. | Mavi
Marmara Toktamış
Ateş Kendimi bildim bileli;
İsrail sorunu uluslararası gündemden düşmediği gibi Türkiye'nin gündeminden de düşmez.
Almanya'da
Nazilerin iktidara gelmesi sürecinde; Yahudilere reva görülen zulüm ve savaş
sırasında Almanya'nın işgal ettiği topraklardaki Yahudi nüfusun çektiği acılar;
bu insanlara bir "vatan"
ya da bir "toprak"
verilmesini haklı gösterdi. Bu vatan da onlara (artık kim tarafından vaat edilmişse) "vaat edilmiş
topraklar”da uygun görüldü. (!) Ancak bu arada ihmal edilen bir konu
vardı. O topraklar zaten boş değildi ve binlerce yıldan beri o topraklarda yaşayan "Filistin
halkına" kimse fikrini sormamıştı. Garip bir süreç... Fakat İsrail
devletinin kuruluşu ve ilk yılları gerçekten heyecan vericidir. Kuruluş öncesinde
kendilerinden kat kat yüksek sayıdaki Arap ordularıyla savaşları ve tutundukları
topraklara bir kene gibi yapışarak geri adım atmamaları gerçekten kahramancaydı.
(Tabii bu arada Arap ortak genelkurmayının; Filistin halkından topraklarını
boşaltmalarını istemelerini de unutmamak gerek. Artık ne biçim bir savaş taktiği
ise...) Dünyanın dört
bir yanından gelen Yahudiler ortak üretim ve ortak tüketim yapılan "kibutz"
ve benzeri örgütlenmelerde; müthiş bir gayret gösterdiler ve beğensek de beğenmesek
de bağımsız bir devlet olarak "sahnede"
yer aldılar. Elbette başta ABD'dekiler olmak üzere Yahudi diasporasının inanılmaz
maddi katkıları sürekli akıyordu. Zaten başka türlü ayakta kalamazlardı. İsrail'in kaderi
bence "1967
Savaşı"nda belirlendi. Arap genelkurmayının inanılmaz hataları
sonucunda İsrail gene kendinden kat kat büyük orduları yenerek; hem Gazze koridorunu
hem de Kudüs dâhil Batı Şeria'yı işgal etti. Tabii bu arada Golan Tepeleri de bir
başka armağan (!) oldu. (Bu savaşta İsrail'e hiç şans vermeden girdiğim iddialar yüzünden
sayısız yemek ısmarladım.) 1973 savaşı bir
başka kepazelikti. Ama bakıyorum bu ayrıntılara girerek günceli kaçırıyorum. Neyse
bunları bırakıyorum. İsrail bu
yaşadıklarımız boyunca ve bunların sonrasında inanılmaz bir "kararlılık"
gösterdi. İsterseniz buna "vahşet"
de diyebilirsiniz. Çünkü İsrail'in kararlılık ve vahşeti maalesef birbirinden pek
ayrılmıyor. Bu konuda ilk
anımsadığım olay; bir ABD savaş gemisini fena halde bombalamaları oluyor. Olayı net
anımsıyordum ama ayrıntıları unutmuştum. Yıldıray Oğur'un geçenlerde Taraf
Gazetesi'nde yazdığı "Marmara'nın akıbeti
USS Liberty'e benzer mi" başlıklı yazısıyla ayrıntıları da
anımsadım. 1967 savaşı
sonrasında; ABD "istihbarat"
amacıyla İsrail açıklarına neredeyse silahsız bir gemi göndermişti. İsrail'in
buna bile tahammülü yoktu. Savaş uçaklarıyla gemiyi adamakıllı hırpaladılar ve
taradılar. 34 kişi ölmüş 177 kişi yaralanmıştı. Tabii ABD'de sivil toplum
örgütleri kıyameti kopardılar. Ancak ABD içindeki "koruyucuları"
hemen harekete geçti ve iş "komisyonlara havale
edildi..." İsrail'in asla
pervası yoktu. Gene işin
tarihine kaçıyorum ama bunun en açık örneği "Dir Yassin köyü
katliamı" idi. Filistin'i boşaltmak istemeyen halka gözdağı
vermek için kadın, ihtiyar, çoluk çocuk dinlememiş ve 200'ün üzerinde köylüyü
bir gecede kesmişlerdi. Aradan geçen yıllar
boyunca İsrail halkı da bir anlamda "konformistleşti"
ve konformizm arttıkça bunların vahşet ve zulümleri de arttı. Artık yitirecek daha
çok şeyleri vardı. Bu arada
topraklarından uzaklaştırılan Filistin halkı da boş durmamıştı. Vatansız kalan
çoğu halklar gibi; "para"
ve "bilim"e
yöneltilmişlerdi. Bugün Filistinliler'e "Arap dünyasının
Yahudileri" sıfatı boşuna verilmemiştir. Gerçekten Arap dünyasındaki
finans kapitali önemli ölçüde Filistin asıllı Araplar yönettiği gibi Arap
üniversitelerinde ders veren hocaların önemli bir bölümü; aynı biçimde
Filistinli'dir. Filistinliler'in siyasal örgütlenmelerini ve uluslararası ilişkilerde
gördükleri "kabulü"
hiç ele almıyorum. İsrail'in gözü
karadır. Bunu üç-beş gariban askerin "yanlış
inisiyatif" kullanmasıyla açıklayamazsınız. Gözümüzün
önünden gitmeyen bir "fotoğraf"ı
anımsayın. Birkaç asker Filistinli bir çocuğun kolunu taşla nasıl kırıyorlardı.
