Basörtüsü Zulmü ve Mizragin Sivri Ucu

 

Yeni ders döneminin baslamasiyla birlikte Istanbul'daki Imam Hatip Liselerinde uygulamaya konulan basörtüsü yasagina karsi tepkiler düzenin zorbalikta sinir tanimayan ve medyanin yok sayan, görmezden gelen tutumuna karsin sürüyor. Üstelik IHL'li ögrencilerin direnisinin müslüman kamuoyundan hak ettigi destegi gördügü de söylenemez. Islami çizgideki basin yayin organlarinin ve dernek-vakif gibi kuruluslarin kismi ilgi ve destegi haricinde ciddi boyutta kitlesel bir destek ve dayanisma sözkonusu degil.

Oysa haftalardan beridir Istanbul'daki IHL'lerin önünde despotizmin en çirkin örnekleri yasanmakta. Basörtüsü takmakta direnen ve onlara destek veren kiz-erkek binlerce ögrenci çesitli hukuksuzluklara, hatta kanunsuzluklara maruz kaldilar. Polis ve Milli Egitim Müdürlügü isbirligiyle bu ögrencilere her türlü çirkin ve fasizan baski uygulandi. Hatta ögrencilerle de yetinilmeyip, çocuklarina yapilan haksizligi, zulmü sineye çekmeyen veliler de bazen gözaltilarla, bazen sövülerek, kimi zaman da yerlerde sürüklenmek suretiyle zulümden nasiplerini aldilar.

Peki neden IHL'li ögrencilerin maruz kaldigi bunca zulme ragmen kamuoyunda yeterli hassasiyet gözükmüyor? Niçin islami dayanisma ve zulme karsi tavir koyma konusunda gerekli canlilik ve gayret ortaya konulmuyor ya da konulamiyor?

Buna iliskin olarak, genelde yasadigimiz ülkenin ve bu ülke içinde de müslümanlarin tepki verme, karsi çikma, direnme hususunda izzetli bir tutuma hep mesafeli olduklari ve pasif, teslimiyetçi bir tutumu tevarüs edip sürdürdükleri gerçegini öncelikle bir kenara not edelim. Böyle bir mirasin üzerine ardi ardina darbelerle pekistirilen itaat ruhu ve en son olarak da 28 Subat'in tüm toplumu sindirmeye yönelik politikalarinin katkisi da eklendiginde sessizligin sirri büyük ölçüde açiga çikmis olur. Nitekim bugün her alanda yasanan devasa sorunlara, sikintilara ragmen mevcut toplumsal sessizlik hali tam manasiyla bir susturulmusluk, sindirilmislik halinin sonucudur. Bu sagliksiz, tehlikeli hal "bizim mahellemize" ise hiç süphesiz en açik sekliyle "basörtüsü sorunu" baglaminda yansimaktadir.

"Basörtüsü Yorgunlugu"

Basörtüsü konusu pek çok insanin zihninde yazmanin, konusmanin, söz söylemenin her geçen gün biraz daha zorlastigi ve anlamsizlastigi bir konu halini almakta. Müslümanlar ve hatta sadece müslümanlar da degil, vicdan sahibi herkes için giderek daha da tatsizlasan bir konu bu. Cihan Aktas'in "siyah yorgunlugu" tanimlamasindan çagrisimla yasanilan hali "basörtüsü yorgunlugu" seklinde tespit edenlerin abarttigini söylemek mümkün degil. Zulmün, hukuksuzlugun, vicdansizligin sinir tanimayan azginligi karsisinda zayiflik ve çaresizlik hisleri içinde bunalan, bocalayan genis kesimleri saran bir umutsuzluk atmosferi adeta mevcut ortama hakim. Bezginlik ve çözümsüzlük duygulari konuyu atlamayi, üzerinde hiç durmamayi tesvik ediyor. Yani gözler kapatilinca sorunlar da görünmez oluyor ya da görmezden geliniyor, belki de görülmek istenmiyor sadece. Oysa sorun giderek büyüyor, daha bir yakici nitelik kazaniyor.

Basörtüsünü yasaklayan, bu yasagi icra eden, propaganda isini üstlenip daha da yayginlastirilmasina çalisanlarin tutumlarinda degisiklik yok. Yasakçilarin zamanla hukuksuzluktan, mantiksizliktan vazgeçmesi, yumusamasi, insafa gelmesi gibi beklentileri olanlari sasirtan, hayal kirikligina ugratan bir inatla sürdürüyorlar tutumlarini. Her darbeden sonra yasanan "yumusama evresi"ne bir türlü geçmeye niyetleri görünmüyor 28 Subatçilarin. Bilakis yasagin kapsamini mütemadiyen genisletme, yasak virüsünü yeni alanlara sirayet ettirme çabasi içindeler. Buna karsin yasaga muhatap olan, zulme maruz kalanlarin cephesinde ise giderek kendini daha fazla hissettiren bir yorgunluk, sonuç alamamaktan kaynaklanan bir bikkinlik ve benzeri zaaf emareleri belirginlik kazanmis görünüyor.

