.

ZAMAN FIKIH ZAMANI - ÇAĞ FIKIH ÇAGIDIR

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu*

 

Aslında İslam, bir din olduğu kadar, aynı zamanda bir yaşam biçimidir ve bir hayat tarzıdır. Zira bir davranış biçimidir İslam ve bir hareket tarzıdır . İslam’ın kendi nevi şahsına münhasır sui jenerist bir insanlık plan ve projesi, bir yaşayış stili ve uygulaması vardır. Çünkü İslam Müslüman’ın hem bireysel ve hem de toplumsal tarafına yön verir, şekil verir. İslam şunları, şunları yapın, ama bunları, bunları yapmayın der. Şu, şu yollardan gidin; fakat bu, bu yollardan gitmeyin der İslam. Zaten İslam’ın, belli bir Müslüman bireye verdiği emirlere farz-ı ayn, topluma yönelttiği emirlere de farz-ı kifaye denir. Onun için İslam düzeninde birey ile toplum fert ile devlet aynı insan vücudundaki organlarda olduğu gibi, hem ayrı ve hem de bir bütündür. O sebepten dolayı İslam’da insanlar birbirinin velileridir. Birey ile toplum fert ile devlet arasında velayet vardır. İyi kötü kim olursa olsun bir toplumda herkes birbirinden sorumludur. “Aramızdaki beyinsizler yüzünden bizi de helak eder misin Allah’ım!”[1],  ayeti ile “Sizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan bir bela (musibet ve felaketten) sakının, kaçının”[2] ayetleri bu söylediklerimizin açık delilidir.

İslam hem bir dindir, namaz, oruç ve ibadet vardır; hem bir yardımlaşma bireysel yardımlaşma ve toplumsal yardımlaşmadır, sadaka, zekât ve hayır vardır; hem bir inançtır, Allah bir ve peygamber hak diye iman vardır; hem bir hukuktur, doğru, yanlış, adalet, zulüm ve ülülemre itaat vardır; sosyal hayattır, ev, aile, anne, baba, akrabalar, yakın komşular, uzak komşular, vatandaşlar ve bütün insanlığı kucaklama vardır; hem bir ekonomidir, mülkiyet, çalışma, hibe, kişinin kendi çalışması, alma satma ve ticaret yapma, bey, icare ve karz vardır, miras ve intikal vardır. İslam’da kardeşlik vardır, insanlar kardeştirler. İslam’da din kardeşliği, karındaş kardeşliği, sütkardeşliği, vatandaş kardeşliği ve tüm insanlık kardeşliği vardır.  Yani özetin özeti olarak İslam, insanı, bireyi ve toplumu, hatta tüm insanlığı, hatta insan, hayvan, bitki ve cansız varlıkları, tüm varlık âlemini kucaklayıp birleştiren ve böylece tevhide eren bir dindir.    

İnsanın tabi olduğu kanun başka, hayvan, bitki ve cansız varlıkların uydukları kanunlar başkadır. Gece olur, gündüz olur, zaman durmaz akar; yaz gelir, kış gelir mevsimler döner durur. İnsanın, bebek, çocuk, gençlik, olgunluk, yaşlılık ve ihtiyarlık çağları vardır. Toplumların ve devletlerin de ikbal ve idbar dönemleri, yükselme ve çöküş devreleri vardır. Kuran-ı Kerim’de Allah, biz bu çağları insanlar arasında döndürür dururuz, buyuruyor.[3]

Zamanla her şey değişir ve gelişir ya da değişir ve geriler. Varlığın esasında değişim vardır. Batılılar buna entropi diyorlar. Zaman değişir, mekân değişir, hareket ve davranışlar da değişir. Her değişim zamanı bir peygamber gelir. Hz. İbrahim bilim ve bilimsel düşüncenin arayışlarını sergilemiş, Hz. Lut kadın-erkek ve karı-koca ilişkilerini yani aileyi düzenlemiş, Musa Peygamber devleti-toplumu tam yerine oturtmaya çalışmış, Şüayp Peygamber de ekonomiyi ve enflasyonu düzeltip yoluna koymuş, Hz. Muhammed de bir toplumu baştan aşağıya, Adan Zye değiştirip yeniden inşa etmiştir. Böylece tüm değişimleri peygamberler yapmış, filozoflar ise bunları anlamaya çalışmış; bazısı anlamış birçoğu da anlayamamıştır.