Dünyanın tüm televizyonlarında seyredildi bu. Aynı biçimde
bir ABD’li Hanım gazetecinin; Gazze'de yıkım yapan buldozeri durdurmak için önüne
çıktığında (sanıyorum adı Rachel idi) buldozerin nasıl üzerinden geçtiğini
unutmak mümkün mü? Oysaki çevredeki askerlerden ikisi kollarına girseler; kadını
oradan uzaklaştırabilirlerdi. Ya Gazze
bombardımanı... Bu türden sayısız
görüntü akıllardayken insani yardım ve aynı oranda "gövde
gösterisi" yapmak amacıyla Gazze'ye giden Mavi Marmara'nın
vahşice durdurulacağı açıkça belliydi. Peki, şimdi ne
olacak? Hiçbir şey olmayacak. İsrail zaten
yitirmekte olduğu itibarını biraz daha yitirecek. ABD İsrail'i korumakta biraz daha
fazla zorlansa da; korumaya devam edecek. Mısır kara sınır kapısını bir süre açık
tuttuktan sonra gene kapatacak. Fakat dökülen
kanlar boşuna dökülmedi. Mavi Marmara vermek istediği mesajı net bir biçimde verdi.
Ancak "birileri"
bu olayı "savaş
nedeni" (casus belli) saymak istiyor ki buna ancak gülünür... İnsaf! “ROTAMIZ
FİLİSTİN YÜKÜMÜZ İNSANİ YARDIM” YORUMLAYAN : OSMAN ESKİCİOĞLU İnsan
ve toplumlar için amaç-eylem ilişkisi çok önemlidir. Hukukta buna suç sayılan
fiillerde “kasıtlı davranış” derler. Onun için bile bile iyilik yapmak
iyiliklerin en iyisi; bile bile kötülük yapmak ise kötülüklerin en kötüsüdür. Bu
sebepten dolayı “Rotamız Filistin, Yükümüz İnsani Yardım” sözü, Mavi Marmara’nın
hem amacını hem de eylemini çok güzel, açık ve net bir şekilde ortaya koyaktadır.
Bu o kadar güzel, o kadar insani ve o kadar vicdani bir davranıştır ki, zulmeden
zalime karşı bir dik duruştur, zulme uğramış mazlumun yanında oluştur. Böylece bu
hareket, tamamıyla bize yakışan, Türkiye’ye tıpa tıp uygun düşen bir iştir. O
nedenle bu mavi, hem maddi hem de manevi yolculuğu tertip edenleri candan kutluyor ve
ilgilileri destekliyoruz. Buna bir gövde gösterisi gözüyle bakanları da barış gönüllüsü
Amerikalı bir kız Rachel Corrie kadar insani olmaya davet ediyoruz. Bildiğiniz gibi bu
Amerikalı barış gönüllüsü, Uluslararası Dayanışma üyesi genç kız, 16 Mart
2003 tarihinde katil İsrail devletinin cani buldozerleri altında insanlık adına
canını vermişti. Varlıklar dünyasında aynı cins ve aynı cinsin türleri arasında
yardımlaşma vardır. İnsani olan insanlar, kendi aralarında dayanışma ve
yardımlaşma içersinde olurlar ve olmalılardır. Hayvani olan iki ayaklılar da kendi
aralarında birleşebilirler. Burada belgeselde gördüğüm bir manzarayı dile
getirmenin çok yararlı olacağını sanıyorum. Aynı
cinsin aynı türü varlıklar, kendi aralarında bir dayanışma içersinde olurlar kuralının
uygulamasını sığırlar-öküzler bile gerçekleştiriyor. Afrika’da safaride vahşi
hayvanların avını filme alanlar bize şu hayvani dayanışmayı gözlerimizin önüne
serdi. Bir gün üç aslan, koca bir öküzü yere yatırıp ısırmaya başladılar.
