. | TEVBE SURESİ “ Bu,
Allah ve Resulünden, kendileriyle antlaşma
yapmış olduğunuz müşriklere kesin bir uyarıdır.” Bu ayet müşriklerle sözleşme
yapılabileceğini göstermektedir.[1]
Yalnız müşrik kelimesi burada topluluk çoğulu kalıbında geldiği için onların
devlet ile bir sözleşme yapabilmeleri için bir organize bir toplum halinde olmaları
şarttır. Berâet : Sağalmak,
bir kötülükten uzaklaşmak demektir.[2]
Burada siyasi hukuk ve savaş açısında yardımı ve alakayı kesmek, saldırmazlık
anlaşmasını kaldırmak anlamına gelir[3]
ki, bir devletin başka bir devlete anlaşmayı kaldırarak harp etmek ve savaşmak üzere
bir nota ve ültimatom (kesin uyarı) vermesidir.[4] Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Müşriklerle sözleşme
yapılabilir. Ancak İslam devleti ile sözleşme yapacak olan müşriklerin organize-düzenli
bir toplum olmaları şarttır. 2- Sözleşmeyi ve saldırmazlık
anlaşmasını bozan taraf karşı tarafa anlaşmayı bozduğunu, feshedip
kaldırdığını bildirmesi ve belli bir müddet tanıması gerekir. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 2 “Artık yeryüzünde dört ay daha
dolaşın. Şunu bilin ki, siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz; Allah ise, inkârcıları
perişan edecektir.” İki toplum arasındaki güvenlik anlaşması
onlardan biri tarafından kaldırıldığı zaman dört ay müddet verilir. Bu zaman zarfında
düşman taraf yine güvenlik içersinde bulunur. Buradaki dört ayın hangi aylar olduğu
hususunda ihtilaf edilmiştir.[5]
Eşhür: aylar kelimesi belirsiz olarak geldiği
için burada mutlak bir müddet bildirildiğini söyleyebiliriz. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Saldırmazlık anlaşmaları tek
taraflı olarak bozulduğu zaman karşı tarafa dört aylık bir müddet tanınır. 2- Kendilerine dört aylık bir müddet
verilen kimseler bu zaman içersinde istedikleri yere gidebilirler ve istedikleri şeyi
yapabilirler. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 3 “Hacc-ı Ekber gününde, Allah ve
Resulünden bütün insanlara bir bildiridir: Allah ve Resulü, Allah’a ortak koşanlardan
uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz,
şunu iyi bilin ki, siz Allah’ı aciz bırakabilecek değilsiniz. İnkârcılara, elem
dolu bir azabı müjdele!” Ezânün :
Bu, i’lâm, bildiri demektir.[6]
Ayette bu bildirinin Hacc-ı Ekber günü yapılacağı ve nâs: insanlar denilmek
suretiyle bütün insanlara yapılacağı bildirilmektedir. Hacc-ı Ekber hakkında ihtilaf
edilmiştir. Buna arife günü diyenler de vardır.[7]
Bunun tartışmasına girmeden Arafat ve arafa gününü kabul ederek insanlar denildiği
için Müslümanların kendileri ile anlaşma yaptığı milletlerin de Hacda Arafat’ta
toplantıya katılabileceklerini söyleyebiliriz.[8] Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Müslümanlar ve Müslümanlarla
anlaşma yapmış olan diğer müttefik milletler Hacca ve Arafat toplantısına
katılabilirler. 2- Müslümanlara ilan edilecek ve
Müslümanlarla barış içinde yaşayan diğer milletlere bildirilecek bütün meseleler
(kararlar, icmalar ve sözleşmeler) ilan edilerek bildirilir. 3- Hacda ilan edilecek hususular arife
günü Arafat toplantısında yapılır. 4- Arife günü ilan edilen hususlar
her türlü yayın ve haberleşme vasıtaları ile bütün dünyaya duyurulur. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 20 “İman edip hicret eden ve Allah
yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha
üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.” Bu ayette dört vasıf zikredilmekte
ve bu vasıflara sahip olanların Allah’ın yanında hacılara su veren ve Mescidi Haram’ı
imar edenlerden daha büyük bir dereceye sahip oldukları açıklanmaktadır.[9]
Burada iman, hicret, mal ile savaş ve can ile savaş olmak üzere zikredilen dört vasıftan
son ikisi memleket savunması ile ilgili olup devleti idare edenler, onu savunanlar
olduğu düşünülebilir. Bu büyük bir ibadettir. Memleket savunmasına
katılmayanların canları ve malları ancak vergi vermeleri halinde güvenlik altına
alınır. Çünkü cizye vergisi savaşa katılmama karşılığı olarak verilen bir
vergidir.[10]
Bu savaşan kimselerin (büyük
dereceleri vardır) ifadesinden devleti idare etme hak ve vazifesinin devlet savunmasına
katılanların olduğunu söyleyebiliriz. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- İslam düzenini kurduktan sonra
onu korumak için malını ve canını vererek savaşmak büyük bir ibadettir. 2- İslam devletini idare etme hak ve
vazifesi mal ve canlarıyla devlet savunmasına katılarak savunan ve savaşan
kimselerindir. 3- Devlet savunmasına ve bu konuda
savaşa katılmayan kimselerin devlet sınırları içersinde çalışıp yaşama hakkına
sahip olabilmeleri ve can ve mal güvenliklerinin sağlanabilmesi için vergi (cizye
vergisi) vermeleri şarttır. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 24 “De ki: “Eğer babalarınız,
oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesata
uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan,
peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri
gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.” Bu surenin ilk ayetinden beri İslam
devlet düzenini korumak için savaşa izin verilmekte olduğunu anlıyoruz. Bu ayette de
aile düzenini ve akrabalar, ticaret ve malların kamu düzeni içersinde bir işe
yarayıp icabında bunların düzeni koruyan cihad uğruna feda edilmesi gerektiği
bildirilmektedir. Ayette ayrıca mal, mülk, ev ve akrabasından ayrılmayıp cihada
gitmeyen kimseler için bir azabın geleceği haber verilmektedir. Bu azaptan maksat
herhalde kurulu düzenin bozulması olsa gerektir. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Aile düzeni, akrabalar, mal,
mülk, mülkiyet, ticaret ve bütün değerler kamu düzeni sayesinde var olup işe
yararlar. 2- Kamu düzeninin korunması için
mal, can ve bütün değerler gerektiğinde feda edilebilir. 3- Kamu düzeni ancak cihad sayesinde
ayakta durabilir. 4- Mal ve canlarını feda edemeyip
savaşa katılmayan toplumların düzenleri bozulur, birlikleri çöker ve devletleri yıkılır.
Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 28 “Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar
ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra, Mescidi Haram’a
yaklaşmasınlar. Eğer fakir olmaktan korkarsanız, Allah dilerse sizi lütfüyle fazlından
zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Bu ayette müşriklerin Mescidi Haram’a
girmeleri yasaklanmaktadır. İmam Azam Ebu Hanife’ye göre bu yasaktan maksat müşriklerin
hac ve umre ibadetlerini yapamamalarıdır. Yoksa onlar Mescidi Haram’a girmekten men
edilmezler. Şafii, Maliki ve Hanbelî ise doğrudan doğruya Mescidi Haram’a
girmelerini yasaklamışlardır.[11]
Bir pislik karışmasıyla suyun da pis olduğu gibi, necis olan müşrikler Mescidi Haram’a
girdiklerinde Müslümanlara zarar vermekten uzak kalmazlar. Çünkü onların yanlış
adet ve davranışları Müslümanların ahlak ve hareketlerinde zaaf meydana getirebilir.[12]
Ticaret yaparak mal getirip götürmeleri sebebiyle ekonomik bir fayda sağlasalar bile
İslam düzenine karşı olmaları nedeniyle yapacakları tahribat daha fazla olur. Bunun
için ayette “Eğer fakir olmaktan korkarsanız, Allah dilerse sizi lütfüyle fazlından
zengin kılar.”, buyrulmaktadır. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Ekonomik getiri ve kazançlar uğruna
sosyal düzen feda edilemez. 2- Müslümanlar ideolojik bakımdan
kendilerine düşman olan kimselere ekonomik ilişkiler yüzünden boyun eğmemelidirler. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 29 “Kendilerine kitap verilenlerden
Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını
haram saymayan ve hak din İslâm’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek)
kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.” Cizye : Birey
başına şahsi mükellefiyet; İslam Şeriatında zimmi halk üzerine tarh edilen himaye
ve emniyet vergisinin adıdır.[13]
Cizye gayri Müslimlerin hepsinden alınması gerekli olan bir vergidir. Cizye sadece
erkeklerden alınır, kadın ve çocuklardan alınmaz.[14]
Kadın ve çocuklarla, ihtiyar erkekler savaşmakla mükellef olmadıkları için cizye
vergisinden muaf tutulurlar.[15]
Müslümanlara zekât vergisinin farz
kılınmasına karşılık zimmî halka da cizye vergisi farz kılınmıştır. Böyle
Müslüman ve zimmî her iki toplum eşit hale gelmiş olmaktadır. Çünkü
Müslümanlarla zimmîler ayni devletin tebasını-vatandaşlarını meydana getirir ve
aynı devletin yaptığı hizmetlerden faydalanırlar. Bunun için Allah bu ayetle
zimmîlerin haklarını korudukları, canlarını ve mallarını müdafaa ettikleri için
Müslümanlara cizye vergisini vermelerini farz kılmıştır.[16] Cizye erkeklerden alınıp kadın ve
çocuklardan alınmadığına göre böylece bunun bir vatan savunmasına katılmama
cezası olduğu anlaşılır. Nitekim Cassas, kadın ve çocukların savaş ehli
olmadıkları için cizye vermeyeceklerini söyler.[17] Maverdi de bu konuda şunları
yazmaktadır. Cizye ve Harac Allah’ın müşrikler üzerinde Müslümanlara tanımış
olduğu bir haktır. Bunlar üç yönden birbirine benzer ve üç yönden de biri diğerinden
ayrılırlar. Bunların tabi oldukları hükümleri de farklıdır. Benzer tarafları
bunlardan her biri boyun eğdirmek, zelil ve hakir kılmak üzere gayri Müslimlerden alınır.