İnsanlar çıkmaza girdiklerinde, toplumsal yapıda bir arıza meydana gelip toplumlar bozulup yoldan çıktıkları zaman imdada yetişen hep peygamberler olmuştur. Peygamberler İnsanlara Allah’ın büyük bir lütfu ve ihsanıdır. Ancak Hz. Muhammed’den sonra bir peygamber gelmeyecektir. Çünkü o peygamberlerin sonudur.[4]  Artık bundan sonra uyarı ve düzeltme, hakka ve doğru yola çağırma görevi ilim adamlarının omuzlarına yüklenmiştir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır. “Muhakkak âlimler, peygamberlerin varisleridir. Şüphesiz pey­gamberler, ne altın, ne de gümüşü miras bırakırlar. Peygam­berler miras olarak, ancak ilim bırakırlar. Bu itibarla kim pey­gamberlerin mirası olan ilmi elde ederse, tam bir hisse almış olur."[5]

Hz. Peygamber’in Darı Bekaya irtihalinden sonra Suriye’de Bizans, Irak’ta da İran askerlerini yenen Müslümanlar iki yabancı ve ters kültür ile karşı karşıya geldiler. Bu değişik ve çeşitli felsefe ve fikirler ile alabora oldular. Aralarında soru sorup cevap alacak peygamberleri yoktu; ama ellerinde kendilerine ışık tutup yol gösterecek kitapları Kuran-ı Kerimleri vardı.[6] İşte Müslümanlar Kurana sarıldılar, onu anlama ilimlerini tedvin edip yazdılar, bilimsel bir yolla illet ve sebeplere dayanarak yeniden anladılar ve yeni yeni hüküm, kural ve kanunlar koyarak yepyeni güçlü, huzurlu, doğru ve faydalı bir hayat kurdular. İşte geçmişte çeşitli ekoller ve mezhepler tarafından yapılan bu ilmi faaliyetlere ve onların ortaya koyduğu hayat anlayışına fıkıh adı verilir. Aslında fıkıh, kelime olarak anlamak, kavramak, iyice idrak etmek, bilmek ve künhüne vakıf olmak demektir. Terim ve ıstılah olarak ise fıkıh, abdest ve temizlik, ibadet, namaz, oruç, hac ve zekât, alış verişler ücret kira kar, hukuk, adalet, mahkeme, şahitlik, şirketler ve ortaklıklar, aile evlenme ve boşanmalar, velayet, vekâlet, kefalet ve vesayet, vasiyet, miras ve intikal gibi hayatın tümünü kucaklayan konuların esaslarının Kuran ve sünnetten çıkarılarak meydana getirilen hüküm, kural ve kanunlar bütünüdür.[7]

En büyük imam olan Ebu Hanife’ye göre fıkıh, iman, amel ve ahlaktır. Onun tarifine göre fıkıh, kişinin hak ve vazifelerini bilmesidir. Yani İmam Azam Ebu Hanife Molla Hüsrev’in Mirat adlı eserinde anlattığına göre[8] fıkhı inanç ve itikat, tasavvuf ve ahlak ve hayatı meydana getiren bütün işleri bilmektir diye tanımlaşmıştır. Yani fıkıh sadece ibadet değil, aynı zamanda yaşanan hayat kuralları demektir.

