SOKAKLARDA
KILINAN CUMA NAMAZLARI ve MEZHEPLER
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*
Neredeyse
bir aydan beri sokaklarda camilerden ayrı olarak sivil
itaatsizlik adı altında güya Cuma namazı kılınmaktadır. Belki Diyanet İşleri
Başkanlığı, ülkedeki cemaat veya tarikat önderleri basın toplantısı yapar,
beyanat verir, bir şeyler söylerler ve meselenin dindeki yerini açıklarlar diye
bugüne kadar bekledim. Üzülerek ifade ediyorum ki, şimdiye kadar hiçbir kimseden
çıt çıkmadı. Fetva makamı ben değilim, bana tabi olan bir cemaat de yoktur. Ama ben
Türkiye’mizde yaşayan bir vatandaş olarak bugünden, geleceğimizden ve
Türkiye’nin büyümesinden veya küçülmesinden kendimi sorumlu hissediyorum. Bundan
dolayı bu sokak cumaları hakkındaki düşüncelerimi okuyucularımızla paylaşmak
istiyorum.
Her
şeyden önce hemen söylemeliyim ki, Cuma namazı bireye değil, topluma ait yani
şartlarını taşıyan herkesi, bütün toplumu, tüm olarak ilgilendiren bir ibadettir.
Onun için evlerde orada-burada veya istediğiniz zaman dağda-bağda Cuma namazı kılmak
olmaz. Aslında sadece Cuma namazı değil, bir beldede cemaatle namaz kıldırma işi
bile toplumun yani devletin işidir. Bunun en güzel örneğini de Hz. Peygamber’in
vefatından sonra devlet başkanı seçilen Hz. Ebu Bekir vermiştir. Çünkü Hz. Ebu
Bekir,
halife
seçildikten sonra Mescid-i Nebi’ye aşağı yukarı 2 km. uzakta olan Sünh'taki
evinden Medine'ye yaya veya binek üzerinde gelir, cemaate namaz kıldırır ve ancak
yatsı namazını kıldırdıktan sonra Sünh'a evine ailesinin yanına dönerdi. (Bak.
Taberi, M. ve H. Tarihi, III, 416). Şu halde camide topluma cemaatle namaz kıldırma
işi, müslüman bir toplumda o beldenin başkanına ait bir görevdir. Bir mahallede,
köy veya kentte ezan okunması, camide namaz kılınması o yerin müslüman olduğunu
gösterir. Çünkü namaz şeairdendir, Allah’a ait nişanelerden biridir. Fakat evde
bir araya gelen 3-5 kişi öğle, akşam veya yatsı namazını cemaatle kılabilirler.
Ancak Cuma namazı toplumsaldır. Onun edası topluma aittir, devlete aittir. Yani bu
yönüyle Cuma namazı beş vakit namaz gibi değildir, Cuma namazı beş vakit namaza
benzemez. Bunun için Cuma namazının toplumsal boyutu bir şarttır. Namaz kılmak için
nasıl abdest almak bir şart ise ve abdestsiz namaz kalınmaz ise Cuma namazını eda
etmek için de o mahallin yöneticileri veya onların vekâlet verdiği kimseler
tarafından eda edilmesi şarttır. Bu bakımdan sokakta Cuma kılanlarla abdestsiz namaz
kılanlar arasında bir fark yoktur. Çünkü namaz kılmak için abdestli olmak
şarttır. Cuma için de devletin izni, müsaadesi ve edası şarttır. Bu görüş sadece
Hanefilere aittir, Şafiiler bu konuda böyle düşünmüyorlar denilirse, bu konuda bizim
de diyeceklerimiz vardır.
Bir
toplumda birey ve bireylere ait alan ve alanlar ile topluma ait alan ve alanlar vardır.
