. | HAŞR SURESİ Haşr
Suresi 59/ Ayet: 7 “Allah’ın,
(fethedilen) memleketlerin ahalisinden savaşılmaksızın peygamberine kazandırdığı
mallar; Allah’a, peygambere, onun yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda
kalmışlara aittir. O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet
(ve güç) hâline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir). Peygamber size ne verdiyse
onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten
sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.” Fey,
daha önce de geçtiği üzere[1]
Müslümanların savaş yapmadan düşmandan barış yoluyla anlaşma ile almış
oldukları mallara denir.[2] İslam
hukuku yani fıkıh kitaplarında fey hakkında uzun tartışmalar vardır.[3]
Fey nedir, hangi mallara denir, ne gibi hükümlere tabidir. Mesela Hanefiler feyin hak
sahiplerinden Allah ve Resulün haklarının düşmüş olduğunu ileri sürerken
Şafiiler Resulün hakkının halifeye intikal ettiğini söylerler.[4]
Ebu Hanife, fey mallarının ganimette olduğu gibi beşte birinin bölünmesini kabul
etmezken Şafiiler ise yine aynı hükmü uygulamaktadırlar.[5] Ganimet
ayetinde humüs: beşte bir kelimesi geçtiği halde[6]
bu kelime bu ayette zikredilmemektedir. Öyleyse buradan fey mallarının tamamının hak
sahipleri arasında pay edilir diye bir neticeye varabiliriz. Bu
ayette Allah kelimesinin teberrüken söylendiğini iddia edenler bulunmakla beraber bu
hakkın yani Allah’a düşen payın kamu yararına harcanacağını ileri sürenler de
vardır.[7]
Biz de daha önce geçtiği üzere[8]
bunun şuraya verilmesini uygun buluyoruz. Resulün hakkı olan payı ise başkana yani hükümetlere
intikal ettirilmesini isteyip teklif ediyoruz. Diğer sınıflara gelince, onlar da yerli
yerinde kalarak kendi paylarının harcamalarını kendileri yaparlar. Bu
ayette İslam ekonomisi açısından çok önemli olan bir esas, bir husus daha açıklanmaktadır.
Bu esas da malların bu şekilde çeşitli sınıflar arasında dağılmasının sebebi,
malların sadece zenginler arasında dolaşan bir devlet olmamasını temin edip
sağlamaktır. Ayette bu durum açıkça anılmaktadır. Böylece servetin yalnız birkaç
kişinin veya mutlu bir azınlığın ya da aristokrat bir sınıfın elinde bulunmasına
karşı çıkılmakta ve sermaye birikimi önlenmektedir.[9]
Büyük
üstat Elmalılı, kelimenin dûlet veya devlet vecihlerini düşünerek ayette siyasi, mali
ve iktisadi esaslar bulunduğunu söyler.[10]
Mesela siyasi iktidar sadece zenginlere çalışan onlara mal ve servet temin eden bir
kuruluş olmadığı için düşmandan savaşsız olarak alınan malların yetimler,
yoksullar ve yolcular arasında dağılması gerekir. Çünkü devlete vücut veren
toplumun içersinde yoksul ve diğer sınıfların da katkısı vardır. Mallar sadece
zenginler arasında dönüp dolaşan bir servet olmaması için fey, yalnız ganimet alan
kimseler arasında değil, daha çok ihtiyaç sahibi olan kimseler ve sınıflar arasında
dağıtılır. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Fey malları düşmandan savaş yapmadan barış ve anlaşma ile alınan mallar olup bu
fey malları ganimet mallarında olduğu gibi beşe taksim edilmeden sınıflar arasında
taksim edilir. 2-
Fey mallarından Allah’ın payına ayrılan hisse şuralar tarafından gereken yerlere
harcanır. 3-
Fey mallarından Resulün payına düşen hisse hükümetler tarafında gereken yerlere
harcanır. 4-
Fey mallarının geri kalan diğer kısmı da akraba, yetimler ve yolcular sınıfları
arasında eşit bir şekilde paylaştırılır. 5-
