ÇIK GIT

Nehir Aydin GÖKDUMAN

- Seni bugünler için mi büyüttük! diye çikisti baba. Üniversite kapilarinda eylem yapip, slogan atasin diye mi ha!

Delikanli basini biraz daha öne egdi. Ne kipirdadi, ne yutkundu; öylece sustu. Baba öfkeden titreyen sesiyle sürdürdü konusmasini:

-Ekmegin fiyatindan haberin var mi senin? Eski köye yeni adet mi çikti? Sana ne elin örtüsünden. Birak herkes hakkini kendi arasin.

Sonra bitmek üzere olan sigarasina bir yenisini ekledi. Netameli bakislarla oglunu süzerken araya giren sessizligi annenin sitemkâr sesi bozdu:

- Kolay mi getirdik seni bugünlere. Yemedik yedirdik, giymedik giydirdik; adam olasin diye elimizden ne geldiyse yaptik. Yine de...

Sözünü bitirmeden ayaga kalkti ve kime anlatiyorsun dercesine bir el sallayisla mutfaga yollandi.

Baba, bakislarini ondan ayirip, az önce yemek yedikleri masanin üzerinde proje çizimiyle ugrasan kizina dikti. Yüzündeki öfke bulutlari dagilir gibi oldu.

-Kardesin kadar olamadin, diye içlendi. Bak o gecesini gündüzüne katip okulunu bitirmek için çabaliyor. Seneye mühendis çikacak... Eli ekmek tutacak! Ya sen!

Delikanli, arkasina yaslanmaksizin ilistigi koltukta diken üstünde oturur gibiydi.

Göz ucuyla çizimle ugrasan kardesine bakti. Genç kiz, sanki evdeki tartismadan, daha dogrusu, agabeyinin yedigi firçadan bihaber yalnizca dersiyle mesguldü. Babasinin sözlerinden çok, onun kayitsizligi yaraliyordu delikanliyi.

Anne, elindeki çay tepsisiyle oda kapisinda göründü. Önce kocasinin çayini sundu itinayla; ardindan kizinin masasinin kenarina birakti çay dolu bardagi; ogluna sira geldiginde belesten bir sey veriyormuscasina igreti tuttu tepsiyi. Delikanli çayi öylece sehpanin üzerine birakti. Gözlerini bardaktan yükselen buhara dikti. Buharlasip yok olmayi ister gibi.

Baba, çayindan höpürtülü bir yudum alip, nerede kalmistik dercesine ogluna bakti. Arkasina yaslandi ve:

- Biz gençligimizde, diye basladi; vatan, millet, devlet askiyla doluyduk. Büyüklerimiz ne derse onu tutardik. Halen de saygida kusur edecegiz diye titreriz. Memleketin bunca derdi varken, bir de sizinle mi ugrasacagiz yahu!

Memleket dertleri deyince, konusma sevki birden azaldi babanin. Nasil azalmasin, memleket dertleri bir degil bini bulmustu. Son ekonomik kriz sebebiyle emekli maasini alamadan bankadan eli bos dönmüstü bugün. Büyüklerine bugünler için mi itibar etmisti taparcasina. Nerede yanlis yapmisti? Sesli bir la havle çekti. Ogluna mi yoksa, büyüklerine mi belirsiz...

O sirada, o ana dek isinden basini kaldirmayan genç kizdan küçük bir çiglik yükseldi:

-Anne! Niye söylemedin çayi masanin kenarina biraktigini! Projem mahvoldu.

Anne ve baba apar topar yerlerinden firlayip kizlarinin yaninda bittiler. Ama olan olmustu bir kere. Genç kizin kaç gecedir üzerinde çalistigi proje dökülen çayin gazabina ugramisti. Anne sanki matah bir is yapiyormus gibi çizimin yapildigi kâgidi bir o yana bir bu yana sallamaya basladi.

- Bosuna ugrasma anne! dedi genç kiz. Hoca yüzüne bile bakmaz o projenin. Yenisini çizecegim.

Kizin aglamakli sesi, ikisinin de içini parçaladi. Koltuklarina dönerlerken olaya zerre kadar ilgi göstermeyen ogullarina biraz daha içerlemislerdi. Delikanliyi ise bir gülme hissi sarmisti. Kendini biraksa esasli kahkahalarla evi çinlatabilirdi. Fakat kendini tutmayi bildi. Canini yolda bulmamisti.

Babanin cani sikilmisti iyice. Derin bir of çekip susmayi yegledi. Kendince protesto ediyordu birseyleri...

Anne, sessizligi firsat bilip, güya yumusak ama bir o kadar da süpheci bir ses tonuyla:

- Eger, eylemlerine destek verdigin o kizlardan birine gönlün düstüyse, dedi; onun için oralardaysan; çekinme söyle. Gider isteriz. Böylece sen de rahatlarsin, biz de.

O ana kadar konusmayan delikanlida ilk kez bir kipirdanma oldu. Iyice koltugun ucuna kayip, ellerini kenetledi ve:

- Niye anlamak istemiyorsun anne! dedi. Bu benim davam.