Cizye ve Harac bir ganimet ve fey değildir. Bu sebeple ganimet sahipleri arasında
dağılmaz. Bunlar yılın girmesi ile vacip olur, ondan önce tahakkuk etmez.[18]
Maverdi Şafii mezhebine mensup olduğu için böyle söylemektedir. Çünkü cizye Ebu
Hanife2ye göre yılın evvelinde, Şafii’ye göre ise yılın sonunda alınır.[19] Cizye ile haracın ayrıldıkları
noktalara gelince; cizye nas ile haraç ise içtihatla sabittir. Cizyenin azı şeriatla,
çoğu içtihatla tespit edilmiştir. Harac ise onun azı da çoğu da içtihatla tespit
edilmiştir. Cizye küfür sıfatı devam ettiği sürece alınır. Kişi Müslüman
olunca düşer. Hâlbuki haraç arazisinin sahibi Müslüman olsa bile bu haraç vergi
devam edebilir. Bu cizye kelimesi aynı zamanda
karşılık anlamını taşıdığı için Müslümanlarla zimmîlerin verdikleri
vergilerin karşılıklı olması gerekir. Zimmîler kırkta birlere karşı ticaret öşrü
verirler. Onda birlere (öşürlere) karşı haraç öderler. Beşte birlere karşı da
fey öderler diyebiliriz. Hemmam
İbn Münebbih bu Ebu Hüreyre’nin bize Hz. Peygamber’den naklettiği bir hadistir,
dedi. Ebu Hüreyre dedi ki, Allah Resulü üzerlerine at ve deve koşturmadığınız
halde yani harp yapmadan küffar beldelerinden herhangi birine geldiniz ve ahalisi ile bir
mal üzerinde anlaşma yapıp orada ikamet ettiniz ise onlardan aldığınız bu fey olur
ki, onun sarf yeri Müslümanların tamamıdır.[20] Cizyenin ne kadar olacağı hususu
kaynaklarda belirlenip açıklanmıştır. Mesela Ebu Yusuf bu konuda aynen şöyle
demektedir. Hali vakti yerinde olan zengin kimselerden 48 dirhem, orta hallilerden 24
dirhem, rençperlik ve amelelik gibi işlerde eliyle çalışan muhtaç kimselerden 12
dirhem cizye alınır. Cizye seneliktir.[21]
Böylece Hanefiler tarafından zimmî halk zengin, orta halli ve fakir olmak üzere üç kısma
ayrılmaktadır. Birinci kısım 48, ikinci kısım 24, üçüncü kısım ise 12 dirhem
öder. Bu aylara göre her ay bir dirhem olmak üzere yapılan bir hesaptır. Bugün 5
dirhemin karşılığı bir koyun olarak kabul edilirse cizye on koyun olarak düşünülebilir.
Şafiiler ise cizyede zengin fakir ayırmazlar. Bu şekilde cizye beş bin lira ile on bin
lira arasında tespit edilebilir. Cizye kelimesi belirli olarak
getirildiği için zimmîlerden alınan cizye vergisinin belli ve artırılıp
eksiltilemez olduğunu anlayabiliriz. Ayrıca i’tâ
kelimesinin kullanılmasından cizyeyi mükelleflerin getirip kendilerinin vereceği
ve bunlardan alınacak vergilerin kesinlikle belirleneceği düşünülebilir. An yedin :
Elden. Kaynaklarda bu ifadeye birkaç mana verilmiştir.[22]
1- Hazır, elden, istemeden, getirip
vermek, 2- Elden, hemen, peşin, geciktirmeden
vermek, 3- Herkes, kendi eli ile verecek,
vekil vasıtasıyla değil, 4- Eli gücü yetebilenden, çalışıp
kazanabilenden alınacak, 5- Üzerlerinde bulunan elden, yani
İslam devletine kendi canlarını ve mallarını koruma taahhüdünden dolayı verirler, 6- Uzatılan elden, yani kendi
hakları ölüm iken, öldürülmeyip kendilerine hayat hakkı tanındığı, adil hükümetin
himayesine girdiklerinin bir şükran ifadesi olmak üzere cizye vergisini verirler demek
olur. Yed kelimesi
belirsiz olduğu için başka bir elin vermesi, yani vergi ödemede vekâletin caiz olduğunu
anlamak da mümkündür. Ayrıca elden vermek olduğu için cizyenin menkul mal olacağı
da anlaşılabilir. Sâğırûn : Zül ve hakarete razı
adama sâğır, denir.[23]
Rağıb bunu aşağı dereceye razı olan kimse diye açıklamıştır.[24]
Buna göre sâğırûn : iktidara boyun eğen,
idareye itaat eden kimseler demek olur[25]
ki, buradan da zimmilerin siyasi hakları olmadığı anlaşılabilir. Cizye vergisinin tahakkuk
şartlarında hürriyet, adalet ve merhamet kurallarına riayet edilmiştir. Bunun için
cizye verecek kimselerde erkek, mükellef ve hür olmak şartları aranır.[26]
Cizyenin harcama yerlerine gelince,
her nedense bu konuda kaynaklarda geniş bilgi bulmak mümkün değil. İslam
Ansiklopedisinde bununla ilgili olarak şöyle denilmiştir. “Cizye hâsılatı, devlet
hazinesine (Beytülmale) teslim edilir ve Harac denilen emlak vergisi varidatı ile
birlikte bütün cemaate ait olan fey gelirlerini teşkil ederdi.”[27]
Öyleyse cizye vergisinin devlet bütçesi gelirlerini teşkil eden fasıllardan biri
olduğunu söyleyebiliriz. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- İslam devleti sınırları içersinde
yaşayıp da İslam düzenini kabul etmemiş kimselerin (zimmîlerin), vergi vermeleri
mecburidir. 2- Zimmîler kendi iç işlerinde
kendi düzenlerini serbest olarak yaşarlar. 3- İslam düzenini kabul etmemiş
olanların (zimmîlerin) siyasi hakları yoktur. 4- İslam düzenini kabul etmemiş
olan toplumlar Müslümanların ödedikleri vergilere denk olarak vergi öderler. 5- Müslümanların beşte bir
vergilerine karşılık zimmîler fey öderler. 6- Onda birlere karşı zimmîler
haraç öderler. 7- Kırkta birlere karşı zimmîler
ticaret öşrünü öderler. 8- Askerlik hizmetlerini yapmadıklarından
dolayı zimmîler ayrıca bir bedel (cizye vergisini) öderler. 9- Askerlik bedeli olarak zimmîlerden
alınan cizye, diğer vergilerinin nispetini artırmak suretiyle de karşılanabilir.
(Mesela 1/2; 1/5; 1/ 10; 1/20 gibi.) 10- Zimmîlerden alınan vergiler
bellidir. 11- Zimmîlerden alınan vergiler
artırılıp eksiltilemez. 12- Mükellefler cizyeyi bizzat
kendileri getirip vergi memuruna verirler. 13- Zimmîlerden alınan vergilerin
kesin olarak belirlenmiş olması gerekir. 14- Zimmîlerden alınan cizye vergisi
menkul mal olarak alınabilir. 15- Başkasının adına vergi
ödenebilir. 16- Cizye vergisi yalnız erkeklerden
alınır; kadın ve çocuklardan alınmaz. 17- Cizye vermenin şartları erkek, mükellef
ve hür olmaktır. 18- Zimmîler Müslüman olunca cizye
vergisi düşer. 19- Cizye vergisi devlet bütçesi
gelirlerindendir. 20- Cizyeler devlet bütçesi
harcamalarında kullanılır. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 34 “Ey iman edenler! Gerçekten Yahudi
bilginlerinden ve Hıristiyan rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla
yerler ve Allah yolundan çevirirler; bir de altını ve gümüşü biriktirerek saklayıp
onları Allah yolunda harcamayan kimseler! İşte bunları acıklı bir azap ile müjdele.” Bu ayet her ne kadar Yahudi ve Hıristiyanlar
hakkında gelmiş olsa da ayetin lafzının bütün milletlere şamil olduğu ve hükmünün
bütün milletleri içersine alacağı kaynaklarda bildirilmektedir.[28]
Ayrıca bu ayette rüşvet almak, farz olan vergiyi vermemek ve malı Allah rızası
uğrunda doğru yolda harcamamaktan nehiy edilmektedir.[29] Emvâlennâsi :
İnsanları malları denilmekle mülkiyetin insan olma vasfıyla ilgili ve insan olmanın
bir gereği olduğu, rahbân ve ahbâr denilmekle de dini ve ilmi kurumların cemaatlerinden vergi
almaya hakları olmadığı anlaşılabilir. Kenz : Bu
malları birbiri üstüne toplayıp yığmak demektir.[30]
Ayette altın ve gümüşü toplayıp yığanlar ve onu infak etmeyenler kötülenmekte,
kendi başlarına büyük bir azap geleceği söylenmektedir. Daha önce de ifade ettiğimiz
gibi altın ile gümüş paralık görevini yapmak için var edilmiş iki madendir.[31]
Elmalılı, altın ve gümüş bir mübadele vasıtası ve para olmaları dolayısıyla
tedavül etme görevi yalnız zenginlerin arasında değil, bütün halkın genel ihtiyaçlarını
temin etmek üzere tedavül etmek durumunda iken bunları tedavülden çeker ve hazinelere
ve sandıklara gömüp saklarlar, diyerek bu konuda yanlış yapanları adeta
uyarmaktadır.[32]
Bu kenz konusunda meseleyi açıklayıcı hadisler
bulunmaktadır. Ebu Davud’da kenz olunmuş mal, zekâtı verilmemiş yani vergisi
verilmemiş olan altın, gümüş, mal ve para olarak açıklanmaktadır.[33] Altın yapısı itibariyle küçük
parçalara bölünebilir ve kolay taşınabilir bir madendir. Bu sebeple altın
beynelmilel bir para birimi, tüm dünyada geçerli bir para olarak kullanılmaya uygun görülebilir.
Gümüş ise Kehf suresinin 19. ayetinin delaletiyle bozuk para, milli para olarak kabul
edilebilir. Böylece dışarıda dünyada altın para tedavül ederken içeride ülke
dâhilinde gümüş para geçerli olur. Ayette infak yapmayanların azaba
çarptırılacakları bahsedilmektedir. Azap ise ancak bir vacibi terk etmekten dolayı
gerekeceğinden buradaki infak ve harcama vacip olan vergidir.[34]
Öyleyse altın, gümüş ve paralardan zekât vermek yani İslam devletinin vergisini
vermek mecburidir. Altının her çeşidinden; külçe, eritilmiş ve para yapılmış bütün
altınlardan vergi verilir.[35]
Paraların, banknotların ve hisse senetlerinin de zekâtı, vergisi vardır.[36] Ayette zeheb : Altın kelimesi belirli olarak geldiği için
altın ve gümüş paraların gramajlarının devletle belirlenip damgalanacağını düşünebiliriz.
