. |
İnsanın Güzelleşmesi
Ya Da Hayatın Merkezine Allah'ı Yerleştirerek Yaşamak
Mustafa Sezer
Kur'an-ı Kerim insanı bir bütün olarak ele alır ve onun hiçbir
boyutunu ihmal etmez. Kur''an atölyesinden çıkan insan dengeli ve kâmil insandır.
Kur''an aynı anda insanın hem aklına/düşünce dünyasına, hem kalbine/duygu dünyasına
ve hem de nefsine/komple bütün kişiliğine önem verir ve bunların, bir denge düzeni
içerisinde sağlıklı gelişimini sağlamak için azami çaba ve gayret sarf eder.
Kur''an-ı Kerim''e göre, bütüncül bir gelişim düzenine (düşünce, duygu, davranış)
sahip olmayan insan, eksik bir insandır. Bu itibarla, onun insani erdemleri/ürünleri
üretmesi mümkün değildir. İyi ürün ancak mümbit bir topraktan usulüne uygun
çabalarla elde edilebilir. Islah edilmemiş topraklardan iyi ürünler alınamaz. İnsan
da tıpkı bunun gibidir. Eğer o akıl, kalp ve nefis boyutlarıyla salaha
kavuşturulmamışsa yani mümbit hale getirilmemişse, ondan da, asla iyi, güzel ve
kaliteli davranışlar yani İslami erdemler elde edilemez. Kur''an-ı Kerim, İnsana ait
güzel ürünlerin, ancak ıslah edilmiş akıl, kalp ve nefis sayesinde elde
edilebileceğini söyler ve bu alanlarda insanı geliştirmeye çalışır.
"Ve o temiz ve hoş memlekete/o mümbit toprağa gelince, onun bitkisi, Rabbinin
izniyle (iyi ve bereketli olarak bol bol ve tekrar tekrar) çıkar; ama o kötü ve pis
olan memleket (o çorak toprak) ise, ancak (hayır ve bereketi olmayan) faydasız bitkiler
çıkarır! İşte biz, şükretmekte olan bir toplum için ayetleri (mesajları, göstergeleri)
böyle çok yönlü açıklayıp ortaya koyuyoruz." (A''raf Suresi, 58)
Görüldüğü üzere bu âyet-i kerimede de temsili bir anlatım (istiare) söz
konusudur. Allah Teâlâ''nın, mü''min ve kâfir kimseleri, diğer bir ifadeyle mayası
sağlam, karakterleri temiz ve hoş olan ve mayası bozuk, karakteri kötü ve pis olan
kimseleri verimli/mümbit ve verimsiz/çorak topraklara benzettiği görülmektedir. Hz.
Peygamber (s.a.v.) ''ın şu hadisi şerifleri buradaki anlatımın çok güzel bir açılımıdır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) söyle buyurmuşlardır: "Allah''ın benimle gönderdiği
hidayet ve ilim, yere/toprağa isabet eden bol bir yağmura benzer. Yeryüzünün bir
bölümü elverişlidir; suyu kabul eder/ emer. Böylece bol miktarda ot ve yeşillik
bitirir. Yeryüzünün bazı bölümleri de çoraktır. Suyu yüzeyde tutar emmez; ama
Allah Teâlâ bu sudan insanların faydalanmasını sağlar. İnsanlar bu sudan hem
kendileri içer, hem (hayvanlarını) içirir ve hem de tarlalarını sularlar. O yağmur
suyunun isabet ettiği başka bir yerde, düz ve kaypak alanlar/kumsal çöllerdir. Orası
ne suyu kabul eder/tutar ve ne de her hangi bir yeşillikle bitirir. İşte bu (temsil),
Allah''ın dinini anlayan ve Allah''ın benimle gönderdiği (hidayet ve ilimden)
faydalanarak onu öğrenen ve öğreten kimseler ile bu (hidayet ve ilme) başını
kaldırıp bakmayan ve Allah''ın benimle gönderdiği hidayet rehberini ( Kur''an-ı)
kabul etmeyen kimseler için verilmiş bir örnektir." (Sahih-i Buhari, Kitabul-İlim,
Had- No:21)
Mü''min kişi, üzerine yağmurun yağdığı mümbit toprak gibidir. Kur''an-ı
Kerim''in ayetleri (anlamları) onun kalbine tıpkı bir yağmur gibi iner/ yağar ve o bu
suyu kabul eder ( yağmuru içselleştirir) ve böylece her çeşit güzel bitki; düşünce,
inanç, söz, amel ve Ahlak, Allah''ın izniyle onda bol bol, tekrar tekrar tezâhür
eder. İbn-i Abbas (r.a.)''ın ifadesiyle "Mü''min, kendisi ve işi temiz ve hoş
olan kimsedir."
