. | FURKAN SURESİ Furkan
Suresi 25/ Ayet: 67 “Onlar, harcadıklarında ne israf
ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” Daha önce de geçtiği üzere[1]
infak, üretim, tüketim ve mübadele anlamlarına gelir. İsraf ise herhangi bir şeyde
haddi aşmak diye tarif edilir.[2]
Bu ayette infakta yani yatırım ve tüketimde israf yapılmaması gerektiği ve ihtiyaçtan
kısılmaması lazım geldiği belirtilmektedir. İsraf ne kadar zararlı ise ihtiyacı
temin ve tatmin etmemek de o kadar zararlıdır. Bu anlamda taktîr bir
şeyi lüzumundan daha eksik ve noksan yapmak diye tarif edilmektedir.[3] Buna göre İslam âlimleri malı
israf etmek de yok, ihtiyaç miktarından daha az tutup kısmak da yoktur, derler[4]
Ancak adalet ve denklik vardır diyerek bunların biri diğerini ayakta tuttuğunu söylerler.
Bizim âlimimiz Elmalılı da işte iktisat denilen
şey de budur diyerek adeta İslam ekonomisinin tarifini yapmıştır.[5]
Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- İsraf, her hangi bir şeyde haddi
aşmak ve aşırı gitmektir. 2- Yatırım ve tüketimde ne ifrat ve
ne de tefrit yapılır. İsraf yapmak da zararlıdır, yatırımları kısmak da
zararlıdır. Onun için her şeye ihtiyaç kadar önem verilerek denge sağlanır. 3- Yatırım ve tüketimlerde ihtiyacı
kısmak da zararlıdır. 4- İfrat ve tefritten sakınarak
adalet ve denklik gösterilir ve her şeye ihtiyaç kadar önem verilir. 5- Aşırı yatırımlar zararlıdır. 6- Yatırımları kısmak da
ekonomiler için zarar getirir. 7- Yatırımlar ihtiyaç kadar yapılmalıdır. 8- Aşırı tüketim ekonomi için
zarar getirir. 9- Cimrilik yaparak tüketimleri
haddinden ziyade kısmak zarar getirir. ŞUARA SURESİ Şuara
Suresi 26/ Ayet: 109 “Buna karşılık sizden hiçbir
ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” Bu ayette Peygamber davetine ve
nasihatine karşılık bir ücret istemediğini açıkça söylemektedir. Öyleyse hak
davetçileri ve nasihatçiler halktan bir ücret istememelidirler. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Hak davetçileri halktan bir ücret
almamalıdırlar. 2- Nasihatçiler halktan bir ücret
istememelidirler. Şuara
Suresi 26/ Ayet: 155 “Salih Peygamber şöyle dedi: “İşte
bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su
içme hakkınız vardır.” Bu ayet kuyularda bulunan suların
insanlarla hayvanlar arasında taksim edilmesi ile ilgilidir.[6]
Su ve suların taksimi hakkında daha önce de biraz açıklama yapılmıştı.[7]
Şirb : Sözlük
olarak su hakkı demektir. İslam hukukunda ise içmek, kullanmak, hayvan ve tarla sulamak
için su alma hakkına denir.[8]
Ayette gün denilmekle suyun taksimi zamana bağlanmıştır.[9] Hz. Peygamber su, ot ve ateş Müslümanlar
arasında ortaktır buyurmakla[10]
sularda asıl olan herkesin malı olması esasını getirmiştir. Bu sebeple İslam Hukukçuları
suları birkaç kısma ayırmışlar ve kapların içine konulmuş olan suların
dışındaki sularda mülkiyeti kabul etmemişlerdir. Böylece onlar suları dört kısma
ayırmış bulunmaktadırlar: 1- Birey mülkiyeti altında bulunan
sular. Bunlar bir kap içersine konulmuş olan sular olup kişi elde etmiş olduğu bu
suyu satabilir, hibe edebilir ve bu su üzerinde bütün mülkiyet halklarını
kullanabilir.[11]
Başkalarının bunda hiçbir hakkı yoktur. Ancak sahibi fazla olan suyu içmek için
isteyenlere satmak mecburiyetinde olur.[12] 2- Havuz, kuyu ve kaynak suları:
Bunlar ister sahipli ister sahipsiz bir toprakta bulunsun sahibinin mülkiyeti altında
olmayıp herkesin faydalanabileceği sulardır. Fakat böyle suların özel bir durumu
olduğundan insanın içmesine ve hayvanını sulamasına hiçbir suretle engel olamamakla
beraber zirai sulamalara izin vermeyebilirler. Ancak su fazla gelip kendi ekin ve ağaçlarından
artarsa engel olamayıp ücretsiz olarak izin vermek zorunda kalır. 3- Köy ve kasaba gibi topluluklara
ait olan küçük nehirler: Bu sular, topluluğun olmakla bireylerin yalnız başlarına
bir tasarrufta bulunamadığı sular olup hiçbir canlının içmesine mani olamazlar.
