. | Kur'ânın İktisadî (ekonomik) Tefsiri
MAİDE SURESİ Maide
Suresi 5/ Ayet: 1 “Ey müminler, sözleşmelerinizi
yerine getiriniz…” Ukûd : Bu
kelime akd’in çoğuludur. Akd ise düğüm bağlamak
demektir.[1]
Daha sonra bu kök manaya dayanarak bir kimseyi bir şeye veya iki kişiyi karşılıklı
olarak bağladığı için sözleşmeler, alış-veriş, kira, kefalet, nikâh, ortaklık…
ve borçlanma gibi sözleşmelere akd adı verilmiştir.[2]
Cassas, akd’in bir kimsenin bir işi
kendisinin veya başkasının yapması için bağlayıcı olarak yaptığı bir
anlaşmadır, diye bir tarifini nakleder.[3]
Türkçede akid, mukavele, sözleşme ve anlaşma kelimeleri hep aynı manaya gelir.
Mecellede akid şöyle tarif edilmiştir. Her iki tarafın bir hususu iltizam ve taahhüt
etmeleridir ki, icap ve kabulün irtibatından ibarettir.[4]
Akd kelimesi çoğul olarak
getirildiği için alış-veriş, kira, ücret ve bütün sözleşmeleri içersine alır.
Ayrıca bu kelime kişinin bizzat şahsı ile ve malı ile kefil olabileceğine de delalet
eder.[5] Îfâ :
Dirhemin miskale denk gelmesine vefâ derler.[6]
Îfâ ise verilen bir sözü, yapılan bir anlaşmayı tastamam eksiksiz olarak yerine
getirilmesi demektir. Bu sebeple yapılan akdin bütün maddeleri hiçbiri düşürülmeksizin
yerine getirilir. Onun için bunun birini yapmamak bütününü yapmamak demektir. İfa ve
akid kelimeleri ikisi de çoğul olduğu için her bir sözleşme ayrı ayrı sorumluluğu
gerektirir. Herkes kendi yaptığı sözleşmeden sorumludur. Ukûd kelimesi belirli olarak
getirildiği için belli sözleşmelerin muteber olacağını anlamak mümkündür. Başındaki
bâ harfinden de anlaşılacağı üzere anlaşmaların madde madde kısım kısım ifa
edileceği düşünülebilir. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Müslümanlar verdikleri sözleri
yerine getirirler. 2- Müslümanlar birbirlerini
verdikleri sözleri yerine getirmeye teşvik ederler. 3- Bir kimsenin bir işi kendisinin
veya başkasının yapması için bağlayıcı olarak yaptığı anlaşmaya sözleşme
(akid) adı verilir. 4- Bir sözleşmede maddelerin
herhangi birini bozmak, bütün sözleşmeyi bozmak demektir. 5- Ancak belli olan meşru sözleşmeler
muteberdir. 6- Herkes, yapmış olduğu kendi sözleşmelerinden
sorumludur. 7- Sözleşme her iki tarafın rıza
ve taahhüdü ile yapılır. 8- Sözleşmeler, madde madde, kısım
kısım ifa edilebilir. Maide
Suresi 5/ Ayet: 2 “Ey İnananlar!...iyilikte ve
fenalıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte
yardımlaşmayın…” Teâvün :
Daha önce geçtiği üzere[7]
yardımlaşmak demektir. Birr : Daha evvel açıklandığı
gibi[8]
iyilik demektir. Takvâ :
Daha önce söylendiği üzere[9]
sakınmak-korunmak demektir. Bu iyilikte yardımlaşmayı, Allah’a
itaat olan bütün her şeyde yardımlaşma manasında anlayanlar ve bu yardımlaşmanın
vacip olduğunu söyleyenler vardır.[10]
Bu genel ifadeyi özelleştirerek sosyal yardımlaşma, insanların ihtiyaçlarını temin
etme ve dul kadınlara yardım etmek, yol yapıp su getirme ve savaş araç ve
gereçlerini hazırlama şeklinde düşünenler de vardır.[11] “Günah işlemek
ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın”, ifadesinde de Allah’a isyan demek olan hiçbir
şeye yardım etmemek gerektiği ve bunun haram olduğu anlaşılır.[12]
Böylece günah ve yasak olan fiiller, hırsızlık, zulüm, başkalarının hak ve
hukukuna tecavüz etmek ve işlenen cinayetlere muzahir olmanın-desteklemenin yasak
olduğu esası ortaya çıkar. Ayette genel olarak iyi ve kötü işlerden
bahsedilmekte, iyi işlerde Müslümanların birbirlerine yardım edeceği, kötü işlerde
ise asla müzahir olmayacakları-arka çıkmayacakları anlaşılmaktadır. Bu emir ve
nehiy fiilleri de çoğul getirilmekle, bu işi toplumun yapması gerektiği, iyi işler
olan müspet olumlu davranışların devletin teminatı altında bulunması; kötü işler
olan menfi olumsuz davranışların ise ne bireyden ve ne de toplumdan-devletten yardım görmemesi
şeklinde anlaşılabilir. Bu iyilik ve kötülüğü ifade eden kelimelerin belirli
olarak gelmelerinden bu iki çeşit fiilin toplumda belirlenmesi gerektiği esası orta çıkar.
Hz. Peygamber de zaten bir hadislerinde bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır: "Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan bir çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası vardır ki, eğer o sağlıklı olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur. Haberiniz olsun, bu et parçası kalptir."[13] Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Fiil ve davranışlar, müspet-olumlu
işler ve menfi-olumsuz işler olmak üzere iki kısma ayrılır. 2- Müspet-olumlu işler, yapılır;
menfi-olumsuz işler ise terk edilir, onlardan sakınılır. 3- İyi işler şeriatın müsaade
edip izin verdiği ve yapılmasını buyurduğu meşru fiillerdir. 4- Kötü işler şeriatın izin
vermediği ve yapılmasını yasakladığı fiillerdir. 5- Her türlü meşru hareket ve
davranışlar ve sözleşmeler devletin teminatı altındadır. 6- Gayri meşru fiiller ve sözleşmeler
hiçbir zaman devletin desteğini alamazlar ve devletin teminatı altında olamazlar. 7- Haram ve helal şeyler, iyi işler
ve kötü işler toplumda belirlenip açıklanmalıdır. Maide
Suresi 5/ Ayet: 3 “Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan
başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş,
darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı
hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan
hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün
bunlar fısk (Allah’a itaatten kopmak)tır. Bugün kâfirler dininizden (onu yok
etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin
için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı
seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram
etlerden) yerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” Bu ayette yenilmesi yasaklanan ve pis
olan şeylerden bahsedilmektedir. Meyte :
Ölü yani kesilmeden ölmüş olan hayvan demektir. Dem : Kan, akmış olan kan. Bu akmış olan kan
anlayışı Ebu Hanife’nin görüşüdür. İmam Şafii’ye göre akmamış olan kan da
haramdır. Hayvan kesildiği zaman dalak ve ciğer ve damarlarda kalan akmamış kanlar,
Ebu Hanife’ye göre helal, Şafii’ye göre ise haramdır.[14] Lahm-ül Hınzîr
: Domuz eti. Domuz etinin haram olduğu hususunda
İslam âlimleri icma ve ittifak etmişlerdir.[15]
Domuzun kılı ve derisinden faydalanılması konusunda ihtilaf edilmiştir. Ebu Hanife ve
Muhammed’e göre domuzun kılı ayakkabı dikiminde kullanılabilir. Şafii’ye göre
ise kullanılamaz.[16]
Domuzun derisine gelince, derilerin
tabaklanmak suretiyle temiz hale geldikleri insanlar tarafından bilinmektedir. Deri pis
olsa bile yani ölmüş bulunan bir hayvanın derisi olsa da tabaklanmak suretiyle temiz
hale gelebilir. Ölmüş bulunan bir koyunun derisinden faydalanma konusunda Hz.
Peygamberin bir tavsiyesi vardır. Hz. Meymune’nin azatlı bir cariyesine sadaka olarak
bir koyun verilmişti, bir gün koyun öldü. Ona dua ve selam olsun, Allah’ın Elçisi
rastladı ve dedi ki;”Bunun derisini alsaydınız tabaklardınız, ondan
yararlanırdınız.” Dediler ki, o ölüdür. Dedi ki;”Yalnızca onun yenmesi haram
kılınmıştır.”[17]
Davud Zahiri ve arkadaşları
tabaklandığı zaman domuz derisinin temizleneceğini ileri sürerler. Ebu Hanife ise bu
görüşü kabul etmez.[18] Burada ölü hayvanların eti, yağı
ve derisinden faydalanmanın hükmü hatıra geliyor. İslam hukukuna göre pis yani haram
olan şeyleri alıp satmak da haramdır. Bunlardan faydalanmak ise hukukçular arasında
ihtilaf edilmiş bir konudur. Aslında temiz olup da ölüm ve pislik karışması yüzünden
böylece sonradan pis hale gelen şeyler, başka yerlerde kullanılabilir. Mesela ölen
bir hayvanın içyağları ve her hangi bir sebeple pis hale gelmiş olan zeytinyağı ise
ışık ve motor işletmek için kullanılabilir. Bu gruba giren bütün mallar böyle düşünülüp
aynı hükme tabi tutulabilirler.[19] Nevevi, Hz. Peygamber’in bu konudaki
hadisini açıklarken Şafii ve arkadaşlarına göre böyle pis yağların gemilerin
işletilmesinde, aydınlatmada yani yeme ve vücuda sürmenin dışında kalan bütün
harcamalarda kullanılabileceği görüşünü nakletmektedir.[20] İhlâl :
Çocuk doğduğu anda sesini yükselterek bağırmasına denir.[21]
Müşrikler mabutlarına kurban kestikleri zaman Lat adına, Uzza adına diyerek onların
isimlerini yüksek sesle söylerler ve böyle bağırarak kesmeye ihlâl denilmiştir.
Daha sonra da hayvanı sesli olarak ve sessiz olarak kesmeye bu ada verilmiştir.[22] Hayvanı yaratan, onu insana musahhar
eden ve kesme hak ve kudretini veren Allah olduğu için, o hayvanı Allah’tan başkası
adına kesmek büyük bir zulüm ve şirktir. Böyle kesilen bir hayvan da manevi ve
hukuki değeri ile murdar ve haramdır.[23]
Buradan anlaşılıyor ki, meşru olan bir fiil, kasıt ve niyetle gayri meşru hale
gelebilir. Münhanik :
Boğulmuş hayvan. Takıldığı ip, kemend, el, ağaç, taş arasına sıkışarak,
herhangi bir suretle nefesi tıkanarak boğulup ölen hayvan. Mevkûze :
Vurulmuş hayvan. Yakından veya uzaktan, herhangi bir darbe ile vurulup böylece ölmüş
olan hayvan. Müteraddiye : Yuvarlanmış
hayvan. Yüksekten aşağıya veya bir çukura, bir suya düşüp ölmüş olan hayvan. Natîha :
Toslanmış olan hayvan. Başka hayvanlar tarafından boynuzlanmış ve süsülmüş
olduğu için ölen hayvan. Sebüu’ :
Yırtıcı canavar.[24]Sivri
dişleri bulunan, aslan, kaplan, kurt, köpek ve saire gibi aniden saldırır, kapar ve
katleder cinsinden olan herhangi bir yırtıcı hayvanın yediği davar da haramdır.[25]
Nusub :
Dikili taşlar, abide demektir.[26]
Burada taş adına kesilen, Allah’tan başkası adına kesilen gibidir. Allah’tan
başkası adına kesilirken, niyet ve maksat manevi idi, Burada ise taş veya herhangi bir
put olarak maddeleşmiş bulunmaktadır. Böylece zahiri davranışlar, kasıt yerine geçmiş
olmaktadır. Ezlâm : Bu
kelime, zelem veya zelm’in çoğulu olup kumar okuna denir.[27]
İstiksâm :
Ayırmaya, bölüştürmeye, hisse, nasip ve pay bölüştürmeye kasm derler.[28]
İstiksâm ise ekonomideki inkısam yani bölüştürmedir.
Buradaki yasaklanan bölüştürme, fal okları yani bir nevi kur’a ile pay ayırmadır.
Buradaki fal okları ile kısmet
aramak, kumara delalet ettiği gibi kur’a yoluyla taksim yapmaya da delalet eder.[29]
Onun için kur’a çekme usulünün her zaman ve her yerde ve her şey için uygulanması
caiz değildir.[30]
Kur’a çoğunlukla aynı haklara sahip taraflar arasında arazi veya eşya taksiminde
kullanılır. Katlanmış kâğıtlar ile yapılan piyangoya da kur’a adı verilir.[31] Çeşitli hadis kitaplarında
kaydedildiği üzere Hz. Peygamber’in birkaç meselede kur’aya başvurduğu olmuştur.[32]
Fakat bu Kur’a usulü hak taksiminde uygulanacak asıl bir yol değildir. Şans ve
talihe bağlanmak insan iradesini öldürür. Bu sebeple hisseleri dağıtan kimse kur’aya
başvurmadan ortaklara paylarını dağıtsa, ortaklar almak zorundadırlar. Çünkü kur’a
gönül almaktan ibaret olan bir şey olup zaten Hz. Peygamber de onu bu maksatla
yapmıştır.[33] Fısk : Taze
hurmanın kabuğundan dışarıya fırlayıp çıkmasına denir.[34]
Buradan alınarak şeriatın dışına çıkmaya, günah işlemeye, düzenin dışına çıkmaya
da fısk adı verilmiştir, diyebiliriz. Burada kâfirlerin Müslümanların
dininden ümitlerini kestikleri haber verilmektedir. Bu, devlet düzeninin güçlendikten
sonra yerleşebileceğini ifade eder. “Onlardan korkmayın benden korkun” ifadesinden
de devlet düzeninde içerden ve dışardan gelecek reaksiyonlara karşı taviz
verilmemesi gerektiğini anlamak mümkündür. Ayetin sonunda haram ve yasak edilmiş
olan gayrimeşru şeylerin zaruret halinde helal ve meşru sayılmakta ancak günaha meyil
maksadının taşınmaması şart koşulmaktadır. Böylece zaruret halinde işlenen gayri
meşru bir fiilin istenerek ve hoşlanarak yapılması, onun ruhsatını ortadan
kaldırmaya sebep olabilir. Dinin yasak ettiği bir şeyi yapmaya veya yemeye mecbur eden
duruma zaruret hali denir.[35]
Zaruretler[36]
yasak olan şeyleri mubah[37]
kılar. İkrah (icbar ve zorlama), açlık, fakirlik gibi, can korkusu veya herhangi bir
uzvun telef olmasını gerektiren durumlar, zaruret hali sayılır.[38]
Yani zarurette canın veya herhangi bir uzvun telef olma korkusunun bulunması şarttır.
Mesela dayak gibi bu neticelere götüren şeyler de zarureti gerektirir.[39]
Ancak bu gayri meşru fiili istemeye istemeye ve zorla yapmak esastır.[40]
Ebu Hanife ile Şafii zaruret halinde yeme ve içme sınırının ancak ölümden
kurtulacak kadar olduğunu söylerler.[41]
Ancak kendisi ile geçim temin edilen bir şeyin haram kılınması bir zorluktur. Hâlbuki
Allah dinde Müslümanlar üzerine hiçbir zorluk yüklememiştir.[42]
Onun için dinde bir zorluk yoktur. Hayatı sağlayan şeylerin haram kılınması da bir
zorluktur. Böyle bir şeyin olması şeriat bakımından asla mümkün değildir.[43] Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar:
1- Ölmüş olan davarların
etleri yenmez. 2-
Ölmüş olan davarların pis derileri tabaklanmak suretiyle temiz hale gelir ve
kullanılabilirler. 3-
Alıcıya söylemek şartıyla mesela içine fare düşmüş ve ölmüş olan bir yağı
satmak caizdir. 4-
Pis olan yağlar, ısı, ışık, aydınlatma ve motor çalıştırmada kullanılarak
faydalı hale getirilirler. 5-
Ölmüş hayvanların murdar olan eti, yağı ve diğer azaları uygun yerlerde harcanarak
faydalanmada bir mahzur yoktur. 6-
Her ne suretle olursa olsun, hayvandan dışarı çıkmış akmış olan kan yenmez. 7-
Domuz eti ve beslenme konusunda domuzdan daha üstün olan yırtıcı hayvanların etleri
yenmez. 8-
Domuz kılından ayakkabı dikimi gibi işlerde faydalanmak caizdir, bu haram değildir. 9-
Meşru olan bir şey, kasıt ve niyetle gayri meşru hale gelebilir. Mesela putlar için
kesilmiş olan bir davarın etini yemek gayri meşrudur, haramdır. 10-
Boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, canavar tarafından parçalanmış ve
putlar üzerinde kesilmiş olan hayvanların etleri yenmez, gayri meşrudur. 11-
Gayri meşru olan şeyler, zaruret hallerinde kasıtla ve niyetle meşru hale gelebilir.
Mesela köpeğe yakalatma ve tüfekle vurma gibi fiiller neticesinde elde edilen hayvanların
etlerini yemek helaldir. 12-
Bir davarın etinin yenilebilmesi için onun kesilmiş-boğazlanmış olması şarttır. 13-
Zahiri davranışlar kasıt yerine geçer. (Bir hayvanı put üzerinde kesmek onu puta
niyet ederek kesmek gibidir.) 14-
Her türlü kumar, piyango, talih ve şans oyunları gayri meşrudur. 15-
Kur’a usulü ile taksim yapmak, her yerde ve her şey için geçerli olan bir yol değildir.
16-
Düzenin yasakladığı şeyleri yapmak düzenin dışına çıkmak demek olur. 17-
Toplumun sahip olduğu düzen güçlü hale geldiği zaman bu devlet düzeni kurulmuş ve
oturmuş olur. 18-
Oturmuş bir devlet düzeninde içerden ve dışardan gelen reaksiyonlara karşı taviz
verilmemesi gerekir. 19-
Dinin yasak ettiği bir şeyi yapmaya, yemeye veya içmeye mecbur eden hale zaruret hali
denir. 20-
Zaruret hallerinde gayri meşru olan şeylere müsaade edilip izin verilir. 21-
Canın veya bir uzvun telef olması gibi durumlar zarureti gerektirir. 22-
Zaruret halinde verilen bir ruhsat hiçbir zaman devamlı olmaz ve devamlı bir meşruluk
anlamı taşımaz. 23-
Gayri meşru işlerin zaruret hallerinde isteme istemeye ve zorla yapılmış olması
şarttır. 24-
Zaruret hallerinde işlenen gayri meşru bir iş, isteyerek ve hoşlanarak yapılırsa
ruhsat kalkar ve haram işlenmiş olur. Maide Suresi 5/ Ayet: 5 “… Kendilerine kitap verilenlerin yemekleri size, sizin
yemekleriniz de onlara helaldir. Hür mümin kadınlarla, sizden önce kendilerine kitap
verilenlerin hür kadınları, namusunuzu muhafaza etmek, zina etmemek, gizli dost
tutmamak, kendilerine mihirlerini verip nikâhlamak şartıyla size helaldir...” Bu ayette biri yemek, diğeri ise
evlenmek gibi iktisadi ve siyasi iki meseleden bahsedilmektedir. Ehl-i kitabın
yiyecekleri bize helaldir. Buradaki taâm :
yiyecek kelimesinin kestikleri hayvana veya her türlü yiyeceğe delalet ettiği
hususunda görüşler vardır.[44]
Yalnız bunun bize helal kılınmış olan yiyeceklerden olması şarttır.[45]
Ayette yine ehl-i kitabın namuslu
kadınları ile evlenme izni verilmektedir. Bu ehl-i kitab ifadesini kitap sahibi,
yazılı kanunları olan yani yazılı düzeni bulunan devletlerle, siyasi ve iktisadi
münasebetler kurulabileceği şeklinde anlamak mümkündür. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Ehl-i kitabın namuslu olan
kadınları ve kızları ile evlenmek caizdir. 2- Ehl-i kitabın helal olan
yiyecekleri, giyecekleri Müslümanlara da helaldir. 3- Yazılı bir düzeni bulunan
devletlerle iktisadi ilişkiler kurulabilir. 4- Yazılı bir düzeni bulunan
devletlerle siyasi ilişkiler kurulabilir. Maide
Suresi 5/ Ayet: 8 “Ey iman edenler! Allah için hakkı
titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan
kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe götürmesin.” Burada genel bir ifade kullanılmıştır.
Her devlet, her toplum ve her kes hakkında adaletli davranmak esastır.[46]
Dinsizlere bile adaleti uygulamak gerekir. Zira İslam toplumunda yaşayan kimse Yahudi,
Hıristiyan, Mecusi, sabi, putperest veya dinsiz-ateist biri olabilir.[47]
Dış siyasette adalete bu kadar önem verilirken bu konuda iç siyasette ne kadar titiz
davranılacağı düşünülmelidir.[48] Burada aynı zamanda cezanın
şahsiliği ve mevziliği esası da getirilmektedir. Bir dizsiz kişiye bile adaletli
davranılacak, işlediği suç ne ise o kadar ceza verilecek, dinsizliği yüzünden cezası
artırılmayacaktır. O halde ceza suça ve suçtan dolayı verilir. Fazla suçtan dolayı
cezanın artırılmasına gidilmez. Suçluya verilecek ceza başka suçlardan dolayı
ağırlaştırılmaz.[49]
Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Hukuk düzeninde haklar Müslim ve
gayri Müslim ve dinsiz gözetilmeksizin eşit şartlarla korunur. 2- Ceza suça verilir; suçlunun
şahsına verilmez. Yani suç işleyen kim olursa olsun, aynı suçtan dolayı, aynı ceza
verilir. Hükümlünün başka suçları, cezanın ağırlaştırılması için bir sebep
teşkil etmez. 3- İslam ceza hukukunda şahsilik ve
mevzilik esastır. Maide
Suresi 5/ Ayet: 16 “Allah
o kitap ile rızasına uygun hareket edenlere selamet yollarını gösterir. Onları
izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru bir yola sevk eder.” Sübül-üs selâm : Buna selamet yolları, selam
yurdunun yolları, cennet yolu ve Allah’ın koyduğu şeraitler gibi anlamlar
verilmiştir.[50]
Burada sübül kelimesi çoğul olarak gelmekle selamete giden yolların bir tek değil
birkaç tane olabileceği anlaşılmaktadır ki, bu da Kuran-ı Kerim’de ekonomik açıdan
değişik yolların gösterildiğini, binaenaleyh bu konuda farklı mektep-ekol ve
mezheplerin bulunabileceğini ifade edebilir. Burada
selametin yollarından bahsedilirken aşağıda da tekil olarak müstekim sırattan
söz edilmekte “ve onları dosdoğru bir yola sevk
eder” buyrulmaktadır. Bu iki cümle birbiri üzerine atfedilmiştir. Vasıftaki
farklılığı, zattaki farklılık derecesinde göstermek için böyle yapılmıştır.[51]
Çünkü o hidayet ile bu hidayet arasında bir ayrılık olmadığı gibi oradaki yol ile
buradaki yol arasında da zat bakımından bir fark yoktur. Olsa olsa vasıfta bir
farklılık vardır. Biz bunu şöyle ayırt etmek istiyoruz. Orada yollar diye çoğul
geldiği için içtihatlar, görüşler yani mezhepler ve ekoller ifade edilmiş; burada
ise tek yoldan bahsedildiği için, düzenin genel esasları, temel kaidelerine işaret
edilmiş olabilir. Bu sebeple genel düzen bir olup onun içersinde değişik yollar
bulunabilir. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Kuran-ı Kerimde herhangi bir konunun değişik yol ve çözümleri gösterilmiştir. 2-
İslam ekonomik düzeninde değişik mezhepler, ekoller ve mektepler bulunabilir.
Bunların hepsi haktır. 3-
Genel düzen (kanunlar) birdir. Bu düzen içersinde değişik yollar (özel kanunlar)
bulunabilir. Maide Suresi 5/ Ayet: 27 Onlara, Âdem’in iki oğlunun
haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul
edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık
yüzünden), "And olsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de "Allah ancak
takva sahiplerinden kabul eder" Ekonomik mana olarak Allah’a kurban
kesmeyi devlete hizmet etmek anlamında düşündüğümüz zaman devlet hizmetlerinde
takva sahibi kişilerin bulundurulacağı esası ortaya çıkar. Bu konuda eşitlik düşünülemez.
Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Kamu görevlisi olma konusunda eşitlik
kaidesi yoktur. 2- Devletin bazı hizmetlerini ancak
takva sahibi olan (düzenin gereklerine uyan) kişiler yapabilir. Maide
Suresi 5/ Ayet: 28 "And olsun ki sen, öldürmek
için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben,
âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." Bu ayette haksızlığa uğrayan bir
kimsenin hakkını kendisinin alamayacağı yani ihkak-ı hak olmadığı haber
verilmektedir. İslamiyet’e göre cezalar (Hudud), Allah’ın hakkıdır.[52]
Allah’ın-kamunun-ammenin hakkı olan bu cezalar, önce devletin bağımsız mahkemeleri
tarafından tespit edilir, sonra yine devletin bir organı olan hükümetler tarafından
yerine getirilir. Yoksa birey hakkını kendi kendine alamaz. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Mahkeme kararı bulunmadan haklar,
bizzat bireylerin kendileri tarafından alınamaz. 2-İslam düzeninde cezalar (hudud),
Allah’ın-kamunun-ammenin bir hakkıdır. 3- Bireylerin haklarını devlet korur
ve hakkı yenen kimselerin haklarını devlet tazmin eder. Maide
Suresi 5/ Ayet: 31 “Nihayet Allah, ona kardeşinin
ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga
gönderdi. “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini
örtmekten aciz miyim ben?” dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.” Burada bir insan bir hayvandan insan
cesedinin nasıl defnedileceğini öğrenmektedir. Allah bu kargayı ona bunu öğretmek için
göndermiştir.[53]
İnsan burada olduğu gibi teknik ve sosyal
hayatta yalnız hayvanlardan değil, bitkilerden de örnekler almalıdırlar. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Bitki ve hayvanların hareket ve
davranışları teknikte ve sosyal münasebetlerde örnek alınabilir. Maide
Suresi 5/ Ayet: 32 “…Kim kısas gerekmeksizin veya
yeryüzünde fesad işlemeksizin bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş
gibi olur. Kim de bir insanın hayatını kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi
olur.” Bu ayette bir kimsenin bir adamı
haksız yere öldürdüğü zaman bütün insanları öldürmüş gibi olacağı; bir
kimsenin de bir adamın hayatını kurtardığı zaman bütün insanların hayatını
kurtarmış gibi olacağı bildirilmektedir. Böylece bu benzetme ile[54]
bireyin toplumla olan alakası ve aslında birey demek bir bakıma toplum demek olduğu
ifade edilmiş olmaktadır. Zaten Allah Teala Hazretleri Kuranda bir tek kişi olduğu
halde Hz. İbrahim için “Gerçekten İbrahim bir ümmet-toplum idi”, buyurmuştur.[55]
Diğer yönden öldürene kısas uygulanacağına ve ülkede fesat çıkarana da ölüm
cezası verileceğine işaret edilmektedir. Nefs : Ruh
manasına cana denir.[56]
Böylece ölüm cezası candan dolayı verilmektedir ki, buna İslam hukuk dilinde kısas
adı verilir. Kısas, katili maktül mukabilinde öldürmek veya yaralanan ya da kesilen
bir uzuv karşılığında yaralama ile kesmenin ona denk olan uzvunu yaralamak veya
kesmektir.[57]
Fesâd :
Daha önce geçtiği üzere[58]
tabii-doğal şekli değiştirmek ve bozmak demektir. Bu fesadı, küfür, şirk, yol
kesmek, gayenin zedelenmesi ve menfaatin yok olması, Allah’a ve Resulüne, devlete ve
hükümete karşı savaşmak gibi anlamlarla tefsir etmişlerdir.[59]
Buradaki esas konu bir insanı
öldüren kimsenin bütün insanları öldürmüş gibi sayılacağı ve bir insanın
hayatını kurtaran kimsenin de bütün insanların hayatını kurtarmış gibi
olacağıdır. Bu iki benzetme ile adam öldürmenin zararı, birisinin hayatının
kurtarmanın da faydası, toplum açısından açıklanmakta[60]
ve bütün insanların haksızlığa uğrayan tarafa yardım edeceği bildirilmektedir.[61]
Çünkü birey kendi nevini ve türünü temsil eder; toplumu temsil eder. Onun için
bireye zarar vermek topluma zarar vermek; bireye fayda vermek topluma fayda vermek
demektir. Bireyin hak ve hukukuna saygısızlık toplumun hak ve hukukuna
saygısızlıktır.[62] Böylece ayetten bireyin toplumu
temsil ettiği, bütün iyilik ve kötülüklerin topluma raci olduğu, böylece bunun karşılıklarının
da toplum tarafından yerine getirileceği anlaşılabilir. Bireyin hayat hakkı, yaşama
hakkı, devletin teminatı altındadır. Hakkında ölüm cezası bulunan kimsenin
üzerindeki bu dokunulmazlık artık kalkmıştır. Men:
herkes kelimesinin delaletiyle böyle bir ölüm cezası ile devletin bu teminatını
kaybetmiş olan kimselerin herkes tarafından öldürülebilecekleri de ortaya çıkmaktadır.
Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Herkes, yaptığı her bir iyiliği
topluma karşı yapmış olur. Onun için bunun karşılığını da toplumdan bekler. 2- Herkes, yaptığı her bir kötülüğü
topluma karşı yapmış olur. Onun için bu kişi topluma karşı sorumludur. 3- Devlet işlerinde herkesin söz
hakkı vardır. 4- Haksız yere adam öldürenler ve
ülkeyi (yeryüzünü) fesada verenler ölüm cezasına çarptırılırlar. 5- Hayat hakkı, yaşama hakkı
mahkeme kararı ile elinden alınan kimsenin üzerinden devletin koruyup kollama teminatı
kalkmış olur. Artık böyle birini herkes öldürebilir. 6- Bireye iyilik topluma iyilik,
bireye kötülük topluma kötülük demektir. Topluma iyilik bireye iyilik, topluma
kötülük de bireylere kötülük demektir. Maide
5/ Ayet: 33 “Allah'a ve Resulüne savaş açanlarla
yeryüzünde-ülkede bozgunculuk etmeye koşanların cezaları, ancak öldürülmektir
yahut asılmaktır, çapraz olarak elleriyle ayaklarının kesilmesidir ya da
bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyada uğradıkları horluktur,
âhiretteyse pek büyük bir azap vardır onlara.” Allah’a karşı savaşmak ifadesi
hakiki değil, mecazi deyiştir.[63]
Allah ile savaşmaktan maksat, yol kesiciler, Allah’ın dostlarına savaş açanlar,
Allah’ın hükümlerine muhalefet edenler veya Müslümanlarla savaşanlardır gibi birçok
görüşler vardır.[64]
Bunun dışında Allah’ın koyduğu düzene karşı çıkanlar, kanunları
tanımayanlar, hak ve hukuka riayet etmeyenlerdir diyenler de vardır.[65],
ki, faiz alıp vermeye devam edenlerin Allah’a karşı savaş açtıklarını bildiren
ayetin[66]
de yardımı ile kanun ve nizama karşı çıkan düzen tanımayan anarşistler olduğu
anlaşılmaktadır. Yeryüzünde fesad: bozgunculuk, düzensizlik çıkarmak için çalışanlar
ifadesi bu manayı daha da kuvvetlendirmektedir.[67]
Misilleme kuralına göre savaş açanlara
karşı savaş açılabilir ve savaş yapılabilir. Düzeni korumakla görevli olan
devlet, eğer bu görevini yerine getirmiyorsa ortaya bir düzensizliğin çıkacağı
doğaldır. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Toplumda esas olan düzenin
korunmasıdır. 2- Bir devletin kendisine savaş açanlara
karşı savaş ilan etmesi meşru bir haktır. 3- Yeryüzünde-ülkede
düzensizlik-anarşi çıkaranlara karşı savaş açmak meşrudur. 4- Devlete-ammeye ve kamuya karşı
işlenmiş bulunan suçlar ve suçlular, ölüm, asma, el ve ayak kesme veya sürgün etme
cezaları ile tecziye edilirler. Maide
Suresi 5/ Ayet: 38 “Yaptıklarına bir karşılık ve
Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının
ellerini kesin…” Sirkat :
Başkasının malını gizlice almaya sirkat: hırsızlık denir.[68]
Açık bir şekilde göz göre göre almaya ise gasp adı verilir.[69]
Sirkat ve gaspın ayrı ayrı hükümleri vardır. Hırsızlık büyük ve küçük olmak
üzere ikiye ayrılır. Kat’u-t tarik adı verilen büyük hırsızlık yol kesmektir
ki, bunun cezası daha ağırdır. Küçük hırsızlık ise normal adi hırsızlıktır.
Yol kesip adam öldüren ve malını alan kimse asılır. Adamı öldürüp de malı
almazsa öldürülür. Malı alıp adamı öldürmezse eli ve ayağa çaprazlamasına
kesilir.[70]
Bu ayette adı geçen hırsızlık ise
normal adi hırsızlık olup bunun karşılığı da el kesme cezasıdır. Sârık ve sârıka kelimeleri ism-i fail kalıbında
getirilmekle bunların hırsızlığı sanat haline getirdikleri anlaşılır. Eğer
bunlar bir defa çalmış olsa idi ellezî seraka:
çalan kimse denirdi. Çünkü bu ellezî seraka
ifadesi ellezî seraka sirkaten vâhıdeten
yani bir defa çalan kimse takdirindedir. Hırsızlığı sanat haline getirmek ise malın
azlığı ve çokluğu ile belli olur. İslam hukukunda zina cezasında ispat şartı
aranır. Buna göre dört kişinin şahitliği ile tespit edilen zina fiilinin azlığı
ve çokluğu söz konusu değildir. Dört kişi şahitlik yapıp evet dedikten sonra zina
cezası uygulanır. Fakat hırsızlık böyle değildir. Hırsızlık ise suç iki kişinin
şahitliği ile sabit olup aynı zamanda malın azlığı ve çokluğu ile de ilgilidir.
Mesela bir dinar veya on dirhemden daha aşağı bir değerdeki bir malı çalan kimsenin
eli kesilmez.[71]
Fakat bundan daha fazlasını çalmış olan kimselere el kesme cezası verilir.[72]
Bu hırsızlık nisabı Kuran’da tespit edilmemiş olup böylece örfe bırakılmış
olduğu kabul edilebilir. Faktaû
: Kesiniz emri çoğul olarak geldiğinden cezanın toplum tarafından yani devlet ve
devleti temsil eden bağımsız mahkemeler tarafından verileceği anlaşılabilir. Nekâl
: Bir şeyden korkup kaçmaya nekûl adı verilir. Nekâl ve tenkîl
ise bir kimseye başkalarına ibret verecek bir ceza vermektir.[73]
Allah’tan bir nekal, buyrulduğuna göre, toplumda hırsızlık yapacaklara ibret
verecek bir ceza verilecektir. İşte el kesme cezası böyle bir cezadır. Eğer
bu hırsızlık olayı bir mecburiyet karşısında kalarak mal bir zaruretten dolayı
çalındı ise ceza düşer. Nitekim Hz. Ömer, bir kıtlık senesinde sirkat cezasını
uygulamamıştır.[[74] Bu
cezaların devlet tarafından verilmesi malları koruma devletin görevi olduğundan olsa
gerektir. Zira bireyin can, mal, ırz ve namus güvenliği, mesken güvenliği, kişi
özgürlüğü ve eğitim-öğretim gibi hakları en doğal haklar olup devlet tarafından
korunurlar.[75] Burada
kadın ile erkeğe aynı ceza verilmekle kadın ile erkeğin ceza konusunda eşit
tutuldukları anlaşılmaktadır. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Bir hırsızı cezalandırmak için hırsızlığı sanat haline getirmiş olması gerekir
ki, bu da çalınan malın miktarı ile tespit edilip belirlenir. 2-
Çalınan malın miktarı on dirhem (yani normal iki koyun) kadar olursa hırsızlık
sanat haline gelmiş demektir. 3-Bir
hırsızın ayrı ayrı çaldıkları toplanıp hırsızlık sayılabilecek miktara
geldiği zaman cezası verilebilir. 4-
Hırsızın hırsızlık cezası olarak eli kesilir. 5-
Cezada kadın ile erkek eşittir. 6-
Cezalar kamu-amme-devlet tarafından verilir. 7-
Cezalar suçun karşılığı olarak verilir. 8-
Cezalar, o suçun topluma karşı bir daha işlenmemesini temin ve ibret için verilir. 9-
Mallara karşı işlenmiş olan suçlar devlete karşı işlenmiş demektir. Maide
5/ Ayet: 42 “…Onlar,
yalanı çok dinleyen, haramı çok yiyenlerdir…” Suht
: Soyulmuş kabuk demektir.[76]
Rüşvet[77],
şarap ve kumardan alınan ve zımnında ayıp ve ar olan para[78]
haksız olarak, yalanla kazanılan para[79]
ve haram şey[80]
suht kelimesi ile ifade edilir. Buna göre soyulmuş ve koparılmış bir kabuk
gibi sahibinin elinden gayri meşru olarak alınan mala suht adı verilir.
Hırsızlık, rüşvet, suiistimal, kandırma, kumar ve bütün gayri meşru kazançlar bu
kelimenin kapsamı içersine girebilir. Kabuk
ile gövde arasında bir ilişki ve karşılıklı faydalanma vardır. İnsan da maldan
faydalanırken aynı zamanda ona hizmet eder. Gayri meşru yoldan kazanılan mal soyulmuş
bir kabuğa benzetilerek bu faydanın ortadan kalktığına işaret edilmiştir. Daha
önceki ayetlerde açıklandığı üzere[81]
ihtiyaç ve fayda arasındaki bağıntı ve marjinal fayda ekonomide önemli bir konudur.
Böyle haram yollarla kazanılan mallar ihtiyacı fazla olan kişilerin elinde çıkıp
ihtiyacı az olan kimselerin eline geçtiği için gövdesinden ayrılmış bir kabuk gibi
olur. Artık ondan gereği gibi faydalanılmayacak ve kendisine de gereği gibi
bakılmayacaktır. Bu da hiç şüphesiz milli gelir açısından zararlı olur. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1-
Gayri meşru yoldan mal kazanıp harcamalar milli geliri düşürür. 2-
Mal ile sahibi arasında ağacın kabuğu ile gövdesi arasındaki gibi karşılıklı bir
ilişki ve faydalanma vardır. 3-
Meşru iktisap yolları, malları gereği gibi kullanıp onlardan en uygun bir şekilde
faydalanma düzenini oluşturur. 4-
Gayri meşru kazanç yolları ise malların gerektiği gibi kullanılmayacak ve en uygun
ve münasip bir şekilde faydalanamayacak kimselerin ellerine geçmesini sağlayan bir düzen
oluşturur. 5- Rüşvet,
yalan, kumar, faiz, hırsızlık, suiistimal, aldatma, kandırma, göz boyama, ihtikâr,
nüfuz ticareti gibi gayri meşru kazanç yolları, malları, kabuğun gövdeden ayrıldığı
gibi, sahibinden ayırarak marjinal faydayı düşürürler ve milli geliri azaltırlar. 6-
Toplumda mal, emek, para ve kredi gibi değerlerin marjinal faydalarını artıran
potansiyellerini çoğaltan ve yükselten muameleler meşru, azaltan ve düşüren
muameleler ise gayri meşrudur. Maide Suresi 5/ Ayet: 55 “Sizin veliniz ve yardımcınız ancak Allah’la onun
peygamberidir; bir de iman edenlerdir ki, onlar, Allah’ın emirlerine boyun eğerek
namaza devam ederler ve zekât verirler.” Hz. Peygamber’in mescidine bir
isteyici geldi. Kimse bir şey vermedi. O zaman isteyici ellerini havaya kaldırıp “Şahit
ol, Allah’ım, Peygamber’in mescidinde istedim de bana bir şey veren olmadı.”,
diye dua etti. Bu arada namaz kılan Hz. Ali, elindeki yüzüğü çıkarıp parmağı ile
işaret ettiğinde bu ayet geldi.[82]
Burada velayetten bahsedilmekle
birlikte[83]
normal bir düzenin nasıl çalışacağına da işaret edilmektedir. Bir mümin bütün
müminlerin velisi olduğu gibi, bütün müminler de onun velisidirler.[84]
Bu umumi bir velayettir. Zaten velayet, umumi ve hususi olmak üzere ikiye ayrılır.
Hususi velayet de insana velayet ve mala velayet olmak üzere tekrar ikiye ayrılır.[85]
Ayette Müslümanların birbirlerine
veli olmalarından bahsedilmekle bundan maksat daha çok amme velayeti söz konusudur.
Müslüman’a bir kâfir veli olamaz.[86]
Bunun için her topluluğun başkanı kendilerinden seçilir. Ayette rükûda oldukları halde namaz
kılarlar ve zekât verirler, buyrulmaktadır. Onların rükûda olduklarını bildiren cümle
hal cümlesi olup namazla zekâtın, çalışma ile yaşamanın bir kumanda içersinde yapılması
esasına işaret eder. Böylece bir düzendeki idare, topluluk, başkan ve mesailerini
başkanla birlikte çalışıp değerlendiren, vergilerini kendi istek ve iradeleri ile
veren kimselerin birlikte uygulamaları ile gerçekleşir.
Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Müminler birbirlerinin
velisidirler. 2- Velayet, umumi ve hususi olmak
üzere iki kısma ayrılır. 3- Hususi velayet insana ve mala
velayet olmak üzere iki kısma ayrılır. 4- Düzenin kurulup işleyebilmesi için
çalışma ve yaşamanın bir komuta altında yapılması gerekir. 5- Her toplumun idarecileri kendi
aralarından seçilir. (Müslümanlara da ancak Müslüman olan bir kişi başkanlık
yapabilir.) 6- Düzenin idaresi topluluk, başkan
ve mesailerini başkanla birlikte çalışıp değerlendiren, vergilerini kendi istek ve
iradeleri ile devlete veren inanmış kimselerin birlikte uygulamaları ile gerçekleşir. 7- Umumi velayet bir müminin bütün
müminlerin bütün müminlerin de o bir müminin velisi olmasına denir. Maide
Suresi 5/ Ayet: 56 “Kim Allah’ı, O‘nun
peygamberini ve inananları dost edinirse, bilsin ki şüphesiz Allah taraftarları
galiplerin ta kendileridir.” Hızb :
Kelime olarak, bir kimsenin görüşüne tabi olup kendisi ile beraber bulunan arkadaşlarına
denir. Hizbullah, Allah ordusu, Allah dostları, Allah yardımcıları, Allah
taraftarları veya Allah fırkası demektir.[87]
Bu Allah taraftarları yani başkalarına mutlak surette üstün gelecek olan
kimseler, Allah’ın dinini uygulayan kimselerdir.[88]
Bu ayete ekonomik açıdan bakıldığı zaman İslamiyet’in getirdiği faizsiz, serbest
ticaret sisteminin diğer sitemlere üstün geleceği esası ortaya çıkar. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- İslamiyet’in getirdiği faizsiz serbest ticaret sistemli ekonomik düzeni
diğer faizli sistemlere ve sosyalist anlayışlara galip gelir. Maide Suresi 5/ Ayet: 64 “Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır dediler, elleri bağlamasılar, söyledikleri
söz yüzünden lânete uğrayasılar. Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır, dilediği
gibi ihsanda bulunur. And olsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun
azgınlığını, kâfirliğini arttıracak ve biz, onların arasına kıyamete dek düşmanlık
ve kin saldık. Ne vakit savaş için bir ateş yaktılarsa Allah söndürdü o ateşi ve
onlar, yeryüzünde bozgunculuğa koşup dururlar ve Allah, bozguncuları sevmez.” Bu ayet Yahudilerden onların yeryüzünü fesada vermeye devam edeceklerinde
bahsetmekte ve onların kıyamet gününe kadar kalacaklarına işaret etmektedir. Bu ayet
aynı zamanda Müslümanların Yahudilere galip geleceğine de delalet eder.[89] Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Yahudiler kıyamet gününe kadar dünyada kalacaklardır. 2- Yahudiler her zaman dünyada savaş çıkarmaya çalışacak, fakat
başarıya ulaşamayacaklardır. 3- Yahudiler yeryüzünü ifsat etmeye devam edeceklerdir. 4- Müslümanların ekonomik düzeni Yahudi ve Hıristiyanların ekonomik düzenlerine
galip gelir. Maide Suresi 5/ Ayet: 66 “Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden kendilerine indirilen Kuran'ı
gereğince uygulasalardı, her yönden nimete ermiş olurlardı. İçlerinde orta yolu
tutan bir zümre vardı, çoğunun işledikleri ise kötü idi.” Ekl : Daha
önce geçtiği üzere[90]
tüketim manasına gelir. Üstlerinden ve ayaklarının altından yerler, ifadesi bolluk
ve çok rızık demek olup[91]
ağaçlardan toplanan meyveleri ve yerden ziraatla elde edilen yiyecekleri içersine alır.[92] Muktesıdeh :
İtidal üzere hareket etmeye iktisâd denir.[93]
Her türlü aşırılıktan sakınarak maksada-hedefe götüren amel de bu kelime ile
ifade edilir ki, ekonomik davranış dediğimiz mali konulardaki iktisadın esası da
budur.[94]
Ümmetün muktesıdeh: ekonomik davranan bir
toplum demektir.[95] “Kendilerine indirilen”den maksat Kuran-ı Kerim’dir diyenler vardır. Böylece
Kuran’ın getirdiği faizsiz ekonomik düzeni uygulayanlar, cennet misali bolluk
içersine gömülürler. Bu sitemden uzaklaşanların ise sefalete yaklaşacakları da
muhakkaktır. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- İktisad, hareket ve davranışlarda ifrat ve tefritten sakınarak itidali ve
gidilecek olan normal yolu gösteren bir ilimdir. 2- İslam’ın getirdiği faizsiz serbest ticaret sistemi tam uygulandığı
takdirde dünya cennet misali bolluklar ülkesi haline gelir. 3- İnsanlar kendi yiyeceklerini yeraltından ve yeryüzünden temin
edebilirler. 4- Faizsiz serbest ticaret sistemini terk etmek sefaletin doğmasına sebep
olur. 5- Refah ekonomik davranışlarla (normal olanı yapmakla) meydana gelir. Maide Suresi 5/ 75 “… İkisi de yemek yerlerdi…” Bu ayet Hz. İsa ile annesi Meryem’den bahsetmekte, bunların ilah
olduklarını iddia edenlere onların yemek yediklerini söyleyerek cevap vermektedir.
Anneden doğan, annesi bulunan, yiyen ve içen bir varlık nasıl ilah olabilir.[96]
Yani yemek yemek, yiyip içmek insanın değişmez bir özelliğidir. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- İnsanlar yemek yemenin yerine bir başka şeyi ikame edemezler. Maide Suresi 5/ Ayet: 76 “De ki, Allah’ı bırakıp da size ne bir zarar ve ne de bir yarar
sağlamayan şeylere mi tapıyorsunuz?...” Burada zararın defedilmesi faydanın celbinden önce geldiğine[97]
işaret etmek için, zarar fayda üzerine takdim edilmiştir, diyebiliriz. Mabudun fayda ve zarar vermeye kadir olması, şanından olduğu ve fayda ve
zarar vermeye gücü yetmeyen ibadet etmenin batıl olduğu bu ayetten anlaşılmaktadır.[98]
Bu ayette yapılacak her türlü çalışmaların ve hizmetlerin, zararı
ortadan kaldırma ve faydayı getirme sebebiyle yapılacağına işaret vardır. Onun için
hiçbir kimse kendi zararına olan bir şeyi yapmaya zorlanmamalıdır. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Topluma yapılan hizmetler, zararı defeder ve faydayı celp eder esasına
dayanmalıdır. 2- Zararlı olan veya zararlı olacak bir şeyi ortadan kaldırmak, fayda
getiren şeyi yapmaktan önce gelir. 3- Hiçbir kimse mutlak olarak kendi zararına olan bir şeyi yapmaya
zorlanamaz. 4- Topluma yapılan hizmetler, faydayı celp ve zararı defetmek için yapılır.
Maide Suresi 5/ Ayet: 79 “Onlar birbirlerini yaptıkları kötülükten alıkoymazlardı. Gerçekten ne
kötü yapıyorlardı.” Yani onların lanete uğramalarının sebebi, haramları işleyip yasakları
yapıp da birbirlerini işlemekte oldukları bu kötülüklerden nehiy etmemeleridir.[99]
Bu ve bu gibi ayetler[100]
herkesin birbirini iyilikle buyurmak ve kötülüğü yasaklamakla görevli olduğunu açıklamaktadır.
Bu ayette bilhassa kötülüğü yasaklamaktan bahsedilmektedir. Her vatandaşın bununla
vazifeli olduğunu bildirmek için de birçok kişilerin arasındaki iştiraki katılmayı
ifade eden tefâul babı kullanılmıştır. Daha önce de geçtiği üzere[101]
burada İslam tarihinde de uygulanan Hisbe teşkilatına işaret vardır. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Herkesin birbirini iyiliğe çağırma ve kötülükten alıkoyma gibi bir görev
ve yetkisi vardır. 2- İyiliği buyurma ve kötülükten alıkoyma herkesin en doğal bir hakkı ve
vazifesidir. 3- Kötülük yapan kimseleri uyarmayan bir toplum çökmeye mahkûmdur. Maide Suresi 5/ 63 ve 82 “Bunları, din adamları ve bilginler günah söz söylemekten ve haram
yemekten sakındırsalardı ya! Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!” “…Çünkü onların için kıssis (bilginler) ve rahipler (din adamları)
vardır…” Bu iki ayette toplumda bulunması gereken dini, siyasi, ilmi ve iktisadi teşekkürlere
işaret edilmektedir, diyebiliriz. Rabbâniyyûn
: İncil alimleri[102]
siyasiler[103]
gibi manalar verilmiştir. Bu kıssîs kelimesi ile karşılaştırıldığında rabbani
idareci, kıssis ise meslekçi veya kıssis idareci, rabbani ise meslekçi olarak anlaşılır.
Çünkü kasse: deveyi güzel otlatmak, davarı sürmek anlamlarına gelir.[104]
Eğer kıssis’i idareci kabul edersek sürmek: idare, davar: insan olmak üzere iki kıyas
yapılmış olur ki, bu gereksizdir. Ahbâr :
Tevrat alilmleri[105]
alimler[106] anlamına gelir. Zaten yazı yazacak mürekkebe de hıbr adı verilmektedir.[107]
Ruhbân :
Hem tekil ve hem de çoğul olan bu kelime kökünde korkmak anlamı bulunan râhib kelimesinin çoğuludur.[108]
Rahip ise Hıristiyan papazlarına, din adamlarına verilen bir isimdir.[109]
Böylece bu kelimeler toplumda bulunan şu teşekküllere tekabül edebilirler. Rabbâniyyûn: Siyasi teşekküller (Partiler)) Ahbâr: İlmi teşekküller (Okullar ve üniversiteler) Kıssîsîn: İktisadi teşekküller (mesleki teşekküller) Ruhbân: Dini teşekküller (Camiler, tekkeler ve zikir yerleri) Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Bir toplumda dini, ilmi, siyasi ve iktisadi teşekküller bulunur. 2- Dini, ilmi, siyasi ve iktisadi teşekküller toplumda serbest bir şekilde
faaliyet gösterme yetkisine sahiptirler. 3- Dini, ilmi, siyasi ve iktisadi teşekküller görevlerini yerine
getirmedikleri zaman toplum çöker. Maide Suresi 5/ Ayet: 87 “Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı temiz ve yararlı şeyleri
haram kılmayın; aşırı da gitmeyin. Şüphesiz ki Allah aşırı gidenleri sevmez.” Tayyib :
Duyuların ve nefsin lezzet aldığı[110]
ve gönlün çekmiş olduğu şeye denir.[111]
Bu kelime helal şeyler için de söylenir.[112]
Helal bir şeyi haram kılmak iki yoldan birisi ile olur. Mesela kişi helal bir
yiyeceği kendisine haram kılar, yemez veya başkasının malını alıp kendi malına
katar, aynisini ona ödeyinceye kadar yemez, mahrum eder.[113]
Hz. Peygamber’in helal ve haramların belli
olduğu, bunların yanı sıra şüpheli şeyler de bulunduğu bu şüpheli şeyleri de
pek az kimsenin bildiği hakkında hadisleri vardır. Hz. Peygamber şöyle buyuruyor:
"Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu
ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu
bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını
da tebrie etmiş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur, tıpkı
koruluğun etrafında sürüsünü otlatan bir çoban gibi ki, her an koruluğa düşebilecek
durumdadır. Haberiniz olsun, her melikin bir koruluğu vardır, Allah'ın koruluğu da
haramlarıdır. Haberiniz olsun, cesette bir et parçası vardır ki, eğer o sağlıklı
olursa cesedin tamamı sağlıklı olur, eğer o bozulursa, cesedin tamamı bozulur.
Haberiniz olsun, bu et parçası kalptir."[114] Bu ayet sahabeden bir grup kişinin yiyecek, içecek, giyecek ve kadınları
kendilerine haram ettikleri zaman gelmiştir.[115] Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram kılmak birkaç türlü olur: 1- Helal bir şeyi haram sanmak, 2- Helal bir şeyin haram olduğunu söylemek, 3- Helal olan bir şeyden haramdan kaçar gibi kaçmak, 4- Helal olan bir şeyi başkalarına haram diye fetva vermek, 5- Adak veya yemin etmek suretiyle helal olan bir şeyi yapmayı kendisine haram
kılmak, 6- Başkalarının malını gasp ederek ayrılmayacak bir şekilde kendi
mallarına katmak. Ayetteki “aşırı gitmeyin”
ifadesi de birkaç anlama gelir: Helal bir şeyi haram yapmak, meşru bir şeyi
yasaklamak, haddi aşmak, aşırı gitmek ve zulmetmek gibi. Müsaade edilip izin verilen
bir şeyi ancak izin verildiği kadar yapmalıdır. Bu hususta aşırı gitmemeli ve
israfa kaçmamalıdır.[116] Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Yapılması meşru olan bir şey yasaklanamaz. 2- Yapılması meşru olan bir şeyi yasaklamak zulümdür. 3- Yapılması meşru olan bir şeyi yasaklamak düzenin dışına çıkmak ve
taşkınlık yapmak demektir. 4- Hiçbir kimse istediği meşru bir şeyi yapmaktan men edilemez. 5- Meşru bir şeyi gayri meşru sanmak yanlıştır. 6- Başkalarının malını gasp ederek ayılmayacak derecede kendi malının içine
katmak zulümdür ve haddi aşmaktır. 7- Aslında meşru olan bir şeyi ortada hiçbir sebep yok iken bir kanun ve
fetva ile yasaklamak zulümdür. 8- Helal olan şeylerden haramdan kaçar gibi kaçmak zulümdür, haddi aşmaktır. 9- Müsaade edilen bir şeyi ancak müsaade edildiği kadar yapmak ve müsaade
çizgisini taşmamak gerekir. Maide Suresi 5/ Ayet: 88 “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak
yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının.” Bu ayet mutezile ile ehl-i sünnet arasında haramın rızık olup olmadığı
konusunda tartışmalara yol açmıştır. Bu da helal
ve tayyib kelimelerinin faile veya mefule hal
yapılmalarından ileri gelir. Ehl-i sünnet bu kelimeleri fiile yani faile hal yapmaktadır.
O zaman mana rızıkların helal ve hoş olanlarından yiyin demek olur. Buradaki min harfi tebîz ifade eder.[117]
Bu sebeple rızık olarak verilen şeylerin hepsi yenilmez. Bir kısmı yatarım
harcamalarına giderken, diğerleri de hayr-u hasenat verilir. “Allah’ın
size rızık olarak verdikleri” sözünden de Allah’ın herkesin rızkını tekeffül
ettiği ortaya çıkar ki, böylece burada devletin her vatandaşın yaşam geçimini
temin etme görevine işaret edilmektedir. Helal kavramını bu kelimenin kök anlamı ile açıklayacak olursak yiyecek
maddelerinin özelliğini ortaya koymuş oluruz. Hulûl : düğümün çözülmesi, donmuş
bulunan bir şeyin donunun çözülüp erimesi anlamına gelir.[118]
Bir küp şekerin bardakta çayın içersinde çözülüp eridiği gibi, yiyecekler de
insanın midesinde eriyip vücuda karışarak yarayışlı hale gelirler. İşte helal
şeyler İslam’da belli olup böyle vücudun kendisine yarayışlı hale getirebildiği
maddelerdir, diyebiliriz. İşte böylece yiyecek maddelerinden
ancak sindirilebilen faydalı olan maddelerin helal kılındığı bu şekilde ortaya çıkmaktadır.
Ayette “Allah’ın size rızık olarak
verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin” buyrulmakla yiyecek maddelerinden
haramlığın esas olduğu anlaşılır. Onun için ancak helal olan rızıklar yenir.
Yeni keşfedilmiş bir meyve ve hayvanın ise yenilip yenilmeyeceği hususu bunun hangi
meyvelere ve hayvanlara benzediğine bağlıdır. Eğer bir meyve yenen meyvelere
benziyorsa o da yenir. Yeni bulunan bir hayvan da eğer eti yenen hayvanlara benziyorsa
onun eti de yenir; benzemiyorsa yenmez. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Yiyecekler belirlenmiştir; ancak
onlardan yenir. Onlardan başkası yenmez. 2- Meyve ve hayvan gibi yenilebilen
şeylerden yeni bulunmuş olan bir maddenin yenilebilmesi için onun yenilebilen şeylerle
mukayese edilmesi, eğer bu kıyaslama sonunda aralarında uyum varsa bunun da helal
olduğu, eğer uyum yoksa haram olduğu doğrultusunda hüküm verilir. 3- Yiyeceklerde esas olan haramlıktır.
Bu sebeple ancak helal olan şeyler yenilir, helal olan rızıklardan başkası yenmez. 4- Helal olan rızık ve yiyecekler
sindirilebilen vücuda faydalı olan maddelerdir. 5- Yenilen bir rızık vücuda faydalı
olmalı, zararlı olmamalıdır. 6- Sindirilebilen vücuda faydalı
olan yiyecekler helal kılınmıştır. 7- Sindirilemeyen ve vücut için
zarar olan yiyecekler helal değildir. Maide
Suresi 5/ Ayet: 89 “…Bu durumda yeminin kefareti,
ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden on yoksulu doyurmak veya onları giydirmek ya
da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkânı) bulamazsa, onun kefareti üç gün oruç
tutmaktır…” Bu ayette verilen bir sözün ve
edilen yeminin yerine getirilmediği zaman verilecek disiplin cezasından
bahsedilmektedir. Kefâret :
Örtmek anlamına gelen küfr maddesinden gelir.[119]
Bazı günahları, hiçbir eseri kalamayacak, dünya ve ahirette muaheze edilmeyecek ve
sorgulanmayacak derecede örten ve gizleyen şeye keffaret denir.[120]
Mesela yemin kefareti gibi. Geleceğe bağlı olan yeminler, birer akit oldukları için
yerine getirilmeleri gerekir. Çünkü Allah yerine getirilmeyen bir yeminden dolayı
muaheze eder.[121]
İşte bu muaheze ve sorgulanmadan kurtulmak için kefaret cezası verilir. Kefaret cezasının da on yoksulu
doyurmak, on yoksulu giydirmek, köle azat etmek ve üç gün oruç tutmak gibi çeşitleri
vardır. Bu cezalar fakirleri doyurmak, giydirmek ve köle azat etmek gibi fakirlik ve
yardımla ilgili olduğu için aynı zamanda hem sosyal ve hem de ekonomik bir özellik taşımaktadır.
Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Bazı günahlar, hiçbir eseri
kalmayacak dünya ve ahirette muaheze edilmeyecek derecede örten ve gizleyen şeye
kefaret denir. 2- On yoksulu doyurma, on yoksulu
giydirme, bir köle azat etme ve üç gün oruç tutma gibi kefaretler disiplin ve iyi
niyet cezası olarak verilir. 3- İşlenen suça karşı verilecek
cezalardan biri de yoksulları doyurmaktır. 4- İşlenen suça karşı verilecek
cezalardan biri de yoksulları giydirmektir. 5- İşlenen suça karşı verilecek
cezalardan biri de bir köle azat etmektir. 6- İşlenen suça karşı verilecek cezalardan biri de üç gün oruç tutmaktır.
7- Kefaret cezasını yerine
getirenler hiç suç işlememiş gibi olurlar. 8- Kefaret cezaları fakirlere
yardımla ilgili olduğu için bunların aynı zamanda ekonomik ve sosyal yardımlaşma yönleri
de bulunmaktadır. Maide
Suresi 5/ Ayet: 90 “Ey inananlar, şarap, kumar,
tapınmak için dikilmiş olan taşlar, fal için kullanılan oklar, ancak Şeytan'ın
işlerindendir ve birer pisliktir bunlar. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.” Hamr ve meysir hakkında bilgi daha önce geçti.[122]
Ensâb ve ezlâm hakkındaki
bilgi de daha önce geçti.[123] İçki içmede aklı ve bedeni tahrip
vardır. Kumarda ise tehlike ve kolay kazanma eğilimi vardır. Bunun için her ikisi de
zararlıdır. Hibe, sadaka, alış-veriş sözleşmeleri
bir bahse (muhatara) bağlandığı zaman bu sözleşme batıl olur. Kumarın esası da
malı, muhatara (bahis) üzere temlik etmek olduğundan, kumar gibi oyunlar da batıldır.[124]
Bundan başka kumar ve benzeri oyunlar kolay kazanma yolu olduğundan toplumu ifsat eder,
bireylere bedavadan kazanma fikrini empoze eder ve onların tembelleşmelerine sebep olur.
Bugün Türkiye’de arsa spekülasyonu-vurgunculuğu yaparak çok çabuk zengin olan
kimseler buna güzel bir örnek teşkil edebilirler. Buna bakarak herkes ben de kolay
kazanabilirim der ve bu şekilde çalışma düzeni bozulur. Ensâb : Putlar, insanın doğru düşüncesini
ihlal ettiği gibi, ezlâm da falcılığı, şans ve kaderciliği körüklediği için
insan iradesini bozar. Çünkü insan kendi özgür iradesini kullanmaktan ziyade şans ve
talihten yana çıkan esaslara göre yönünü değiştirir. Böylece bunların hepsi rics’tir. Rics ise bir işten çıkan pisliktir[125]
necis ve murdar demektir.[126]
Ayette bunlardan kaçınıldığı takdirde kurtuluşa erişileceği bildirilmektedir.
Refahı sağlamak için ekonominin bu pisliklerden temizlenmesi gerekir. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- İçki vücudu, kumar çalışma düzenini,
putlar insanın düşüncesini, şans ve talih oyunları iradeyi ihlal edip bozarlar. Onun
için böyle fiiller İslam ekonomisinde rics: pislik sayılmışlardır. 2- Kumar insanlara bedavadan kazanma
duygu ve düşüncesini aşılayarak, onların tembelleşmesine sebep olur. 3- Kumar ve kumar gibi gayri meşru
kolay kazanma yolları insan iradesini bozarlar. 4- Normal bir çalışma düzenini
bozan her şey ricstir. Bunun için bütün ricsler haramdır ve gayri meşrudur. 5- Şans ve talih oyunları piyango ve
sportoto gibi kazanç yolları insan iradesini bozar. 6- İçki, kumar, putlar, şans ve
talih oyunları gibi pislikler ekonomik düzenden temizlendikleri zaman refah ekonomisi doğar.
Maide
Suresi 5/ Ayet: 91 “Şeytan şüphesiz içki ve kumar
yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan
alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?” Bundan önceki ayette içki ve kumarın
insanları ve çalışma düzenini ifsat ettiğini söylemiştik. Bu husus burada daha açık
bir şekilde görülmektedir. Çünkü içki içen sarhoş olur, sarhoş olanın da aklı
başından gider. Aklı başından giden bir kimsenin kendini, bedenini ve uzuvlarını yönetemez;
artık o her şeyi yapar hale gelir. Kumar oynayan da aynı şeyi yapar.
Önce malını kaybeder, yine oyuna devam eder. Çolununu çocuğunu ve hatta karısını
bile kaybedinceye kadar devam eder. En sonunda her şeyi elinden çıkıp ortada yalnız
başına sırıtıp kalınca kumar arkadaşına da en azılı düşman kesilir.[127]
Piyasada tam rekabetin sağlanabilmesi
için gerekli olan şartlardan birisi de alıcı ve satıcıların rekabeti
oluşturabilecek kadar çok sayıda olmalarına ihtiyaç vardır.[128]
Üretici, tüketici ve aracı yeteri kadar yoksa rekabet düzeni kin ve düşmanlığa dönüşebilir.
Ancak bir minibüse yetecek kadar yolcuların bulunduğu bir yerde ikinci bir dolmuşun
sefere başlaması iki müteşebbis arasında kırgınlığa sebep olabilir. Her iki
dolmuş çalıştığı halde iş yeteri kadar çok olmadığı için müteşebbislerden
birisi iflas etme durumunda kalabilir. İşte böyle durumlarda rekabet, kin ve düşmanlığa
sebep olacağı için gayri meşru hale gelebilir.
İçki ve kumarın kötülüğünden
bahsedilirken, kin ve düşmanlık doğurdukları ifade edilmekte bu sebeple de terk
edilmeleri istenmektedir. İşte bu sebeple kin ve düşmanlığa sebep olan şeyler terk
edilmelidirler. Burada haramlığın illeti kin ve düşmanlık,
zikir ve namazdan alıkoymak gibi, iki yönden bir bakış açıklanmaktadır.[129]
Buna göre ayrıca zikirden ve namazdan da alıkoyan bu kumar ve içkinin iyi şeylere de
engel olduğu anlaşılmaktadır. Öyleyse eğitim ve öğretim, çalışma ve kazanma
gibi iyi işlere ve faydalı şeylere engel olan her türlü oyun ve eğlenceler de gayri
meşru sayılır. Bunun yanı sıra bugün grev, lokavt, haksız rekabet ve buna benzer
şeylerin kin ve düşmanlığı sebep olduklarını da söyleyebiliriz. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Kin ve düşmanlığa sebep olan
şeyler gayri meşrudur. 2- Grev, lokavt, aşırı kar, haksız
rekabet ve menfaat çekişmesi gibi kin ve düşmanlığa sebep olabilecek şeyler gayri
meşrudur. 3- Serbest rekabet sistemi üretici,
tüketici ve aracı, yeteri kadar çok olmazsa bir kin ve düşmanlığın doğmasına
sebep olduğu zaman gayrimeşru bir hale gelebilir. 4- İçki ve kumar insanlar arasında
kin ve düşmanlığın doğmasına sebep olur. 5- Eğitim ve öğretimden mesai
saatlerinde işten ve çalışmaktan alıkoyan şeyler gayrimeşrudur. Maide
Suresi 5/ Ayet: 93 “İman edip salih ameller
işleyenlere; Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel
işledikleri, sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra
yine Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce
tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever.” Tefsirlerde bu ayete değişik
anlamlar verilmiştir. Bir şey haram edilmeden önce onu yiyip içenlere bir günah
yoktur. Haram edildikten sonra bu yeme yasağı kendilerine ulaşmadan yani yasağı
bilmeden yiyip içenlere de bir günah yoktur.[130] Allah müminlere iyi ve temiz şeyleri
helal kılmış, kötü, pis ve zararlı şeyleri ise haram kılmıştır. İsraf yapan, dünyada
en büyük gayeleri yemek ve içmek olan kâfir ve fasıklara, yiyecek ve içeceklerde
günah ve yasaklar vardır. Dinde ibret, iman, takva, iyilik yapma ve ihsanda bulunmakla
gerçekleşir. Bunların her biri birer esastır. İbret, yiyecekte, içecekte ve nefse
zulmetmekte olmaz.[131]
Müslümanlar kötü işlerden sakındıkları iyi işler işlemeye devam ettikleri ve
toplumda güveni sağladıkları müddetçe temiz şeyleri yemede ve içmede bir sakınca
yoktur.[132] Bu ayette yiyecek, içecek ve
giyecekte iyiyi tercih etmek ve lüksü seçmenin bazı esasları getirilmiştir. Bir
şeyi sadece zevk için yapmak lükstür. İhtiyaç olmadığı halde meyve yemek, çay ve
kahve içmek, kravat takmak, böyle zevk için yapılan işlere örnek olarak
gösterilebilir. Taimû
kelimesinin mutlak olarak gelmesi, tatmak ve zevk almak anlamına gelmesi bu anlayışı
desteklemektedir. Tu’m : Tatmak demektir.[133]
Tatmak ve zevk almak için yapılmış olan işlerde günah yoktur. Ancak bu işi Müslümanların
yapması bununla beraber iyi işler de yapmaya devam etmeleri, iman ve inanışlarına
devam etmeleri şarttır. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Zevk için yapılan harcamalara lüks
denir. 2- Malların lüks (ihtiyaçtan fazla
olarak, sadece zevk almak) için, kullanılması bazı şartlar altında mubahtır. 3- Lüks, inanıp iyi işler
işlemekten alıkoymamalıdır. 4- Lüks, inançsızlığa ve güvensizliğe
götürmemelidir. 5- Lüks, başkalarına iyilik
yapmaktan alıkoymamalıdır. 6- Lüks, iktisap, istimal, kullanım
ve mübadele… gibi konularda gayri meşru davranışlara götürmemelidir. Maide
Suresi 5/ Ayet: 95 “Ey iman edenler! İhramlı iken
(karada) av hayvanı öldürmeyin. Kim (ihramlı iken) onu kasten öldürürse (kendisine)
bir ceza vardır. (Bu ceza), Kâbe’ye ulaştırılmak üzere, öldürdüğünün dengi
olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir edeceği bir kurbanlık hayvan veya yoksulları
yedirmek suretiyle kefaret ya da onun dengi oruç tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü
sonucunu tatması içindir. Allah, geçmiştekileri affetmiştir…” Bu ayette bir hacının ihramda iken
av avlamayacağı, bile bile avladığı takdirde avladığı hayvanın bir benzerini
tasadduk edeceği, bu hususta adil iki kişinin karar vereceği veya fakirleri
doyuracağı ya da oruç tutacağı gibi cezai müeyyideler ile yasaklamadan önce işlenmiş
fiile ceza verilmeyeceği bildirilmektedir. Bu ayet üzerinde ekonomik açıdan düşündüğümüz
zaman yasaklanmadan önce işlenmiş fiillere ceza verilmeyeceği, bazı yerlerde ve
zamanlarda avcılığın yasaklanabileceği, arabalara park yasağı gibi bazı
yasakların ihdas edilebileceği bir yasak işlendiği zaman dengi ile cezalanacağı,
bazı yasakların cezası olarak yoksulları doyurma cezası verileceği gibi esaslar
ortaya çıkarılabilir. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Yasaklanmadan önce işlenmiş olan
fiillere ceza verilmez. 2- <bazı mevsimlerde ve bazı
yerlerde belli hayvanlar için avlanma yasağı konabilir. 3- Bazı işler için bazı yasaklar
konabilir. (Mesela arabaların bazı yerlere park etme yasağı konduğu gibi). 4- Yasaklanmış olan bir fiil
işlendiği zaman onun dengi ve benzeri bir ceza ile tecziye edilmelidir. (Mesela yasak
olduğu halde ihramda iken bir koyun kesen hacının bir koyun tasadduk etmesi gerekir.) 5- Yasaklanmış olan bir fiilin
işlenmesinden dolayı doğan bir suçu giderecek denk bir ceza verilmediği takdirde
yoksulları doyurma veya oruç tutma cezası verilir. Maide Suresi 5/ Ayet: 96 “Sizin için de yolcular için de
bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmak ve deniz ürünlerini yemek sizlere helâl kılındı.
Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece size haram kılındı…” Denizlerde eti için balıklar
avlandığı gibi, kemiği ve dişi için avlanan hayvanlar da vardır. Denizlerden sedef
avcılığı da yapılır.[134] Hanefilere göre deniz hayvanlarından
ancak balığın eti yenilir. Şafiiler ise denizde yaşayan bütün hayvanların etini
yemek helaldir, derler.[135]
Kurbağa, deniz yılanı ve denizde bulunan diğer bütün hayvanların etini yemekte İbn
Ebi Leyla’ya göre de bir sakınca yoktur. Bunlara göre deniz yılanı, domuzu, köpeği,
aslanı ve deniz insanı yenebilir. Bunda bir mahzur yoktur.[136] Ayette işaret yoluyla kara avının
da helal olduğu bildirilmektedir. El-metâu :
Daha önce açıklandığı üzere[137]
kendisinde faydalanılan her türlü şeye meta demir. Ayette deniz avının insanlara ve
seyyareye faydalı olduğu zikrediliyor. Buna mukim ve yolcu olanlar diye mana
verilmiştir.[138]
Mukim ve misafir anlamı vermekle birlikte lekum:
sizin için ifadesinden maksat insanlar, seyyâre’den
maksat ise binektir diyenler de vardır.[139]
Seyyare, kervan, kafile manasına geldiği gibi, otomobil gibi binek anlamına da gelir.[140]
Öyleyse biz bu kelimeye gemi gibi, ulaşım vasıtası diyebiliriz. O zaman deniz
avının insanlar için bir fayda olduğu gibi, ulaşım vasıtaları için de bir fayda
olması gerekir ki, bu da avların gemilerde yakıt olarak kullanılabileceğini gösterir.
Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Kara ve denizlerde av avlamak
helaldir. 2- Denizlerde eti için balık
avlandığı gibi kemiği ve dişi için de diğer hayvanlar avlanabilir. 3- Denizlerde sedef avcılığı da
yapılır. 4- Kara ve denizlerde avlanan
hayvanlar, insanların yiyecek ihtiyaçları için kullanıldığı gibi, başka ihtiyaçlar
için de kullanılırlar. 5- Denizlerden avlanmış olan
hayvanların etlerinden gemilerde yakıt olarak da faydalanmak mümkündür. Maide
Suresi 5/ Ayet: 97 “Allah; Kâbe’yi, o saygıdeğer
evi, haram ayı, hac kurbanını ve (bu kurbanlara takılı) gerdanlıkları insanlar(ın
din ve dünyaları) için ayakta kalma (ve canlanma) sebebi kıldı…” Ka’be : Küp
şeklinde yapılan her eve Kâbe denir.[141]
Buradaki Kâbe’den maksat ise Haccın sebebi ve her namaz için kıble olan Mekke’deki
Kâbe’dir.[142]
Beyt-i haram Kâbe’nin etrafıdır ki, buna Mescidi Haram, Beytullah adları da verilir.[143]
Kâbe ile Beyt-i Haram’ı aynı
kabul edecek olursak ayette Beyt-i Haram, haram aylar ve kurbanlar olmak üzere, insanlar
için kıyam olan üç şeyden bahsedilmektedir. Allah, Beyt-i Haram’ı insanlar için kıyam
yapmıştır. Daha önce geçmiş olan bir ayette buna benzer bir ifade vardı.[144]
Orada Allah’ın malı insanlar için bir kıyam (ayakta tutucu) yaptığı
zikrediliyordu. Burada ise adı geçen üç şeyin insanlar için ayakta tutucu yani hayatın
kaynağı olduğu söylenmektedir. Kaynaklarda Kâbe’nin insanların
ihtiyaçlarını temin edip onları nasıl ayakta tuttuğunun sebepleri zikredilmektedir.
Kabe adeta daha önceki ayetlerde açıkladığımız[145]
bir toplumda bulunması gereken teşekküllerin fonksiyonlarını yapar bir durumu
vardır. Bunlar dini, ilmi, siyasi ve iktisadi fonksiyonlardır. Çünkü Kâbe bir din
merkezi olduğu kadar aynı zamanda ticaretin-ekonominin de bir merkezi idi.[146]
Eskiden beri Arabistan’ın çeşitli yerlerinden gelen hacılar Mekke’nin
panayırlarından ihtiyaçlarını temin ederlerdi. Bu sebeple senenin belli aylarında
belli yerlerde fuarlar kurulurdu. Bunlardan bilhassa Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz çarşıları
meşhurdu.[147]
İşte böylece Kâbe dini ayinlerin ifasına yardım ettiği gibi, birçok ticaret mallarının
mübadelesine de sebep olmakla aynı zamanda iktisadi bir rol de oynamaktaydı. Kâbe aynı zamanda emin ve emniyetli
bir yerdi. Hac zamanlarında herkesin can ve mal güvenliği vardı. Özellikle haram
aylar denilen zilkade, zilhicce, muharrem ve recep aylarında[148]
keskinlikle savaş yapılmaz ve genel güvenlik hâkim olurdu. Bu genel güvenlik
ticaretin dolayısıyla iktisadi hareketlerin daha da canlanmasına yardım ederdi.[149]
İnsanların yaşamalarına sebep olan
vasıtalardan üçüncüsü de kurbanlardır. Ayette bu, hady ve kalâid
kelimesi ile ifade edilmektedir. Normal kurbanlara hedy denir. Kalâid ise boyunları
işaretli olup kurbanlık oldukları belli olan hayvanlardır. Kurbanlar kesilir, fakir ve
fukaraya dağıtılırdı. Böylece fakirlerin geçimi sağlanmış olurdu. İşaretli
hayvanlar herkes tarafından bilinirdi. Onlara kimse açlıklarından dolayı ölseler
bile ellemezler ve sahipleri bile dokunmazdı.[150]
Boyunlarındaki ne olduklarını bildiren işaretler (etiketler) kendilerine güvenlik sağlardı.
Burada okuyucularımıza hac hakkında
bazı düşüncelerimizi de sunmak istiyoruz. Bugün İslam dünyası tam özgürlüğüne
sahip olamadığı için haccın dini, ilmi, sosyal, siyasi ve iktisadi yönleri ile tüm
fonksiyonlarının yerine getirildiği söylenemez. Bu durum Müslümanların tam müstakil
olup özgür bir şekilde kendi kendilerini yönetmediklerini gösterir. Aslında Mekke
bir devletin sınırları içinde değil harem çizgilerinin, ihram hudutlarının
bulunduğu yerden itibaren ayrı bir site devleti olarak İslam âleminin merkezi
durumunda olmalı ve tüm Müslümanlar tarafından yönetilmelidir. Hac zamanı da bir
nimet bilinerek İslam dünyasının dini, ilmi, sosyal, siyasi ve iktisadi meseleleri
kurulacak şuralar tarafından tartışılmalı, İslam ülkeleri bir sene zarfında gerek
içte ve gerekse diğer din mensuplarına karşı nasıl bir program uygulayacakları
tespit edilmelidir. Maalesef bugün hac diğer fonksiyonlarından soyutlanmış, sadece
ibadet ve dini yönü ile ifa edilir hale getirilmiştir.
Kuranda hacca çağır, (davet et, ilan et) diye emir veriliyor.[151]
Bu emri yani hacca davet işini hiçbir kişi ve hiçbir makam yapmamaktadır. Yine ayette
hacıların kendileri için olan faydaları müşahede etmelerinden bahsedilmektedir.[152]
Haccın bir özelliği olan bu ekonomik olaydan maalesef hacılar habersizdirler. Yani
özet olarak haccın eli ayağı kendisinden koparılmış alınmış sadece dini-ibadet yönü
kalmıştır. O sebeple de hac bugün Müslümanlardan sessiz bir şekilde şikâyet
etmektedir. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Yılın belli aylarında belli
merkezde genel güvenlik tedbirleri alınarak bütün insanların toplanacağı bir yer
(bir panayır ve kongre yeri) tayin edilir. 2- Belli günlerde ve belli bir yerde
çalışan fuarlarda, panayır ve kongrelerde sağlanan genel güvenlik insanların ihtiyaçlarını
temin etmeye yardım eder. 3- Belli günlerde ve belli yerlerde
yapılan geniş çaptaki toplantılarda sağlanan genel güvenlik sayesinde ekonomik
hareketler canlanır. 4- Topluma adanmış olan mallar ve
kurbanlar sosyal güvenliğin sağlanmasına yardımcı olurlar. 5- Topluma karşılıksız olarak
adanmış olan mallar, ekonomiye canlılık getirir. 6- Malların cinsini ve kalitesini
bildiren etiketler, ekonomik güvenliğin sağlamasına katkı yaparlar. 7- Etiketler ekonomiye canlılık
getirir. 8- Güvenliği sağlanan belli
yerlerde ve genel güvenlik ilan edilen belli aylarda güvenliği ihlal edecek
hareketlerde bulunmak ve toplumun mallarına dokunmak yasaktır. Maide Suresi 5/ Ayet: 100 “De ki: «Pis olan şeyle temiz olan
şey bir olmaz, pis olanın çokluğu hoşuna gitse bile». Ey selim akıl sahipleri
Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.” Habîs :
Daha önce geçtiği üzere[153]
bu bozuk, pis ve kirli demektir. Tayyib ise bu da daha önce geçtiği
gibi[154]
düzgün, hoş ve temiz şeye, duyuların lezzet duyduğu şeye denir.[155]
Habisten maksat kâfir, tayyibden
maksat mümin, biri haram mal, diğeri ise helal maldır, diyenler de vardır.[156]
Bu kelimeler mutlak olarak getirildiklerinden anlamı daha da genişletmek mümkündür.
Nitekim şahıs ve malla ilgili bu iki anlamdan başka iş ve emekle ilgili manalar da
verilmiştir.[157]
Böylece ayete göre iyi ile kötü, temiz ile kirli, düzgün ile bozuk olan bir
tutulmaz. İyi ve meşru amel işleyenle kötü ve gayri meşru işler yapanlar da bir
tutulmazlar. Meşru ve sağlam iş yapanlar, ücretlerini tam alırlar; gayri meşru çalışan
ve bozuk iş yapanlar bir ücrete hak edemezler. Kötülük, kötü olanlar, bozuk mallar
ve haram şeylerin çokluğu hoşa gitse bile hüküm buna göre verilmelidir. Hiçbir
zaman bunların ikisi bir tutulmamalıdır. Yani neticede çokluk bir şey ifade etmez. Önemli olan, akıl sahiplerinin her
zaman iyiyi tercih ederek bu tefriki yapabilmeleridir. İyi ile kötüyü birbirinden ayıracak
bir düzenin kurulmasına dikkat ve titizlikle çalışıldığı zaman refah düzeyine
ulaşmak mümkün olur. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar. 1- İyi ile kötü bir tutulmaz. 2- Kötülükler iyiliklerden bozuk
mallar sağlam mallardan daha çoktur. 3- Bozuk mallarla sağlam mallar bir
tutulmaz. 4- Çokluk yani kötülerin çokluğu
bir şey ifade etmez. 5- İyi ile kötüyü birbirinden ayırabilecek
bir düzenin kurulması gerekir. 6- Sağlam mal ile bozuk malı
birbirinden ayırabilecek bir düzen kurulmalıdır. 7- İnsan aklı iyi ile kötüyü
bozuk mal ile sağlam malı ayırabilecek bir düzeni bulup kurabilir. 8- Refahın sağlanabilmesi için iyi
ile kötünün bozuk ile sağlam malın, meşru ile gayri meşru malın birbirinden
ayrılması gerekir. 9- Meşru mal ile gayrı meşru mal
bir tutulmaz. Maide
Suresi 5/ Ayet: 106 “Ey iman edenler! Sizden birine
ölüm hâli geldiğinde vasiyette bulunurken, aranızdan iki âdil kişiyi veya yolculuk
hâlinde bulunuyorsanız, bu sırada size ölüm musibeti gelip çatmışsa, sizden
olmayan başka iki kimseyi şahit tutun…” Bu ayette vasiyet ile ilgili esaslar
getirilmektedir. Minkum:
Sizden ifadesi Müslümanlardan veya kabilenizden ya da ehl-i beytten demektir. Min gayrikum ise gayri Müslimlerden, başka
milletlerden ya da başka mahallerden demektir.[158] Buna
göre yolculukta gayri Müslimlerin Müslümanlar için yaptıkları şahitlik geçerli
olur.[159]
Adil Müslümanların şahitliği, hazarda ve seferde geçerlidir. Yahudi, Hıristiyan,
Mecusi, putperest ve kâfirlerin şahitliği ise ancak yolculuk esnasında zaruret halinde
geçerli olur.[160] Vasiyet
etmek, hem bir hak hem de bir vazifedir. Ayetin içeriğinden anlaşıldığına göre
vasiyet, şifahi-sözlü de olabilir. Ayetteki
şehâdet-i beynikum şehâdet-i mâ beynikum takdirindedir. Böylece cereyan eden her
türlü anlaşmazlıklarda şahitlik yapmak demek olur. Bundan başka her topluluğun
şahitleri kendi aralarından seçileceğini bildiren bu ayet aynı zamanda başkanların
ve idarecilerin de kendi içlerinden olacaklarına bir işaret olabilir. Ayetten
Çıkan Ekonomik Esaslar:
1-Ölümü
yaklaşan bir kimse için vasiyet etmek bir haktır.
2- Ölümü
yaklaşan bir kimse için vasiyet etmek bir vazifedir. 3-
Vasiyetler şifahi-sözlü de olabilir. 4-
Vasiyet, adalet sahibi iki kişinin şahitliği ile sabit olur. 5-
Mahalle veya köy, Müslim veya gayri Müslim her toplumun şahitleri, yani kendi
meseleleri hakkında şahitlik yapacak kimseler yine kendi içlerinden olur. 6-
Yolculukta cereyan eden olaylara ve edilecek vasiyetlere yabancılar da şahitlik
yapabilirler. 7-
Her toplumun başka kendi içlerinde seçilir. (Mahallenin başkanı mahalleden, bucağın
başkanı bucaktan ve ilin başkanı da ilden seçilir.) 8-
İşyerlerinin idarecileri de yine kendilerinden olur. Maide
Suresi 5/ Ayet: 115 “Allah da şöyle buyurdu: Ben o sofrayı size elbette indireceğim…” Hz. İsa gökten sofra indirmesi için Allah’a dua etti. Allah da bu
ayet ile mukabele etti. Kaynaklar bu sofranın indiğini yazmakta, bazıları da bunun bir
misal olduğunu söylemekte ve mecazi bir yönden açıklama yapmaktadırlar.[161]
Bunun bizimle yani İslam ekonomisi ile ilgili olan tarafı ise göklerde rızık
bulunması ve İsa Peygamber’e gökten sofra inmesidir. Ayetten Çıkan Ekonomik Esaslar: 1- Göklerde insanlar için rızıklar vardır.
2-
Gökten İsa Peygamber’e sofra gelmişti. [1] Kamus, I, 1212 [2] Elmalılı, II, 1546 [3] Cassas, II, 294 [4] Mecelle, 37. ve 103. madde [5] Cassas, II, 294 [6] Kamus, IV, 1220 [7] Fahita 1/ 5 [8] Ali İmran 3/ 92 [9] Bakara 2/ 2 [10] Cassas, II, 303 [11] Konyalı Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, III, 1141 [12] Cassas, II, 303 [13]
Buhari, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsâkât, 107, No:
1599; Ebu Davud, Büyû 3, No: 3329, 3330; Tirmizî, Büyû 1, No: 1205; Nesâî, Büyû
2, No: 7, 241 [14] Razi, V, 20; Elmalılı, III, 2073 [15]
Razi, V, 20 [16]
İbn Rüşd, Bidayet-ül Müctehid, I, 467; Razi, V, 20 [17]
Müslim, Hayz, 100, 105; Nesei, Fer’, 4 [18]
İbn Rüşd, Bidayet-ül Müctehid, I, 467 [19] Kettani, Nizam-ül Hükümet-in Nebeviye, II, 72; İbn Rüşd, Bidayet-ül Müctehid, I, 467 [20] En Nevevi, el-Mecmu, XI, 6 [21] Kamus, IV, 157 [22] Elmalılı, I, 590 [23] Elmalılı, II, 1557 [24] Kamus, III, 279 [25] Elmalılı, II, 1558 [26] Kamus, I, 507 [27] Kamus, IV, 326 [28] Müfredat, s, 403 [29] Serahsi, Mebsut, XV, 7 [30] Elmalılı, II, 1567 [31] İslam Ansiklopedisi, VI, 992 [32]
Buhari, Megâzî, 34, Tefsir el-Kur'an, 6;
Müslim, Tevbe, 56, Hadis No 2770; Ebu Dâvud, Talâk, 32, No: 2270; Nesâî, Talak 50,
(6, 182, 184). [33]
Serahsi, XV, 8 [34]
Müfredat, s, 380 [35]
İbn Manzur, Lisan-ül Arab, IV, 483 [36]
Abdülkerim Zeydan’ın Bağdat İslam Araştırmaları Fakültesi’in çıkardığı
derginin 3. sayısında İslam Hukukunda Zaruret Hali adında bir makalesi
neşredilmiştir. Hayreddin Karaman bunu tercüme edip Diyaner Dergisi XIII, 3–6 da yayınlamıştır.
[37]
Mecelle 22. madde [38]
İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, I, 55 [39]
Merğınani, Hidaye, III, 202 [40]
İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, I, 57 [41]
İbn Rüşd, Bidayet-ül Müctehid, I, 476 [42]
Hac 22/ 78 [43]
İbn Teymiye, el-Kavaid en-Nuraniyye, s, 143 [44] İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, II, 554 [45] Cassas, Ahkâm-ül Kuran, II, 322 [46] Cassas, II, 322; Razi, XI, 180 [47] Abdülkadir Udeh, İslam Ceza Hukuku, s, 3 [48] Elmalılı, II, 1594 [49] Mustafa Cevat Akşit, İslam Ceza Hukuku ve İnsani Esasları, s, 52 [50] Razi, XI, 190; Alusi, VI, 98 [51] Alusi, VI, 98 [52] Serahsi, Mebsut, V, 36; Kasani, VII, 33 [53] Razi, XI, 209 [54] İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, II, 589 [55] Nahıl 16/ 120 [56] Kamus, II, 1031 [57] Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye, III, 18 [58] Bakara 2/ 205 [59] Razi, XI, 213; Beyzavi, II, 147; İbn Arabî, II, 590 [60] Elmalılı, II, 1658 [61] Cassas, II, 405 [62] Reşid Rıza, VI, 349 [63] Cassas, II, 406 [64] Razi, XI, 214; Alusi, VI, 118 [65] Reşid Rıza, VI, 357 [66] Bakara 2/ 279 [67] Reşid Rıza, VI, 358 [68]
Serahsi, IX, 133 [69]
Kasani, VII, 65 [70]
Serahsi, Mebsut, IX, 134 [71]
Peygamberimiz zamanında normal bir koyunun fiyatı 5 dirhem veya yarım dinar idi. Bak.
Yunus Vehbi Yavuz, İslam’da Zekât Müessesesi, s, 173. Buna göre hırsızlık nisabı
normal iki koyun değerinde olan maldır. [72]
Ebu Yusuf, Kitab-ül Harac, s, 264 [73]
Kamus, IV, 123 [75]
Seyyid Sabık, Fıkh-üs Sünneh, II, 609–711 [76]
Kamus, I, 576 [77]
Cassas, II, 432 [78]
Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, III, 1225 [79]
Elmalılı, II, 1687 [80]
Alusi, VI, 140 [81]
Bakara 2/ 215 [82] Razi, XII, 26 [83] Elmalılı, II, 1720 [84] Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, III, 1253 [85] Seyyid Sabik, Fıkh-üs Sünneh, II, 125 [86] Cassas, II, 444 [87] Razi, XII, 32; Elmalılı, II, 1221 [88] Razi, XII, 32 [89] Cassas, II, 448 [90] Bakara 2/ 188, 275 [91] Beyzavi, II, 162 [92] Razi, XII, 47 [93] Kamus, I, 1255 [94] Elmalılı, II, 1736 [95] Razi, XII, 47 [96] Razi, XII, 61 [97] Mecelle, 30.madde [98] Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, III, 1287 [99] Beyzavi, II, 164 [100] Ali İmran 3/ 104, 110 [101] Ali İmran 3/ 104 [102] Cassas, II, 448 [103] Elmalılı, II, 1726 [104] Kamus, II, 987 [105] Cassas, II, 448 [106] Müfredat, s, 106 [107] Kamus, II, 234 [108]
Müfredat, s, 204 [109]
Kamus, I, 280 [110]
Müfredat, s, 308 [111]
Cassas, II, 451 [112]
Cassas, II, 451 [113]
Cassas, II, 451 [114]
Buhari, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsâkât, 107,
No: 1599; Ebu Davud, Büyû 3, No: 3329, 3330; Tirmizî, Büyû 1, No: 1205;
Nesâî, Büyû 2, No: 7, 241 [115] İbn Arabi, Ahkam-ül Kuran, II, 632 [116] Razi, XII, 72 [117] Razi, XII, 72 [118] Kamus, III, 1243 [119] Kamus, II, 664 [120] Seyyid Sabık, Fıkh-üs Sünneh, III, 24 [121] Elmalılı, II, 1801 [122] Bakara 2/ 219 [123] Maide 5/ 3 [124] Cassas, II, 465 [125] Razi, XII, 79 [126] Kamus, II, 929 [127] Alusi, VII, 16 [128] Feridun Ergin, İktisat, s, 454 [129] Reşid Rıza, VII, 72 [130] Razi, XII, 83; Cassas, II, 466 [131] Reşid Rıza, VII, 75 [132] Alusi, VII, 18 [133] Kamus, IV, 382 [134] Razi, XII, 97 [135] İmam Şafii el-Ümm, II, 209 [136] Cassas, II, 478 [137] Bakara 2/ 36 [138] Razi, XII, 98 [139] İbn Arabi, Ahkam-ül Kuran, II, 680 [140] Müncid, s, 368 [141] Müfredat, s, 432 [142] Kamil Miras, Tecrid-i Sarih, VI, 49 [143] Bilgi için bak, Tecrid-i Sarih, VI, 49 [144] Nisa 4/ 5 [145] Maide 5/ 63, 82 [146] Razi, XII, 100 [147] Bilgi için bak, Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, II, 202; Kamil, Miras, Tecrid-i Sarih, VI, 411 [148] Mehmet Vehbi, Hulasat-ül Beyan, III, 1137 [149] Razi, XII, 101 [150] Razi, XII, 101 [151] Hac 22/ 27 [152] Hac 22/ 28 [153] Bakara 2/ 267 [154] Nisa 4/ 2 [155] Müfredat, s, 308 [156] İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, II, 689 [157] Elmalılı, II, 1817 [158]
İbn Arabî, Ahkâm-ül Kuran, II, 714–715 [159]
İbn Kayyim el-Cevziyye, et-Turuk-ul Hukmiyye, s, 7 [160] Razi, II, 115 [161]
Elmalılı, II, 1847 *DEÜ İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi
|
. |