Kâfir kişi ise, üzerine yağmurun yaptığı verimsiz kıraç bir toprak gibidir.
Kur''an-ı Kerim''in ayetleri onun da kalbine iner/yağar; ama o bunu kabul edip içselleştirmez
ve böylece çorak kalmaya devam eder... İbn-i Abbas (r.a.)''ın ifadesiyle "Kâfir,
kendisi ve işi, pis ve çirkin olan kimsedir." Aslında, şunu söyleme hakkına
sahibiz ki, içinde Kuran''dan bir şeyler olmayan her kişi, harap bir ev gibidir. Bu
evde sadece zararlı hayvanlar yaşar…
Daha iyiyi iyiden, daha kötüyü kötüden ayıt etme kabiliyeti olan akıl, Allah''ın
insana bahşettiği en büyük lütuftur. Akıl, insanı insan yapan ve onu Allah''ın
vahyine muhatap kılan yegâne ayırt edici güçtür. İnsan bu gücü doğru kullandıkça,
doğru inanç, doğru bilgi ve doğru davranışlar elde eder. Dengeli bir hayat
oluşturur. Bunun için Kur''an, insanın aklını önemser ve onun önündeki tüm
engelleri bertaraf eder. Çünkü düşünemeyen veya doğru düşünemeyen insan, doğru
tercihler yapıp, doğru davranışlar geliştiremez. Buradan hareketle diyebiliriz ki,
ıslah edilmiş akıl, insan ve toplum için güvenli bir kılavuz gibidir.
Doğru bir akıl ve doğru bir anlayış kazanılabilmesi için Kur''an, öncelikle insana
Rabbini tanıtır. Rabbini sıfat ve fiilleriyle tanıyan insan, her şeyini rabbine borçlu
olduğunu anlar ve O''na karşı şükran dolu bir bilince/kulluk bilincine ulaşır.
Bunun bir sonucu olarak da, Rabbine ve kendisi gibi yaratılmış olan varlıklara karşı
görev ve sorumluluk bilinci elde eder.
Her bir insan fıtri yeteneklerini harekete geçirerek kendi var oluş gerçekliliğini,
yaratılış kanununu, insana egemen olan hayat sürecini ve insanın var oluşsal
konumunu gerektiği gibi düşünürse, şu iki hakikati çok net bir şekilde anlar:
Allah (c.c.) bütün âlemlerin yegâne Rabbidir.
Allah''a şirk koşmak kişisel bir yanılgıdır. Bu yanılgının sonuçları kişiyi ve
toplumu kuşatıp perişan edecek düzeylere varabilmektedir.
Yüce Allah, bütün insanları "Tevhid"e delalet eden "enfusi" ve
"afaki" delilleri anlayacak düzeyde ve tertemiz bir yapıda yaratmıştır ve
yaratmaktadır. İnsan denilen varlık kendi varlığına, geçmişine, şu anki haline ve
geleceğine asla egemen değildir. O, her haliyle "muhtaç" bir varlıktır.
Onca kibir ve gururuna rağmen "ihtiyaç" ve "zayıflık" onun alın
yazısıdır. Sebepler her ne kadar onun lehine işlemiş olursa olsun, kesin olan şu ki,
insan, her hal ve durumda "muhtaç"tır; sahip olduğu her şey, kendisine,
Rabbi tarafından verilmiştir ve verilmektedir. İnsan ister kabul etsin, ister kabul
etmesin, kesin olan şu ki, tam anlamıyla egemen bir güç, insana ve varlığa hükmetmektedir;
sahip olduğu ve ihtiyaç duyduğu her şey, insanın kendisine ait değildir. Bunu, en
alt düzeyde akıl sahibi olan insan bile anlar. Bu durum, insana Rabbini gösterir ve
O''na yönelmesini sağlar.
Allah (celle ve alâ) bütün insanların Rabbidir. Onları başıboş bırakması asla düşünülemez.