Ancak zirai sulama için isterlerse izin verebilirler.[13]
4- Dicle ve Fırat gibi büyük
nehirler: Bunların suları bütün Müslümanlar arasında ortak olup herkes bundan içme
ve sulama hakkına sahiptir. Her millet bu sulardan faydalanabilir, arazilerini
sulayabilir. Bu su bazılarına yasaklanarak diğerlerine tahsis edilemez.[14] Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- İçme suları bütün canlılar
arasında müşterektir. 2- Toprakta bulunan sular kimsenin mülkiyeti
altına alınamazlar. 3- Sular insanların içmesi ve
kullanması, hayvanların ve bitkilerin sulanması sırasına uygun olarak tüketilip
kullanılır. 4- Sular önce insanların içmesine
sonra kullanmasına, sonra hayvanların sulanmasına sonra da ağaç ve bitkilerin
sulanmasında harcanıp kullanılır. 5- Su, ot ve ateş üzerinde bir
mülkiyet yoktur; bunlar bütün insanlar arasında müşterek bir maldır. 6- Kapların içine konulmuş bulunan
sular bu işi yapanın mülkiyeti altında olup onun bir mal gibi satılmasında herhangi
bir sakınca yoktur. 7- Topraktaki bulunan sular hiçbir
suretle bir ücret karşılığında satılamazlar.
8- Ancak içme ihtiyacını
karşılayabilen bir suyun ağaç ve bitkilerin sulanmasında kullanılması
yasaklanabilir. 9- Hayvanların su içme hakları
bitkilerin sulanmasından önce gelir. 10- Dicle ve Fırat gibi büyük
ırmakların suları beynelmilel olup bütün insanların faydalanmasına açıktır.
Bunlardan her millet faydalanabilir. 11- Bitkilerin ve ağaçların
sulanması ancak insan ve hayvanların içmelerinden arta kalan sularla yapılır. Şuara
Suresi 26/ Ayet: 181–183 “Ölçüyü tam yapın, eksik;
verenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın; insanların mallarını ve haklarını
eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” Bahs : Daha
önce de geçtiği üzere[15]
eksik ve noksan yapmak, (malın ve paranın) değerini düşürmek demektir. Elmalılı
Muhammed Yazır bu ayeti halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin şeklinde, tercüme
etmekle[16]
suni fiyat dalgalanmalarının ne kadar zararlı olduğunu ayetin sonundan çıkarıp
anlamaya yardımcı olmuştur. Konyalı Mehmet Vehbi de bunu nasın mallarının narhını
aşağıya indirmeyin diye açıkça yazmıştır.[17] Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Ticari hayatta ölçü ve tartılarda
eksik ve noksan yapmak haramdır. 2- Ölçü ve teraziler her türlü arızadan
uzak olarak tam ve doğru tartmalıdırlar. 3- Malların fiyatlarını düşürmek
insanların eşyasına zarar ve ziyan getirir. 4- Paraların değerini düşürmek
insanların hukukuna zarar getirir. 5- Malların alış verişinde sağlam
ve doğru terazilerle tartmak esastır. NEML SURESİ Neml
Suresi 27/ Ayet: 89 “Her kim iyi amel getirirse, ona
ondan daha hayırlısı vardır. Onlar o gün korkudan emindirler.” Bu ayette iyi bir iş ve iyi bir
hareket ve davranışın daha iyi sonuçlara sebep olup götüreceği belirtilmektedir.