Fey malları için savaş yapılmadığından savaşçıların bundan bir hisse almaya
hakları bulunmaması dolayısıyla bu mallar doğrudan doğruya adı geçen sınıflar
arasında eşit olarak taksim edilir. 6-
Ganimette ise mallar savaş ile ele geçirildiği için bu malların beşte dördü
askerler arasında dağıtılır; beşte biri ise şura, hükümet, akraba, yoksul ve
yetimler sınıfları arasında paylaştırılır. 7-
Malların ve paraların toplumda sadece zenginler sınıfının elinde toplanması
ekonomik açıdan zararlıdır. 8-
Mal ve paraların tedavülünü sağlamak ve hem de toplumda bütün sınıflar arasında
dolaşımını gerçekleştirmek gerekir. 9-
Mal ve paralarda tedavül esastır. 10-
Mallara kimin daha çok ihtiyacı varsa malın onun elinde olması daha faydalı olur. 11-
Devlet yalnız zenginlerin kurduğu bir şirket veya dernek olmadığı için devlet
gelirlerinden toplumdaki fakirlerin de faydalanması gerekir. 12-
Siyasi iktidarda adaleti gerçekleştirmek için devlet bütçesinde ihtiyaç sahibi fakir
sınıflara hisse ayrılır. 13-
Askerlik yaparak siyasi iktidarı savundukları için fakir sınıflar da fey mallarından
kendilerine düşen payı alırlar. CUMA
SURESİ Cuma Suresi 62/ Ayet: 10 “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve
Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa
eresiniz.” Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın ifadesine
rızık, ticaret, ilim, ibadet gibi anlamlar verilmiştir.[11]
Bunlardan rızık aramak ve ticaret yapmak gibi manalar bizim konumuz olan ekonomi açısından
en yakın olan anlam olduğunu söyleyebiliriz. Bu
ayeti ticaret yoluyla rızık aramak anlamında anladığımız zaman Cuma namazı bitince
hemen çalışmaya koyulacağı; yeryüzüne dağılın
ifadesinden de ticaretin beynelmilel bir olay olduğu anlaşılır. Böylece yine bu
ifadeden İslam düzeninde Cuma gününün tatil olmadığı da ortaya çıkmaktadır.
Nitekim Hz. Peygamber’in Cuma namazını kılınca çarşıya çıkıp dolaştığı
(kontrol ettiği) görülmüştür.[12] Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Cuma namazı kılınınca Müslümanlar hemen çalışmaya gidebilirler; mecburi tatil
yoktur. 2-
Cuma namazı ifa edildikten sonra ticaret yapmakta bir sakınca yoktur. 3-
Ticaret yapmak beynelmilel bir olaydır. Bu sebeple ticareti engellediği ve hatta
yasakladığı için gümrüklerin doğal olduğunu kabul etmek mümkün değildir. 4- Müslüman
bireyler bir taraftan ibadetlerini yerine getirirler, diğer taraftan da bu görevlerini
ifa ettikten sonra ticaret ve diğer yollarla rızık aramaları gerekir. TALAK
SURESİ Talak Suresi 65/ Ayet: 6 “Onları (iddetleri süresince) gücünüz nispetinde,
oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun. Onları sıkıntıya sokmak için kendilerine
zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını
verin. Sizin için (çocuğu) emzirirlerse (emzirme) ücretlerini de verin ve aranızda
uygun bir şekilde anlaşın. Eğer anlaşamazsanız, çocuğu baba hesabına başka bir
kadın emzirecektir.” Bu
ayet de ücretin meşru ve mübah olduğunu gösteren ayetlerden birisidir. Burada ücrete
sebep çocuğun emzirilmesidir. Yani faydalı olmaktır. Verilen fayda arttıkça ücretin
de artacağı doğaldır.[13] Çocuk
dünyaya gelince ona bakma ve baktırma ve infak etme görevi esas itibariyle babalara
aittir.[14]
Ücretin
tahakkuk işi bu ayette “emzirirlerse cüretlerini
verin” denilmek suretiyle emzirme hizmeti yerine getirilip bittikten sonra tanındığı
için sadece sözleşme ile ücret tahakkuk etmez. İşte bu sebeple ücret, ancak iş