İnsan, bütün bir kâinatın meyvesidir. Kendisi için bunca yatırım yapılan insan,
Rabbi tarafından asla başıboş bırakılmaz. Bu itibarla, onlara hem bu dünyadaki hem
de âhiretteki fayda ve zararlar bildirilmiştir. Peygamberlerin gönderilmesi ve kitapların
indirilmesi, hem Rabb isminin hem de Rahman ve Rahim isminin bir gereğidir. Rabbimizin
Rahman ve Rahim oluşu, kulları "kemâle" ulaştıracak şeyleri
ulaştırmasını sağlar. Yağmurun yağması, dünyanın ihya olmasını sağlar, vahyin
inmesi de akılların, kalplerin ve ruhların ihya olmasını sağlar. Yağmurun yağması
ne kadar tabii bir rahmet (olay) ise, vahyin indirilmesi de o kadar tabii bir rahmet
(olayı) dır. Bitkilerin her yıl yeni baştan ihya edilmesi güzel de, insanın vahiy
ile ihya edilmesi güzel değil midir?
İnsan, Allah''ın sıfatlarını, kendi var oluş boyutunda yansıtacak şekilde
yaratılmıştır. Bu özellik, insana Allah''a muhatap olma şerefi kazandırmıştır.
Eğer insan bu özellikte yaratılmamış olsaydı, Allah''la insan arasında iletişim
gerçekleşmezdi. Bu durumda insan, asla Allah''ın muhatabı olamayacak ve hayvanlar
seviyesinde kalacaktı. Kur'' an-ı Kerim''e göre Allah''la insan arasında kopmaz bir
ilişki söz konusudur. İnsan, "Tevhid"den uzaklaşıp, "şirk"e
doğru sarkmak suretiyle, Allah''la arasındaki olumlu ilişkiyi olumsuz hale getirir. Bu
çirkin durumun oluşmasının yegâne sebebi, insanın basiretsizliğidir, körlüğüdür.
İnsan, "şahadet âlemi"nin izini süremeyince, diğer bir ifade ile
"enfus" taki ve "afak" taki ayetleri okuyamayınca körleşir ve böylece,
tek taraflı olarak kendisini "karanlıklara" mahkûm eder.
Bütün bir varlık, Yüce Allah''ın sıfatlarının bir tecellisi ve bir tezahürüdür.
Varlığın Rabbi (yaratanı, besleyip büyüteni, varlığını koruyup ayakta tutanı,
terbiye edip kemale erdireni, düzene koyup idare edeni, sahibi, efendisi ve mutlak
mutasarrıfı) Allah''tır. İnsan yaratılmış olan bu varlık âleminden bağımsız
değildir. Her nerede bulunursa bulunsun ve her ne zamanda olursa olsun, Allah her dem
onunla beraberdir ve hatta ona şah damarından daha da yakındır. Kendisi Allah''ı görmese
de, Allah onu görüp gözetlemektedir. İnsan bu gerçeği asla unutmamalı ve Allah''tan
bir an bile gafil kalmamalıdır. İnsanı nankörleştiren/ahlaksızlaştıran, onun bu
gerçekten gafil davranmasıdır. Bu aymazlık durumu, insanı kibir ve gurur sahibi yapar
ve onu içten içe çirkinleştirip çökertir. İnsan, var oluş gerçeğini ve
yaratılış gayesini unutarak veya kendini "bir şey" zannederek yoldan çıkmakta
ve şımarıp azmaktadır. Onun bu tutumu, kendisini ahlaksız bir varlık haline
getirmektedir.
İslami hayatın amacı "Tevhid"i gerçekleştirmektir. Bunun en özgün
ifadesi, "şahadet"tir. Şahadet, gerek enfus ve gerekse de afakta Tevhide
tanık olmak ve onu yaşamaktır. İçerisinde yaşamakta olduğumuz şu şahadet
âlemindeki her bir şey, Allah için bir delil, bir işaret ve bir göstergedir. İnsan,
kendisine bağışlanan aklının fonksiyonlarından olan tefekkür, tedebbür, teakkul,
tezekkür ve tefakkuh eylemlerini gerçekleştirebilirse, "marifetullah''a"
ulaşabilir ve böylece "hidayete" kavuşur. Denebilir ki, Yüce yaratıcıyı
insanlara hakkıyla kavratmak ve O''na şirk koşmaktan uzak tutmak yani Tevhide erdirmek
dünyanın en zor işlerinden biridir. İnsan aklının en büyük zaafı her seferinde
şirk tuzağına düşmesidir. İnsanların çok azı müstesna hemen hemen kendisini
şirk tuzağından koruyabilen yok gibidir.
"(Onların tutumlarına şaşmamak gerekir; çünkü) göklerde ve yerde nice ayet (işaret,
delil, gösterge ve mesaj) vardır ki, onlar bunların etrafında döner (ve üstüne
basar) dururlar da, (bir kez olsun akıl gözüyle/ibret nazarıyla dönüp bakmazlar);
onlar bu ayetlerden daima yüzlerini çevirerek geçip giderler."
