. | Mavi Marmara'nın düşündürdükleri Toktamış Ateş Mavi Marmara gemisi ve
Gazze'ye insani yardım konusu gündemimizi öylesine işgal etti ki bu konuya tekrar
tekrar dönmemek mümkün olmuyor. Fakat öyle
hassas bir konu haline döndü ki; her yazdığınızı, her söylediğinizi öncelikle
açıklamak zorunda kalıyorsunuz. Zira çok farklı anlamlara çekilebiliyor. Bu konudaki
görüşlerimi yeniden dile getirmeden önce şunun özenle altını çizmek isterim.
Günümüz İsrail'ine karşı en ufak evet özenle altını çizerek söylüyorum en ufak
bir sempatim yok. Kuruluş dönemi İsrail'ine karşı (pek dile getirmesem de) belirli
bir sempatim vardı. Bölgede yaşayan zavallı Filistin halkına karşı giriştikleri
vahşetten nefret etmeme karşın; kendilerine bir vatan ve devlet oluşturmak uğruna gösterdikleri
gayretlere sıcak bakıyordum. Kaldı ki; savaş sonrası "Batı
medyasının" da ciddi etkisi altında idik. Hollywood filmleri de
bir ölçüde beynimizi yıkamıştı. Fakat bu sempatim
ya da kısmi sempatim 1967 Savaşı'na kadar sürdü. O zamana kadar sakladıkları ya da
benim anlayamadığım genişleme hırsları, bu savaş sonrasında gün ışığına çıktı.
Suriye'den aldıkları Golan Tepeleri, Ürdün'den aldıkları Batı Şeria ve Kudüs,
nihayet Mısır'dan aldıkları Gazze'yi boşaltmama konusundaki kararlılıklarını görünce
bu adamların 'Büyük İsrail' hayalleri galiba devam ediyor dedim ve bizim
topraklarımızda da (en azından uzun dönemde ve ideal düzeyde) gözleri olduğuna
inandım. Hele 1918'de Kudüs'ü alan İngiliz generalinin "Haçlı Seferleri
şimdi sona erdi" dediğini okuduğumu anımsadığım zaman... Biz aslında
biraz fazla iyi niyetli bir toplumuz. ("Salak"
dememek için "iyi
niyetli" dedim.) Dünya haritalarını değişmez bir biçimde
çizildiğine ve Birleşmiş Milletler'in belirttiği üzere bu sınırların değişimine
izin verilmeyeceğine inanırız. Doğrusu çevredeki bazı bölgelere imrenerek baksam
bile asla bir toprak genişlemesini hayal etmem. Zaten Kıbrıs konusunu ve Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti'nin durumunu bir türlü soğukkanlı bir biçimde değerlendiremem de
buradan kaynaklanır. Başka topraklarda asla gözüm olmadığı gibi başkalarının da
topraklarımızda ciddi bir talepleri olmadığını düşünürüm. Fakat kimi fanatik
Yunanlılar'ın "Bir gün İstanbul'u
geri alacağız" hayaliyle; göğüslerinde Ayasofya Muskası
taşımalarını, bazı fanatik Ermeniler'in Ağrı Dağı'na hâlâ Ararat demelerini
gülerek karşılarım. Fakat bunların "Endülüs yüzyıllarca
Müslümanlar'ın elinde kaldıktan sonra geri aldık, aynı şey Kudüs için geçerli.
Neden ileride bu toprakları da almayalım" gibisinden "saçmalamalarını"
okuyunca ve dinleyince canım sıkılmıyor değil... Mavi Marmara'yla
yola çıktık bambaşka yerlere dümen kırdık. Artık konumuza dönelim. Evet günümüz
İsrail'ine en ufak bir sempati duymadığım gibi uyguladığı vahşet politikalarına
da nefretle yaklaşıyorum. Arkalarına dünya Yahudiliğinin parası ve bunun
yarattığı propagandayı alarak kendilerini "dokunulmaz"
zanneden fakat zaman içinde bunun aşınacağını düşünmeyen insanlar bunlar.
Özellikle son yıllarda uyguladıkları ve korkudan kaynaklanan aşırı vahşetleri,
umuyorum bunların sonunu yakınlaştırıyor. Buna karşılık
İHH "İnsan
Hakları ve Hürriyetleri Derneğimiz" çok başarılı bir sivil
toplum örgütü. Bir sivil toplum örgütünün başarısının ölçüsü örgüt genişliği,
kaynak üretme yeteneği ve inandırıcılığından kaynaklanır. Tabii bu arada
savunduğu değerlerin haklılığı ve doğruluğu da çok önemlidir ama zaten bu haklılık
ve doğruluk olmasına ne kaynak üretebilirsiniz ne de geniş bir tabana
ulaşabilirsiniz. Evet İHH her
bakımdan çok başarılı bir sivil toplum örgütü olarak karşımıza çıkıyor.