Yanlis Yönelimler

Sorunun kökeninde mücadeleci bir kimlik ve gelenek yetersizligi ve Allah için adanmislik bilincinin eksikligi gibi çok temel faktörler belirleyici rol oynamaktadir. Her türlü zaafi ortaya çikaran, besleyen ana kaynak burasidir. Dolayisiyla bu temel belirleyicilerin eksikligi sürdügü müddetçe zaafli tutumlar da bir biçimde kendisini hep hissettirecektir. Sözü geçen asil belirleyici faktörlerin eksikligi zorluk ve sikintilarla karsilasildiginda bikkinlik, yorgunluk, moral ve motivasyon eksikligi gibi olumsuz halet-i ruhiyelere yol açmakta, bu da farkli yanlislari, tutarsizliklari beslemektedir.

Basörtüsü zulmü baglaminda ortaya çikan ve müslümanlar adina sergilenen tavir alislar -ya da alamayislar- arasinda dikkat çeken yanlislar arasinda en yaygin olanlardan biri, sorunu yanlis mercilere havale etme ya da yanlis mercilerden beklenti içine girme tutumudur. Bunu kisaca -ve belki biraz insafsizca bulunabilecegi ihtimalini de göz ardi etmeksizin- "düzenden dilenme" olarak adlandirabiliriz.

Çözümü Nerede Ariyoruz?

Basörtüsü yasagi gibi müslüman hanimlari, genç kizlari toplumsal hayattan adeta kazimaya yönelik sistematik, kitlesel ve yogun bir zulme muhatap olan insanlarin çaresizlik, çözümsüzlük hisleri içinde kendilerine uzanabilecek her türlü yardim eline sicak yaklasmalari beklenmedik bir durum sayilmaz. Sahih bir kimlik ve yeterli bilince sahip olamamis kitleler sorunlarini genelde en kestirmeden halletme egilimindedirler. Bu yüzden de pragmatik tutumun dogurabilecegi her türden çeliskiye açik haldedirler. Bu durum mazur görülemez elbette fakat sasirtici da sayilamaz.

Ama ayni çeliskiler eger müslümanlara hitap etme, yol gösterme konumunda bulunan çevrelerde, sahislarda da ortaya çikiyorsa bu durumu ayni sogukkanlilikla karsilamak mümkün degildir. Islami kimlikle temelden çelisen, üstelik de yasanan onca deneyimden sonra siyasi körlükten baska anlama gelmeyen beklentilerle, çagrilarla, taleplerle hemhal olmanin kirlilikten öte getirdigi hiç bir sey olmadigi çoktan anlasilmis olmaliydi halbuki. Hala düzen partilerinin politik ayak oyunlari olmaktan öteye gitmeyen vaatlerine bel baglama, hala askere yönelik insaf merhamet çagrilari, hala vatan, millet, bayrak edebiyati...

Maalesef bu tür bulanik tavirlar örneklenerek, yukaridan asagiya pompalanarak genç zihinleri de daha yolun basinda eskitmekte, maluliyete ugratmaktadir. Hayatlarinin erken bir döneminde yasadiklari aciyla birlikte, bir yandan da düzeni en çiplak gerçekligi içinde tanima firsatini yakalamis gençleri ulusal bayrakli, marsli gösterilere, polislere çiçek sunma komikliklerine yöneltmenin kazandiracagi ne olabilir ki? Bu ülkede birileri Islam adina milliyetçilik, devletçilik üretmekten bir türlü vazgeçemiyor! Oysa dünyevi planda dahi bunun getirisinin sifir oldugu ortada. Öyleyse bu insanlara sormak lazim: Neyin pesindesiniz? Yeter deyin artik! Vazgeçin bu tiyatro oyunundan ve artik sadece Islam talep edin! Bari adimiz temiz kalsin! Hiç olmazsa sahih bir kimlik birakalim bizden sonrakilere! Ve ahiretimiz kurtulsun!

Zulmün Faturasini Kime Çikartiyoruz?

