. | Ermeni sorunu ve ABD Kongresi Toktamış Ateş Günlerden beri yazılı ve görüntülü medyamızdaki
yayınlardan ötürü; artık "Ermeni sorunu" ya da "Ermenistan"
denildiği zaman sıkıntılar basıyor. 3 milyonluk nüfusunun neredeyse yarısının ülke dışına
kaçtığı ve bunlardan 50–60 bininin ülkemizde çalışmaya çabaladığı söylenen
Ermenistan'ın; 1915'te yaşananlarla birinci dereceden ilgilendiğini hiç sanmıyorum.
Fakat Ermeni diasporasının iflah olmaz hırs ve inadı yüzünden; Ermenistan
siyasetçileri de bu politikayı sürdürmek zorunda kalıyorlar. Bu arada;
Ermenistan'daki "fanatiklerin"
payını da ihmal etmemek gerek. Neredeyse 30 yıldır (belki de daha fazla); her
yıldönümü yani 24 Nisan yaklaştıkça bir sinir harbi başlıyor. Önce Temsilciler
Meclisi Dış İlişkiler Komitesi; sonra Temsilciler Meclisi; sonra Senato ve nihayet
Başkan'ın konuşmasında ne diyeceği uykularımızı kaçırıp duruyor. Bıktım artık... Ermeni diasporasının bu "huyundan" vazgeçmesi mümkün
görünmüyor. Hem yazılarımda hem de sağda-soldaki
konuşmalarımda; bunu hep vurgularım. Zira yaşlı Ermeniler; Ermeni "ruhunun" ve "geleneklerinin" kaybolmasından
fena halde korkuyorlar. Ve sanıyorum bu korkuları da boşuna bir korku değil.
Diasporadaki Ermeni gençleri; kendilerini Ermeni olmaktan çok hangi ülkede doğup büyüdülerse
o ülkenin vatandaşı olarak görüyor ve o ülkenin gençlerinin duygu ve düşüncelerini
paylaşıyorlar. Bunun görüntüsü olarak da; elbette onlar gibi giyinip, kuşanıyor;
onların zevklerini paylaşıyorlar. Bugün; dünya üzerinde Türkiye diasporası
oluşturabilecek sayıda insanımız var. ABD'deki sayıları da on binlerle ifade
edilmeye başlandı. Üstelik bunların büyük bir bölümü çok iyi eğitimli ve yüksek
gelir düzeyindeler. Fakat bir diaspora oluşturamıyorlar. Galiba ABD'deki diplomatik
misyonlarımızın yani büyükelçiliğimizin ve çok sayıdaki konsolosluklarımızın
biraz daha gayretli olmaları gerekiyor. Benzer bir durum galiba Kanada için de geçerli. Avrupa ülkelerinde ve özellikle Almanya'da yaşayan
milyonlarca vatandaşımızın; özellikle çifte uyrukluğa geçtikten sonra
özelliklerini yitirerek; vatandaşlığını aldıkları ülke insanlarına ya da
yaşadıkları ülkelerin yaşam koşullarına uyacaklarını belli bir endişe ile
beklemiştim. Galiba Ermeni diasporasındaki duygusal yaklaşım bende de var. (Biraz
ayıp oluyor ama...) Bu endişemin gerçekleşmediğini memnuniyetle gördüm.
Zira; bizim yurtdışındaki insanlarımızla bağlantımız çok güçlü. Çoğunun aile
ve hemşehrilik ilişkileri devam ediyor. Eskisi kadar olmasa da; tatillerini ülkelerinde
geçiriyorlar. Hatta yaşadıkları ülkelerde hemen birer "getto" oluşturuyor ve oralarda
mutlu oluyorlar. Ermeni diasporasında bunlar yok. Avrupa'da bazı Ermeni bakkallardan
alışveriş ettim ama onların müşterilerinin çoğu Ermeni değildi. Aynı biçimde;
özellikle Fransa'da birkaç Ermeni lokantasına gittim. Oraların müşterilerinin çoğu
da Fransız'dı ve o enfes Ermeni yemeklerinin tadını almışlardı. Gene ABD Temsilciler Meclisi'nin Dış İlişkiler
Komitesi'nde kabul edilen "soykırımı
tasarısına" dönersek; biz galiba bu işi biraz fazla abartıyoruz.
