![]() |
|||
İNSANIN ANNE KARNINDA OLUŞUMU 397.
İbni Mes'ud radıyallahu anh dedi ki : Bize,
doğru söyleyen, doğruluğu tasdik ve kabul edilmiş olan Resülullah sallallahu
aleyhi ve sellem haber verdi ve şöyle buyurdu : "Sizden
birinizin yaratılışının başlangıcı, annesinin karnında kırk günde derlenir
toplanır. Sonra ikinci kırk günlük süre içinde pıhtı haline döner. Sonra
da bir o kadar zaman içinde bir parça et olur. Daha sonra Allah bir
melek gönderir ve melek, ona ruh üfler. Bu melek dört şeyle; anne rahmindeki
canlının rızkını, ecelini, amelini, iyi biri mi, yoksa kötü biri mi
olacağını yazmakla emrolunur." Abdullah
İbni Mes'ud der ki: Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim
ki, sizden biri, cennetliklerin yaptığı işleri yapar ve kendisi ile
cennet arasında sadece bir arşın mesafe kalır da, sonra anne karnında
yazılan yazının hükmü öne geçer, cehennemliklerin yaptığı işleri yapar
ve cehenneme girer. Yine sizden biri cehennemliklerin yaptığı işleri
yapar ve kendisi ile cehennem arasında bir arşın mesafe kalır; sonra
anne karnında yazılan yazının hükmü öne geçer ve o kişi cennetliklerin
yaptığı işleri yapmaya devam eder de, neticede cennete girer.[1] Açıklamalar Hadisimizin
ravisi Abdullah İbni Mes'ud, Peygamber Efendimiz'in doğruluk hususundaki
seçkin niteliklerini belirterek bu hadisi nakletmiştir. Çünkü hadiste
verilen bu haberi, insanlar anlamakta güçlük çekebilirler, akıllarının
yetmediği bu konuyu kabul etmeme gibi bir hataya düşebilirlerdi. Oysa,
Resülullah'ın verdiği bir haberi reddetmek mü'mine yakışmaz. Çünkü her
akıl her şeyi kavrayamaz. Kavrayamadığı şeyi reddetmek, akıllı bir insanın
yapacağı şey değildir. Ona düşen vazife, kendisinin anlayamadığını bir
anlayanın bulunacağını düşünerek, doğru haberi başkalarına ulaştırmaktır.
Nitekim Kur'an'ın bir çok ayeti zaman içinde, ilmin ve fennin gelişmesiyle
daha iyi anlaşılmıştır. Peygamber Efendimiz'in hadislerinin bir kısmı
için de durum aynıdır. Hadisleri nakleden raviler, anlamasalar da işittiklerini
aynen nakletmiş, bu rivayetleri kitaplarına alan musannifler de onları
aynı sadakatla kaydetmiş ve günümüze ulaşmasını sağlamışlardır. Bu durum,
hadis rivayetinin ne kadar büyük bir hassasiyetle ele alındığının da
önemli bir delilidir. Bu
hadisin ortaya koyduğu gerçek, günümüzün gelişmiş tıbbının deneylerle
ortaya çıkardığı gerçekle uyum içindedir. Anne rahmine düşen bir çocuk,
kırkar günlük üç devreden sonra tam olarak teşekkül eder ve ilk canlılık
belirtisi bu sürenin sonunda görülür. İlk kırk günlük süre, orada mayalanma
ve şekillenmeye müsait hale gelme dönemidir. İşte bu dönem nutfe diye
adlandırılmaktadır ki, meni demektir. Meni ise az su anlamına gelir.
Nutfe denilmesinin bir başka sebebi de, bu maddenin akıcı ve yapışkan
olmasındandır. Anne rahmindeki ikinci kırk günlük süre ise, nutfenin
bir pıhtı haline dönüşme dönemidir. Alak kelimesi kan pıhtısı anlamına
gelirse de, burada kastedilen anlam döllenmiş yumurta yani embriodur.