Basörtüsü yasagi çevresinde gündeme gelen tartismalarda saptirici tutum alislardan biri de sorunun kaynagi ortada dururken, basörtüsü zulmünü yanlis hesaplasmalara konu kilmak ve faturayi oraya buraya çikartmaktir. Yani bir tür esegini dövemeyenin semerine vurmasi misali!

Sorunun agirligi altinda ezilen insanlardan bazilari cemaat anlayisiyla ve cemaatlerle hesaplasma egilimi gelistirmekte, hatta kimisi daha da uç noktalara getirip isi tümden müslümanlarla hesaplasmaya vardirmaktadir. Elbette müslümanlar diye tanimlanan genis kesimin ve bunun içinde de mevcut cemaatlerin ve daha özel olarak da cemaat anlayisinin yasanilan pek çok meselede oldugu gibi basörtüsü meselesinin de bu derece yakici boyutlar kazanmasinda dogrudan ya da dolayli katkilari olmus olabilir. En basta ilkeli ve israrli bir mücadele hattinin genis kitleleri kusatacak tarzda ortaya konulamamasi noktasinda bu kesindir ve mutlaka bünye dahilinde ortaya çikan hastaliklar, arizalar tartisilmali, tamiri cihetine gidilmelidir.

Bununla birlikte eger bir elestiri, tartisma, hesaplasma yönünü sasirmissa ve mizragin sivri ucunun yöneltilmesi gereken düzeni rahatlatiyorsa bu yanlis bir tartismadir, saptiricidir, hayirli sonuç getirmeyecektir. Elestirinin içerigi kadar hedef aldigi sonuç da önemlidir. Kime ne getirdigi belirleyicidir. Yoksa en son eski Hak-Is Baskani ve RP'li Çalisma Bakani Necati Çelik olayinda oldugu gibi, 28 Subat sürecinde bolca örnekleri görülen bir tür "itirafçi" pozisyonuna düsme ya da düsürülme örnekleri kaçinilmaz olur.

Benzeri sekilde basörtüsü sorunu üzerinde söz söyleyen, yazan, tartisan bazi kisilerin özellikle müslümanlara dost olmayan zeminlerde sanki ev içi, aile içi ortamlarda imisçesine rahat tutumlar içine girebilmeleri kabul edilemez. "Müslümanlar"in bu sorunu birebir yasayan kizlari, hanimlari yalniz biraktiklarina, bedel ödeme söz konusu oldugunda hiç fedakarlik göstermediklerine, hatta daha da ileri gidip kullandiklarina dair çogu zaman insaf sinirlarini gözetmeyen ifadeler sadece yasakçilari ve yandaslarini beslemekte, zalimlere moral destek sunmaktadir. Kaldi ki bu tarz elestiri-suçlama mantigi ne mevcut soruna, ne de ileriye dönük olarak gelistirilmesi gereken adimlara, çabalara dair somut hiçbir öneri getirmemekte, sadece yakinma düzeyinde kalmaktadir. Bunun sonucunda ise zaten kapitalist dünya görüsünün hedef tahtasina oturttugu birliktelik anlayisinin, biz olma bilincinin, cemaat ruhunun daha da örselenmesine katkida bulunulmus olunmaktadir.

Bir Dar Açi Olarak: Kadin Bakis Açisi

Basörtüsü sorununun özünü düzenin müslümanlara, Islami kimlige, Islam'a saldirisi teskil etmektedir. Bu gerçek gözardi edilip ya da ikinci plana atilip yasagin münhasiran cinsiyetçi bir zemine oturtulmasi ve adeta faturanin erkeklere çikartilmasi da bir baska yanlis hesaplasma örnegi olarak karsimiza çikmaktadir. Allah'in emrini yerine getirdiklerinden dolayi dis görünüsleri dolayisiyla müslüman kadinlarin zulme maruz kaldiklari, okuldan, isten, sosyal hayattan tecrit edildikleri; buna karsin müslüman erkeklerin ayni degerlere iman etmis olmalarina ragmen ayni sikintilari çekmedikleri, hatta paylasma adina en küçük bir bedel ödemeye dahi yanasmadiklari ve benzeri elestiriler sikça seslendirilmektedir. Son zamanlarda müslümanlar arasinda da yayginlik kazandigi görülen ve mevcut meselelere cinsiyet eksenli bir perspektiften bakma yaklasimini içeren "kadin bakis açisi" adi verilen yaklasim da bu egilimi güçlendirmekte, yayginlastirmaktadir.