Fakat geçtiğimiz hafta yurtdışından birtakım başka sivil toplum örgütleriyle
yapmaya çalıştığı eylem ne derece doğruydu acaba. İşte bunun tartışılacak
bazı noktaları var. Öncelikle şunun altını çizmek isterim ki burada amacın insani
yardım olduğunu söyleyerek kendimizi kandırmanın hiç alemi yok. Zaten bütün dünya
biliyor ki buradaki amaç Gazze'deki haksız ve insanlık dışı ambargonun
kırılmasıydı ve bu amaç doğrudan doğruya siyasi bir amaçtı. Bence bu amaç da
(siyasi olmasına karşın) haklı bir amaçtı ve sonuna kadar arkasında olmamız
gerekir. Ancak bana öyle
geliyor ki Gazze'deki ambargoyu kırmanın yolu denizden teknelerle gitmek değil Mısır
üzerine baskı yapmak ve güney kapısını açtırmaya zorlamaktı. Eğer siz bu konuda
Mısır'ı ikna edemiyorsanız İsrail'i nasıl ikna edecektiniz? Mavi Marmara'da
neler yaşandığını pek bilemiyoruz. Bir muhabir helikopterle inen askerlerin önce ateş
açmadıklarını söyledi ve kimileri de buna yapıştı. O can pazarında insanların
yaşadıklarını doğru anımsamaları mümkün mü? Daha birkaç ay önce Gazze'yi "çoluk-çocuk
demeden" fosfor bombalarıyla perişan eden İsrail'in bu türden bir
siyasal manevraya ve gövde gösterisine izin vermeyeceği ve ateş açacağı kesindi.
Yitirdiklerimiz için Allah'ın rahmetini dinlemekten başka yapabileceğimiz bir şey
yok. Hamas'a
gelince... Günümüz
İsrail'ine duyduğum nefret kadar olmasa bile hiçbir sempatim yok. Ancak Gazze halkının
iradesiyle işbaşına gelmişlerse saygı duymak zorundayız. Hepsi bu. MAVİ MARMARA DÜŞÜNDÜRÜR Yorumlayan: Osman Eskicioğlu
Birey
ve toplum olarak yaptığınız bir eylem risk taşıyorsa o eylem amacına ulaşıp
sonuna varıncaya kadar acaba bu işin sonu ne olacak diye düşünürsünüz. Duruma
göre tedirgin olursunuz. Çünkü risk denilen şey, hem kazanma ve hem de kaybetmeyi içinde
bulundurur. Kazanmak iyi, kaybetmek ise kötü bir şeydir. Bakkaldan
bir kilo şeker, fırından bir ekmek, çarşıdan bir çorap almak birer eylemdir. Bir
yerden ev almak bir eylemdir. Evlenmek de bir eylemdir. Mesela evlenmek çarşıdan çorap
almaya ya da ev almaya benzer mi? Evlenme işi diğerlerine göre biraz daha fazla risk taşımaz
mı? Aynı işi yapan iki firmanın birleşmeleri, iki ülkenin birbirlerinin içişlerine
veya dışişlerine şu ya da bu şekilde müdahale etmeleri hep riskli işlerdir. İşte
her yönüyle ne olduğunu tam bilemediğimiz Mavi Marmara eylemi de bir ülkenin başka
bir ülkenin işine el atma gibi bir anlam taşıdığı için tabii ki, çok riskli bir iştir.