bitip tamamlandıktan sonra tahakkuk eder. Yine ayet delalet ediyor ki, kadının çocuğa
vermiş olduğu süt, her ne kadar ayni bir mal olsa da icare sözleşmeleri ile gerçekleştirilen
menfaatin yerine konulduğundan böylece menfaat kabul edilmektedir. Bu yüzden Hanefiler,
menfaatler üzerine alış veriş yapılmasını caiz görmedikleri gibi, bir kadının sütünün
bir mal gibi satılmasını da caiz görmezler.[15] Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Bir menfaat karşılığı ücret almak meşru bir muameledir. 2-
Kadınlar emzirme muamelesini yaptıkları için ücret alırlar. 3-
Ücret ancak fayda meydana gelirse, geldikten sonra tahakkuk eder. 4-
Fayda arttıkça ücret de artar. 5-
Sadece sözleşme yapmakla ücret tahakkuk etmez. 6-
Çocuk meydana gelince ona bakma, baktırma ve infak görevi esas itibariyle babaya
aittir. 7-
Bir kadının sütü, her ne kadar ayni bir mal olsa da bu süt icare sözleşmeleri ile
gerçekleştirilen bir menfaat durumundadır. 8-
Bir menfaat üzerine alış veriş sözleşmesi yapılamaz; ancak icare sözleşmesi
yapılır. 9- Sütü
için bir davar kiralanmadığı gibi, meyvesi için bir ağaç kiralanmaz. Bunlar ayni
bir oldukları için ancak satıma konu olabilirler ve ancak satılırlar. NEBE
SURESİ Nebe Suresi 78/ Ayet: 9–11 “Uykunuzu bir dinlenme (sebebi) kıldık. Geceyi (sizi
örten) bir elbise yaptık. Gündüzü de geçimi temin zamanı kıldık.” Sübât : Bu kelimenin işi tatil ederek dinlenmek
anlamına geldiği daha önce geçti.[16]
Böylece uyumanın çalışmaktan dolayı meydana gelen yorgunluğu giderdiği
anlaşılmaktadır. Meâş : Geçim vakti demektir. Burada ism-i zaman
anlamı verilmesi bizim açımızdan yani İslam ekonomisi bakımından daha uygun olur
ki, bu suretle gündüzün hayat ve geçim için çalışmak vakti olduğu orta çıkar.[17]
Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Çalışmak suretiyle yorulmuş bulunan bir kimsenin çalışıp dinlenmesi gerekir. 2-
Yorgunluğu gidermenin en iyi yolu uyumadır. 3-
Gecelerde uyuyup dinlenmek esastır. 4- Gündüz
bitip gece olunca iş tatil edilir. 5- Gündüz
çalışma zamanıdır. 6-
İş yerleri ve fabrikalar gündüzleri çalışır. 7-
İşçilerin gündüzleri çalıştığı gibi geceleri çalışmaları asıl değildir. 8-
Normal olarak çalışma zamanı gündüzleri olup geceleri ancak zaruret durumunda çalışılmalıdır. 9-
Aydınlık olması dolayısıyla ve güneş enerjisinin insan vücuduna etkisi sayesinde
gündüzler çalışmaya ve böylece üretim yapmaya daha elverişlidir. TEKVİR
SURESİ Tekvir Suresi 81 / Ayet: 8–9 “Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan
ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman” Mevûdeh : Küçük iken diri olarak gömülüp
öldürülen kızcağız demektir.[18]
Cahiliye devrinde Araplar bu kız çocuklarını öldürme işini ya kızı yüzünden bir
ar, mahcubiyet, bir eksiklik ve nakisa gelmesin diye yaparlardı veya züğürtlük ve bakıp
besleyememek korkusuyla yaparlardı.[19] İslam
doğum kontrolü konusunda azil yapmayı bile hoş karşılamaz. Onun hakkında soru soran
sahabiye Hz. Peygamber “O gizli
ve'ddir"demiştir.[20]
Burada ve'd kız çocuğunu diri diri mezara gömmek,
demektir. Cabir (r.a.)'den şöyle dediği
nakledilmiştir: "Bizim cariyelerimiz vardı ve onlardan azil yapıyorduk. Yahudiler,
işte küçük mev'ûde yani çocuğu diri diri toprağa gömme budur, dediler. Bunun
üzerine mesele Rasulullah (s.a.s.)'a soruldu: "Yahudiler yalan söylemiş, eğer
Allah onu yaratmak istese onu sen reddedemezdin" buyurdular.[21]
Ebû Saîd el-Hudrî ve Enes b. Malik’ten de aynı nitelikte hadisler nakledilmiştir.