"Evet, (işte bu işaret levhalarını göremedikleri içindir ki,) insanların çoğu,
Allah''a ortak koşmadan (bir türlü katıksız bir Tevhid ile) iman etmezler. (illa bir
şeyleri ve birilerini bir şekilde Allah''a ortak koşup öyle iman ederler.) (Yusuf
Suresi, 105 -106)
İnsan, Tevhid anlayışından uzaklaşıp şirk anlayışına yaklaştığı oranda
kendisini çirkinleştirir ve nihayet müşrik olmakla büsbütün necis/pis bir hal
sahibi oluverir. İnsanın güzelleşmesi, onun hep Tevhid üzere kalmasıyla mümkündür.
Tevhid; Allah''tan başka hiçbir ilahın olmadığına, Allah''ın zatında ve
sıfatlarında benzersiz ve eşsiz olduğuna, maddeden manaya kadar bütün varlıkları
yaratanın ve yönetenin Allah olduğuna iman etmektir. Herhangi bir şeyi ve kimseyi
Allah''ı sever gibi sevmek, ona gönül vermek ve ona güvenmek Tevhid inancını bozar;
insani ve toplumu çirkinleştirir.
Mü''min insanın kalbinde sadece ve sadece Allah olmalıdır. Oraya başka şeyleri ve
başkalarını yerleştirmek veya orayı mesken tutmalarına izin vermek şirktir. Bu
itibarla, bir mü''minin kalbinde asla iki sevgi bir arada bulunamaz ve bir mü''min aynı
anda hem Allah''a ve hem de başkalarına kulluk edemez.
İslam, Allah''a teslimiyetin sonucu neş''et eden huzur ve esenlik durumunun adıdır. Bu
esenlik durumu insanın kalbinden doğar ve dalga dalga bütün bedenine ve âleme yayılır.
İşte bundan dolayıdır ki, kişi, aklını ve kalbini Rabbinden başka hiçbir şeye ve
hiçbir kimseye kaptırmamalıdır. Aklın ve kalbin kayması, büyük bir hastalık
halidir. Bu hastalık tedavi edilmeden insanın güzelleşmesi asla mümkün değildir.
Bunun için kişi, sadece ve sadece Allah''a kul olmalıdır ve teslimiyet (İslam) onun bütün
varlığını kapsamalıdır. Kural şu: Kişi gücü ve kabiliyeti oranında Allah''ın
emir, yasak ve tavsiyelerine riayet ederek yaşamalı ve hayatta ortaya çıkan neticelere
rıza göstererek Allah''a tevekkül etmelidir.
İnsan, Allah''la barışmadan ve O''nun rehberliğine rıza göstermeden barışa/İslam''a
asla ulaşamaz. Çünkü barış, huzur ve Mutluluğun yegâne efendisi Allah''tır. Onun
içindir ki, Allah olmadan barış ve huzuru ne iç dünyamızda ve ne de dış dünyamızda
te''sis etmek söz konusu olamaz. Allah''a rağmen hayat ve güzellik olmaz. Sevgili
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İçerisinde Kur''an'' dan bir şeyler
bulunmayan kişi, harap olmuş bir ev gibidir.!" Harap olmuş bir ev… Harap olmuş
bir kişilik… Harap olmuş bir dünya…
İnsan ruhunun bazı değerleri vardır ki, bu değerler, ancak onları formüle eden
Yüce Rabbimizin yardımı sayesinde korunup ayakta tutulabilir. Allah''la ilişkiyi
kesmek ve şirk tuzağına düşmek, insan için tam bir felakettir.
Kur''an-ı Kerim, Yüce rabbimizin biz insanlara uzanan rahmet elidir. Gerek aklımızın
sağlığı ve gerekse de kalbimizin sağlığı için, ilahi rahmetin fışkırıp
coştuğu yegâne kaynaktır. Bu kaynaktan sulanmayan insan, yanıp kavrulmakta olan
insandır. Zehirli asitler ne kadar susuzluk giderebilir ki?! İnsan onlardan içtikçe ne
vücut kimyası ve ne de ruh kimyası kalacaktır! Evet, o, sadece yanacaktır. İşte
tamda bu nedenden ötürüdür ki şirk, "en büyük zulümdür/yıkımdır".
Bugün, bunca insanın ellerini suya uzatıp da, o ellerin susuz olarak geri dönmesinin
asıl sebebi sizce ne olabilir ki?...
İnsan, şu yeryüzü âleminde Allah''ın "halifesi" olduğunu ve onun adına
iş görmek üzere burada bulunduğunu unutmamalı, böyle bir görevden ötürü kendine
"yetki" verildiğini asla aklından çıkarmamalıdır. Kur''an-ı Kerim''e göre
yüce Allah, insanı çepeçevre kuşatmış, her yaptığını görür ve her söylediğini
işitir bir durumdadır. Bu itibarla insanın hiçbir durumu (duygu, düşünce, inanç ve
eylem) Allah''tan saklı değildir. Bunun içindir ki insan; neler düşündüğüne,
nelere inandığına ve neler yaptığına dikkat etmelidir. İnsan, Yüce Yaratıcısına
ve kendisi gibi yaratılmış olan varlıklara karşı asla nankör/ahlaksız
davranmamalıdır. Dinin özünün Allah''a karşı ta''zim ve yaratılmışlara
merhamet/şefkat olduğunu asla aklından çıkarmamalıdır. Furkan Suresinden yansıyan
model bir mü''minin davranış örnekleriyle konumuzu noktalayalım.
"Ve Rahmân''ın (has) kulları o kimselerdir ki, onlar yeryüzünde tevazu (ağırbaşlılık
ve vakar) içinde yürürler/ yaşamlarını sürdürürler. Ve her ne zaman cahil kişiler
onlara sataşsa, (sadece) "selam (Allah size akıl fikir versin)!" derler.
Onlar, gecelerini Rablerine secde ederek, Onun divânında durarak geçirirler.
Ve onlar, şöyle niyaz ederler: "Rabbimiz! Cehennemin azâbını bizden
uzaklaştır; gerçek şu ki onun azâbı, insanın ensesine çökmüş, kendisinden
kurtulma imkanı olmayan sürekli bir afet, sürekli bir yıkım, tahammülü çok zor ve
can yakan bir azaptır!"
" Gerçekten de orası ne kötü bir karargâh ve ne kötü bir makâmdır!"
Ve onlar, harcama yaptıklarında, ne israf ederler ne de cimrilik yaparlar; bu ikisi
arasında uygun/dengeli/ölçülü bir yol tutarlar.
Ve onlar, Allah ile beraber başka herhangi bir ilaha asla yalvarıp yakarmazlar. (Ve
onlar,) Allah''ın haram ettiği canı haksız yere asla öldürmezler ve (onlar;) asla
zinâ etmezler. Evet, her kim bunları yaparsa (dünya hayatında) cezâsını bulur.
Kıyâmet gününde ise, cezası katmerleşir ve o azâb''ın içinde hor ve hakir olarak
kalır.
Ancak pişman olup doğru yola dönen (tevbe eden), inanan ve salih amel yapanlar bunun dışındadır;
çünkü onlar, (bu erdemli tavır ve davranışlarından ötürü), Allah''ın kötülüklerini
iyiliklere çevirdiği kimselerdir. Allâh çok bağışlayandır ve çok merhamet
edendir!
Ve her kim tevbe eder (pişman olup doğru yola döner) ve salih ameller işlerse, işte
o, makbul bir kimse olarak Allah''a döner.
Ve onlar, yalana şahid olmazlar. (Ne yalan yere şahitlik ederler, ne de yalanların
konuşulduğu ortamlarda bulunurlar.) Boş, anlamsız ve faydasız şeylere
rastladıklarında, soylu bir tavırla çeker giderler (o kötü işlerle ilgilenmezler).
Ve onlar, kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı
sağır ve kör bir tavır takınmazlar. (Düşünüp anlamadan onların üzerine kapanıp
yatmazlar.)
Ve onlar: "Rabbimiz! Bize göz nuru olacak (doğru istikamet üzere yürüyecek) eşler
ve çocuklar lütfeyle ve bizi, kötülüklerden sakınıp korunanlara kimselere
önder/örnek yap!" diye niyazda bulunurlar.
İşte onlar, ak yolda sabır ve sebat göstermiş olmalarına karşılık (cennette)
üstün köşklerle mükâfatlandırılırlar ve orada bir sağlık dileği ve selâm ile
karşılanırlar.
Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır. Ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir makamdır
orası!
De ki: "Du''ânız/kulluğunuz (O''na) değilse, Rabbiniz size ne diye değer versin/özen
göstersin?! Demek yalanladınız (öyle mi)?! Artık azap sizin için kaçınılmaz
olacak, yakanızı bırakmayacak!.." (Furkan Suresi, 63-77)
|
. |