Ekonomide artık değer adı verilen konunun da burada yer bulacağını kabul ediyoruz. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- İyi bir çalışma daha iyi ve
daha faydalı neticelerin doğmasına sebep olur. 2- İyi bir hareket ve davranış iyi
bir karşılık ve mükâfatı hak eder. 3-İyi ve kaliteli bir çalışma,
artı değer üretimine sebep olur. KASAS SURESİ Kasas
Suresi 28/ Ayet: 26 “Kızlardan biri, “Babacığım, onu ücretle tut.
Herhâlde ücretle tuttuklarının en
hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu adam olacaktır” dedi.” Bu ayete dayanarak kendisine iş
verilecek kimsenin ifasına memur edileceği işi başarabilecek kudret ve kabiliyete haiz
bulunması bir de emniyetli olması gerektiği esası çıkarılmıştır.[18]
Bir malın üretilmesinde sadece
kuvvet ve emniyet yeterli değil, ayni zamanda bilgi ve zekâya da ihtiyaç vardır. Bu
vasıflar da emniyet sıfatına dâhildir.[19]
Burada işçinin bilgili Müslüman ve saire gibi sıfatları hakkında sükût edildiğinden
bu konudaki tatbikatı hadislerden daha iyi anlıyoruz. Gayri Müslimlerin ve müşriklerin
zaruret anında ücret ile tutulmaları caizdir.[20]
İnsanların kuvvet ve kabiliyetleri farklı olduğuna göre ücretlerin de farklı
olması doğaldır. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Kendilerine iş verilen işçilerin
bu işi yapabilecek bilgiye sahip olmaları gerekir. 2- Kendilerine iş verilen işçilerin
işi yapabilecek güç kuvvet ve kabiliyete sahip olmaları gerekir. 3- Kendilerine iş verilen işçilerin
işi yapabilecek emniyete sahip olmaları gerekir. 4- Gayri Müslimlerin ve müşriklerin
zaruret anında ücretle tutulmalarında bir sakınca yoktur. 5- İşçi ve memurların ücretleri
farklı olabilir. Kasas
Suresi 28/ Ayet: 27 “Şuayb, “Ben, sekiz yıl bana
çalışmana karşılık, şu iki kızımdan birisini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer
sen bunu on yıla tamamlarsan, o da senden olur. Ben seni zora koşmak da istemiyorum.
İnşallah beni salih kimselerden bulacaksın” dedi. Bu ayeti bütün fıkıh kitapları
icare bahsinde almışlardır. İnsan, hayvan veya herhangi bir eşyayı kiraya vermeye
icare denir. Bunun en güzel tarifi şudur: Belli bir menfaati belli bir ücret karşılığında
satmaktır.[21] Bu kiralama işi insanların ihtiyaçlarından
doğmuştur. Çünkü herkesin evi, toprağı ve bineği olmayabilir. Zengin fakirin
emeğine muhtaç olduğu gibi, fakir de zenginin malına ve sermayesine muhtaçtır.
İşte icare sözleşmesi ile bu ihtiyaçlar giderilip tatmin edilmiş olur.[22]
Kiraya sadece kullanılmakla
bitmeyen-tükenmeyen mallar verilebilir. Çünkü icar mesela bir evde oturmak ve emeği
satmak gibi faydalanmanın satılmasıdır. Ancak meyvesi için bir ağaç kiraya
verilemez. Zira meyve ayni bir maldır, menfaat değildir.[23]
Kiraya verilen şeyden faydalanma
aynı zamanda mümkün ve mübah olmalıdır. Bu sebeple mesela haksız yere adam
öldürmek için bir kimseyi ücretle tutmak olmadığı gibi bitek olmayan bir araziyi
ziraat için kiraya vermek ve yük taşıtmak için hasta bir hayvanı kiralamak da caiz
değildir.[24] İnsanın emeği bir menfaattir. Yani
bir işçi emeğini satmakla kendisini kiraya vermiş olur. İslam hukukçuları ayni bir
mal ile emeği ayırmışlar, bunlardan her birini ayrı ayrı kural ve kanunlara tabi
tutmuşlardır. Mal gözle görülüp elle tutulur bir madde olarak var olan bir şeydir.