Neredeyse karnını deşip parçalayacaklardı. Can havliyle bö! böö! bööö! diye bağıran
bu öküzün sesine koşan ve nereden geldikleri belli olmayan 30 kadar sığır hemen
orada ortaya çıkıverdiler ve o 3 aslanı püskürttüler. Şükür ki, öküzün karnı
deşilmemiş ve herhangi bir yerinden delinme ve yaralanma olmamıştı. Ayaklarından ve
bacaklarından canı sağılan bu zavallı öküz 5–6 dakika içinde zorla ayağa
kalktı ve sürüye katılıp yavaş yavaş yollarına devam ettiler. Ben de bu 30
sığır gibi olmak isterim; hemcinslerimi korumak, kollamak ve kurtarmak isterim. İyi, dürüst,
temiz ve samimi insanların ve toplumların da bu öküzler kadar bir dayanışma ve
yardımlaşma içersinde olmasını isterim. Hayvanlarda insanlarda olduğu gibi iyisi, kötüsü,
dürüst olanı, samimi bulunanı, hukuka ve düzene uyanı uymayanı olmaz. Onların
hepsi kendileri için kurulmuş olan düzenlerinde, tayin edilmiş olan hayat ve
yaşayış tarzlarında yollarına devam edip giderler. Fakat insanlar böyle değildir.
İnsanlar, iyi insan, kötü insan; iyi toplum, kötü toplum; adil insan, zalim insan;
adil devlet, zalim devlet; adil toplum, zalim toplum; dürüst insan, dürüst devlet ve
dürüst toplum gibi sınıflara ayrılırlar. Mesela Yahudiler, Kuran’ın ifadesiyle
yeryüzünde durmadan fitne ve fesat çıkarmak için çalışan bir toplum olduklarından[1]
onların insanlık için bir çıbanbaşı olduklarını söyleyebiliriz. Orta
doğuya yerleştikleri 1948 yılından beri komşularına hiç huzur vermeyen, durmadan
onlarla savaş çıkaran ve zulmeden bu İsrail teknik gücüne dayanarak hep kaba kuvvet
tatbik ederek vurmuş, kırmış ve insanları öldürmüştür. İsrail o günden bugüne
kadar Filistinlilere kan kusturmuş, tüm komşularına zulmetmiş ve soy kırım
uygulamıştır. İşte aynı zamanda Yahudi olan bir profesörün gerçek itirafları
İsrail’in bu soykırımını dile getirmektedir. Kanada'nın
Ontorio Eyaletinde Üniversity Of Waterloo'da Musevi kökenli Profesör Norman
Finkelstein, Yahudi soykırımını bahane ederek gözyaşları döken Yahudi öğrenciye
büyük bir ders verdi. Profesörün konuşması sırasında Musevi öğrenci
"Konuşmanızda Musevileri Nazilerle karşılaştırdınız. Bu Almanlar için
oldukça incitici aynı zamanda Nazilerden gerçek anlamda zulüm görmüş Museviler için
de incitici" diyerek, ağladı. Bunun üzerine Profesör "Hem anne hem de baba
tarafından ailemin her bir üyesi katledildi. Annemle babamın bana ve 2 kardeşime öğrettiği
şudur; İsrail'in Filistin'e karşı işlediği savaş suçlarına suskun kalmayacağım.
Onların zulmünden ve işkencelerinden daha fenasını düşünemiyorum! Yaptıkları bu
kıyımı, bu vahşiliği, tüm suçlarını, kendi maruz kaldıkları zulümlerle haklı
çıkarmaya çalışmalarından daha aşağılık bir şey düşünemiyorum. Bundan böyle
gözyaşlarıyla sindirilmeyi, caydırılmayı reddediyorum. Eğer sende gerçekten kalp
olsaydı bugün Filistinliler için ağlayabilirdin" dedi. Öldürmek
Yahudilerin genlerinde mevcut olan bir hastalık dersek belki yanlış yapmış oluruz.
Onun için katletmek Yahudilerin ruhlarında var olan bir marazdır dersek sanırım
meseleyi daha doğru ifade etmiş oluruz. Çünkü gen bedenle ilgilidir, ruh ise insan
iradesiyle ilgilidir. İnsanın hareket ve davranışı ise iradeye dayanır. Yahudilerin
kutsal kitabı Tevrat’ta onlara verilen 10 emir içersinde “öldürmeyeceksin”
denilmektedir. Tevrat’taki 10 emir şöyledir: « Tanrı şöyle konuştu: Seni Mısırdan, köle olduğun
ülkeden çıkaran Tanrın Yahve Benim.1) Benden başka Tanrın olmayacak. 2) Put
yapmayacaksın, putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. 3) Tanrı'nın
adını boş yere ağzına almayacaksın. 4) Altı gün çalışacak bütün işlerini
yapacaksın, ama yedinci gün Bana, Tanrın RABB’e şabat Günü olarak adanmıştır.