Altın ve gümüşü yığmak ve onu toplayıp saklamak yasak olunca bunların yerlerinin
devlet hazinesi olacağı ve altın ve gümüşün burada da kenz yapılmaması, halka ve
tedavüle açık olması gerektiği anlaşılabilir. Onun için herkes parasını hazineye
emanet edebilir ve istediği zaman da çekebilir. Zeheb
ve fidda altın ve gümüş kelimelerinin
atıf harfi olan vav ile aynı fi harfine bağlandıkları için gümüşün de altın
gibi hazine tarafından idare edileceği ve altınla değiştirilmesinde hazinenin görevli
olacağı düşünülebilir. Böylece altın ve gümüş kurlarını hazinenin tayin
edeceğini anlayabiliriz. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Rüşvet alıp vermek haram ve
yasaktır. 2- Para politikasını iyi
ayarlamamak, altın ve gümüşü para olarak kullanmamak, paranın kendi doğal
dolaşımına müdahale edip tedavülden para çekmek veya tedavüle para sürmek
şiddetli ekonomik krizlere sebep olur. 3- Mülkiyet insan olmanın bir
gereği ve insanlık vasfının icap ettirdiği bir husustur. 4- Dini ve ilmi kurumların kendi
cemaatlerinden bir vergi almaya hakları yoktur. 5- Tayin edilmiş bulunan belli
vergilerin dışında halkın mallarını almak batıldır. 6- Para altın ve gümüş
madenleridir. 7- Altın küçük parçalara
bölünebilir, kolay taşınır, beynelmilel, tüm dünyada tedavül eden bir paradır. 8- Gümüş, bozuk para, milli para ve
ülke sınırları içersinde tedavül eden bir para olarak kullanılabilir. 9- Altın ve gümüşün tedavülden
çekilerek toplanıp saklanması yasaktır. 10- Altın ve gümüşün her çeşidinden
basılmış ve basılmamış, para ve süs eşyası olarak kullanılan her türünden
vergi alınır. 11- Altın ve gümüş paraların
gramajları devletçe belirlenip damgalanır. 12- Altın ve gümüş devlet
hazinelerinde depo edilir. 13- Altın ve gümüş paraların
tedavüle girdiği dönüp dolaştığı ve tekrar geldiği yer devlet hazinesidir. 14- Devlet hazinelerinin halka açık
olması şarttır. Herkes parasını hazineye emanet olarak verebilir. İstediği zaman da
çekebilir. Altın ve gümüş paralarını değiştirebilir, koyabilir çekebilir. 15- Altın ve gümüş paralarını
birbiri ile değiştirmek, hazinenin görevlerindendir. 16- Altın ve gümüş paraların
kurlarını hazine tayin edip bildirir. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 36 “Şüphesiz Allah’ın gökleri ve
yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir.
Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o
aylarda kendinize zulmetmeyin. Fakat Allah’a ortak koşanlar sizinle nasıl topyekûn
savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın. Bilin ki Allah, kendine karşı
gelmekten sakınanlarla beraberdir.” Bu ve bundan sonraki ayette dini,
siyasi, iktisadi ve içtimai meselelerde güneş takvimine göre değil, ay takvimine göre
hareket edilmesi emredilmektedir. Bunu tanımayıp da ay yılını, güneş yılına
çevirip güneş takvimini kullanan kimselerin yaptıkları bu kötü davranışların
kendilerine güzel göründüğü söylenmektedir. Müşrikler, haram ayı adı verilen dört
ayda (zilkade, zilhicce, muharrem, recep) kıtal yapmazlar, savaşmazlar ve bu aylara son
derece hürmet ederlerdi. Fakat bu hürmetlik vasfını yalnız bu saydığımız dört
aya hasretmezler; mevsimlere göre başka aylara da aktarırlardı.[37]
Hakiki ay ayı, ayın güneş ile
bulunduğu ayni tul dairesine tekrar dönüşü esnasında geçen zamandan ibarettir.
Hakiki güneş ayı ise güneşin bir burca girişi ile çıkışı arasında geçen
zamandan ibarettir. Ay ayı ile güneş ayının
arasında fark vardır. Ay yılı ile güneş yılı da birbirinden farklıdır. Ay yılı
355 gün güneş yılı ise 365 gün 6 saattir.[38]
Bu 6 saat, her dört yılda bir gün sayılarak o yıla eklenir ve buna kebise yılı
denilir. Hz. Peygamber Veda haccı esnasındaki hutbesinde kebise usulünü açıkça men
etmiştir.[39]
Ebu Berke, Hz. Peygamber’in şöyle buruduğunu nakletmektedir: Gerçekten zaman Allah’ın
gökleri ve yeri yarattığı günden beri aynı şekilde akıp gitmektedir. Yıl, on iki
aydır. Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü arka arkaya gelen zilkade, zilhicce ve
muharremdir. Biri de cemazelahir ile şaban arasındaki recep ayıdır.[40] Ay ve güneş takvimlerinin günlük
ibadet dönemlerine hiçbir etkisi yoktur. Fakat bunlar zekât vergisine, hac ve oruç
zamanlarına etkili olurlar. Ay yılının güneş yılından daha eksik olmasından
dolayı ay yılının ayları mevsimden mevsime geçer. Bunun için ramazan ve hac ayları
bazen yaz, bazen kışa, bazen ilk ve bazen de sonbahara rastlar. Hac ederken hacda aynı
zamanda ticaret yaptıkları için hac zamanı ile ticaret zamanı birbirine uygun gelsin
diye hac ayını değiştirirler, mevsime uydururlar yani kebise yaparlardı.[41] Zirai vergiler hasat zamanında
alınacağı için mevsimlerle ilgilidir. Ticaret ve diğer vergiler ise ay takvimine göre
alınacağından ve dağılacağından aylık ve mevsimlik krizler belki ortadan
kalkacaktır. Artık hükümetler mali yılsonuna doğru çektikleri sıkıntılar ve
vergiler toplanıncaya kadar bütçedeki açıkları kapatabilmek için kısa vadeli
krediler almak üzere geçici tedbirlere başvurmayacaklar[42]
ve yüksek faizli devlet tahvillerine lüzum kalmayacaktır. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Devlet bütçesi gökteki ay
takvimine göre yapılır. 2- Devlet bütçesinin güneş
yılına göre yapılması bir takım kötü işlerin doğmasına sebep olacağından
zararlıdır. 3- Ticari, sanayi ve diğer vergiler
ay takvimine göre alınır ve dağıtılır. 4- Ay takvimine göre vergi alıp
dağıtmak mevsimlik krizleri ortadan kaldırır. 5- Ay takvimine göre vergi alıp
dağıtmak usulü mükelleflerden 33 yılda 34 defa vergi alınmasını sağlar. 6- Ay takvimine göre vergi alıp
dağıtma usulünü uygulayan hükümetler bütçe açığını kapatabilmek için mali yılsonunda
başvurdukları kısa vadeli kredi ve yüksek faizli devlet tahvilleri alıp çıkarma külfetinden
kurtulurlar. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 53–54 “De ki: "İsteyerek veya
istemeyerek infak edin; sizden kesin olarak kabul edilmeyecektir. Çünkü siz bir fasıklar
topluluğu oldunuz." İnfak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey,
Allah'ı ve elçisini tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına
gitmiyorken infak etmeleridir.” Bu ayetlerden İslam toplumunda
bulunan kimselerin mesela zimmîlerin sözleşmelere riayet edip düzenin gereklerini
yerine getirecekleri yoksa kendilerinden vergi alınmayacağı dolayısıyla güvenlikleri
de sağlanmayacağı anlaşılabilir. Zimmîlerin can ve mal güvenliklerini
teminat altına aldığı için devlet, kendilerinden cizye adında bir vergi alır.[43]
Eğer onların can ve mal güvenlikleri sağlanmazsa vermiş oldukları bu bedel ve
karşılık geri verilir.[44]
Böyle zimmîlerde olduğu gibi fasık ve münafık toplumların vergileri kabul edilmez
ve bu sebeple de güvenlikleri ortadan kalkmış olur. Böyle bir uygulama devlet
düzenine karşı çıkanları yola getirecek bir yol olarak kabul edilebilir. Ayetten
Çıkan ekonomik Esaslar: 1- Devlet can ve mal güvenliğini
sağlayamadığı kimselerden vergi almaz. 2- Fasık olan kimselerin güvenlikleri
sağlanmaz ve vergileri de kabul edilmez. 3- Zimmîlerin can ve mal
güvenlikleri sağlanmazsa vermiş oldukları vergiler kendilerine geri verilir. 4- Devlet düzenine ve kanunlarına
uymayan kimselerin verdikleri vergi kabul edilmez ve onların can ve mal güvenlikleri sağlanmaz. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 55 “Artık onların malları ve
çocukları seni imrendirmesin. Allah, bununla ancak onlara dünya hayatında azap etmeyi
ve canlarını kâfir olarak çıkmasını istiyor.” Buradaki muhatap Hz. Peygamber olmakla
beraber bu sözü işiten herkese ve onun kendisine ulaştığı her kişiye ve bütün
mümin ve Müslümanlara hitap edilmektedir.[45] Mal ve evlatların Müslümanların
elinde olması ile münafıkların elinde olması arasında fark vardır. Müşrik ve münafıklar
dünyada çok kazanmak ve çok elde etmek için adeta kendilerini parçalarlar ve hep
dünyada isterler.[46]
Müminler ise doğal ekonominin kanunları olan İslami ekonomik kaide ve kuralların
gereklerine uyarak hareket ve davranışlarda bulunurlar. Onlar Allah’ın emirlerine
uyarak refah ve saadeti elde etmeye çalışırlar. Hem kendilerini ve hem de toplumu düşünürler.
