. | BİR ÇIKIŞ YOLU OLARAK EVLERİMİZİ KIBLE ( DİNİ EĞİTİM VE ÖĞRETİM
MERKEZİ)HALİNE GETİRME Mustafa Sezer
Sorumlu bir insanın “iman”dan
sonra temel görevi dinini hakkıyla öğrenmek ve onu insanlara öğretmektir. Her bir mü’minin
doğruyu, iyiyi ve güzeli öğrenme ve gücü
nispetinde başkalarına öğretme sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk değişen dünya,
artan nüfus, gerçekleşen göç, gelişen ve farklılaşan toplum, dayatılan
anlayışlar ve basın-yayın bombardımanı ortamında daha da önem kazanmış
durumdadır.
Yaşadığımız şu zamanlarda
tam bir keşmekeşlik durumu egemendir. Hangi tarafa dönersek dönelim, şüphesiz çelişkiler
yumağıyla karşılaşıyoruz. Bütün ilerleme söylemlerine rağmen toplumsal,
psikolojik, kültürel ve daha başka birçok alanda sıkıntılar içerisindeyiz.
Şeytanlaşmış insanların oluşturduğu yıkım çemberi giderek daralmakta ve harem-i
ismetimize kadar müdahale etmektedir. Maruz kaldığımız “sihir”, bizi kendisine
hayran bırakır bir duruma itmiş bulunmaktadır. Gözlerimize ve kalbimize çekilen “şaşkınlık”
perdeleri, bizden “sihirbazların” doğruluğuna iman etmemizi ve Firavun’un, hiçte
hak olmayan o yolunu doğrulamamızı istemektedir. Zayıflatılmış irade ve akıl gücümüz
üst üste darbeler almakta ve bağlı olduğumuz hayat anlayışı bizim dünyamızdan
silinip gitmektedir. Bizim “gök kubbemize” ait yıldızlar, işte o şaşkınlıktan
ötürü amaçsız olarak kayıp yok olmaktadırlar. Tabii ki bu ortamda tedirginliğimiz,
yalnızlığımız, çaresizliğimiz ve korkularımız daha da artmaktadır. Bugün biz
mü’minler, inanç ve hayat tarzımız yönünden
adeta dört tarafından kuşatılmış ve tepesinden bombalar yağdırılmakta olan bir
toplum gibiyiz. Bütün bunlar bizlere bir ” yeniden yapılanma”nın zorunluluğunu
hissettirmektedir. Ya dosdoğru bir yapılanmaya /kendimizi inşa etmeye gidip dimdik
ayakta kalacağız ya da “başkalaşıp” gideceğiz. Şanlı dinimiz İslam tam
anlamıyla bir “aile” dinidir. Mü’minin evi, İslam toplumunun çekirdeğidir. O, evini bu bilince uygun olarak inşa eder. Yüce
dinimize ait eğitim ailede başlar ve toplum içinde gelişerek devam eder. Bizler dini
gıdamızı/besinlerimizi, annemizden süt emer gibi “ailemizin” müşfik göğüslerinden
emerek alırız. Bu itibarla, çocuklarımıza ikram ettiğimiz inanç, ahlak ve hayat
anlayışı helal olmalıdır. Rabbimizin haram kıldığı inanç, düşünce, ahlak anlayışı ve yaşam tarzları
kesinlikle çocuklarımıza verilmemelidir. Bunlar bizleri zehirler ve hayatımızı felç
eder. Bu itibarla, her bir mü’min, bilgisi
ve kapasitesi nispetinde dinini doğru öğrenmeli ve İslami sorumluluğu gereği onu
doğru bir şekilde evlatlarına ve dostlarına öğretmelidir. Mü’min inandığı değerleri önce kendinden başlayarak
yakın aile çevresinde yerleştirmelidir. Onun böyle bir görevi vardır. “Ey iman edenler! Kendinizi ve ehlinizi(ailenizi ve
kendilerine karşı sorumluluk duyduğunuz insanları), yakıtı insanlar ve taşlar olan
(o korkunç) ateşten koruyunuz! ( Onlar islamın inanç, ahlak ve yaşam tarzına göre
yetiştiriniz ve bu anlayıştan sapmamaları için gerekli tüm
tedbirleri alınız!) O ateşin başında çok haşin ( iri yapılı, kaba, zorlu) ve
acımasız ( görevli) melekler vardır. Onlar, emrettiği hiçbir hususla asla Allah’a
isyan etmezler; kendilerine (Allah tarafından) her ne emredilirse,(o mutlaka eksiksiz
olarak ve derhal) yerine getirilir! (O gün kâfirlere
söyle seslenir): “Ey kâfirler! Bugün özür beyan edip mazeret
üretmeye çalışmayın! Gerçek şu ki, (Sizler) yapıp-ettiğiniz şeylerin
karşılığını alıyorsunuz/cezasını çekiyorsunuz! Ey iman edenler!(İşte o hesap günü gelip-çatmadan önce)
“nasûh bir tövbe” ile Allah’a
dönünüz! (Her türlü hatanızı, kusurunuzu, günahınızı onaran, eksikliğimizi düzeltip
islah eden, size ve insanlara tam bir öğüt/ders olan, Samimi, ciddi, tertemiz ve son
derece içtenlikli bir dönüşle Allah’a (
Allah’ın dinine) yöneliriz! Böyle yaptığımız
taktirde Rabbiniz, sizin kusurlarınızı (hata ve günahlarınızı) örter ve sizi,
altlarından ırmaklar akan cennete kor. O gün Allah, bu şanslı peygamberini ve (onun
getirdiğine)iman edip onunla beraber yürüyenleri/onun izinden gidenleri asla utandırmaz/
rezil-rüsvay etmez; (o gün onlar,)
önlerinde ve sağlarında ( yayılan) nurları (içinde cennete doğru/ Allah’ın
rahmet diyarına doğru) koşup giderler ve şöyle derler: “Rabbimiz! Bizim için
nurumuzu ( Sevdalandığımız bu iman ülküsünü) tamamla ( sayende aydınlandığımız
bu nurumuzu, sevdalısı olduğumuz bu hidayet ışığını/ İslam dinini ebediyen
parlat) ve bize mağfiret eyle! Hiç şüphe yok ki sen , her şeye kâdirsin!” Mü2min taşımakta olduğu bu meşaleyi asla bırakamaz. Onun, hayatın diğer yüzündeki
yolculuğu da bu nur ile devam edecektir.