Komiteden geçti de ne oldu? Yarın Temsilciler Meclisi Genel Kurulu'ndan geçse
ne olur geçmese ne olur? Daha sonra Senato'ya gelse ne olur gelmese ne olur?
Senatodan geçse ne olur reddedilse ne olur? ABD Başkanı; bir "Ermeni soykırımından" söz etse
ne olur etmese ne olur? Bu konularda çok endişeli olanlar; yarın öbür
gün bir tazminat talebi olabileceğini; daha sonra da toprak talepleri olabileceğini düşünüyor
ve bu endişelerini dile getiriyorlar. Olacak iş mi bu? Kimin aklına gelir böyle
şeyler?.. ABD'lilerin New York'un Manhattan adasını;
Kızılderililerden birkaç torba incik-boncuk karşılığında satın aldıkları ortaya
çıktığı için; o Kızılderili kabilesinin günümüzdeki uzantıları; zaman zaman
Manhattan'ı geri isterler. Bu adamcağızlar; sadece mizah yazarlarına ve karikatüristlere
konu olurlar. Yarın-öbür gün; Amerikan Ermenileri bizden tazminat veya toprak talep
ettikleri zaman da bizim mizah yazarlarına ve karikatüristlerimize gün doğar... ABD'de; birçok federe devlet (biz bunlara nedense
eyalet diyoruz) Ermeni soykırımını meclislerden geçirerek kabul etti. Ama oralarda yaşayan
Türkler'in yaşamlarında hiçbir değişiklik olmadı. (Bu arada; adamlar devlet
başkanlarının konut ve çalışma mekânına "beyaz
ev" (white house) demişler. Biz bunu Türkçemize "beyaz saray" diye çevirmişiz.
Sanki İngilizce'de "saray"
sözcüğü yok...) Bir sürü Avrupa ülkesi "Ermeni soykırımı"
tasarılarını kabul etti. Değişen bir şey oldu mu? Hele İsviçre denilen
ülke; böyle bir soykırımı olduğunu reddedenler için yasa çıkardı. Çıkardı da
ne oldu? Kaç kişiyi mahkûm edebildiler? Bu arada Lozan'da yapılan protesto da (bence)
güzel bir tepkiydi. Böyle tasarıların değişik ülkelerde kabulü;
Ermeni diasporasının duygusal bir tatmininden öte bir şey getirmez. Endişelenenlerin
endişeleri boşuna... Bu arada; en çok sıkıntıyı bizim Türkiye
Ermenileri çekmemeli. Onlar; bizim has kardeşimiz ve TC'nin; birinci sınıf onurlu
vatandaşlarıdır. Kesinlikle hata yapılmaması gerekir...