Aile, devlet ve malların ancak bir toplum düzeni içersinde faydalı olduğunu iyi
bilirler. Sadece mal ve nüfus çokluğu bir şey ifade etmez, kuru kalabalık yalnız
başına fayda, refah ve saadet getirmez. Fayda, refah ve saadet, ancak dinamik ve
istikrarlı ekonomilerde kararlı ücret ve fiyatlar ile mümkün olur. Yalnız böyle bir
ekonomik hayat özlenebilir ve imrenilebilir. Yoksa müşrik ve münafıkların mal ve nüfus
çokluğu bir şey ifade etmez. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Sadece mal ve nüfus çokluğu
refah için yeterli değildir. Mal ve nüfusun doğal bir düzen- İslam düzeni
içersinde çalışıp faaliyet göstermesi ve kullanılıp artması gerekir. 2- Refahın ancak kararlı ücret ve
fiyatla, dinamik ve istikrarlı ekonomilerde bulunması mümkündür. 3- Yalnız mal ve nüfus çokluğu bir
şey ifade etmez. Bunların doğal bir ekonomik (İslam) düzeni içersinde bulunması
gerekir. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 58 “Onların içlerinden sadakalar
konusunda sana dil uzatanlar da var. Kendilerine ondan bir pay verilirse, hoşnut olurlar;
eğer kendilerine ondan bir pay verilmezse, hemen kızarlar.” Bir devlet ve hükümet başkanı
olarak Hz. Peygamber’in vergilerin toplanıp dağıtılmasında sadaka ve ganimetlerin
hak sahiplerine verilmesinde önemli bir yeri vardır. Ayette münafıkların bu ganimet
ve sadakaların dağılmasında Hz. Peygamber’i haksız davranmakla itham edip tarizde
bulundukları anlatılmaktadır.[47]
Başkanın, velinin ve vergi memurunun herhangi bir kimseyi vergi vermekten muaf tutmaya
bir hakkı olmadığı gibi[48]
kendi yakınlarını kayırmaya, Ahmet’in hakkını Mehmet’e vermeye de bir hakkı
yoktur. Hz. Peygamber böyle yapmış da değildir. Münafıklar kendilerine daha çok
verilsin, belki başkalarının payları da kendilerine verilsin isterler. Hem çok
verildiğinde sevinirler ve az bir pay düştüğünde de kızarlar.[49]
Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar 1- Münafıklar
ve fasıklar bütün devlet imkânlarının kendileri için kullanılıp harcanmasını
isterler. 2-
Menfaatine düşkün olan münafıklar dedi kodu çıkartıp yalan haber yayarak devlet ve
hükümet aleyhine çalışırlar. 3- Münafıklar
ve fasıklar kendilerine devletten yardım edilmezse isyan ve ihtilal çıkarırlar. 4- Münafıklar
dilenerek devlet kapısını aşındırırlar. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 59 “Eğer
onlar Allah ve Resulünün kendilerine verdiğine razı olup, “Bize Allah yeter. Lütuf
ve ihsanıyla Allah ve Resulü ileride bize yine verir. Biz yalnız Allah’a rağbet eder
(O’nun ihsanını ister)iz” deselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu.” Ayette
Allah ve Resulünün verdiği ganimet ve sadakaya rıza gösterileceği, eğer onlar
memnun kalırlarsa kendileri için daha hayırlı olacağı[50][1] dolayısıyla herkesin kendisine düşen paya razı
olacağı ve devletten başka yardım istemeyeceği anlaşılır. Tabi bu halka yapılacak
yardımlar sadaka ve vergilerden meydana gelir ve bir düzen içersinde gerçekleşir.
Zaten Hz. Peygamber de “zenginlerinden al, fakirlerine ver”, buyurmuşlardır.[51][2] Yoksa devlet ve hükümet başkanları halkın
ümidini kıracak bir davranışta bulunamazlar ve bütçeyi kendilerine göre istedikleri
gibi harcayamazlar. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Herkes, devlet yardımlarından kendisine düşen paya razı olmak durumundadır. 2-
Bireyler devletten kendilerine düşen hisseden başka bir yardım istememelidirler. 3-
Devlet başkanı devlet bütçesinden kendisine göre istediği gibi harcamalarda
bulunamaz. 4-
Devlet imkânları şeriatın koyduğu esaslar dâhilinde bireylere dağıtılır. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 60 “Sadakalar
(zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan
memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak)
köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir.
Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Sadakât
: Bu, sadaka kelimesinin çoğulu olup zekat anlamına gelir.[52]
Yani bu mükellefin malından sadece Allah için muhataplara temlik edilmek üzere verdiği
vergidir.[53]
Bu vergiye Allah’a olan sadakatini gösterdiği için sadaka adı verilmiştir.[54]
Ayette innemâ hasr edatının getirilmesi bu
vergilerin ancak adı geçen sınıflar arasında dağıtılacağını ve bu konuda
başkanların herhangi bir müdahalede bulunamayacaklarını gösterir.[55]
Mukaddes
kitaplar arasında Kuran-ı Kerim devlet bütçesi ve devlet giderleri hakkında esas
prensipleri koyan dünyada biricik kitaptır. İşte bu konulardan bahseden bu ayet ince
bir tetkike tabi tutulsa layıktır.[56]
Bu sadaka kelimesinin çoğul olmasıyla bütçelerin en az üç olacağını anlamak mümkündür.[57]
Ayrıca bu bütçeleri de kişilikleri olan topluluklar olarak bucak, il ve devlet bütçeleri
şeklinde düşünebiliriz. 1/40, 1/10 ve 1/5 vergilerini de sırası ile bu bütçelere
verebiliriz.[58] Sadaka
kelimesinin yalnız 1/40 vergilerine delalet ettiğini düşünecek olursak böylece her
bucağın bütçesi olacağını da söyleyebiliriz. Hz. Zenginlerinden al, fakirlerine
ver hadisi ile[59]
her beldenin vergisinin kendisine ait olduğu, her bucağın vergisinin yine o bucak içersinde
dağılabileceğini anlayabiliriz.[60]
Ebu Hanife’ye göre zekât (yani vergi) bir beldeden başka bir beldeye ancak akrabalar
bulunduğu zaman gölerilebilir.[61] Yine
sadaka kelimesinin sadakat anlamına da gelmesinden vergide niyetin şart olduğunu
anlayabiliriz. Bu sebeple de çocukların ve akıl hastalarının mallarından sadaka
alınmayacağı ortaya çıkar. Sadaka
mallara sahip olan şahıslardan alınır. Mala insanın meyli çok olduğundan dolayı
mala bu ad verilmiştir. Mal insana güç ve kuvvet kazandıran bir nesnedir. Birey asli
ihtiyaçlarından arta kalan malları evinde sakladığı zaman malı yaratılış
gayesinden uzaklaştırmış olur.[62]
Ayette
lam harfi kullanılmış iki yerde de fi harfi getirilmiştir. Yani sadakalar bu harfler
yardımı ile önce üç bölüme ayrılıp farklı hükümlere tabi tutulur. Mesela
birinci bölüm olan fakirler, miskinler, amiller ve müellefler, bir lam harfi ile
getirildikleri ve onda toplandıkları için ve bu harf de temlik ve tahsis ifade ettiğinden[63]
bunların payları kendilerine bizzat verilip teslim edilir. Diğer iki fi harfi ile gelen
bölümden biri kredi kurumu için kullanılabilir, biri de kamu hizmetleri için
harcanabilir. Alusi, bu harflerin yardımı ile ilk dört sınıfın paylarının ancak
kendi ellerine teslim edileceği, kendi adlarına bir harcama yapılmayacağı ve son dört
sınıfın hisselerinin ise kendilerine verilmeden, ilgili yerlere harcanabileceği
anlayışını kaydetmektedir.[64] Bazıları
pay alan memurların sadakalarda hakları olduğu için değil, çalıştıkları için
hisse aldıklarını savunurlar.[65]
Sadaka fakirlere aittir; vacip olan sadaka zenginlerin bir lütfü değil, fakirler
sınıfının zenginlerin zimmetine geçmiş bir hakkının yani alacaklarının borçlu
olan zenginler tarafından ödenmesidir.[66] Fakir
ve miskinler hakkında birçok tarifler ve zıt görüşler ileri sürülmüştür.[67]
Daha önce de geçtiği üzere[68]
fakir kendi ihtiyaçlarını temin edemeyip başkalarına muhtaç olan kimse demektir. Bu
kelime omurga kemiği demek olan fakara kökünden geldiği ve omurga kemiği
kırılmış adama mafkûr denildiği için[69]
ekonomik olarak işgücü olmayan kimse diye anlam verilebilir. Miskin ise fakirliğinden
dolayı bir iş yapmayıp sakin, boş duran bir kimse demek olduğu için[70]
bu sermaye gücü olmayan kimse demektir, diyebiliriz. İmam Malik’e göre fakirlik ve
zenginlik için belli bir sınır yoktur. Bunlar içtihatla çözümlenebilecek
meselelerdir.[71]
Böylece burada netice olarak fakire geçim yardımının, miskine ise sermaye
yardımının yapıldığını söyleyebiliriz. Bu fukarâ’ ve mesâkîn
kelimeleri kırık çoğul kalıbı ile geldikleri için bunların bir dernek ve cemiyet
kuramayacaklarını, belirli olarak gelmelerinden de toplumda kimlerin fakir ve kimlerin
yoksul oldukları belirleneceği, “sen onları simalarından tanırsın”[72]
ayetinin delaletli ile bunların bilirkişilerle tespit edilebileceği, fakir ve
yoksulların kendi aralarında eşit pay alacaklarını düşünebiliriz. Burada
kendilerine yardım yapıldığı zaman zenginler sınıfına girecek olan kimselerin
durumu ortaya çıkıyor. Acaba bunlara yardım yapılacak mı yoksa yapılmayacak mı?