Az yukarıda Sahabiler sonrası Müslümanların kendi çağlarındaki problemleri fıkıh ile çözdüklerini ve böylece huzura kavuştuklarını söylemiştik. Bugüne gelecek olursak zamanımızda da eşyanın tabiatına ters düşen bir takım inanış, düşünce hareket ve davranış bozuklukları vardır. Bugün bütün dünyada insandan kaynaklanan sıkıntılar ve stresler vardır. Sosyolojik, ekonomik, psikolojik ve ailevi krizler ve buhranlar vardır. Boşanmalar, intiharlar, iflaslar, kavga ve kargaşalar vardır ve artmıştır. Yani bu durum Müslümanlar açısından tam bir fıkıh zamanı olduğunu ve yeniden yeniden fıkıh deme zamanının geldiğini gösterir. Geleceğe ümitle bakan Elmalılı değerli tefsirinde şöyle diyor: “Dinlensinler diye geceyi yarattığımızı ve çalışsınlar diye gündüzü aydınlık yaptığımızı görmediler mi?”[9] buyrulduğu üzere İslam’ın da gecesi gündüzü olacak, o da bu değişen âlemde bazen gecelerin sükûnet avucunda dinlenecek, bazen gündüzlerin parlayan ikbalinde gözlerini açarak Hak Teala’nın yüce huzurunda en yüksek hayatı yaşamak için uyanacaktır. Bu ayetin işaretine göre İslam’ın istikbali gece değil, gündüzdür; sönük değil, parlaktır. Arasıra basan gece karanlıkları, onu dinlendirip tekrar uyandırmak içinidir.[10]

Bu ifadelere göre İslam gelecekte yeniden parlayacak ve insanlık dünyasını aydınlatacaktır. Fakat önce Müslümanların uyanması ve İslam’ı hapsettikleri namaz, oruç, hac ve kelime-i şahadet şartlarının yanında diğer emir ve yasaklarına gelmeleri gerekir. Bu konuda Hz. Ömer’in çok şiddetli bir ifadesi vardır. Hz. Ömer insanın asıl mihenginin namaz ve ibadet değil, para pul olduğunu yani madde ve menfaat olduğunu söylüyor.  Değerli fıkıh âlimi Abdullah b. Mahmud el-Mevsıli el-İhtiyar adlı eserinde Hz. Ömer’in şu çok dikkat çekici sözünü naklediyor: “ Kişinin namaz kılarken çıkardığı ses, sizleri aldatmasın. Siz asıl onun dirhem ve dinarı hakkında takındığı tavra bakın”[11] Şu halde sadece namaz kılmakla ve oruç tutmakla iş bitmiyor. Dirhem ve dinar veya bizim kendimiz açısından söyleyecek olursak TL de önemli ve ekonomi de önemlidir. Zaten İslam yalnız ibadetler için gelmiş bir din değildir. İslam’ın aile hayatı, sosyal, ekonomik ve toplum hakkında yüzlerce ve hatta binlerce emir nehiy ve tavsiyeleri vardır. Kuranın emirleri arasında hiçbir fark yoktur, hepsi aynı değerdedir. Sen İslam’ın ibadet yönünü al, amel yönünü terk et, fıkhını terk et; böyle Müslümanlık olmaz. Böyleleri için Kuran şöyle diyor: “Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden kim bunu yaparsa onun cezası dünyada rezil ve rüsva olmaktan başka bir şey değildir.”[12]

Bediüzzaman Said Nursi zaman iman zamanıdır, çağ iman çağıdır, dercesine şunları söylemiştir. “Belki yanıma gelen herkese demişim: iman lazım, İslamiyet lazım tarikat zamanı değil”[13] “Bence bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanı kurtarmaktır, başkalarının imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.”[14] Biz de bu gün fıkhı düşünmeli ve fıkha çalışmalıdır. Çünkü doğru hayata ve faydalı yaşayışa ancak fıkıh ile ulaşılabilir, diyoruz. Onun için Müslümanlar fıkıh çağını başlatmalıdırlar. Zira fıkıh, iradeli yaptığımız her hareketin hükmünü, kanun ve kuralını Kuran ve sünnet ışığında arayıp bulmaktır. 