Burada taraflar Türkiye ve İsrail olunca iş daha da riskli hale gelir. Onun için de
Mavi Marmara düşündürür. Halk düşünür, vatandaş düşünür, hükümet düşünür,
asker düşünür ve sivil düşünür. Bir
kişi olsun, toplum veya devlet olsun bir işe başlarken o işi yaptığımız takdirde
bunun ne getirip ne götüreceğini iyi hesap etmek gerekir. Hatta bundan önce bu işi
yapmak için dini, ahlaki, insani, siyasi, ekonomik ve kültürel bakımdan şartların
uygun olup olmadığını çok iyi kontrol etmek lazımdır. Çünkü riskli olaylar çok
yönlü olduğu gibi aynı zamanda yan tesirleri de bulunur. İşte
bizce Mavi Marmara olayı çok riskli, çok yönlü, hatta çok amaçlı, siyasi,
ekonomik, psikolojik, hatta pedagojik ve kültürel neticeler doğurabilecek olan bir
eylemdir. Eğer siz buna sadece insani yardım amaçlı bir hareket gözüyle bakarsanız
İsrail’in bu kadar insanı öldürmesi sebebiyle üzülür, canınız sıkılır ve gerçekten
rahatsız olursunuz. Fakat yıllardır baskı altında, ekonomik siyasi ve kültürel baskı
altında tutulmuş, adeta kendi kimliğinden
edilmiş bir ülkenin, yavaş yavaş kendisine gelmesi ve etrafta olan bitenlerden
haberdar olması ve artık ben de varım, bu bölgede ben de itibarlı bir duruma
gelmeliyim demesinden daha doğal hiçbir şey olamaz. İşte Mavi Marmara olayı bize göre
budur. Her şey rağmen inşallah Türkiye bu Yahudi-Hıristiyan kıskacından kurtularak
kendi kendine olup dünya coğrafyasında yeni bir siyaset anlayışı yeni bir toplum ve
yeni bir ekonomi anlayışı ve uygulaması ile yolunu tayin edip ileriye doğru
gidecektir. Bizim
şu anda bir asistanımız, ismini vermek istemiyorum, dil, din ve kültür hakkında bir
süre araştırmalarda bulunak İsrail’de bulunuyor. Dün kendisiyle konuştuk, Mavi
Marmara olayının akisleri nasıl diye sorduğumda bunlar kendilerini haklı göstermek
için dünya medyasına verilmek üzere 15 milyar dolar para ayırdılar, dedi. Hâkime
rüşvet vermekle medyaya rüşvet vermek arasında ne fark var? Haksız oldukları halde
mahkemede haklı çıkmak için hâkimlere rüşvet verenler ne ise haksızlık
yaptığını ve zulüm yaptığını, masum insanları öldürerek cinayet işlediğini
bildiği halde haksız olduğunu bildiği halde dünya medyasına rüşvet vererek
insanlık kamuoyunda imaj düzeltmek isteyen İsrail, rüşvete dayanan İsrail şunu
bilsin ki, İsrail mevsimi yavaş yavaş geçmekte, dünün kapıları kapanmakta ve yeni
kapılar açılmaktadır. ABD
bundan bir zaman öncesine kadar Türkiye’yi % 90 kontrol altında tutuyor idiyse, eğer
bu kontrol bugün % İnsanlar
hayvanlar gibi değildir; insanlarda kuvvet haktadır. Başka bir ifade ile haklı olan
kuvvetlidir. Hayvanlarda ise kuvvetli olan haklıdır. Hz. Peygamber’in yerine devlet
başkanı seçilen Ebu Bekir ilk nutkunda bu konuda şöyle demişti: “İçinizde zayıf
olan, hakkını alıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. İçinizde kuvvetli olan ise
ondan başkasının hakkını alıncaya kadar zayıftır.” Hak ve hukuka inanmayanlar, sözleri,
beyanatları ve yazılarıyla İsrail’in yanında yer alabilirler. Fakat hakkı bilen ve
onu kabul eden, hukuku tanıyan ve ona saygılı olan tüm insanların duygu ve düşünceleriyle,
dua ve niyazlarıyla her türlü güç ve kuvvetleriyle FİLİSTİNLİLERİN HAMAS’IN,
İHH’NIN ve MAVİ MARMARA’NIN yanında olduklarını ve İsrail’e karşı
durduklarına inanıyorum. İsrail
büyük sermayenin sahibi olduğu için ekonomiyi kullanarak bütün dünyayı sömürdüğü
gibi, komşuları olan Arapları da bütün haklarını ellerinden alarak onları
çaresizliğe mahkûm etmiştir, onları işsiz aşsız ve ilaçsız bırakmıştır.
İsrail’in işlediği bu zulümlere insanım diyen hiçbir kimse göz yumamaz. Netice
olarak Mavi Marmara’nın uzun vadede Türkiye’ye İslam âlemine ve hatta İsrail’e
bile çok faydalar getireceğine inandığımı ifade ederken bu konuda hizmeti geçen
tüm kurum ve kuruluşlara kişi, dernek ve cemiyetlere destek verdiğimi bildirmek
istiyorum. Bu işler yeni bir dünyanın, insani bir dünyanın ve kuvvete değil hakka
dayanan bir dünyanın geleceğini ve hatta geliyor olduğunu gösteren ayak seslerinden
başka bir şey değildir. Çalışanlara başarılar diliyorum.
|
. |