Zaten bu konuda ihtilaf edilmiştir. Ebu Hanife zekât nisabını aşacak şekilde vermeyi
doğru bulmaz.[73]
Nisaba henüz ulaşmış bir kimseden zekât alınca fakirler sınıfına düştüğü
için böyle zengin olacak kimselere zekât yardımı yapılmamasının daha doğru
olacağı düşünülebilir. Âmilîne
aleyhâ : Bu vergilerin toplanmasında ve dağıtılmasında çalışan kimseler
demektir. Hangi çeşit vergi olursa olsun, başkanın vazifelendirdiği kimseler
vergilerden hisse alırlar.[74]
Bu kelimenin belirli olarak gelmesinden çalışanların kendilerine devletçe bir ehliyet
verilen kimseler olduğunu, salim çoğul kalıbında gelmesinden de bu memurların bir
dernek ve cemiyet kurabileceklerini, ism-i fail olarak gelmesinden de vergilerle uğraşma
işinin bunların mesleği olduğunu anlayabiliriz. Kamu hizmetinde çalışanların ilk
vazifesi üzerlerine aldıkları görevlerini yerine getirmektir. Mesela başkanlar sanat
ziraat ve ticaretle uğraşamazlar. Hz. Ömer başkan olan Ebu Bekir’in çarşıda
ticaretle meşgul olduğunu görünce şura üyelerini toplayıp kendisine bir maaş
takdir etmişlerdi.[75]
Bucak başkanları ücretlerini vergide çalışanlar ve kamu görevlileri faslından pay
almak suretiyle tahakkuk ettirebilirler. Müellefet-ül Kulûb : Bu sınıf hakkında onun
kaldırıldığı söyleyenlerle kaldırılmadığını söyleyenler olmak üzere iki ayrı
görüş vardır. Ebu Hanife ile Şafii bu sınıfın her zaman var olduğunu ileri sürerler.[76]
Bunların hissesinin nereye ve nasıl harcanacağı konusunda da farklı görüşler
ortaya konmuştur. Bu diğer sınıflara harcanır, başkan bunu Müslümanların kamu
yararı bulunan yerler harcar, örtülü ödenek gibi zararı dokunmasın diye bazı
kimselere verir, Müslüman toplum içinde açılacak bazı gedikleri ve tehlikeleri
kapamak ve İslam dinini kuvvetlendirmek için harcanır gibi fikirler ileri sürülmüştür.[77]
Toplumda mesela hocalık, mürşitlik ve müşavirlik görevi gibi kamu hizmeti yapanlar,
bu sınıfa dâhil edilebilir. Bunlar yaptıkları işler kadar hisse alırlar. Rikâb : Köleler. Bu kelime her türlü köleyi
ifade eder.[78]
İslam hukukunda kölelerin şahadet, kaza, velayet, tezevvüç ve mülkiyet konusunda
hür olan kimselerden farklı bir durumları vardır. Köleler bu adı sayılan yerlerde
aciz-kısıtlı kabul edilir.[79]
Kölenin mülkiyet hakkı yoktur, o mal edinemez.[80]
Böylece köleyi şöyle tarif edebiliriz. Çalışıp geçinen fakat para biriktiremeyen,
mal ve mülk sahibi olamayan bir kimsedir. Ğârimîn : Borçlular. Burada borçlular köleler
ile birlikte zikredilmişlerdir. Bütün varlığı ile borç altına girmiş olan
kimselerin fiili olarak kölelerden farkı yok gibidir. Mesela köle mal edinemez; borçlu
(iflaslı hale düşmüş) bir kimsenin de malı bulunmadığı gibi üstelik borcu da var
demektir. Su baskını, yangın ve zelzele gibi felaketlere maruz kalmış kimseler
ödemeden mahrum borca batmış olup bu gruba dâhil olurlar.[81]
Burada
lam harfi gelmeyip fi harfi geldiği için bu grupların paylarını kendi ellerine verme
mecburiyeti olmadığını Alusi’nin görüşü olarak az önce nakletmiştik. Öyleyse
bu köle ve borçluların hisseleri ile bir kurum meydana getirip bu köle ve borçluların
ihtiyaçlarını buradan karşılamak mümkündür. Hamidullah, bu konuda borca batmış
olanlara yapılan bu yardımın Halife Ömer tarafından geliştirildiğini, zengin ve
fakir herkese ödünç vermek suretiyle faydalandırıldığını, bu ödünç paraların
beytülmalden-devlet hazinesinden olmak üzere faizsiz ve mesela altı aylık taksitler
halinde olmak gibi bir esasa bağladığını hatta kendisinin bile bu şekilde ödünç
para almak âdetinde olduğunu yazar.[82]
Bu
grupların paylarını bir faizsiz bankanın sermayesi olarak kabul edip hak sahiplerine
ödünç kredi verebiliriz. Kölelerin hisselerini işçilere çalışma kredisi, ayrıca
köle-esir olanların diyetleri de ödenir. Kendi sermayeleri ile bir iş yapamayacak
durumda olanlara karz-ı hasen olarak sermaye kredisi verilebilir. Yine
aynı harf farkına dayanarak fakirler, yoksullar, tahsildarlar ve müelleflerin hisseleri
dağıtılıp ertesi yıla devredilemez; kölelerin ve borçluların payları ise ertesi
yıla ertelenir diyebiliriz. Çalışıp bedellerini ödeyecek kölelerin borçları köleler
faslından tamamlanır. Ğarimîn kelimesinin topluluk çoğul kalıbı ile
gelmesiyle borçluların ve çalışma kredisinden faydalanacak olanların birbirinin
kefili olup bir dernek ve cemiyet kurabilecekleri, bu kredileri kendi aralarında mesleki
derecelere göre taksim edecekleri anlaşılabilir. Borçların ödenememesi halinde yani
kredi alan ortakların iflası durumunda borç, borçlular faslından kapatılabilir.
İflasta borçlular payından faydalanabilmek için tüccarın sermayesini beyan etmiş ve
vergisini vermiş olması şarttır. Fî Sebîlillâhi : Allah’ın yolu. Bu sınıfın
tespit edilmesinde de ayrı görüşler ileri sürülmüştür. Allah yolunda savaşan
gaziler, hacca giden hacılar, savaş malzemeleri, ilim tahsil edenler ve bütün hayır
yolları gibi alanlar bu sınıfa girer.[83] İbn Sebîl : Yolcular. Bir ihtiyaçtan dolayı
meşru olarak, yolculuk yapan kimselere bu fasıldan yardım yapılacağı
bildirilmektedir. Memleketinde malı olsa bile bu yolculara yardım edilir.[84]
Bu faslın yolcular hakkında olduğunda bir ihtilaf yoktur.[85]
Her beldede bu iki fasıl bir düşünülerek bir askeri birlik bulundurulabilir. Şafii’ye
göre gelirlerin hepsi bu sekiz sınıf arasında eşit olarak taksim edilir. Ebu Hanife
ise bir fasıldan diğer fasla aktarma yapılabileceği görüşündedir.[86] Görülüyor ki, bu son iki sınıf
kamu hizmetlerini ifade edip yol, su, elektrik, iç ve dış savunma ve koruma gibi
hizmetleri içersine alır. Genel hizmetler için ayrılan bu payın yarısı bu hizmette
kullanılacak mallar ve yapılar için, yarısı da çalışanlar için harcanır. Burada
milli gelirin yarısının yatırıma yarısının da tüketime harcanacağını söyleyebiliriz.
Emek payı da sermaye payına eşit olur. Genel hizmetleri herkesin faydalanmasına açık
olan yerler diye tarif edebiliriz. Genel hizmetlerden faydalanmak için konan genel
şartlar ve tarifeler bunun genelliğini ortadan kaldırmaz. Mesela camiye herkes
girebilir. Fakat çıplak olarak camiye girilmez. İşte bu şart ve tarife caminin genel
menfaatlere hizmet etme vasfını ortadan kaldırmaz. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Sadaka (vergi) mükellefin malından
sadece Allah için muhtaçlara temlik edilmek üzere verdiği vergidir. 2- Mal insana güç ve kuvvet kazandırır. 3- Köle çalışıp geçinen fakat
para biriktiremeyen, mal ve mülk sahibi olamayan kimsedir. 4- Kendi sermayeleri ile bir iş
yapamayacak durumda olanlara karz olarak sermaye kredisi verilebilir. 5- Bütçe devlet bütçesi ve yerel
bütçeler olmak üzere kısımlara ayrılır. 6- Bütçeler
bucak bütçesi, il bütçesi ve devlet bütçesi olmak üzere üç kısma ayrılır.
7-
Sadakalar 1/40 vergileri beldelerin gelirlerini meydana getirir. 8-
Onda bir (1/10) vergiler de mahalli idare (il) bütçelerinin gelirlerini meydana getirir. 9-
Beşte bir vergiler (1/5) devlet bütçesini meydana getirirler. 10-
Sadakalar üzerinde başkanın bir tasarruf yetkisi yoktur. Başka sadakaları yani 1/40
vergilerini sadece toplar ve hak sahiplerine dağıtır. 11-
Sadaka (vergi) kişinin topluma-devlete olan sadakat ve bağlılığı gösteren bir
belgedir. 12-
Birey asli ihtiyaçlarından arta kalan malları elinde sakladığı zaman malı
yaratılış gayesinden uzaklaştırmış olur. 13-
Kişilerin bağış olarak verdikleri ve bütçeye girmiş olan kısımlara da sadaka adı
verilebilir. 14-
Sadakada niyet şarttır; Çocukların ve akıl hastalarının mallarından sadaka (vergi)
alınmaz. 15-
Sadaka mallara sahip olan şahıslardan (zenginlerden) alınır. 16-
Meralarda-otlaklarda yayılan hayvanlardan, para olarak kullanılan madenlerden ticaret
mallarından ve bir yıldan daha fazla depo edilen yiyecek maddelerinden sadaka alınır. 17-
Her beldenin sadakaları o beldede toplanır ve yine o belde içinde yerlerine dağıtılıp
harcanır. 18-
Sadaka bütçe demektir. Her beldenin kendi özel bütçesi vardır. 19-
Sadaka vergisi 1/40 nispetinde alınır. 20-
Belde (bucak) askeri birlik besleyen en küçük bir toplum olarak düşünülebilir. 21-
Sadaka fakir ve yoksulların bir hakkı olup onlara verilmiş bir hediye, atiye ve
bağış değildir. 22-
Sadaka herkesin eline verilir. Kendi ihtiyaçları için harcanamaz; onun faydalanacağı
herhangi bir yere sarf edilemez. Eğer böyle yapılırsa görev yerine getirilmiş olmaz.