Mesela Cuma namazını kıldırmak topluma, cemiyete ve devlete ait bir alan gibidir. Bir
adamın evi kendisine aittir; ama cami topluma ait bir alandır. Bir kişi camiyi
istediği gibi kullanmaya kalkamaz. Umuma ait olan bir yol da böyledir. Üç beş kişi
bir araya gelip topluma ait bir alanda bir yol açabilirler mi? Böyle bir yolu kim yapar
ve nasıl yapılır. İşte Cuma namazı da aynen böyle bir şeydir. Adam tarlasında
kendisine ait bir yol yapabilir. Fakat hiçbir kimse kendisine uyarak veya öyle istediği
için veya üç beş kişi birleşerek isteklerine göre bir yol açamazlar. Bu yolu yapma
görevi sadece o yörenin yöneticilerine aittir. Bizim Şafii mezhebinde böyledir, biz
kılarız denilirse, biz de sivil itaatsizlik
Şafii mezhebinin hangi kitabında yazıyor deriz. Zaten bu gibi itirazları şimdiden
duyuyor gibi olduğumuz için bu yazının başlığını “SOKAKLARDA KILINAN CUMA NAMAZLARI ve MEZHEPLER”
diye düzenledik. Söz buraya gelmişken şimdi mezhep veya mezhepler konusuna
geçebiliriz.
Arkadaşlarınıza,
komşularınıza ve tanıdıklarınıza hangi mezheptensiniz diye sorsanız onlar hemen
Hanefi veya Şafii mezhebinden diye cevap verirler. Niçin bu mezheptensiniz diye bir soru
daha sorsanız herhalde bir cevap veremezler veya annemiz ve babamızdan böyle gördük
derler. Burada bir örnek ile açıklamak gerekirse şöyle yol izleyebiliriz. Mesela
Denizli’de ya da İzmir’de doğdunuz, bu sayede Hanefi oldunuz. Urfa veya
Diyarbakır’da doğdunuz, bunun için de Şafii oldunuz öyle mi? Bunu biraz daha
ileriye götürerek mesela Fransa’nın Nis kentinde doğsaydınız hangi mezhepten
olacaktınız diye sorsak, acaba ne cevap verilir? Tabii ki, ya Katolik veya Protestan
olacaktınız. Fransa’da değil de Rusya’nın Leningrad kentinde doğsaydınız hangi
mezhepten olacaktınız. Orada mezhep yok, öyleyse ateist olacaktınız. Allah aşkına
böyle bir şey olabilir mi? Mesele bu kadar da kalmıyor, işin başka bir boyutu da var.
Bir mezhep denilince onu anlatan ciltler dolusu eserler vardır. Mesela Şems-ül Eimme
es-Serahsi hazretlerinin yazdığı 30 ciltlik Mebsut adlı eseri var. Ben şimdi
üşenmeden kalkıp bu çiltlerin sayfalarını topladım sonuç olarak bunların 6320
sayfa olduğunu gördüm. İşte bu kitap Hanefi’dir. Kim bu kitapta yazılı olarak
anlatılan hükümleri biliyorsa o da bilgi olarak yani teorik anlamda Hanefi’dir. Acaba
bu kitabı bilen dünyada kaç kişi vardır? Mesela İmam Şafii hazretlerinin yazdığı
el-Ümm adlı eseri de bu kadar olmasa da oldukça hacimli bir eserdir. Bu bilgilerin
hayata ve uygulamaya geçirilmesi açısından baktığımızda ise Türkiye’de yapıp
ve yaşananların ne Hanefilikle ve ne de Şafiilikle uzaktan ve yakından alakası
yoktur. Aslında bugün Müslümanların din inancında var olan bu mezhep olgusunun
üzerinde uzun uzun durularak gerek diyanet ve gerekse ilahiyat mensupları tarafından
gerçek tarafıyla halka anlatılması bugün zaruri bir ihtiyaç olarak ortada
durmaktadır. Diğer taraftan bu mezheplerin ortaya çıktığı tarım toplumlarındaki
devlet-millet ilişkisi ile bugünkü bilgi veya sanayi toplumlarının birey ile toplum,
fert ve devlet ilişkilerinin çok değiştiğini söyleyebiliriz. O günkü yollar, genel
olarak doğal olup atların ve merkeplerin bulup gittiği yollardır. Su ihtiyacı,
ısınma ve aydınlatma ihtiyaçları da hep doğal ve ilkeldi. Bugün olduğu gibi bilim
ve teknolojinin ilerlemesi sayesinde yol, su ve elektrik işleri hayatın her saniyesini
doldurmuş değildi. Bu demektir ki, o gün yaşayan insanlar, devlet düzeni ile yılda
ancak üç beş defa karşı karşıya geliyorlardı. Bugün ise birey ile toplum, fert
ile devlet o kadar iç içe girmişlerdir ki, adeta paranın nasıl bir tarafı yazı
diğer tarafı tuğra ise ferdin de bir tarafı kendisi olurken diğer tarafı da devlet
olmaktadır. Zira devletin yol, su, elektrik, güvenlik, sağlık, adalet ve buna benzer
hizmetleri bir günün yirmi dört saatini doldurmaktadır.