Emek ve menfaat ise böyle değildir; o bu vasıflara sahip değildir. Menfaatin sözleşme
anında mevcut olup olmadığı konusunda tartışma vardır.[25]
Bu sebepten dolayı yapılacak işin zamanı ve ücreti belirtilmesi gerekir.[26]
Bir malın mülkiyetinin bir bedel karşılığında başkasına devredilmesine bey’ : mübadele;
karşılıksız devredilmesine ise hibe denir. Faydalanmanın bir bedel karşılığında
devredilmesine icare, karşılıksız ve bedelsiz olarak devredilmesine ise ariyet adı
verilir.[27] Ayette hizmetin zamanı-vakti
belirtilmekle beraber yapılacak iş hakkında bir bilgi verilmemektedir. Fakat ücret açıkça
bildirilmiştir. Ücreti işçi ile işveren kendi aralarında serbestçe tayin
edecekleri, ayetin umumi muhtevasından anlaşılmaktadır. Zaten İslam ekonomik düzeni
işçiye makul seviyede bir ücreti tespit ederken sermaye sahibinin iş vermemek
suretiyle gelecek herhangi bir haksızlığa karşı devlet bütçesinden asgari geçim
hakkı-fakirlik yardımı tanır. İslam ekonomisinde iş ve çalışma hayatında
uyulması gereken ücret seviyesi ise işçiye işverenin yediğini yedirecek ve
giydiğini giydirecek düzeyde bir ücret olmalıdır.[28] Kapitalizmin ücret için geliştirdiği
tunç kanunu, doğal ücret, ücret fonu nazariyesi gibi kavramlar teoriden öteye
geçememiştir. Ayrıca bunların uygulamaları doğal ve adil olmaktan çok uzak kalmışlardır.
Onun için ücretlerin işçi ile işverenler arasından serbest bir şekilde tespit
edilmesi gerekir. Bu da zamanın piyasasına ve fiyatların durumuna uygun bir şekilde
ayarlanır.[29] Ayeti göz önünde tuttuğumuz zaman
ücretlerin farklı olacağı, bilgi, kuvvet ve kabiliyetlerin durumuna göre uygun
gelecek bir şekilde değişebileceği düşünülebilir. Bugün emek birimlerinin yaşa,
cinse, kabiliyete, sahip olduğu ayırıcı niteliklere göre yapılan ücret farklılaştırılması[30] İslami görüşe yakındır diyebiliriz. Ücret karşılık
manasına gelen ecr kökünden gelir. Ücretin
örfe göre takdir edilmesi doğrudur. Hem bu tayin ve takdir edilen ücretin belli ve
mütekavvim bir mal olması gerekir.[31]
Bir de bu konuda Hz. Peygamber’in işçiye ücretini teri kurumadan veriniz diye bir
emirleri vardır.[32]
Bu hadis ücretin anlaşmalarda özel bir madde bulunmadığı zaman ücretin iş bitince
hemen ödenmesini gerektirir.[33]
Bir ücret tayin edilmediği zaman ise örf ve o yerin âdeti ne ise onunla amel edilir.[34] İşçiler İslam ekonomisinde özel
ve genel olmak üzere iki kısma ayrılır. Özel işçiler aylıklı hizmetçi gibi yalnız
çalıştığı kimseye çalışıp başkasına iş yapmayan kimselerdir. Bugünkü devlet
memurlarını bu statüye dâhil edebiliriz. Genel işçi ise terzi ve berbere gibi
herkese iş yapan kimselerdir. Özel işçi kendisini zaman içersinde tahsis ettiği için
çalışmasa bile ücret almaya hak kazanır.[35]
Hz. Peygamber’in icarenin öğleye,
ikindiye ve geceye kadar devam ettiğini bildiren üç hadisi bulunmaktadır.[36]