23-
Fakir ve yoksullara verilen sadaka, işçi ve memurlara verilen ücret ve maaş gibidir. 24-
Fakir ve yoksullara verilen sadakalarda ne başkanın ve ne de zenginlerin bir söz ve
tasarruf hakkı vardır. 25-
Sadakalar (1/40 belde gelirleri) üçe ayrılır. Bir bölümü kişilere dağıtılır,
bir bölümü kredi kurumu için mevduat olarak kullanılır, bir bölümü de kamu
hizmetleri için harcanır. 26-
Sadakadan kişilere ayrılan kısım önce ikiye ayrılır; biri toplumdaki fakir ve
yoksullara dağıtılır, diğeri ise kamu hizmeti görenlere verilir. 27-
Kişilere ayrılan fakir ve yoksulların payları ikiye ayrılır. Bir pay fakirlere bir
pay da yoksullara verilir. 28-
Fakirler çalışıp kazanamayan malı olmayıp mala ihtiyacı olan kimselerdir. 29-
Fakir mal varlığı ortalama mal varlığından aşağıda olan kimselerdir. 30-
Fakir işgücü bulunmayan bir kimse olup geçim yardımı almaya hakkı vardır. 31-
Yoksul (miskin) ise sermayesi olmayıp sermaye yardımı almaya hak kazanmış olan bir
kimsedir. 32-
Fakirler sadaka vermezler tam tersine sadaka alırlar. 33-
Fakirler fitre vermek ve kurban kesmek zorunda değildirler. 34-
Fakirlik sıfatı herkesin kendi servetini beyan etmesi ile tespit edilir. 35-
Fakirlik bilirkişiler vasıtası ile tespit edilebilir. 36-
Fakirler bir dernek, oda ve sendika kuramazlar. 37-
Bir toplumdaki fakirler ve zenginler belli olup bilinirler. 38-
Bütün fakirlere bütçeden eşit pay verilir. 39-
Kendilerine zekât yardımı (bütçeden hisseleri verildiği) zaman zengin olan fakirlere
hiç yardım yapılmaz. 40-
Yoksul yıllık geliri yıllık harcamalarından daha az olan fakirlerdir. 41-
Yoksul normal çalışma ve yaşamasını sürdüremeyen ve borçlanarak yaşamak
durumunda kalan kimselerdir. 42-
Yoksullar da fakirler gibi belde içersinde tespit edilirler. 43-
Yoksullar da fakirler gibi bütçeden eşit pay alırlar. 44-
Yoksulların payları başka bir tarafa aktarılamaz ve yoksullar arasında da
artırılıp eksiltilemez. 45-
Yoksulların yoksullukları kendi beyanları veya bilirkişilerin şahitliği ile tespit
edilir. 46-
Yoksullar da bir dernek ve cemiyet kuramazlar. 47-
Şahıslara verilen sadakanın ikinci bölümünden bir payı kamu hizmetinde çalışanlara,
diğer payı da kamu hizmeti görenlere verilir. 48-
Sadakanın bir bölümü, sadakayı tarh edip toplayanlar, bu toplananları nakledip
hazineye teslim edenler, hazinedeki bu malları hak sahiplerine ulaştıranlar ve sadaka
ile yapılacak bilumum hizmetlerde çalışanlara paylaştırılır. 49-
Vergide çalışanlar kendilerine verilen payı çalışmaları nispetinde aralarında pay
ederler. 50-
Vergide çalışanlar bir dernek, teşkilat ve cemiyet kurabilirler. 51-
Vergide çalışanlara devlet tarafından bir çalışma ehliyeti verilir.
52-
Vergide çalışanlar önce belde-bucak içinde teşkilatlanıp sonra il ve devlet içersinde
birleşirler. 53-
Vergide çalışanların payı sadaka dışında çalışan görevlilere verilemez. 54-
Başkanlar ticaret, ziraat ve sanatla uğraşmazlar. 55-
Toplumda hocalık ve mürşitlik hizmetlerini görenler de bu grubun ikinci payını
alırlar. 56-
Hocalar, mürşitler ve kamu görevlileri biat (seçim) usulü ile seçilirler. 57-
Hocalar, mürşitler ve kamu hizmetinde çalışan görevliler (mesela doktorlar gibi)
kendilerine biat edenlerin sayısına göre pay alırlar. 58-
Biatte rıza şarttır. 59-
Vergide çalışanlar da kendi aralarında birleşerek teşkilat kurabilirler.
60-
Sadakaların (yani 1/40 vergilerinin) üçte biri kredi işlerinde harcanır. 61-
Bütün varlığı ile borca batmış (yani iflas etmiş) bir kimse fiili olarak köle
durumundadır. 62-
Kendi sermayeleri ile çalışamayan dolayısıyla servet edinme imkânından mahrum olan
kimseler de köle ve müflis kişi durumundadırlar. 63-
Köleyi azat etmek kişiyi mal edinir bir hale getirmek demektir. 64-
Bir müflisi iflastan kurtarmak da köleyi azat etmeye benzer. 65-
Bir işçiyi kendi sermayesi ile iş yapar hale getirmek de köleyi azat etmek gibidir. 66-
Fakirler, yoksullar, vergide çalışanlar ve müelleflerin payları ertesi yıla
ertelenemez. 67-
Borçluların ve kölelerin payları ertesi yıla ertelenebilir. 68-
Verilen pay ile bedelleri tamamlanamayan kölelere hiç hisse verilmez. 69-
Çalışıp bedellerini ödeyecek olan kölelerin borçları köleler faslından
tamamlanır. 70-
Kölelerin payları en çok köleyi hür hale getirecek bir şekilde dağıtılır. 71-
Kendi sermayeleri ile iş yapamayacak hale gelen kimselere sermaye kredisi olarak karz-ı
hasen verilir. 72-
Çalışma kredisinden faydalanacak olanlar kendi aralarında bir topluluk ve dernek
kurarlar. 73-
Kredi alan ortakların iflası ve borçların ödenmemesi halinde borç borçlular faslından
ödenebilir. 74-
Çalışma kredisinden faydalananlar birbirinin kefili olurlar. 75-
Çalışma kredisi çalışma kredisinden faydalanmak için kurulan dernek ve cemiyetlere
verilir. Cemiyet başkanı bu bunu mesleki derecelere göre dağıtır. 76-
Zekât vergilerini vermiş olan tüccarlar iflas ederse bunların borçları da borçlular
faslından kapatılıp ödenebilir. 77-
İflasta borçlular payından faydalanabilmek için sermayenin beyan edilmiş ve zekâtın
verilmiş olması şarttır. 78-
Birey kredi almak için kurulmuş olan cemiyetlerden birini seçme hakkına sahiptir. 79-
Genel hizmet herkesin faydalanmasına açık olan yerlerdir. 80-
Sadakaların (1/40) vergilerin üçte biri beldenin genel giderlerine harcanır. Mesela bütün
kamu hizmetlerini içersine alan yol, su, elektrik, savunma ve koruma gibi hizmetler
bunlar arasındadır. 81-
Bütçede genel hizmetler için ayrılan payın yarısı bu hizmette çalışanlara
yarısı da yine bu hizmette kullanılacak mallar ve yapılar için harcanır. 82-
Herkesin faydalanması için yapılmış olan vakıflar da genel hizmetlerden
sayılabilir. 83-
Genel hizmetlerden faydalanmak için konulmuş olan umumi şartlar hizmetin genellik
vasfını düşürmez. 84-
Genel hizmetlerden faydalanmak için konulmuş olan tarifeler de (mesela çıplak olan
kişi camiye giremez gibi) genellik vasfına mani değildir. 85-
Genel hizmetlerde çalışan kamu görelileri başka işlerde ancak zamanları artarsa
çalışabilirler. 86-
Bir beldede fakirlerin payından bir şey artarsa yoksulların payına, yoksulların
payından bir şey artarsa il yoksullarının payına aktarılabilir. 87-
Kölelerin ve borçluların payları birbirine aktarılabilir veya gelecek yıllar için
saklanabilir. 88-
Çağımızda kefaretler için köle azadı yerine işçileri sermayeleri ile müteşebbis
hale getirme işi ikame edilebilir. 89-
İdarenin vergi koymaya bir yetkisi olmadığı gibi toplanan vergileri başka yerlere
harcama yetkisi de yoktur. 90-
Belde başkanlarının ücretleri vergide çalışanlar ve kamu görevlileri faslından
pay almak suretiyle tahakkuk ettirilebilir. 91-
Belde bütçe giderleri fakirler, yoksullar, vergi memurları, müellefler, köleler,
borçlular, Allah yolu ve yolcular olmak üzere sekiz fasılda toplanır. Tevbe Suresi 9/ Ayet: 67 “Münafık erkekler ve münafık kadınlar
birbirlerindendir (birbirlerinin benzeridir). Kötülüğü emredip iyiliği yasaklarlar,
ellerini de sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular; Allah da onları unuttu. Şüphesiz
münafıklar, fasıkların ta kendileridir.” Burada
münafık diye adlandırılan kimseleri düzene uymuş gibi gözüküp de onu gizli gizli
bozmaya çalışanlar kimseler olarak anlamak mümkündür. Ellerini sıkı tutarlar ifadesi de böyle olanların
vergi, sadaka ve kamu uğruna harcama yapmak gibi görevlerden uzak kaldıkları biçiminde
manalandırmak daha yakındır.[87] Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Düzene
uymuş gibi gözüküp de onu gizli gizli bozmaya çalışanlar cimrilik yaparlar. 2- Düzene
uymuş gibi gözüküp de onu gizli gizli bozmaya çalışanlar, vergi ve sadaka vermek ve
kamu yararına harcamalarda bulunmak gibi olan görevlerini yerine getirmezler. Tevbe Suresi 9/ Ayet: 69 “(Ey münafıklar!), siz de tıpkı sizden öncekiler
gibisiniz: Onlar sizden daha güçlü, malları ve çocukları daha fazlaydı. Onlar
paylarına düşenden faydalanmışlardı. Sizden öncekilerin, paylarına düşenden
faydalandığı gibi siz de payınıza düşenden öylece faydalandınız ve onların
daldığı gibi, siz de (dünya zevkine) daldınız. İşte onların dünyada da ahirette
de amelleri boşa gitmiştir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” Bunların çalışmalarının boşa
gitmesinin sebebi münafık olmaları düzene sadık olmamaları, batıl ve yanlış
yollarda bulunmalarıdır.[88] Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Ekonomik gelişmeler mal ve nüfus çokluğu ile ölçülür. 2-
Ekonomik gelişmelerde sadece mal ve nüfus çokluğu yeterli olmayıp aynı zamanda güçlü
olmak gerekir. 3-
Ekonomik gelişme için gerekli olan güçlü olma özelliği dayanışmanın
sağlamlığına ve bozgunculuğu bırakıp sisteme sadık kalmaya bağlıdır. 4-
Bireylerin aralarında dayanışmayı, bağlılığlı ve düzene sadık kalmayı temin
edemeyen toplumların çalışmaları ve ekonomik davranışları boşa gider ve faydasız
olur. Tevbe Suresi 9/ Ayet: 75 “İçlerinden, “Eğer Allah bize lütuf ve kereminden
verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz” diye Allah’a
söz verenler de vardır.” Bu
ayetteki sadakadan maksat verilmesi gerekli olan vergidir.[89]
Kendilerine imkân sağlanan münafıklar ilk planda yaptıkları üretimden devlete vergi
vermeye ve diğer üretim faktörlerine de büyük bir pay ayırmaya razı olurlar. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Münafık
kişiler devlet kendilerine büyük imkânlar sağladığı takdirde teşebbüslerinin başlangıcında
diğer üretim faktörlerine büyük bir pay ayırmaya razı olurlar. Tevbe Suresi 9/ Ayet: 76 “Fakat Allah, lütuf ve kereminden onlara verince, onda
cimrilik ettiler ve yüz çevirerek dönüp gittiler.” Buhl : Hakkı vermemek demektir.[90]
Böylece bu ayetten ekonomik olarak şu anlaşılmaktadır ki, devlet imkânlarından
faydalanan münafıklar üretim sonunda diğer üretim faktörlerinin haklarını vermek
istemezler. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Devlet imkânlarından faydalanan münafıklar üretim sonunda diğer üretim
faktörlerinin haklarını vermek istemezler. Tevbe Suresi 9/ Ayet: 79 “Sadakalar hususunda gönüllü bağışta bulunan müminlerle,
güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler
var ya; işte Allah asıl onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için elem dolu bir azap
vardır.” Tetavvu’ : Üzerine vacip olmayan şeyi işlemek,
fazla itaatte bulunmak demektir. [91]
Burada
fazla vergi veren kimselere eğlenen kişilerin cemi müzekker salim kalıbında geldiği
için bir topluluk ve dernek oldukları anlaşılabilir. Bu buhl kelimesinin hakkı vermemek anlamında olduğu
bundan önceki ayette geçmişti. Öyleyse üretim faktörlerinin haklarını vermemek için
dernek ve cemiyet kurmak, işçi ile işveren arasında bir mücadele meydana getirmek
gayri meşru olduğu gibi tekelcilik yapmak için tröst ve karteller meydana getirmek de
meşru değildir. Çünkü bu yolların hepsi başkalarının mallarını rızaları
bulunmadan alma ve sahip olma felsefesine dayanır. Bu
ayette asıl vergilerini çok çok veren kimselere eğlenenlerin toplumda maskaraya
alındığı ve bunlar için acıtıcı bir azabın var olduğu zikredilmektedir. Bu
sebeple vergi kaçırmanın ve vergi kaçırmayı teşvik etmenin suç olduğunu söyleyebiliriz.
Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Vergi kaçırmak ve vergi kaçırmayı teşvik etmek suçtur. 2-
Üretim faktörlerinin haklarını vermemek için herhangi bir teşkilat kurmak gayri
meşrudur. 3-
Üreticiler üretim faktörlerine paylarını vermemek veya az vermek için aralarında
bir dayanışma kurup birbirlerine destek olmak isterler. 4-
Mesleki dayanışma sayesinde üretimdeki payı karşı meslektekilere göre yükseltmeye
çalışmak gayri meşrudur. 5-
İşçi ve işveren sendikaları kurup düşman iki sınıf meydana getirmek İslami
esaslara uygun düşmez. 6-
Alıcı ve satıcıları zorla almaya ve satmaya mecbur etmek için tröst ve karteller
meydana getirmek gayri meşrudur. 7-
Tekellerin hâkim olduğu bir düzen kurup çalıştırmak gayri meşrudur. Tevbe Suresi 9/ Ayet: 85 “Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin.
Allah, bunlarla ancak, dünyada kendilerine azap etmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını
istiyor.” Alusi
bu ayeti “onlar vergilerini istemeye istemeye zorla verirler, ayetine[92]
dayandırarak çok mala sahip olmayı istedikleri için vergi vermek hoşlarına
gitmediğini böylece bundan nehiy edildiklerini söyler.[93]
Vergi verilmeyen bir düzende, gayri meşru bir düzende mal ve evlatların bir fayda
vermeyeceği açık bir gerçektir. Böyle bir düzende bu mal ve evlatlar tam tersine sıkıntı
kaynağı olurlar. Gayri meşru bir düzende meşru hareket ve davranışların zarar ve
sıkıntı doğurduğu gibi meşru bir düzende de yapılan gayri meşru hareket ve
davranışlar azap, sıkıntı ve zarar meydana getirir, diyebiliriz. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Vergi verilmeyen bir düzen gayri meşru, bozuk bir düzendir. 2-
Malların ve nüfusun çokluğu ekonominin dinamikliğini gösterir. Fakat bunlar refah ve
saadeti getirmek için yeterli değildirler. 3-
Mallar gayri meşru bir düzende sahibi olan insanlar için sıkıntı kaynağı olurlar. 4- Nüfus
çokluğu gayri meşru bir düzende sıkıntı buhran ve krizlere sebep olur. 5-
Meşru bir düzende gayri meşru kazançlar birçok sıkıntıların doğmasına sebep
olur. 6-
Meşru bir düzende gayri meşru yaşayan toplumlar diğer insanlar için sıkıntı
kaynağı olurlar. Tevbe Suresi 9/ Ayet: 91 “Allah’a ve Resulüne karşı sadık ve samimi
oldukları takdirde, güçsüzlere, hastalara ve (seferde) harcayacakları bir şey
bulamayanlara (sefere katılmadıkları için) bir günah yoktur. İyilikte bulunan
kimselerin (kınanması) için de bir sebep yoktur. Allah, çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir.” Bu
ayette üç sınıf kimsenin savaşa katılmaktan muaf tutuldukları bildirilmektedir.
Mesela iyice zayıflamış yaşlılar, kör topal ve yatalak olan hastalar ve kendi
ihtiyaçlarını temin edecek mali bir güce sahip olamayanlar savaşa bizzat katılma
zorunda değildirler. Bunlardan askerlik görevi düşer.[94]
Burada askerlik görevini bir kamu görevi olarak kabul ettiğimiz zaman böyle olan
kimseler üzerinden kamu görevleri de sakıt olur. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Küçük
çocuklar ve yaşlanmış ihtiyarlar, kamu görevinden muaftırlar. 2-
Kör, topal ve yatalak olan hastalar kamu hizmetlerinden muaftırlar. 3-
Kamu görevi yapabilme imkânına sahip olmayan kimseler de kamu hizmetlerinden muaf
tutulurlar. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 92 “Kendilerini
bindirip (cepheye) sevk edesin diye sana geldikleri zaman, senin, “Sizi bindirebileceğim
bir şey bulamıyorum” dediğin; bu uğurda harcayacakları bir şey bulamadıklarından
dolayı üzüntüden gözleri yaş döke döke geri dönen kimselere de bir sorumluluk
yoktur.” Bu
ayetten de kamu görevi yapacak olan kimselere gerekli olan araç ve gereçlerin devlet
tarafından verileceği esasını çıkarabiliriz. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Kamu görevi yapacak olan kimselere gerekli olan araç ve gereçler devlet tarafından
ariyet olarak verilir. 2-
Hangi kamu görevlerine hangi araç ve gereçlerin tahsis edileceğine devlet başkanı
karar verir. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 98 “Bedevîlerden
öyleleri vardır ki, (Allah yolunda) harcayacakları şeyi bir zarar sayar ve (bundan
kurtulmak için) size belâlar gelmesini beklerler. Kötü belâlar kendi başlarına
olsun. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” Mağrem
: Bu zarar, ziyan ve helak demektir.[95] Bu
ayette bazı kimselerin Allah yolunda[96]
ve kamu yararına harcadıkları şeyleri zarar ve ziyan sayarak işlerin karışmasını
düzenin bozulmasını istedikleri anlatılmaktadır.[97] Buradaki
infakı-harcamayı vergi olarak kabul edersek bu kimseler üretimde devletin hakkını
vermek istemiyorlar; bunu bir zarar ve ziyan sayıyorlar demek olur. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Kötü
olan kimseler üretim vasıtalarının haklarını vermek istemezler, bütün ürünün
kendilerinin olmasını isterler. Faktörlerin paylarını vermeyi kendileri için bir
zarar ve ziyan kabul ederler. 2-
Üretim faktörlerinden hangi birinin başına gelecek bir kötülük sonunda diğerlerine
de dokunur. 3- Kötü
olan kimseler diğer üretim faktör sahiplerinin başına çeşitli musibetler gelerek
yok olmasını isterler. Tevbe
Suresi 9/ Ayet: 103 “Onların
mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât)
al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini
yatıştırır.) Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” Huz
: Al demektir. Bu hitap peygamberedir.[98]
Yani başkanlaradır.[99]
Böylece bu ayet delalet der ki, vergileri alıp toplamak devlet başkanına aittir. Mükellef
vergisini fakirlere kendi kendine verse yeterli olmaz. Çünkü vergiyi almak başkanın
hakkıdır. Bu sebeple kişi vergisini halka ve ihtiyaç sahiplerine kendisi verirse
vergisini ödemiş ve görevini yapıp yerine getirmiş sayılmaz.[100] Min
harfinin marifeye izafeti o şeyin belirli olduğunu gösterir. Bu sebeple vergilerin
nispeti belli olmalıdır. Ayette “al” diye emir verildiği için de vergi
memuru gidip üretim yerinden alacaktır. Emvâl kelimesi de izafetle geldiği için
mallar, özel mülkiyet ile bireylerin olur. Böylece verginin mülkiyetin bir gereği
olduğu da ortaya çıkar. Devlet bu mülkiyeti korumakla üretime katılmış
dolayısıyla üretim faktörleri gibi bir pay sahibi olmuş ve bunun için de hakkı olan
vergiyi almış olur. Aynı bunun gibi diğer üretim faktörleri de üretimden kendi
paylarına düşen hisselerini alacakları bir gerçektir. Ayette “mallarından al”
buyrulduğu için vergilerin ve diğer payların hâsılanın bizzat kendisinden
alınacağı da anlaşılmaktadır. Sadakaten
: Bir vergi olarak. Bu kelimenin farz olan zekâtı-vergiyi mi yoksa hayır-teberru
olan sadakayı mı ifade ettiği konusunda ihtilaf edilmiştir. Ancak çoğunluk bunun
farz olan zekât yani vergi anlamında olduğu hususundaki görüşlerini açıklamışlardır.[101]
Daha
önceki ayetlerde de anlattığımız gibi[102]
vergi devlete olan sadakatin bir ifadesidir. Bu sebeple vergi siyasi haklara sahip olan
yani biat eden ve edilen mükelleflerden alınır. Yine buna dayanarak vergi kişinin
beyanına göre alınır, diyebiliriz. Vergi gizleyen ve vergi kaçıran kimselerin
sadakati düşmüş olacağından onların siyasi hakları da ortadan kalkar diyebiliriz.
Daha önce de geçtiği üzere[103]
siyasi haklardan mahrum olan kişiler sadaka-zekât-vergisi değil, cizye vergisini
öderler. Cizyede sabit bir vergi konur ve mükellef onu kendisi gidip eliyle yerine
teslim eder. Sadaka
kelimesinin tekil ve nekre olarak gelmesinden her üretim ünitesinin tek vergi ödeyeceğini
ve bir üretimde bir defa vergi alınacağını anlayabiliriz. Bu ayette “mallarından
al” denildiği için toplumun olabilen ticaret mallarından vergi alınacağını,
dolayısıyla evin halisi gibi, kullanılan mallardan alınmayacağına işaret vardır.