Halbuki bu tarz genellemeler çogu kez yaniltici sonuçlar dogurmaktadir. Herseyden önce kadinlar ve erkekler seklinde ikili bir tasnifle meseleleri düsünmeye, tartismaya baslamak yanlistir. Basörtüsü yasagi müslüman oldugunu söyleyen bütün kadinlari degil, inanci ve özgürlügü için direnenleri ilzam etmistir. Dolayisiyla "kadinlar" diye topyekün bir kategori çizmek dogru olmaz. Ayni sekilde "erkekler" diye genel bir kategori çizmek de dogru olmayacaktir. Nasil kadinlar arasinda direnenler ve çözülenler olmussa, erkekler arasinda da ayni saflasma yasanmistir. Evet basörtüsü taktigi için okul kapisindan geri çevrilen, isten atilan erkek yoktur. Ama basörtüsü zulmünü protesto eden pek çok erkek çesitli cezalara çarptirilmis, magduriyetlere ugramistir. Yasagin faturasini agir bir biçimde ödeyen bayanlar yaninda bu zulmü dile getirdikleri, karsi çiktiklari için çesitli kuruluslar baskilara ve kapatmalara maruz kalmistir.

Yeterli oranda baskici davranmadiklari için görevden alinan, sürgüne gönderilen okul idarecileri ve ögretmenlerden, eslerinin basörtüsü dolayisiyla ordudan ve kimi diger kurumlardan atilan memurlara kadar genis bir alanda müslüman erkekler de basörtüsü zulmünün bedelini bir biçimde ödemis ve halen de ödemektedirler. En azindan basörtüsü yasagi nedeniyle eslerinin çalisamamasi dolayisiyla müslüman erkekler üzerine binen mali yük mevcut kötü ekonomik kosullarda az bir bedel midir? Okula gidemeyen, isinden atilan genç kiz ve kadinlarin yasadiklari gerginlik, kizginlik ve asagilanma duygusunun bu kiz ve kadinlarin babalari, esleri, kardesleri ve ogullarinca hissedilmemesi, paylasilmamasi düsünülebilir mi? En son IHL örneklerinde de bir kez daha görüldügü üzere kiz ögrencilerin maruz kaldigi dayatma karsisinda erkek ögrencilerin de dersleri boykot ettikleri, bu yüzden dövüldükleri, gözaltina alindiklari görmezden gelinebilir mi?

Elbette kazançlarina, sirketlerine, ünvanlarina ya da makamlarina yönelik risklerin belirdigi durumlarda rahatlikla basörtüsünü ve basörtülü hanimlari feda edebilen müslüman erkeklerin varligi da inkar edilemez. Yine basörtüsü zulmü gibi Islam'a cepheden bir saldirinin söz konusu oldugu yogun bir zulüm ortaminda dahi nefsani arzularinin pesinde kosanlarin, hatta basörtüsü magduriyetini istismar edip gayri ahlaki ve çirkin iliskiler kotaran erkeklerin mevcudiyeti de artik tek tük, istisna sayilmasi gereken boyutlari asmis görünüyor. Buna ragmen nasil ki, çirkin iliskilerin bir tarafini teskil eden kadinlarin varligi müslüman kadinlara dair olumsuz bir genelleme yapmayi hakli çikartmazsa, nefsine teslim olmus bir takim erkeklerin varligi da diger tür bir genellemeyi hakli çikartmaya yetmez.

Yeterli duyarlilik göstermekten aciz, bedel ödeme sözkonusu oldugunda gayet ürkek ve ahlaki dejenerasyona epeyce müsait zeminlerin kökünü cinsiyet eksenli açiklamalarda bulamayiz. "Erkekler" ya da "kadinlar" diye baslayan açiklamalarin bize kazandiracagi hiçbir sey yoktur. Düzenin despotik kusatmasi altinda bunalan insanlarin, agirligi altinda ezildikleri zulmün hesabini sorunun kaynagi olan düzene yöneltmek yerine farkli mecralara tasiyarak ve feminist esinli tanimlamalarla gündemlestirmeye kalkmasi egemenlere hizmet etmekten baska anlama gelmez.

Afganistan'a Amerikan saldirisinin arefesinde "Taliban zihniyeti" veya IHL'lerde zulmün doruga çiktigi bir ortamda "ülkemizde IHL'lerin sayisi ihtiyaca mi tekabül etmektedir, yoksa fazla midir?" tartismalari gibi örneklerde oldugu gibi yanlis zamanda, yanlis zeminlerde ve yanlis basliklarla sorulan sorularin, gündemlestirilen elestirilerin, yapilan tartismalarin mutlaka hedefi ve dogurdugu/doguracagi sonuçlar gözetilmelidir. Iyi niyetle ve hakli iddialarla yola çikilmis olsa da basiretten uzak ve mücadelenin bütüncüllügünü kavramaktan aciz tutumlarla olusturulan gündemlerin sonuç itibariyle sadece "ev içi" çatisma ve giderek "fitne" kaynagi teskil etme ihtimali yüksektir.