Bunların hepsi de bir gün hükmünde kabul edilebilir. Hz. Peygamber bunları böyle
söylemekle belli bir zamana kadar belli bir ücretle insan çalıştırmanı, icarenin
sahih olduğunu bildirmek istemiştir. Bununla aynı zamanda günün bir parçasını
icare yapmanın caiz olduğu da anlaşılır.[37]
Tecrid Sarih’te de buna paralel bir neticeye varılarak bu hadislerden maksat bir günün
tamamında veya bazı kısımlarında bir işçinin çalıştırmak üzere ücretle
tutulmasının sahih olduğunu bildirmektir, denilmiştir.[38] Buna göre saatlik ücret tayin edilerek bir iş gününde
üç, beş, sekiz…on saat çalışılabilir. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Kullanılmakla bitip tükenmeyen
malların bir ücret karşılığında kiralanması caiz olup buna icare adı verilir. 2- İcare belli bir menfaati belli bir
ücret karşılığında satmaktır. 3- Bir menfaatin karşılığına
ücret adı verilir. 4- Malın mülkiyetinin devrine bey’:
mübadele, menfaatin mülkiyetinin devrine ise icare adı verilir. Emek mal değil bir
menfaattir. 5-
İcar, insanın ihtiyaçlarını gidermek üzere bulunmuş olan zaruri bir yoldur. 6- Fakir zenginin malına muhtaç ise
zengin de fakirin emeğine muhtaçtır. 7- Kullanmakla bitip tükenen mallar
kiraya verilemez. Bunlar ancak satılabilirler. Buna göre mesela su kuyusu, sütü için
inek meyvesi için ağaç kiralanamaz. 8- Kiraya verilen şeyden faydalanmak
mümkün ve mübah olmalıdır. Bu sebeple yerinden kalkamayacak kadar hasta olan bir
hayvanı yük taşımak için kiralamak ve adam öldürtmek için birisini ücretle tutmak
caiz değildir. 9- Bir işçi emeğini satmak
suretiyle kendisini kiraya vermiş olur. 10- Yapılacak bir işin ücreti işçiye
onu yapacak işçiye bildirilmelidir. 11- Bir işçi ile bir anlaşma
yapıldığı zaman yapılacak işin mahiyeti ve zamanı belli olmalıdır. 12- Ücret (veya kira) faydalanılan
menfaatin (emeğin veya kullanmanın) karşılığıdır. 13- Ücret işçi ile işveren
arasında serbest bir şekilde takdir edilir. 14- Ücret takdir ve tayin edilmediği
zaman örf ve o yerin âdetine göre takdir edilir. 15- İş bitince işçinin ücreti
teri kurumadan hemen kendisine ödenir. 16- Herkesin bilgi, kuvvet ve
kabiliyeti farklı olduğuna göre ücretlerin de farklı olması doğaldır. 17- Ücrette tunç kanunu, doğal
ücret ve ücret fonu nazariyesi gibi teorik kavramların pratik uygulamasının
hakkaniyet ve adaletle bir ilgisi yoktur. 18- Ücret kişinin bilgi, kuvvet ve
kabiliyetine göre takdir edilir. 19- Ücret belli olup mütekavvim bir
maldan ödenmesi gerekir. 20- Belirlenmiş olmak şartıyla günün
her bir parçasında ücretle çalışmak caizdir. 21- Gün doğumundan gün batımına
kadar tam bir iş gününde çalışmak da caizdir. 22- Bir işçi öğleye, ikindiye veya
akşama kadar ücretle çalışabilir. 23- Bir saatlik ücret tayin edilerek
günlük çalışmalar yapılabilir. 24- Saatlik, günlük, haftalık,
aylık ve yıllık işçi tutulabilir. 25- İşçiler çalışma şekli ve
statüsüne göre özel ve genel olmak üzere iki kısma ayrılırlar. 26- Ücreti zaman ile ölçülen işçiye
özel işçi denir. Mesela aylıklı bir hizmetçide olduğu gibi. 27- Özel işçi çalışmasa da
zamanını tahsis ettiği için ücret almaya hak kazanır. 28- Genel işçi ise ücreti yaptığı
iş ile ölçülen çalışana denir. Mesela terzi ve berber gibi kimseler bu kategoriye
girerler. 29- Genel işçiler ancak çalışıp
iş yaptıkları zaman bir ücrete hak kazanırlar. Kasas
Suresi 28/ Ayet: 58 “Biz nimetler içinde şımaran nice
memleket halkını helâk etmişizdir. İşte kendilerinden sonra içlerinde pek az
oturulmuş yurtları! (O yurtlara) biz varis olduk, biz.” Batar :
İfrat üzere sevinçli olmak demektir.[39]
Bu zengin olan bir kimsenin Allah’ın hakkını muhafaza etmeyip malında sui istimal
ederek azgın olmasıdır diye açıklanmıştır.[40]
Rağıb bu kelime hakkında nimetin kötüye kullanılmasından, hakkına az riayet
edilmemesinden ve yerinde sarf edilmemesinden dolayı insana arız olan dehşet ve
şaşkınlıktır der.[41] Bu ayette bolluk ve refah içersinde
olan ülkelerin mallarını yerinde ve iyi bir şekilde kullanmadıkları hususu dolaylı
olarak anlatılmakla birlikte maîşet : geçimden bahsedilmesi önemlidir. Rağıb’ın
da bahsettiği gibi bu ülkeler mallarını yerinde kullanmamakta, hakkını vermemekte ve
kötüye kullanmaktadırlar. Bundan dolayı geçimleri de bozulmakta, sosyal yardımlar
yerine getirilmemekte, zengin olan kimseler aniden fakirleşmekte, iflaslar baş göstermekte
ve neticede memleket de karışıp gitmektedir. İşte bu ayette bu durumlar dile
getirilip tasvir edildiğini görüyoruz. Ülke böylece harap olduktan sonra başka
sahiplere Allah’ın iradesiyle yaratacağı kimselere intikal etmek suretiyle tekrar
aslına ve eski haline döner.[42] Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Bolluk dönemlerinin değerini
bilmeyerek mallarını çarçur eden şımarmış ülkeler helak olurlar. 2- Geçim işlerini tam ayarlamayıp
gelir dağılımlarını düzeltmeyen ülkeler karışıp helak olurlar. 3- Sosyal güvenlik tedbirlerini
almayan ülkeler karışır, iç isyanlar çıkar ve ihtilaller baş gösterir. 4- Vergilerini vermeyen ülkeler,
çökerek yeryüzünden silinirler. 5- Ekonomik sebepler yüzünden
çöken ve tarih sahnesinden silinen ülkelerin mirası Allah’a intikal eder. Kasas
Suresi 28/ Ayet: 76 “Şüphesiz Karun, Musa’nın
kavmindendi. Onlara karşı azgınlık etti. Biz ona, anahtarlarını (bile taşımak) güçlü
bir topluluğa ağır gelecek hazineler verdik. Hani, kavmi kendisine şöyle demişti:
“Böbürlenme! Çünkü Allah, böbürlenip şımaranları sevmez.” Kuran’da siyasi alandaki zulüm ve
istibdadı Firavun temsil ederken, mali ve ekonomik alandaki istibdat ve ihtikârcılığı
da Karun yüklenip üstlenmiştir. Çünkü Karun Allah’ın kendisine verdiği o kadar
malı mülkü ihtikâr ederek serveti hapsetmekle ülkede fesat çıkarmış ve halka