BARIŞ
DOLU BİR ÜLKE ve BARIŞ DOLU BİR DÜNYA İyi,
doğru-dürüst, temiz ve çalışkan insanlar, güzel insanlardır. Güzel insanlar hem
sağlıklarında ve hem de öbür dünyaya göçtükten sonra bile iyilik yapmaya ve
çevresine faydalı olmaya devam ederler. Birçok defa gitmiş olmamıza rağmen geçen
sene yine bir vesile çıktı; İzmir’in Ödemiş kazasının Birgi beldesinde yatmakta
olan İmam Birgivi hazretlerinin kabrini ziyarete gittik. İmam Birgivi 27 Mart 1523'te
(Hicri 929) Balıkesir kasabasında doğmuş ve 1573’te Birgi’de vefat etmiştir. Aynı zamanda Birgili olan ve Kanuni Sultan Süleyman’ın
hocası Ataullah Efendi ile aralarında münasebet ve samimiyet hâsıl olmasıyla, adı
geçen hoca delaletiyle Aydın (İzmir) vilayetinin Ödemiş kazasına bağlı Birgi
nahiyesinde büyük bir medrese kurulmuş ve müderrislik görevine Birgivi Muhammed
Efendi getirilmiştir. Hiçbir Osmanlı şeyhülislamına imam unvanı verilmediği halde
bu büyük bilgine İmam Birgivi denilmiştir. Kabristan ile ilgili kişi ile görüştüğümüzde
yılda ziyaretçi sayısı bilmem şu kadar olduğunu ve beş yüz yıl önce göçmüş
olan bu güzel insan sayesinde 50 ailenin geçim sağladığını söyledi. İşte iyi
insanlar, güzel insanlar böyledir. Varlık âlemine, çevreye ve tüm canlılara sevgi,
barış ve fayda verirler. Kötü insanlar ve kötü ülkeler ise çevreye ve dünyaya
stres, sıkıntı ve huzursuzluk yayarlar. Ülkede
iyilik dünyada iyilik, ülkede güzellik dünyada güzellik, ülkede mutluluk ve dünyada
mutluluk, bütün bunların olması için ülkede güzel insanlar dünyada da güzel
insanlar, ülkede doğru-dürüst bir sistem dünyada da doğru-dürüst bir sistem olması
ve eşyanın tabiatına uygun bir hayat tarzı olması gerekir. Tek kelimeyle güzel bir
medeniyetin kurulması gerekir. Yoksa iddialarla, varsayımlarla ve en kötüsü menfaate
dayalı ayak oyunlarıyla bir yere varılamaz. İyi insanlar ve iyi devletler, kötü
insanlar ve kötü devletlerin yanında sıkıntılı ve stresli olurlar. Dünyadaki
güçlü devletler hakkın-hukukun yanında olmazlarsa olmaz. İç kadar dış da önemli
olduğuna göre dünyadaki huzursuzluk ülkeye de gelir. Ülkede adalet olmazsa, dışarıdaki
adalet neye yarar. Ülkede adalet olsa bile dışarıdaki zulüm güçlü olursa bir gün
o içeriye de sıçrar. Şu “ermeni
soykırımı” meselesi 196 lardan bu yana mevsimi gelince hep önümüze getirilir. ABD Temsilciler Meclisi'nin Dış İlişkiler
Komitesi’nin "soykırımı
tasarısı"nı kabul etmesinden sonra bu kez İsveç Parlamentosu'ndan benzer bir yasa 130'a karşı
131 oyla kabul edildi. 1915–16
yıllarında Osmanlı Devleti’nin Ermeni yurttaşlarını tehcire (zorunlu göçe) tabi
tutması sonucunda birçok Ermeni’nin açlıktan, soğuktan ya da saldırılara maruz
kalarak öldüğü; bir vakıa bu konuda bir tartışma yok. Savaş bu onlar da öldürmüşler
biz de öldürmüşüz. Ancak burada tartışma esas olarak “tehcir”in yol açtığı
ölümlere “soykırım” denip denemeyeceği üzerinde odaklanmaktadır. Ermeni
diasporasında yaygın olan görüşün sahipleri, 1960’lardan bu yana, yaşanan
trajediyi “soykırım” olarak nitelendirmeleridir. BM Genel Kurulu’nun 1948 yılında kabul ettiği “Soykırımın
Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme” esas alındı diyelim. Söz
konusu sözleşmeye göre soykırım, “Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu
toptan ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle, a) grup mensuplarının öldürülmesi, b) grup mensuplarına fiziki ve ruhsal olarak
önemli ölçüde zarar verilmesi, c) kısmen
veya tamamen yok etme kastıyla grubun fiziksel varlığını sona erdirecek şekildeki
yaşama koşullarına tabi tutulması, d) grup içinde
doğumları engellemek amacıyla kısıtlamalar konulması, e) bir
grubun çocuklarının zorla başka bir gruba nakledilmesidir.” BM Sözleşmesi’nin
tanımını esas alan Uluslar arası Adalet Divanı’na göre de soykırım suçunun
dört unsuru vardır: i) suçu işleyen, bir veya daha fazla insan
öldürmüştür, ii)
öldürülen kişi veya kişiler belirli bir milli, etnik grup, ırk veya dini gruba
aittir, iii) suçu
işleyen, o grubu kısmen veya tamamen yok etmek amacındadır, iv) söz konusu eylem... grubu ortadan kaldırmaya yöneliktir. Türk – Ermeni Uzlaşma Komisyonu’nun başvurusu
üzerine Uluslararası Daimi Adalet Merkezi, BM Sözleşmesi`nin Türkiye`de 20. yüzyılın
başlarında meydana gelen olaylara uygulanıp uygulanamayacağı sorusunu ele aldı ve: 1) Sözleşme
hükümlerinin 12 Ocak 1951 tarihinden önceki olaylara uygulanamayacağına,
dolayısıyla hiçbir birey veya devlete karşı olaylardan kaynaklanan herhangi bir
hukuki, mali veya toprak talebinde bulunulamayacağına, ancak 2) olayların Sözleşme’deki soykırım
tanımına uyduğuna karar verdi. Osmanlı Devleti`nin 1. Dünya Savaşı sırasında
uyguladığı `tehcir` ve yol açtığı ölümler BM Sözleşmesi`ne göre soykırım olarak
tanımlanabilir ise, o yıllarda bağımsız bir Ermenistan kurma peşindeki milliyetçi
Ermeni çetelerinin Doğu Anadolu’da özellikle Van Erzincan ve Erzurum’da sayıları
tam olarak bilinemeyen binlerce Müslüman – Türk’ü katletmeleri soykırım değil
midir? Sözleşme`ye göre soykırım ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan
ya da bir bölümünü yok etme niyetiyle katletmektir; öldürmelerin soykırım olarak
nitelenmesi için suçun bir devlet tarafından işlenmesi gerekmediği gibi,
öldürülenlerin sayısının az veya çok olmasının da hiçbir önemi yoktur. Bize göre
yapılacak şey, hiçbir etki altında kalmadan hem içte ve hem de dışta her zaman ve
her yerde tüm dünyada hak ve adaletten yana olmak, politik davranmamak ve asla ayak
oyunlarına düşmemektir. Fakat karşımızdakiler bize ne yaparlarsa ve hangi yolla
yaparsa bizim de onlara aynı yolla cevap verme hakkımızın bulunduğunu hiçbir zaman
unutmamamız gerekir. Burada son
olarak ülke ve bölgeye dönük bir teklifim olacaktır. Batı dünyasının yani Avrupa
ve ABD nin ülkemize ve bölgemize karşı hakkaniyetli değil, politik davrandığı bir
gerçektir. Ancak gelecek olan yakın bir süreç ülke ve bölge lehine çalıştığı için
ülkemizin ve dolayısıyla bölgemizin yörede ve kürede söz sahibi olmasından endişe
edilip bilhassa İslam’dan korkulmaktadır. O nedenle başka dinden olanlara, bir din
mensubu olmayanlara ve hatta tüm dünya insanlığına karşı bir deklarasyon-bildirge
yayınlanmalıdır. İslam ülkelerinin ve özellikle çağdaş İslam anlayışının
aynı Hz. Muhammed’in Medine’de yaptığı gibi Yahudi, Hıristiyan, Müslüman ve müşrik-ateistlerin
hiçbir ayrım yapılmadan ülkede vatandaşlık nimetlerini birlikte paylaşacakları
gibi, dünyada da her türlü inanışa özgürlük bir görev bilinip hak hukuk adalet ve
insanlığın yanında olunacağı hususunda söz verilip ilan edilmelidir.
|
. |