Çünkü embrio canlı olup, gelişmeyi bünyesinde barındırır. Kan pıhtısı
tabiri, cansızlığa delalet eder. Böyle bir anlam ise buraya uygun düşmemektedir.
İkinci kırk günlük süre bu şekilde geçer ve oluşumunu tamamlar. Üçüncü
kırk günlük süre, anne rahmine düşen canlının bir et parçası haline
dönüşme ve bu şekilde gelişme dönemidir. Bu kademeli oluşum ve gelişimin
pek çok hikmet ve faydaları vardır. Şayet çocuk bir anda teşekkül etseydi,
muhtemelen anne buna tahammül edemez, bedenen ve ruhen hastalanırdı.
Bu safhalar, anneyi yavaş yavaş dünyaya getireceği canlıyı taşımaya
alıştırır, çocuğun da anne karnındaki gelişimi tamamlanır. Çocuk doğuncaya
kadar, bu gelişme seyri devam eder. Öte yandan bu durum, insanların
Cenab-ı Hakk'ın gücünü ve kudretini, kendisine gerçek manada kulluk
edip şükretmelerine vesile olacak nimetlerini, insan olarak en güzel
surette yaratılışlarını, akıl ve ruh gibi üstün hasletlere sahip oluşlarını
anlamalarına da bir vesiledir. Bu
safhalardan sonra, bütün uzuvlarıyla teşekkül etmiş olan cenine can
verilir ve Allah tarafından gönderilen görevli bir melek önce ona ruh
üfler. Daha sonra, doğacak olan çocuğun ölümüne kadar, hayattaki her
türlü davranışı demek olan amelinin nasıl olacağını, hayat süresini,
rızkını veya cennetlik cehennemlik olacağını yazar. Kişinin ameli, onun
işlediği her çeşit hayır ve şerri, iyilik ve kötülüğü kapsar. Her insan,
bu davranışlarına göre iyi ve kötü olarak nitelendirilir. İnsanın hayatının
ne kadar devam edeceğini, ömrünün nasıl sona ereceğini de bu görevli
melek yazar. Meleğin yazdığı bir başka şey, insanın rızkıdır. Rızkı
az mı yoksa çok mu olacak, helal mi yoksa haram mı yiyecek, rızkını
hangi yollardan temin edecek? Bütün bunlar levh-i mahfuz denilen ve
bilgisi sadece Allah katında olan bir kitapta yazılıdır. Netice itibariyle
kişinin cennet veya cehennem ehlinden olacağı da görevli melek tarafından
kaydedilir. Cenab-ı Hakk'ın bunları meleğe yazdırması, her şeyin bilgisinin
kendi katında bulunduğunu onlara göstermek, bu durumu insanlara da öğretmek
gayesiyledir. Herkesin yazısı boynunda asılıdır; fakat bunu ne insanın
kendisi ne de başkası bilme ve görme imkanına sahip değildir. Kur'an-ı
Kerim'de şöyle buyurulur: "Her insanın amelini boynuna doladık.
Kıyamet günü onun için, açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız:
Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter, deriz"[2]. İnsanın boynunda
asılı olan bu kitap, bir nevi onun zimmetinde olan eşya gibidir. Çünkü
onda yazılı olanlar, kişinin hayatı boyunca yaptıklarıdır. Burada
çok kere yanlış anlaşılan bir konuyu kısaca açıklamamız gerekir. Yukarıda
anlatılanlar, halk arasında kader veya alın yazısı olarak bilinip adlandırılan
hususlardır. Bu adlandırma doğrudur; yanlış olan, kendisini başına gelenlere
mahkum hissetmesi, azim ve gayreti, çalışıp çabalamayı terketme hissine
kapılmasıdır. Oysa kişinin başına ne geleceğini, akibetinin nasıl olacağını
Allah'tan başka kimse bilemez. Kişi, Allah kendisi hakkında öyle yazdığı
için bu şekilde hareket ediyor değildir. Bu anlayışın aksine, kişinin
nasıl hareket edeceğini Cenab-ı Hak ilm-i ezelisi, sonsuz olan ilmi
ile bildiği için öyle yazmıştır. Böyle olmasaydı, kişinin iradesi olmaz,
neticede yaptıklarından da sorumlu tutulmazdı. Halbuki insan, her yaptığından
sorumludur. Sadece aklı ve idraki olmayanlar sorumlu değildir. O halde
kader, akıl ve irade sahibi insanın, üzerine düşen görevleri eksiksiz
yerine getirmesinden sonra ortaya çıkan neticeye rıza göstermesi, vazifesini
yapmış olmanın huzuru içinde olması ve isyan etmemesidir. Peygamber
Efendimiz'in bu hadisini yorumlayan İbni Mes'ud, yaygın olarak meydana
gelmese bile, bazı kere herkesin dikkatini çeken bir hususa açıklık
getirmektedir. Bu husus, hayatı boyunca cehenneme girmeye sebep olacak
işleri yapıp sonunda cennetlik olmak veya cennete girmeye vesile olacak
işleri yapıp sonunda cehennemlik olmaktır. Allah'ın bir lütfü olmak
üzere, birinciler çok görülürse de ikinci sınıfa girenler son derece
azdır. Ömrünü küfür ve isyan bataklığında geçirmiş veya günahlara dalmış
nice insanın, hayatının sonunda hakikati seçtiği ve Allah'ın hoşnutluğunu
kazanacak iyi işler yaptığı bilinen ve görülen bir gerçektir. Hadisimiz,
insan ile cennet veya cehennem arasındaki mesafeyi arşın gibi kısa bir
uzunluk birimiyle açıklarken, bu ikisine girmede davranışlarımızın önemini
ortaya koymuş, iyi ve güzel işler yapmamız, kötü ve çirkin işler yapmaktan
da sakınmamız gerektiğine dikkatimizi çekmiştir. Bazı
rivayetlerde, İbni Mes'ud'a ait olan kısım da Peygamberimiz'in sözü
gibi nakledildiğinden, biz bunu tercümede parantezle belirtme ihtiyacı
hissettik.[3] Bu hadis, insanın yaptığı iyi ve güzel amellerle gururlanmamasını,
kendini beğenme, kibirlenme ve kötü huy gibi sevilmeyen hallerden uzak
durmasını tavsiye etmekte, öte yandan işlediği bir takım günahlar sebebiyle
Allah'tan ümit kesmeyip korku ile ümit arasında bir hayat sürmesi icab
ettiğini bize öğretmektedir. Ayrıca, dünyada insanlar hakkında cennetlik
cehennemlik gibi kesin hükümler vermenin mümkün olmadığını da göstermektedir. Hadisten
Öğrendiklerimiz 1.
Kaza ve kadere iman etmek, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmak
farzdır. 2.
İlk bakışta anlaşılması mümkün olmayan doğru haberleri reddetmek caiz
değildir. 3.
Çocuğun anne karnında bir gelişim safhası vardır. Bu safhaların bilinmesi
gerekir. Çünkü anne karnındaki çocuğun da hakları vardır. 4.
İyi işler işlemeye özen göstermeli ve bunları sürekli hale getirmeliyiz.
Buna karşılık, kötü ve çirkin işlerden de uzak durmalıyız. 5.
Hiç kimse sadece işlediği iyi amellere güvenmemeli, yaptığı kötülükler
sebebiyle de Allah'tan ümit kesmemelidir. 6.
İnsanlar hakkında cennetlik ve cehennemlik gibi kesin hükümler vermekten
kaçınmak gerekir. 7. Kişinin dünyadaki son haline göre hakkında mü'min veya kafir muamelesi yapılır. |
|||
kubacami
webteam
|