5) Annene, babana saygı göstereceksin. 6) Adam öldürmeyeceksin. 7) Zina yapmayacaksın.
8) Çalmayacaksın. 9) Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin. 10) Komşunun
hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.”[2] Allah’ın
kendilerine verdiği bu emre rağmen Yahudiler, bırakın Mavi Marmara’nın insani
yardım gönüllüsü yolcularını, onlar, kendi peygamberlerini bile öldürdüler.
Kuranı Kerim bu konuda şöyle buyuruyor: "Allah
fakirdir, ama biz zenginiz!" diyenlerin sözlerini Allah duymuştur. Onların hem söylediklerini,
hem de peygamberleri haksız yere öldürdüklerini kaydedeceğiz ve (Hesap Günü onlara)
diyeceğiz: "Tadın bakalım ateşin azabını”[3] Elmalılı
Hamdi Yazır bu ayetin tefsirinde çok önemli bir noktaya işaret etmiştir. Bu
katli (öldürmeyi), bunların ecdadı (dedeleri) yapmış olduğu halde bunlara isnat
edilmesi, bunların da bugün ona razı olarak cezasına iştirak etmekte
bulunduklarından dolayıdır. Yani Hz. Yahya, Zekeriya ve diğerleri gibi peygamberlerin
böyle haksız olarak öldürülmesinin suçu şahıslara değil, Yahudiliğin mahiyetine
yüklenmiştir, demiştir.[4] Yukarıda
da dediğim gibi, iyi insan, iyi toplum, kötü insan kötü toplum, adil devlet, zalim
devletler vardır. Burada önemli olan iyi, dürüst, samimi ve insana saygı duyan birey
ve toplumların insanlığı yaşatmaları, hak ve hukuku ayakta tutmaları için aralarından
birleşerek, destek yaparak bir güç olmalarıdır. İşte Türkiye’nin Mavi Marmara
ile yapmak istediği de bundan başka bir şey değildir. Yoksa İsrail gibi kaba
kuvvetine inanıp güvenerek hareket eden, teknolojisine dayanarak vuran-kıran, ruhunu ve
insanlığını kaybetmiş toplumların insana zulmetmede canavarları geçerler. Çünkü
bu İsrail’e bir dur deyen yoktur. Oysa bu İsrail’in 1948 yılından beri
komşularına yaptıkları cinayetler, şenaatler, denaetler bütün insanlık âleminin
gözleri önünde cereyan etmektedir Buna rağmen BM bugüne kadar bu cani Yahudiler hakkında
bir kınama kararı dahi almamıştır, alamamıştır. Zira bu medeniyet güce, kuvvete
ve sadece fiziğe dayanır. Hâlbuki kuvvetle hareket etmek, problemleri kuvvete, güce
dayanarak çözmek hayvanlara mahsustur. İnsan
ve toplumlar, ilmen bulur, dinen uygularlar. Yoksa teknolojinin bir aracı haline
gelmezler. Ruhunu kaybeden birey ve toplumlarda bu ilim-din dengesi pek görülmez olur.
İşte o zaman böyle olanlar, aynı hayvanlar gibi kuvvetle hareket ederler ve adeta
canavarlaşırlar. Kuranın ifadesiyle Yahudiler, durmadan savaş ateşi yakarlar ve
onlar, yeryüzünde fitne ve fesad çıkarmak için çalışırlar.[5]
Bilimi
koyan Allah, dini de koyan Allah’tır. Öyleyse Müslümanlar hem din ve diyanete, hem
de bilim ve teknolojiye sahip olacaklardır. Kimse kusura bakmasın bugünün
Müslümanları bilim ve teknolojiden uzak kaldıkları gibi, dini de İslam’ı da
muamelattan ayırdılar, artık onlar sadece ibadet Müslüman’ıdırlar. Hâlbuki yarım
veya çeyrek Müslüman olur mu? Oysa bugün dünya Müslümanları bizim anlayışımıza
göre maalesef böyledir ve bu haldedir. Netice
olarak Mavi Marmara’ya selam diyoruz. Bu insanlık gemisini insan denizinde her şeye
rağmen yüzdürmeye ve yürütmeye çalışan kahramanları kutluyoruz. Yolda giderken
rota değiştirip öbür tarafa göç ederek bizden ayrılanlara da Yüce Allah’tan
rahmetler ve mağfiretler diliyoruz. [1]
Maide 5/ 64 [2]
Tevrat Çıkış, 20/ I, 17 [3]
Ali İmran 3/ 181 [4]
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, II, 472 [5]
Maide 5/ 64
|
. |