Al emri başkana ait olduğu için de verginin hangi safhada alınacağını başkan
tespit eder diyebiliriz. Tütahhiruhum
: Onları temizlersin. Malı kazanıp elde ederken meydana gelen ufak tefek
haksızlıklar, vergi alınmak suretiyle ortadan kalkmış olur. Tüzekkîhim
: Onları artırırsın. Bu kelime vergi veren kimselerin mallarının artacağını,
dolayısıyla verilen vergi nispetinde kamu imkânlarından faydalanma hakkının
doğacağını anlamak mümkündür. Kaynaklarda bunların mallarının artacağı
yazılmakta, fakat bu artmanın nasıl olacağı hakkında bir şey söylenmemektedir.[104]
Biz ise bu ifadeye dayanarak vergi verenler, kamu imkânlarından faydalanırlar ve menkul
mallarını ve gayrimenkul mallarını ellerinde, kendi mülkiyetleri altında tutarlar
diyoruz. Hangi
mallardan vergi alınacağı bellidir. Altın, gümüş, ticaret eşyası, meralarda
otlayan davarlar, toprak mahsullerinden ve madenlerden vergi alınır. Vergi hür, akıllı,
baliğ, Müslüman olan mükelleflerin mallarından alınır.[105] Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Vergileri devlet başkanları toplar veya onlar adına vergi memurları toplarlar. 2-
Vergiler mallardan üretim yerinde alınırlar. 3-
Vergiler mallardan ayni olarak alınır. 4-
Mallar bireylerindir; herkesin kendi malı bulunur. 5-
Vergi vermek özel mülkiyetin bir gereğidir. 6-
Üretilen malların hepsi vergi olarak alınmaz. 7-
Üretim denilen şey bir toplum şartları içersinde toplum tarafından birlikte gerçekleştirilir.
8-
Devlet üretimden bir pay alır. 9-
Üretim faktörlerinden her biri üretimden kendilerine düşen paylarını alırlar. 10-
Vergiler ve diğer paylar hâsıladan ayni olarak alınırlar. 11-
Hangi mallardan vergi alınacağı bellidir. 12-
Altın, gümüş, ticaret eşyası, meralarda-otlaklarda güdülen davarlar, toprak
mahsullerinden, meyvelerden ve madenlerden vergi alınır. 13-
Vergi, hür, akıllı, baliğ ve Müslüman olan mal mülk sahiplerinden alınır. 14-
Devletin mallardan alacağı vergi payı bellidir. 15-
Vergiler siyasi haklara sahip olan mükelleflerin mallarından alınır. 16-
Vergiler kişilerin beyanlarına göre alınır. 17-
Vergi kaçıranların siyasi hakları düşer. 18-
Siyasi haklardan mahrum olanlar sadaka değil, cizye vergisi öderler. 19-
Cizyede sabit bir vergi konur ve mükellefler vergiyi götürüp kendi elleriyle yerine
teslim ederler. 20-
Her üretim ünitesi tek vergi öder ve bir üretim döneminde bir defa vergi alınır. 21-
Üretimin hangi safhasında vergi alınacağını tespit etme işi devlet başkanına
aittir. 22-
Vergiler malların üretilmesinde kullanılan toplumun imkanlarına karşılık olmak
üzere alınır. 23-
Mallardan alınan vergiler üretim anındaki ufak tefek kusur ve haksızlıkları ortadan
kaldırır. 24-
Vergiler kişilere kamu imkânlarından faydalanma hakkını sağlar. 25-
Mükellefler verdikleri vergi kadar kamu imkânlarından faydalanırlar. 26-
Gayrimenkul mülkiyeti vergi vermek suretiyle devam eder. 27-
Gayrimenkulleri ancak vergi veren kimseler mülkiyetleri altında tutabilirler. 28-
Gayrimenkullerin değerleri verilen vergiler ile ölçülür. 29-
Malların kalitesi devlete ödenen mallar ile tespit edilebilir. Tevbe Suresi 9/ Ayet: 121 “Allah yolunda küçük, büyük bir harcama yapmazlar
ve bir vadiyi kat etmezler ki, (bunlar), Allah’ın, yaptıklarının daha güzeliyle
kendilerini mükâfatlandırması için hesaplarına yazılmış olmasın.” Ayette
verilen küçük ve büyük nafakaların-harcamaların ve yapılan işin yazılacağı ve
yaptıklarından daha fazlasının kendilerine karşılık olarak verileceği
anlatılmaktadır. Burada
nafaka ve vadiyi geçmenin karşılığı olarak daha güzel onların yaptıklarından
daha güzeli kendilerine verileceği ifadesindeki bu daha iyisi ve güzelini sevap diye
açıklıyorlar.[106]
Ayette çalışanlara daha güzeli verileceği söylenmekle
burada ekonomik olarak bunu katma değerden emeğe de bir pay ayrılacağı şeklinde
anlamak mümkündür. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Bir işletmede az olsun çok olsun herkesin katkısı ve çalışması yazılır. 2-
Üretime yaptığı katkı ve çalışma nispetinde herkese üretim sonunda bir pay
verilir. 3-
Çalışanlar, verdikleri emekten fazla olarak katma değerden de pay alırlar. 4-
Üretim faktörlerinin payları, devletin vergisi, tesis, sermaye ve emeğin ücretleri
hep birlikte sahiplerine dağıtılır. [1] İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, II, 882 [2] Kamus, I, 8 [3] Cassas, III, 76; Elmalılı, III, 2446 [4] Cassas, III, 77; Elmalılı, III, 2446 [5] İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, II, 883 [6] İbn Arabî, II, 883 [7] Razi, XV, 220 [8] Tevbe 9/ 28. ayetin tefsirine bak. [9] Razi, XVI, 13 [10] İbn Abidin, III, 267 [11] Alusi, X, 77 [12] Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, V, 1990 [13] İslam Ansiklopedisi, III, 200 [14] Ebu Yusuf, Kitab-ül Harac, s, 201 [15] İslam Ansiklopedisi, III, 200 [16] Seyyid Sabık, Fıkh-üs Süne, II, 664; Hasan İbrahim Hasan en-Nüzum-ül İslamiyye, s, 245 [17] Cassas, Ahkâm-ül Kuran, III, 96 [18] Maverdi, Ahkâm-üs Sultaniye, s, 42 [19] Razi, XVI, 31 [20] Müslim, Cihad, 15, No: 1756 [21] Ebu Yusuf, Haraç, s, 201; Cassas, III, 96 [22] Razi, XVI, 30; Cassas, III, 96 [23] Kamus, II, 472 [24] Müfredat, s, 282 [25] Reşid Rıza, X, 342 [26] Seyyid Sabık, II, 666 [27] İslam Ansiklopedisi, cizye maddesi, III, 200 [28] Razi, XVI, 43; Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, V, 2001 [29] Cassas, III, 106; Razi, XVI, 42 [30] Müfredat, s, 442 [31] Serahsi, Mebsut, XII, 115 [32] Elmalılı, III, 2520 [33] Ebu Davud, Zekât, 3, No: 1563–1564; Razi, XVI, 44 [34] İbn Arabî, II, 918 [35] Seyyid Sabık, I, 339 [36] Seyyid Sabık, I, 341 [37] Elmalılı, III, 2523–2535 [38] Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, V, 2004; İslam Ansiklopedisi, X, 101 [39] İslam Ansiklopedisi, X, 101 [40]
Buhari, Tefsir, Sure, 8,9,
Bed'ül- Halk, 2, Megâzî, 77, Edâhî, 5, Tevhit, 24; Müslim, Kasame, 29, Ebû Davud,
Menasik, 68, No: 1947; Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 5, s. 37, 73. [41] Razi, XVI, 50 [42] Muhammed Hamidullah, Türk Yurdu Dergisi, Ağustos–1959, sayı: 279, s, 15 [43] Ebu Yusuf, Kitab-ül Harac, s, 202 [44] Selim Ali Sıddîkî, İslam Devletinde Mali Yapı, s, 17 [45] Razi, XVI, 91; Reşid Rıza, X, 562 [46] Razi, XVI, 94 [47]
Razi, XVI, 98 [48]
Ebu Yusuf, Kitab-ül Harac, s, 202 [49]
Razi, XVI, 98 [50]
Razi, XVI, 98 [51] Tirmizi Zekât, 21, No: 649 [52]
Maverdi Ahkâm-üs Sultaniye, s, 113; Alusi, X, 120 [53]
Elmalılı, III, 2572; Hasan Basri Çantay, Kuranı Hâkim ve Meali Kerim, I, 286 [54] Elmalılı, III, 2572 [55] Razi, XVI, 105 [56] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 220 [57] Bak, Bakara 2/ 271 [58] Süleyman Karagülle, İslam’da Anayasa, s, 136 [59] Tirmizi, Zekât, 21, No: 649 [60] İbn Arabî, II, 963 [61] Serahsi, Mebsut, III, 18 [62]
Razi, XVI, 100–105 [63]
İbn Arabî, II, 947 [64] Alusi, X, 124 [65] İbn Arabî, II, 949 [66] Elmalılı, III, 2573 [67] Yunus Vehbi Yavuz, İslam’da Zekât Müessesesi, s, 241 [68] Bakara 2/ 273 [69] Kamus, II, 610 [70] Reşid Rıza, X, 570 [71] İbn Rüşd, Bidayet-ül Müctehid, I, 277 [72] Bakara 2/ 273 [73] İbn Rüşd, I, 278 [74] Alusi, X, 121 [75] Serahsi, III, 19 [76] İbn Rüşd, I, 275 [77] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 222 [78] Seyyid Sabık, I, 391 [79] Pezdevi, Keşf-ul Esrar, IV, 1401 [80] İbn Melek Şerh-ul Menar, s, 345 [81] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 226 [82] Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 226 [83] Razi, XVI, 113; Alusi, X, 123; Elmalılı, III, 2580 [84] Cassas, III, 127 [85] Yunus Vehbi Yavuz, İslam’da Zekât Müessesesi, s, 294 [86] İbn Rüşd, I, 275 [87] Razi, XVI, 126 [88] Reşid Rıza, X, 624 [89] Razi, XVI, 140 [90] Razi, XVI, 141 [91] Elmalılı, III, 2594 [92] Tevbe 9/ 54 [93] Alusi, X, 155 [94] Razi, XVI, 160 [95]
Alusi, XI, 5 [96]Razi,
XVI, 166 [97]
Razi, XVI, 166 [98]
İbn Arabî, II, 994; Seyyid Sabık, I, 328 [99]
Elmalılı, III, 2613 [100]
Cassas, III, 155; Elmalılı, III, 2613 [101] Razi, XVI, 177; Elmalılı, III, 2612 [102] Bakara 2/ 271; Tevbe 9/ 60 [103] Tevbe 9/ 29 [104]
İbn Arabî, II, 997; Alusi, XI, 15 [105]
Cassas, III, 149 [106] Razi, XVI, 225; Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, VI, 2144
|
. |