Bütün
bu anlattıklarımızdan dolayı bugün Hanefi, Şafii, maliki ve Hanbeli gibi
mezheplerden ziyade Türkiye’de cemaatler, tarikatlar ve çeşitli dernek altında
hizmet veren gruplar var. Yoksa Hanefilerin namazda ellerini malikiler gibi salmayıp
göbeklerinin üzerine koymakla Hanefiliği uygulamış ve yaşamış olarak kabul
ediyorlarsa tabi buna bizim bir diyeceğimiz yoktur. Az önce de söylediğimiz gibi,
acaba bu Hanefi’yiz veya Şafii’yiz, diyenler Hanefiliğin ve Şafiiliğin yüzde
kaçını uyguluyorlar ki, kendilerini Hanefi ve Şafii sayıyorlar?
Yukarıda
da ifade ettiğimiz üzere insan hayatında bireyin yapacağı ve bireye ait işler,
toplumun-devletin yapacağı ve topluma-devlete ait olan işler vardır. İslam fıkıh
terminolojisinde bireye ait olan ve onun yapması gereken iş ve görevlere farzı ayın,
topluma ait olan işlere ve görevlere de farzı kifaye adı verilir. Yani bir şeyi ya
birey ve bireyler veya toplum-devlet yapar. Bunun dışında üçüncü bir yol da yoktur.
İslam hukuk düzeninde ya içtihat veya şura vardır; her türlü kararlar bu iki
kaynağa dayanır ve üçüncü bir varyant yoktur. Zaten bu işin bir istismar olduğu sivil itaatsizlik sloganından bellidir. Zira
Müslümanın temel kitabı olan Kuran-ı Kerim’de Allah’a
itaat ediniz, Resule ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz, buyrulmaktadır.
(Nisa 4/ 59) Buna göre itaatsizlik değil, itaat etmek esastır.
Böyle
bir sivil itaatsizlik uygulaması her halde Arap ülkelerinde cereyan eden olaylara
benzemek ve benzetmek için sokaklarda namaz kılınıyor. Burada hemen söylemek isteriz
ki, onlar bunu demokrasi arzularını dile getirmek için, özgürlük ihtiyaçlarını
ifade etmek için yapıyorlar. Zaten el-Cezire televizyonunda “hurriyeh! hurriyeh!”,
dediklerini çok dinledik. Ya siz niçin yapıyorsunuz? Türkiye’de demokrasi yok mu?
Türkiye’de özgürlük yok mu? Size şunu söylemek isterim ki, yaptığınız bu
hareket, sokaklarda kıldığınız bu namaz İslam esaslarıyla asla bağdaşmaz. Bize
göre bu, ibadeti istismar etmek, bu yaptığınız, namazı kendi istek ve arzularınıza
alet etmekten başka bir şey değildir. Böylece siz kendinize de yazık ediyorsunuz,
zararın neresinden dönülürse kardır. Lütfen bundan böyle bu sivil itaatsizlik
cumalarına son veriniz.
Netice
olarak meseleyi İslam hukuku açısından ele alıp söylediklerimizi özetleyecek
olursak böyle bir Cuma namazı kılmak İslam geleneğinde yoktur. Tam tersine İslam
hukukundaki Cuma anlayışına ve Cuma felsefesine de ters
düşmektedir. Çünkü Cuma ismi, Cuma kelimesi, kök olarak toplanmak bir araya gelmek
demektir. Onun için bir mahalde ve bir beldede olanlar, bir araya gelip Cuma namazını
hep birlikte kılarlar. Hatta hutbe bile o yöreye uygun bir nevi iyilikleri emir,
kötülükleri yasaklama ve bir takım tavsiyelerde bulunmaktan ibarettir. Bu da toplumla,
devletle ve devletin uhdesinde olan bir görevle ilgilidir. Ben böylece bir İslam
hukukçusu olarak bu sivil itaatsizlik adına sokaklarda Cuma kılan kardeşlerimizin bu
hareketinin İslam fıkhına yani İslam hukukuna ters düştüğü hakkındaki
görüşümü açıklamış oluyorum. Bu düşüncemi açıklamayı da dini, ahlaki ve
vicdani bir görev sayıyorum.
*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi