etkiler doğurmaktadır. Hatta güçlü
ülkeler, karşı tarafı çökertmek için bu futbolu bir silah olarak kullanmaktadır.
Futbolun bomba yapılıp atıldığı yerlerde fitne ve fesat tohumları ekilmekte, kin,
nefret ve düşmanlık mikropları saçılmaktadır. Bugün dünyadaki futbola yapılan
masraflar, zaman, mekân ve işgücü harcamaları bütçelerin önemli bir kısmını
heba etmektedir. Benim
gücüm olsa dünyadaki boks maçlarını, öküz-boğa güreşlerini, horoz dövüşlerini
ve köpek boğuşturmalarını yasaklarım. Yine gücüm olsa profesyonel olan tüm
sporları yasaklarım. Çünkü spor bireysel olan bir harekettir. Sporun toplumsal tarafı
olamaz ve bu toplumsal hale getirilemez. Bu günkü gibi ben yaparım olur denilecek
olursa tabi buna bizim bir diyeceğimiz yoktur. Amatörce oynanan ve mubah olan her
türlü maç ve oyun serbesttir. Herkes bu gibi oyun ve eğlencelere katılabilir. İslam
düzeninde yasaklar bellidir; bu yasakların dışında kalan her şey de serbesttir. Yani
İslam’da futbol, basketbol, voleybol, hentbol, binicilik, atıcılık, kayak, su
kayağı, su topu… ve yüzmek gibi spor türleri herhangi bir aldatma ve kandırmaya
mahal olmadığı müddetçe meşru ve mubahtır. Fakat bunların hiçbirisi gelir getiren
bir meslek olamaz ve profesyonel hale getirilemez. Çünkü bunlar özel zevke ve ihtiyaca
dayanan eğlence ve dinlenme faaliyetleridir. Futbol
ve diğer spor türleri bir toplumun ortak alanları olmadığı için de devlet bunlara
karışmaz ve bütçeden bunlara para ve yardım tahsis edilemez; edilirse halka karşı
zulüm işlenmiş olur. Çünkü bütçeler, toplumdaki özel bireylere, kesim ve kısımlara
harcanamaz. Yol, su, elektrik, güvenlik, adalet ve bu gibi diğer ortak ihtiyaçlar için
harcanır. Yani İslam terminolojisi ile dile getirecek olursak, eğer devlet, spor kulüplerine
bir yardımda bulunur bütçeden bir pay ayırırsa az önce söylediğim gibi bu bir
haksızlık ve zulüm olur. Birey ve topluma, fart ve devlete ise haksızlık değil, zulüm
değil, adalet yapmak düşer Herhangi
bir iş, hareket ve davranışlar ya dinidir ya da ilmidir. Bu sıfatlarını terk ettiği
zaman doğallığını kaybetmiş ve yapay hale gelmiş olurlar. O bu faaliyetler kötülük
yapmada kullanılırlar. Mesela doğum kontrolü hareketi aynen buna benzemektedir. Thomas
Malthus’un ortaya arttığı nüfus problemi meselesi bireye ait bir şey iken toplumsal
hale getirildi İngiltere, Alman ve Fransa’da uygulamaya konuldu. Bunun zararlı olduğu
görülünce bizim ülkemize Türkiye’ye transfer edildi ve maalesef bizim aleyhimize
kullanıldı. Devlet ve bazı dernekler de bu işe çanak tuttular. Hiçbir kimse tabiatı
ve doğayı aşamaz. Tabiat demek, Allah’ın damgasını-mühür ve imzasını taşıyan
varlıklar demektir. Onun için doğal olan bir şeyi hiçbir kimse yapay hale getirmez.
Amatör olan ve olması lazım gelen bir futbol, profesyonel hale getirilemez. Eğer
getirilirse bu olay yoldan çıkmış olan bir arabaya döner. Bugün bazı kulüpler kaza
geçirmiş hurdaya dönmüş bir arabaya benziyorlarsa işte bunun sebebi budur. Şikeler,
aldatmalar, kandırmalar, oyuncuları hayvan gibi alıp satmalar… ve daha nice suç işlemeler
bu yüzden yapılmaktadır. Yani İslam’da paranın para kazanması diye bir şey
olmadığı gibi oyuncu transfer etmekle de bir kulüp para kazanamaz. Faizcilik de,
rantiyecilik de ve ribacılık da haramdır. Hibe ve miras gibi kendi irademiz dışında
olan olaylar müstesna, ekonomik alanda parayı kiraya vermek haramdır. Damızlık için
hayvanı kiralamak bile İslam hukukçularının mekruh saydığı bir yerde kadın veya
erkek kiralamak da haramdır. İşte sporcu transfer etmek suretiyle para kazanmak da
haramdır. Buna göre sosyal rantiyecilik, siyasi ve ekonomik rantiyecilik İslam düzeninde
yasak ve haramdır diyebiliriz. Netice
olarak bugün görüp yaşadığımız spor türleri, çığırından çıkarıldıkları
için, haram işleten, günah kazandıran ve suça iten birer araç oldukları ve bu hale
geldikleri için toplumumuzda bulunun diğer tüm kurumlar gibi yeniden düzeltilmeye, yapılanmaya
ve restoreye ihtiyacı vardır diyorum. [1] Bu yazı Doğruhaber gazetesinin 30 Eylül 2011 tarihli sayısında 10. Sayfasında “Sporda Fıtratın bozulması : Şike, Şiddet, Rant” başlığı ile yayınlanmıştır. *DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |