Küresel Düzenlenisin TC’nin Iç Politikalarina Yansimalari

............................................................................... Vahdettin ISIK

Küresel baglamlarin ulusal politikalari ne denli etkiledigi bilinmektedir. Gerek ekonomik bagimliliklar ve baglantilar, gerekse de kayitlayici bir nitelik arz eden ve altina imza atilan uluslarüstü sözlesmeler ulusal politikalar üzerinde ciddi bir etken olarak belirmektedir. Bu gerçekligi dikkate almadan bir iç veya dis politika gütmek, basina bela almakla ayni anlama da gelmektedir. Ve bu perspektifi ihmal ederek iç politikalari yorumlamaya kalkismak, gelismeleri dogru okumamak demektir.

XXI. yy’a girilirken, felsefi ve politik söylemlerde ön plana çikan gündemlerde bir degismenin yasandigina dikkat etmek gerekir: Etnik ve dini ayirimcilik basta olmak üzere hemen her tür ayirimciliga karsi bir duyarlilik yayginlasmakta yahut yayginlastirilmaktadir. Elbette ki, bir gündemin mevcudiyeti bir kisim dini, politik, ekonomik ve etnik vb. Nedenlere baglidir. Dünün ulus devletlerini kutsallastiran söylemine paralel olarak bagimsizlik‘, bir toplumun ‘iç isleri’ne müdahale anlamina gelebilecek seylerden kaçinma gibi önceliklerin ve kutsallarin artik anlamli bulunmadigi ve en azindan tartisma konusu yapildigi günleri yasiyoruz.

Bahsi geçen gündemlerin yerini alan, ‘özgürlük, temel ve evrensel insan haklari‘ gibi sorunlar bir toplumun iç isleri sayilamayacak kadar önemli ve herkesi ilgilendiren bir mesel olarak tanimlanmaktadir. Nitekim, Türkiye'nin de altina imza koydugu bir çok uluslarüstü sözlesme, ulusal hukukun üstünde ve baglayici normlar olarak taraflara sorumluluklar yüklemektedir. Hatta bu söyleme binaen olusturulmus sözlesmelere taraf olmayan ülkeler bile bu anlayisa aykiri hareket ettiklerinde, sorumluluktan kurtulamiyorlar. Nitekim, 1991‘deki BM'nin Irak müdahalesi, 1992-94 Bosna-Hersek Savasi’nda uzun tartismalarin ardindan da olsa yapilan müdahale, nihayet, 1999 Kosova’da yasanan soykirima karsi girisilen müdahale iki-üç ülkenin disinda neredeyse bütün dünyada dogal karsilanmaktadir.

Bu tür sorunlara müdahale etme vakasi artik sadece BM'nin inisiyatifi ile sinirli da degil. BM'nin yaninda, özellikle Avrupa güvenligi ile ilgilenme amaci tasiyan AGIT (Avrupa Güvenlik ve Isbirligi Teskilati), son zamanlarda AB (Avrupa Birligi) da BM'ye benzer inisiyatifler pesindedir. NATO'nun Kosova sorununda sergiledigi müdahalede, BM iznine bile gerek duymamis oldugu, burada hatirlanmalidir.

24 Mart 1999‘da NATO'nun Kosova sorununa müdahale amaciyla baslattigi ‘Müttefik Güç Harekati‘ yeni Dünya Düzeni’nin nasil olacagi hususunda önemli ipuçlari tasimaktadir. Birincisi, ilk kez herhangi bir BM karari olmaksizin, bir uluslar üstü askeri güç baska bir ülkeye askeri müdahalede bulunmustur. Ikinci olarak, ilk defa bir baska ülkeye saldirmamis olan bir ülkeye, geçmiste kalan dönemin diliyle söylersek, kendi iç sorunu olarak algilanabilecek bir mesele yüzünden askeri müdahale yapilmistir. Kendi vatandaslari arasinda etnik ayirimcilik yaparak bir etnik temizlik yapma durumu söz konusu ise bu bir iç mesele olarak da algilanabilrdi ama böle algilanmaktan vazgeçilmis oldugu görülüyor ve yeni döneme iliskin bir tutum tespiti yapmak açisindan bu algisal degisme önemli sonuçlara yol açacak niteliktedir. Üçüncü olarak da, NATO ilk defa kendi üye ülkelerinin sinirlari disinda bulunan bir ülkeye BM karari ile degil, salt kendi karari ile müdahale etmistir.

Bahsettigimiz bu üç husus soguk savas sonrasi dönemi NATO’sunun yeni rollerini belirleme hususunda hangi noktalarda mutabakat olustugunu da göstermektedir. Ve, kuskusuz ki bu süreçte, önceki döneme göre ABD daha bir belirleyicidir.

Yeni Dünya Düzeni kavramsallastirmasiyla sunulan insa sürecinde yasananlara bu sürecin öngörülerinden bagimsiz düsünmek anlam kaymalarina yolaçacaktir nitekim, basta ABD olmak üzere bütün Bati, Avrasyayi özellikle de Ortadogu ve Balkanlar’i yeni dünyanin en önemli jeostratejik bölgelerinin basinda görmektedir. Hem ABD hem de diger Batili ülkeler bilmekteler ki, dünyanin bu bölgesini denetleyebilen ayni zamanda dünyaya da hakim olabilecektir. Dini, tarihsel, siyasal, kültürel ve demografik özellikleriyle Türkiye'nin bu bölgedeki ihmal edilemez bir öneme sahip oldugunu tartismaya bile gerek yok. Avrasya’nin dogusu ile batisini birbirine baglayan bir ülke olarak Türkiye'nin önemi ortadadir. ABD ve bati da bunun bilincinde olarak hareket etmektedir. Türkiye ve Avrupa iliskilerinde yasanan mevzi sancilara karsin, iliskiler de hep belirli dengelerin gözetilmis olmasi da bu baglamda degerlendirilmelidir.

Türkiye'nin de içinde yer aldigi Ortadogu ve balkanlar basta olmak üzere bölgesel gelismelerde Türkiye'nin ABD'nin yaninda açik bir taraf olarak yer almasi, Türkiye-Israil iliskilerinde yasanan olagan-disi ve kamu oyundan hatta ülke basbakanlarindan bile gizlenen antlasmalar ile Türkiye'de 28 Subat 1997‘de vuzuha kavusan gelismeler karsisinda ABD'nin takindigi sessiz tutum arasinda tabii ki bir baglanti aramak gerekir.

Bu baglamda soguk savas sürecinin sona ermesinin akabinde, ABD öncülügündeki NATO'nun islami hareketleri önceliklidüsman ilan etmesi ile, TC’nin öncelikli iç düsman olarak irticayi ilan etmesinin ardarda gelmesi; TC’nin en büyük partisinin kapatilmasi ve birkaç ay evvel basbakanlik yapmis bir genel baskanin siyasi yasakli ilan edilmesi, bütün kamuoyu yoklamalirnda insanlarin görmek istedikleri lider profil siralamasinda açik bir farkla birinci çikan R. Tayyip ERDOGANin görevinden alinmasi ve siyasi yasakli yapilmasi ile adeta ülkeyi açik bir cezaevine çeviren basörtüsü yasagi basta olmak üzere, insanlarin inançlarina kari sürdürülen bir sürek avi karsisinda ABD blokundan hiçbir ciddi ses çikmamasi siradan durumlar olarak algilanamaz. Istegi disindaki her gelisme karsisinda açik tepkisini belirten ABD'nin bu suskunlugu manidardir.

PKK ve Kürt Sorunu’nda gelinen merhalade de ABD'nin inkari gayr-i mümkün bir belirleyiciligi oldugu ortada. Batili ülkelerin de katkilari ile Türkiye'nin son on bes yilda yasadigi sIkIntIli sürecin bas aktörü olan Abdullah ÖCALAN’in yakalanmasi, Kuzey Irak’taki fiili durumu ortaya çikaran gelismeler, Bosna-Hersek ve Kosova müdahaleleri gibi bölgesel gelismelerdi. ABD'nin belirleyici rolü oldugu gibi, bu ülkelerin iç isleyislerindeki düzenlemelerde de en azindan ‘ABD'nin rizasina muvafik olma kosuluna uygun davranmayi gözettiklerini iddia etmek çok komplocu bir izah sayilmamalidir.

Tabii ki, yasanan her gelismenin ABD'nin inisiyatifi ile meydana geldigini iddia edecek kadar insan iradesini yok sayan bir anlayisi onaylayamayiz. Esasen ABD'nin de böylesi bir ‘ilahi güç‘ sahibi olmadigina inaniyoruz. Bütün bunlara karsin, sistemin isbirlikçi karakterde oldugunu bir bilinç olarak yeniden degerlendirmek müslümanlar olarak bizler açisindan önemlidir. Küresel degismelerin ve düzenlenislerin yasandigi bir süreci iyi irdeleyemez ve dogru anlamlandiramazsak bunun bedellerini agir bir biçimde ödemeye devam etmek zorunda kaliriz. Global düzenlenisler ile kültürel süreklilikle bize ulasan yerel degerlerin ve taleplerin dogurdugu çatismanin neresinde durulacagini belirleyememe hali, tükenisin de zeminini olusturmaktadir. Bu günlerde yasadigimiz vakiayi bir de bu baglamda irdelemekte yarar oldugunu düsünüyoruz.

Kaynak: Haksöz Dergisi Haziran 1999 Sayi:99

Hazirlayan: Musa Dogan