zulmetmiştir.[43] Bağy :
Aranılan bir nesnede tecavüz-ü iktisadı istemek demektir. Bu tecavüz ister miktarda
ister vasıfta olsun ister gerçekleşsin ister gerçekleşmesin[44]
zulmetmek anlamına da gelir.[45] Böylece Karun’un halka zulmettiği
anlaşılmakta ancak nasıl zulmettiği açıklanmamaktadır. Tefsirler malı yüzünden
zulmetti ve vergisini vermedi. Kibirlendi, hakkı olmayan şeyi istedi. Fakirleri istihfaf
etti ve haklarına riayet etmedi gibi yorumlarda bulunmuşlardır.[46] Ayette kenz : hazine kelimesinin kullanılmasıyla Karun’un
mallarını ihtikar yaptığı mecazi olarak bildirilmektedir. Çünkü o malının zekâtını
vermemekteydi.[47]
Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Karun tipik bir kapitalist
zihniyetini temsil eder. 2- Kapitalist bütün malların
kendisinin olmasını ister. Böylece kendisine farklı bir muamele yapılmasını arzu
eder. 3- Kapitalist malını ihtikâr
etmekle halka büyük bir zulmetmiş olur. 4- Firavun siyasi istibdadın Karun
ise ekonomik istibdadın temsilcileridirler. 5- İhtikâr yapmak malı ve serveti
hapsetmek demek olduğundan bunu yapan kimseler en büyük zulmü işlemiş olurlar. Kasas
Suresi 28/ Ayet: 78 “Karun, “Bunlar bana bendeki bilgi
ve beceriden dolayı verilmiştir” dedi. O, Allah’ın kendinden önceki nesillerden,
ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş kimseleri helâk etmiş olduğunu
bilmiyor muydu? Suçlulukları kesinleşmiş olanlara günahları konusunda soru sorulmaz
(Çünkü Allah hepsini bilir).” Ayette ifade edildiği üzere Karun,
bu kadar zenginliği ve sermayeyi kendisinde bulunan bir ilim sebebiyle kazandığını
iddia ediyor. Bu ilmin ne ilmi olduğu hakkında birkaç görüş vardır. Bunlardan biri
de burada bizimle ilgili olan ticaret, ziraat ve çeşitli kazanç yollarının ilmidir.
Yani bizim buna ekonomi ilmi diyebileceğimiz bir ilmi yorumcuların da farklı
kelimelerle söylemiş olmaları önemlidir.[48] Ayette Karun’un iddiası
nakledildikten sonra Allah’ın ondan daha çok kuvvetli ve daha zengin olanları helak
ettiği anlatılmaktadır. Karun ve Karun gibi olan kapitalistlerin yaptıkları ve
yapacakları bu olduktan sonra netice helakten başka ne olabilir. Çünkü insan hayatı
içtimai bir mukaveleye bağlı olarak cemiyet-toplum halinde bir yaşayıştır.[49]
Ekonomik hayat da doğal bir hayattır. Bütün toplumun ortaklaşa olarak yaşadığı
bir hayattır. Bu hayatın suni-yapay olarak düzenlenmesi mümkün değildir. Eğer bir müdahale
edilirse mutlaka zarar verir. Mesela mal arzı arttığı zaman fiyatlar düşer, talep
arttığı zaman ise fiyatlar yükselir. Biz bunu bilebiliriz. Ancak kendimiz yapmaya
kalktığımız zaman tam yüzde yüz tespit edemeyeceğimiz için düzeni-sistemi
zedelemiş oluruz. Mesela haşhaş üretimini ele alalım Önce her toprağın kendisine göre
elverişli olduğu bir bitki türü vardır. Her toprak her bitkiyi aynı derecede