"Kadin bakis açisi" adi verilen yaklasim aynen etnik, mesleki, ya da yas kategorileri merkeze alinarak olusturulan yaklasimlar gibi parçalayicidir. Islami kimlik ve mücadelenin bütüncüllük içinde algilanma ve savunulmasini engeller. Islami referanslardan kalkilmak suretiyle degil, herbiri kendi içinde birtakim hakliliklar tasiyor olabilmekle birlikte, konjonktürel etkilerle insa edilmis tarihselci, modernist ya da gelenekçi kaliplar gibi son kertede "disaridan" bir dayatma seklinde önümüze gelmistir.

Niçin Sadece Kayiplar Gündemlestiriliyor?

Basörtüsü zulmünün Islami kesimde ele alinis tarzi açisindan yaygin bir olumsuzluk da konunun sürekli yol açtigi sikintilar, acilar, kayiplar ve hayal kirikliklari zemininde gündemlestirilmesidir. Bu tutum yogunlastiginda ortaya bir tür agitlar demeti, bazen düpedüz arabesk görüntüler çikabilmektedir. Elbette vicdani olan herkesi sarsan, sarsmasi gereken acilar, izdiraplar yasanmis ve yasanmaktadir. Basörtüsü zulmü, yasadigimiz ülkede her kesimden insani adeta sistematik bir iskence ve baski düzeni içinde yasamaya mahkum eden diktatörlügün en vahsi uygulamalarindan biri olarak sahnededir. Ve eger yasakçi düzenin zulmünü, çirkinligini teshirse söz konusu olan; sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, psikolojik vs. her alanda devasa yansimalara, travmalara yol açan bu zalimce yasagi gündemlestirmek için her vesileyi degerlendirmek bir sorumluluk olarak da algilanmalidir. Ama bunu moral çöküntüye yol açacak sekilde yapmak asla kabul edilemez.

Bireysel hayat ve kaybolan gelecek vurgularinin yogun biçimde dillendirilmesi de moral çöküntüyü besleyen söylemlerden biri olmaktadir. Bu tarz yaklasimlar zulme dogrudan muhatap olan insanlari giderek daha fazla içe dönmeye, karamsarliga itmekte ve devaminda psikolojik olarak tasiyamayacaklari bir yükün altinda ezilme duygusu ile basbasa birakmaktadir. Halbuki zulmün tüm siddeti ile sürdügü bir vasatta içe dönmek, bireysel kayiplar muhasebesine yogunlasmak gibi tavirlar mücadelenin sünnetine aykiri oldugu gibi sadece kisilerin ruh sagligini bozan, bunaltan etkiler dogurur.

Basörtüsü zulmünün sayisiz hayati kararttigi tartisma götürmez bir gerçek olmasina ragmen, konuyu sadece bireysel hayatlar ve hayaller zemininde ele almak ne kadar dogru olabilir? Yasanan acilar ve sikintilarin ayni zamanda sonrakilere devredilecek serefli bir kimlik ve mücadele gelenegi boyutu içerdigi de gözden kaçirilmamalidir. Burada aslolan basörtüsü yasagi sonucunda engellenen, tecrite ugrayan, çesitli biçimlerde magdur edilen insanlarin tüm bu zulümlere karsin kimliklerinden ve onurlarindan taviz vermeyerek savunduklari degerlerle birlikte kisiliklerini de korumus ve yüceltmis olduklari gerçegidir. Sonuçta Islam'in degil küfrün ve sirkin hakim oldugu bir toplumsal düzende yasadigimiza göre bedel ödememiz kaçinilmazdir. Ama zaten mümin olmak, gerektiginde Allah için bedel ödemeyi göze almak degil midir?

Rabbimiz, Kitab'inda yasadigimiz sikintilar ve zorluklar nedeniyle üzülmememizi, gevsemememizi, eger inanmis isek üstün oldugumuzu hatirlatiyor. Ve yine pek çok ayette müminlerin mutlaka galip geleceklerini vaad ediyor. Rabbimize güvenmeli, vaadine inanmaliyiz. Ve her firsatta ayaklarimizi sabit kilmasini ve kafirler güruhu karsisinda bizlere yardim etmesini niyaz etmeliyiz.

Kaynak: Ridvan KAYA, Haksöz dergisi

@ Ekrem Yolcu

Geri