Yine Cabir (r.a.) şöyle demiştir: "Biz Rasulullah (s.a.s.) devrinde Kur'an inerken
azil yapıyorduk. Eğer ondan bir şey yasak edilecek olsa bizi Kur'an nehiy ederdi"[22]
Müslim'in rivayetinde "Bu, Rasulullah'ın kulağına vardı, fakat bizi ondan nehiy
etmedi" ilâvesi vardır. Biz kasten çocuk aldırmak, düşürmek
gibi meselelerde Elmalılı gibi düşünüyor ve bunun bir çeşit evladı katletmek
olduğuna inanıyoruz.[23]
Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Ar korkusuyla çocuk düşürmek,
aldırmak ve öldürmek bir katil cinayetidir. 2- Kasten çocuk düşürmek ve aldırmak
evladını öldürmek demek olduğu için aynı katil cinayeti mahiyetindedir. 3- Azil karşılıklı rıza ile
olabilir; ancak bunun dışında doğum kontrolünün her şekli yasak ve günahtır. 4- Annenin yaşaması gibi önemli bir
sebep olmadan zigot-cenin aldırmak günahtır. MUTAFFİFİN
SURESİ Mutaffifin
Suresi 83/ Ayet: 1–3 “Ölçüde
ve tartıda hile yapanların vay hâline! Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları
zaman, tam ölçerler. Fakat kendileri onlara bir şey ölçüp yahut tartıp verdikleri
zaman eksik ölçüp tartarlar.” Tatfîf
: Bir nesneyi eksik ölçmek anlamınadır.[24]
Birinci ayetin evvelinde geçen mutaffif kelimesinin anlamı hemen onun arkasından
gelen iki ayetle açıklanmaktadır. Bu kimseler alırken dolu dolu ölçerler, fakat
verirken ise eksik ve noksan yaparlar. İşte böyle yapan kimseler için kötü bir
sonuç ve bir helak oluş vardır.[25]
Elmalılı değerli eserinde bu konuda şunları yazmaktadır. Rahman[26]
ve Hadid[27]
surelerinde de geçtiği üzere Göklerin ve yerin ayakta duruşu bir ölçü ve denge
iledir. Bütün hukukun-hakların alacak ve borçların ölçeği de terazidir. Onun için
yerde hak ve adaletin yerleşmesi için ilk gerekli olan şey ölçünün herkes için eşit
bir şekilde doğru ve dürüst olmasıdır. Bunun doğru olması için iki temel esas
gereklidir. Birisi ölçünün bizzat kendisinin tam olması, eksik veya fazla olmaması
yanlış alet kullanılmaması; diğeri de ölçmenin tam ve doğru olmasıdır. Bu
ölçmenin doğru olması ise her şeyden önce hak ve adalet fikriyle ruh doğruluğunun
neticesidir. Ölçüyü, ölçeği ve tartıyı doğrultacak olan da odur. Kalp ve
vicdanlarında insaf ve doğrulukla hak fikir ve imanı beslemeyenler doğru aletle dahi
ölçerken hile yapmaktan kaçınmazlar. İnsanlar başkalarının haklarını da kendi
hakları gibi tutarak düzgün bir ölçüyle ölçme duygusunu taşımadıkça hile
yapmaktan kurtulamazlar. Düşünme ölçüsü bozuk olan kimseler, aynı bir olayı
kendileri için başka, diğerleri için düşünürken de başka türlü değerlendirirler.[28]
İşte bu ayette böyle olan yani ölçek ve ölçüleri eksik ve aksak olan ve eksik
ölçerek ve aksak tartarak haksızlık yapan birey ve toplumların vay haline,
denilmektedir. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Ekonomik düzen ancak denge ve denklik esası üzerine ayakta durur. 2-
Alış verişlerinde düşünce ve hukuk uygulamalarında eksik, aksak ve noksanlık yapan
bir toplum çökmeye ve helak olmaya mahkûmdur. 3-
Alış verişte düşünce ve hukukta adalet ve denkliği gerçekleştiremeyen bir