Bugün Müslümanların ve hatta hemen hemen bütün dünyanın yaşadığı hayatın Batı düşüncesinin bir ürünü olduğunu herkes bilmelidir. Bu hayat Rönesans, Reform ve Aydınlanma gibi üç hareketin belirleyip ortaya koyduğu bir hayattır. Doğru ve eşyanın tabiatına uygun olsa diyeceğimiz bir şey yoktur. Fakat bu sosyal bünyede bir doku uyuşmazlığı olduğu bir gerçektir. Çünkü bu medeniyet, insanları yanlışlar yapmaya, günah işlemeye ve diğer varlıklara zulmetmeye sevk etmiştir. Hayatın temel kaynağı olan toprak, su ve hava tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar ve şekilde kirlenmiştir. Gübre adı altında icad ettikleri doping-uyarıcı ilaçları ile toprağı çaresi bulunmaz şekilde hasta etmişlerdir. Birleşmiş Milletlerin bugün yeryüzünün bazı parçalarını kurtarmak için organik tarım adı altında kredi vermesi bundandır. Fakat bu kötü gidişin ve bu tehlikenin büyüklüğü hala daha insanlar tarafından tam anlamıyla bilinmemektedir. Böylece “İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu”[15] ayetinin anlamı gerçekleşmiş oldu. İşte biz bunun için zaman tam anlamıyla fıkıh zamanıdır, diyoruz. Tavuklara gece gündüz yumurtlatmak isteyenler, tabiata vermeden almak isteyenler veya az verip çok almak isteyenler eşyanın doğasına ve varlığın tabiatına ters düşmüşlerdir. Bunlar varlığın fıtrat ve yaratılışını değiştirdiler. Eşyanın tabiatında var olan rantı-verimi aşıp parada yaptıkları gibi rantiyeciliğe başladılar ve böylece şeytana uyup onun dediğini yaptılar. “Onları kesinlikle saptıracağım, boş ümitlere kaptıracağım, onlara hayvanların kulaklarını yarmalarını emredeceğim ve onlara mutlaka Allah’ın yaratmasını değiştirmelerini emredeceğim”[16] Şeytanın metodu budur. Bu gidişe dur demek için çağın fıkhına ihtiyaç vardır.

Bugün Müslümanlara namaz kadar, oruç kadar ve hac kadar bir vecibe, bir fariza ve ilahi bir vazife vardır. O da birey ve toplum olarak tüm hayatı doğal-ilahi çizgiye, kanun ve kurallara çekmektir. Bu da ancak zamanın fıkhını ve çağın fıkhını bilmek ve uygulamakla olur. Onun için herkesi ve tüm Müslümanları FIKIH ÇAĞINI başlatmaya davet ediyorum.

 



[1] Araf 7/ 155

[2] Enfal 8/ 25

[3] Ali İmran 3/ 140

[4] Ahzab 33/ 40

[5] Buhari, İlm, XI; İbn Mace, Mukaddime, XVII; No, 223;  Tirmizî, İlm, XIX, No, 2822; Ebu Davud, İlm, I, No, 3641; Dârimî, Mukaddime, XXXII, No, 349

[6] Bakara 2/ 2

[7] Serahsi, Kasani, Kuduri veya Merğınani gibi fıkıh kitaplarına bakıldığı zaman bu konular ve daha başkaları görülür.   

[8] Molla Hüsrev, Mirat-ül Usul, s, 10

[9] Neml 27/ 86

[10] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, VI, 170

[11] Abdullah b. Mahmud el-Mevsıli, el-İhtiyar, II, 150

[12] Bakara 2/ 85

[13] Mektubat, s, 63

[14] Tarihçe-i hayatı s, 482

[15] Rum 30/ 41

[16] Nisa 4 / 119


*DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi


 

emailrol.gif (21439 bytes)

arrow1b.gif (1866 bytes)

.