bitiremez. Öyleyse toprağa en elverişli olan bitkiyi ekmek gerekir. Haşhaş fiyatları
düşük veya yüksek tutulduğu zaman haşhaş tarlasına pamuk veya pamuk tarlasına
haşhaş ekildiği görülür. Bu durum ise milli gelir açısından zararlıdır. Böylece
yara alan ekonomik düzenin gemisi bir batmaya doğru gider. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Ekonomik hayat doğal bir
hayattır. Ona suni-yapay müdahaleler yapıya zarar getirir. 2- Kapitalistler sadece ferdi geliri düşünür
milli gelir ile ilgilenmezler. 3- Kapitalistler kazandıkları
sermayelerinde toplumun hiçbir etkisi ve katkısı olmadığını iddia ederler. 4- Bir malı üretme ve kazanma,
sermaye sahibi olma ve iş yapma ancak bir toplum içersinde gerçekleşir. Bir üretim
yapılırken toplumdan mutlaka faydalanılır. 5- İnsana düşen var olan doğal
ekonomik düzenin kanunlarını keşfetmektir; yoksa insan bu konuda bir kural getirmeye
ve kanun koymaya etkili ve yetkili değildir. 6- Kapitalist zihniyetli kimseler
kendilerine farklı bir muamele yapılmasını isteyerek toplumda ayrı sınıfların
doğmasına sebep olurlar. [1] Bakara 2/ 3 [2] Elmalılı, V, 3613 [3] Hulasat-ül Beyan, X, 3862 [4] Alusi, XIX, 46 [5] Elmalılı, V, 3613 [6] Alusi, XIX, 114 [7] Araf 7/ 160 [8] İbn Abidin, V, 281 [9] Kasani, VI, 188 [10]
Ebû Dâvud, Büyû', 60; İbn Mâce, Ruhun, 16; Ahmed b. Hanbel, V, 364 [11] Ebu Yusuf, Kitab-ül Harac, s, 161; Serahsi, Mebsut, XXIII, 165 [12] Kasani, VI, 188 [13] Serahsi, Mebsut, XXIII, 164 [14] Ebu Yusuf, Kitab-ül Harac, s, 163; Kasani, VI, 192 [15] Bakara 2/ 282; Araf 7/ 85 [16] Elmalılı, V, 3640 [17] Hulasat-ül Beyan, X, 3945 [18] Kamil Miras Tecrid Sarih, VII, 23 [19] Razi, XXIV, 242 [20] Buhari, İcare, 3; Ayni, XII, 82 [21] Serahsi, XV, 74; Kasani, IV, 173; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye, VI, 156 [22] Serahsi, Mebsut, XV, 75; Kasani, Bedayi, IV, 174 [23] Kasani, Bedayi, IV, 175 [24] Seyyid Sabık, Fıkh-üs Sünneh, III, 182 [25] Buhari, İcare, 5–9; Serahsi, Mebsut, XV, 75 [26] Buhari, İcare, 5–9; Serahsi, Mebsut, XV, 74–75 [27] Serahsi Mebsut, XV, 74 [28] Muhammed Fazlurrahman Ansari, Komünizme Karşı İslam, s, 24–25 [29] Muhammed İsmail, İslam ve Çağdaş Ekonomik Doktrinler, s, 24–25 [30] Yüksel Ülken, Ak İktisat Ansiklopedisi, s, 932 [31] Seyyid Sabık, Fıkh-üs Sene, III, 177–188 [32] İbn Mâce, Ruhun, 4, No: 2443; [33] Serahsi, Mebsut, XV, 76 [34] Kamil Miras, Tecrid Sarih, VII, 57 [35] Burhaneddin Merğınani, Hidaye, III, 179 [36] Buhari, İcare, 8–11 [37] Ayni, XII, 87 [38] Kamil Miras, Tecrid Sarih, VII, 33 [39] Kamus, II, 165 [40] Hulasat-ül Beyan, X, 4124 [41] Müfredat, s, 50 [42] Alusi, XX, 98 [43] Elmalılı, V, 3755 [44] Müfredat, s, 55 [45] Kamus, IV, 877 [46] Razi, XXV, 13; Beyzavi, IV, 132; Alusi, XX, 110 [47] Alusi, XX, 110 [48] Alusi, XX, 113; Elmalılı, V, 3755; Hulasat-ül Beyan, X, 4145 [49] Elmalılı, VII, 5456
|
. |