ekonomik düzen çökmeye başlar. 4-
Alırken başka, satarken başka davranan kimselerin meydana getirdiği bir toplumda büyük
sıkıntılar meydana gelir. 5-
Kendileri için başka diğerleri için başka düşünen ve davranan bir toplum için
büyük ekonomik krizler meydana gelir. 6-
İnsanlardan alırken tam ölçüp onlara verirken ise eksik ve noksan tartan kimselerin
meydana getirdiği bir toplum büyük sıkıntılar çekmeye mahkûmdur. FECR
SURESİ Fecr Suresi 89/ Ayet: 17–20 “Hayır, hayır! Yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksulu
yedirmek konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helâl demeden mirası
alabildiğine yiyorsunuz. Malı da pek çok seviyorsunuz.” Bu
ayetlerde yetime ikram edileceğine, yoksulları doyurmak için insanların birbirini
teşvik edeceğine, mirasın yerli yerince dağılıp herkesin kendi hissesini almasına
delalet, mala aşırı sevgi beslemeden helalini yemeye teşvik ve aksini yapmaya da
tehdit vardır. Türâs : Miras malı demektir.[29]
Yetime ikram etmez, fakire itam etmezsiniz. Fakat miras olarak kalan malı yersiniz.[30]
Hâlbuki yetime ikram etmek gerekir. Bu sebeple yetimi ücretsiz olarak istihdam etmek
caiz değildir; belki haram bile olur.[31]
Mirastan kendi hissenizi ve başkalarının hissesini de alıp yersiniz. Malı o kadar
seversiniz ki, haram ve helal demeden obur oburca yersiniz.[32] Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Yetimlere ikram edilmeli, mallarına iyi bakılmalı ve onun mirası korunmalıdır. 2-
Yoksulları yedirip giydirme konusunda bireyler, birbirlerini teşvik etmelidirler. 3-
Birey başkalarının malına asla dokunmamalı, sadece kendi payına düşen malı
almalıdır. 4-
Mal, ihtiyacı tatmin eden faydalı bir vasıtadır. Mala aşırı rağbet zarar getirir. 5-
Aşırı mal sevgisi, insanları helal ve haram demeden durmadan mal toplamaya sürüklememelidir.
6-
Yetimi ücretsiz ve bedelsiz olarak çalıştırmak caiz değildir. BELED
SURESİ Beled Suresi 90/ Ayet: 12–16 “Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin? O tutsak
bir boynu çözmektir (köle azat etmektir.) Yahut şiddetli bir açlık gününde
kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır.” Bu
ayette insana zor, yapılması güç ve sarp bir yokuşu aşmak gibi gelen iyi işlerden
bahsedilmektedir.[33] Akabe : Engin bir vadiden yüksek bir dağa doğru
çıkan sarp yokuş demektir.[34]
Mesğabeh : Meşakkat ve yorgunluğa yakın olan
bir açlıktır.[35]
Köle azad etmek, sarp bir yokuşu tırmanmak kadar zor bir iştir. Salgın bir açlık ve
kıtlık gününde yemek yedirmek, akraba bir yetime veya çok fakir bir yoksula yemek
yedirmek de yapılması zor olan işlerdendir. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Bir köle azad etmek sarp bir yokuşu geçmek kadar zor, fakat sevindirici ve faydalı bir
iştir. 2- Açlık
ve kıtlık zamanında yemek yedirmek, sarp bir yokuşu geçmek kadar zor, fakat bu
sevindirici ve faydalı bir iştir. 3-
Akraba olan bir yetimi doyurmak sarp bir yokuşu geçmek kadar zor, fakat bu sevindirici
ve faydalı bir iştir. 4- Çok fakir olan bir kimseyi