- Nasil bir davaymis bu? diye diklendi anne. Öyleyse sen de basini ört; bir de etek verelim sana kardesininkilerden.

- Basörtüsü Allah'in emri. Tipki namaz, oruç, zekât gibi... Bunu savunmak da yalniz bayanlarin degil; bütün müslümanlarin görevi.

O ana kadar, ne halin varsa gör, misillemesiyle susan baba gür bir nidayla çikisti:

-Para kazanip, geçimini saglamak da herkesin kendi görevi. Ama bak esek kadar oldun; hâlâ benim ekmegimi yiyorsun. Okulunu bitirmene ramak kala olacak sey mi bu yaptigin. Eger yarin da sinavlara girmeyeceksen hemen çik git evimden. Hemen simdi.

Odada buz gibi bir hava esti. Anne:

- Yapma bey! Ne diyorsun, diyecek oldu; babaya söz geçmedi.

- Çik git, diye yineledi. Çik git!

Genç kiz, olanlari ancak farkediyormus gibi basini projesinden kaldirdi ve agabeyine bakti. O an göz göze geldiler. Delikanlinin yüzündeki keder çizgileri, kardesinin yüzündekilerle birlesti. Gözlerinde elveda dercesine bir bakis belirdi.

Baba, kuru bir öksürüge tutuldu aniden. Öksürük aninda bile, eliyle git isareti yapiyordu.

Delikanli, agir adimlarla odadan çikti. Vestiyerden montunu aldi ve az sonra dis kapinin sesi duyuldu.

Kendini sehrin karanlik bulvarlarina vurdu. Kus gibi hafiflemisti sanki. Aklinda ne babasinin sözleri, ne de annesinin aglamakli yüzü vardi. Içini hüzünlü bir umut dalgasi sarmisti. Elerini ceplerine sokup, gecenin ayazina meydan okurcasina yürüdü uzun uzun. Varolus serüveni hiç böylesine heyecanlandirmamisti onu; bu tatli düs, bu onurlu yürüyüs hiç son bulmasin istiyordu. Gökyüzüne pervasizca salinmis bir uçurtma gibi arsinliyordu kaldirimlari... Sicacik yataklarinda, yalanci düslerin kollarinda uyuyanlari hiç kiskanmadi. Aci çekmek, böylesine diriltecekse imani, asirlarca aci çekmeye, örselenmeye, Bilalî bir cesaretle kayalarin altina uzanmaya raziydi. Karanligin koynunda Rabble hemhal olmak, erdemin ta kendisiydi.

Böyle kaç saat geçti bilmiyordu. Simdiden özlemisti yarini; yarin da onu özlemisti biliyordu.

Sabah ezaninin okundugu saatlerde ayaklari onu bir ögrenci evine sürükledi. Çekingen bir edayla tiklatti kapiyi. Az sonra arkadasi göründü kapida. Uykulu gözleriyle, saskin saskin onu süzüyordu. Sikilgan bir üslupla:

- Evden kovuldum da, diyebildi.

Kapi ardina kadar açildi. Arkadasi buruk bir tebessümle onu içeri buyur etti:

- Gir, dedi. Bu geceki ilk misafirimiz sen degilsin zaten...

* * *

Üniversitenin önü kalabalikti her zamankinden. Delikanli, bütün zindeligiyle kalabaligin arasina karisti. "Bugünkü konusmayi sen yap," dediler arkadaslari. Oysa hitabeti kuvvetli degildi. Öyle ahim sahim cümlelerle konusmayi bilmez, o çok bilmis siyasilere benzeyecegim diye akli giderdi. Fakat, dili çözülmüstü bugün... Içinden geldigi gibi seslendi arkadaslarina... Hava olabildigince soguktu... Umut ise simsicak...

Bir kardeslik havasi esiyordu fakültenin önünde "Mü'min erkekler ve mü'min kadinlar birbirlerinin velileridir" ayetini teneffüs ediyordu genç yürekler. Özgürce yasamanin bedeli, yigitçe direnmekten geçiyordu. Ve tarih utanmayacagi bir zapti daha tutuyordu.

Sinav saati yaklastikça daha bileyleniyordu herkes... "Ya hep ya hiç" sloganlari arsa yükseliyordu. Delikanli bir ara kalabaligin arasindan kendine dogru yürüyen tanidik bir çehre farketti. Önce öylesine, sonra dikkâtlice bakti gelene... Kardesi degil miydi bu?

Kalbi deli deli çirpindi. Onu ilk kez basörtülü görüyordu. Proje çizimlerinden baska bir sey düsünmeyen o kiz?!...

Genç kiz, mütebessim bir durusla agabeyinin karsisina dikildi.

- Eve dönmeye cesaretim yok, abi dedi. Yaninda bana da yer var mi?

Elini kardesinin omuzuna atti delikanli... Dudaklarindan sicacik bir:

- Kardesim, döküldü... KARDESIM!

kaynak: haksöz

hazirlayan: Musa Dogan 

backward.gif (1273 Byte)