doyurmak sarp bir yokuşu geçmek kadar zor, fakat
bu sevindirici ve faydalı bir iştir. LEYL SURESİ Leyl
Suresi 92/ Ayet: 4 “Gerçekten sizin emeğiniz çeşit
çeşittir.” Sa’y :
Daha önce de geçtiği üzere[36]
koşmak, iş işlemek yani emek manasına gelir.[37] Bu ayette emeklerin birbirinden
farklı olduğu ifade edilmektedir. Nitekim Elmalılı bu ayeti emekleriniz çok farklıdır;
kimi iyi çalışır kimi kötü, kimi yüksek kimi aşağı, kimi imanlı kimi imansız
diye tefsir etmiştir.[38]
Şettâ :
Bu, şetît kelimesinin çoğulu olup dağınık, müteferrik ve perakende anlamına
gelir.[39] Alusi, burada mesailerin, emeklerin
dağınık olması, karşılık ve ücretlerinin de değişik olması anlamına gelir
demektedir.[40] Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- İnsanların emekleri birbirinden
farklıdır. 2- Kimi insan iyi, kimisi kötü; kimi
yüksek kimisi de aşağı çalışır. 3- İnsanların emeklerinin farklı
olması dolayısıyla emeklerin karşılığı olan ücretler de farklı olur. 4- Emekler farklı olunca iş
hayatında iş bölümünün olacağı da bir gerçektir. 5- Emekler arasında farklılıklar
olunca onun karşılığı ve bedeli olan ücretlerin de farklı farklı olacağı ortaya
çıkar. DUHA SURESİ Duha Suresi 93 / Ayet: 9–10 “Öyleyse sakın yetimi ezme! Sakın
isteyeni de azarlama!” Yani yetimi zelil ve hakir görüp
kendisini zayıf bulup malına saldırma. Böylece bu ayette yetim hakkına da itinalı
davranma konusunda işaret vardır.[41]
Mal dilenmek, ihtiyacını zelil bir
şekilde istemek anlamını taşır. İhtiyaç ve maksat gizli şeylerden olduğu için
isteyicilerin samimi olup olmadıkları belli olmaz. Bu sebeple evvel emirde dilenci
azarlanmamalı, istediği şey verilmese bile kovulmamalıdır ve incitilmemelidir.
Dilenci isteğinde zorla ısrar ederse ve durumu da anlaşılırsa yani muhtaç ve muztar
bir halde ise ona yardım etmek, farza yakın bir görevdir. Eğer onun isteği kötü bir
şey ise o vakit onu azarlamak yakışır. Mal dilenmek ve istenmek genel olarak kötü
bir iştir. Ancak başka bir yol bulamayan ve kazanamayan muhtaç bir kimse için bu bir
ruhsat sayılabilir. Böyle olan kimselere yardım etmeyi düşünmek ise mali gücü ve
kudreti olan zenginler için aynı zamanda bir borç sayılır.[42]
Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Dilenen kimselerin halleri ilk
planda belli olmadığı için onlar hemen azarlanmamalıdırlar. 2- Yetimler hakkında itinalı
davranıp onların malları muhafaza edilip korunmalıdır. 3- Yetimler zayıf oldukları için
malları korunmalıdır. 4- Dilenci incitilmemeli, isteği
verilmese bile o kovulmamalıdır. 5- Muhtaç ve muztar bir durumda olan
dilenciye yardım etmek farza yakın bir görev olur. 6- Mal dilenmek ve istenmek genel
olarak kötü bir iştir. Ancak başka bir yol bulamayan ve kazanamayan muhtaç bir kimse
için bu bir ruhsat sayılabilir. 7- Eğer bir dilenci muhtaç değil
iken ve mezmum isteği üzerinde ısrar ederse azarlanabilir.
MAUN SURESİ Maun
Suresi 107/ Ayet: 1–7 “Gördün mü, o hesap ve ceza
gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen
kimsedir. Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar.
Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar.” Mâûn : Bu kelimenin hangi maddeden
geldiği konusunda ihtilaf edilmiştir. Avn kökünden geldiği düşünülürse yardım,
yardımlık anlamına gelir ki, Elmalılı böyle mana vermiştir.[1]
Onun ma’n maddesinden geldiğini kabul edersek atiyye, ihsan, az çok faydası bulunan
şey, konu komşu arasında ariyet olarak alınıp verilen çanak çömlek, kap kaçak,
balta ve kürek gibi ihtiyaç olan şeylerdir.[2] Bu kelimeye zekât anlamı verenler
olduğu gibi, mal, su, ot, çanak, çömlek, kova, balta diyenler de olmuştur.[3]
Bu surede dini hayat ile ekonomik
hayatın birbiriyle ne kadar alakalı olduğu görülmekte; dini yalan sayan kimsenin
yetimi itip kaktığı yoksulu doyurmayı teşvik etmediği söylenmektedir. Böyle yetimi
itip kakmak ve fukaraya bakmamak gibi insafsızlıklar dine yalan diyen kimselerin
yapabildikleri şeylerdir.[4] Burada itâm denilmeyip de daha uygun gibi görünen taâm buyrulması, aç olan miskine (yoksula)
mali gücü ve kudreti olan zenginler tarafından verilen taam-yiyecek onarlın kendi
malı ve mülkü olduğuna delalet eder diyebiliriz.[5]
Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Birey psikolojisinin hareket ve
davranışlara etkisi bakımından dini hayat ile ekonomik hayat birbiriyle yakından
ilgilidirler. 2- Dini yalan sayan kimseler, yetimi
itip kakarlar; yoksulu yedirip doyurmaya teşvik etmezler. 3- Aç kalan yoksul kimselerin mali
gücü ve kudreti olan zenginler tarafından yedirilip doyurulması kendi malı ve mülkü
gibi bir haktır. 4- Eğer bir toplumun bireyleri kendi
komşuları arasında ariyet olarak verilen kap kaçak, çanak çömlek ve kazma kürek
gibi şeyleri yasaklayıp men ederlerse böyle bir toplumun sonu kötü olur. 5- Eğer bir toplumda komşular
arasında çanak-çömlek, kap-kacak alıp vermek gibi en basit bir yardımlaşma bile
yapılmıyorsa o toplum felah bulmaz, refah toplumu olmaz.
[1] Elmalılı, VIII, 6163 [2] Kamus, IV, 764 [3] Alusi, XXX, 242; Hulasat-ül Beyan, XV, 6583 [4] Elmalılı, VIII, 6167 [5] Razi, XXXII, 113
[1]
Enfal 8/ 1 [2]
Hasan İbrahim Hasan, s, 251 [3]
Serahsi, X, 6; İbn Hümam, IV, 320; Merğınani, Hidaye, II, 105 [4]
Merğınani Hidaye, II, 110 [5]
Maverdi, Ahkâm-üs Sultaniye, s, 126 [6]
Enfal 8/ 41 [7]
Ahmed Şelebi, s, 270 [8]
Enfal 8/ 41 [9] Ahmed Şelebi, s, 182–193–200 [10] Elmalılı, VI, 4835 [11] Razi, XXX, 9; Cassas, III, 450 [12] Elmalılı, VI, 4991 [13] Muhammed Fehr, İslam’da İş Ahkâmı ve İşçi Hakları, s, 77 [14] Elmalılı, VI, 5072 [15] Cassas, III, 463 [16] Araf 7/ 163; Nahl 16/ 124 [17] Elmalılı, VII, 5537 [18] Alusi, XXX, 52 [19] Razi, XXXI, 69 [20] Müslim, Nikâh, 141; İbn Mâce, Nikâh, 61 [21]
Ebû Davut, Nikâh, 48; Nesai, Nikâh, 55; Ahmed b. Hanbel, III, 22, 49, 51 [22]
Buhari, Kader, 4 [23] Elmalılı, VII, 5605 [24]
Kamus, III, 661 [25]
Razi, XXXI, 87; Elmalılı, VII, 5648 [26]
Rahman 55/ 7–9 [27]
Hadid 57/ 25 [28]
Elmalılı, VII, 5651 [29]
Razi, XXXI, 172 [30] Elmalılı, VII, 5809 [31] Hulasat-ül Beyan, XV, 6446 [32] Alusi, XXX, 127 [33] Hulasat-ül Beyan, XV, 6458 [34] Elmalılı, VII, 5841 [35] Kamus, I, 300 [36] Necm 53/ 39 [37] Müfredat, s, 233 [38] Elmalılı, VIII, 5874 [39] Kamus, I, 582 [40] Alusi, XXX, 148 [41] Alusi, XXX, 163 [42] Elmalılı, VIII, 5905
|
. |