Buradan aldığı bu nur, onu Rabbinin cennetine götürecektir. Bundan ötürüdür ki o,
kesinlikle bu yaşantıyı terk edemez ve onun yayılması konusunda da asla kayıtsız kalamaz. Bu konuda o,
sorumluluğunun bilincinde olmalıdır. İslam’ın öğretilmesi konusunda sorumlu bir
öğretmen olduğunu asla unutmamalıdır. Şanlı önderimiz Hz. Muhammed(s.a.v.)şöyle buyurmuştur:
“Sizin her biriniz birer çobansınız ve
her biriniz sürünüzden mes’uldür; Devlet başkanı bir çobandır ve yönetimi altındakilerden
mes’uldür. Erkek, aile fertlerinin çabanıdır ve onlardan mes’uldür. Kadın,
kocasının evinde çabandır ve çocuklarından mes’uldür. Hizmetçi/işçi,
efendisinin/işvereninin malının çabanıdır
ve onlardan mes’uldür. Hâsılı her biriniz birer çobansınız ve her biriniz (kendi) sürüsünden mes’uldür.”
(Buharı, Nikah, 81) Hiç şüphesiz eğitim, bir etkileşim sürecidir. Bizler yaşarken
bir taraftan eğitiliyor, diğer taraftan da eğitiyoruz. Çocuk, öncelikli olarak
ailenin ürünüdür. Topluma ait inanç, ahlak ve kültürel değerler ailede çocuğa yüklenir.
Bu gerçeği ifade etmek üzere sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Dünyaya gelen her çocuk ancak İslâm fıtratı üzerine
doğar. Daha sonra ana- babası onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya
Mecusileştirir. Nitekim hayvan yavrusu da organları tam olarak doğar. Hiç o yavrunun
burnunda, kulağında eksik/kesik bir yer
görür müsünüz?” Bu hadis-i şerifi
rivayet ettikten sonra Hz. Ebû Hüreyre(r.a.) şu ayeti okumuştur: “ O halde, (gerçek
apaçık ortada olduğuna göre) sen, sahte ve düzmece olan her şeyden yüz çevirerek, tam bir muvahhid olarak, kararlı,
dengeli bir şekilde bütün benliğini (yüzünü) o dosdoğru yaşam düzenine (İslam dinine)
çevir; Allah’ın yarattığı o ilk doğallığa (sarıl)! O, insanları o doğallıkta
(tertemiz) ve o yaşam tarzına uygun olarak yaratmıştır. Allah’ın yaratışında hiçbir
değişme/bozulma yoktur.(Ne insanı yaratış şekli değişti, ne de insanın dini olan
İslam değişti.) İşte dosdoğru din/ yaşam tarzı budur. Fakat insanların çoğu
(bunu) bilmiyorlar.” (Rum Suresi, 30. Ayet)
Biz, güneş gibi
parıldayarak bize kadar gelen bu dosdoğru dini, elbette ehlimize, çoluk- çocuğumuza,
dost ve arkadaşlarımıza anlatıp öğreteceğiz. Bunu
can-u gönülden arz etmeliyiz. Bu konuda haklı gerekçelerimizi bulunmaktadır. Bize göre,İnsan
Allah’a kul olmadan asla iyi bir insan olamaz. Bu ihbarla kişiliğimizi sağlam ve
sağlıklı temel üzerine bina etme mecburiyetindeyiz. Bu dosdoğru dine dayalı temel
olmadan kişilik binası kurulamaz.Kişilik binasının kurulmadığı yerden ötesi tam
anlamıyla teferruattır. Onun içindir ki sevgili Rehberimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“ Önce iman et sonra da dosdoğru davran.” Bugün, kendimizi içinde bulunduğumuz “medeniyet”
özünde insanı yok etmeye/yakmaya çalışan ruhsuz bir medeniyettir. Bütün bir insanlığı
saran, işte bu felâkettir. Özünde ateş taşıyan bu rüzgar,her tarafı kavurup kül
etmektedir. Tıpkı bir “nar-i semûm” gibi insanın özüne/içine sızıp onu içerden
yakmakta ve onu kurumuş bir küfür kütüğü haline getirmektedir. Bu felaket rüzgarına karşı hem kendimizi hem de
bütün insanları koruma /uyarma mecburiyetindeyiz. Tertemiz ve saf vahyin (Kuran’ın/kutsal
ruhun) sahipleri olarak iman ateşini (nur-i islamı) yükseltmek ve onu insanlığa
sunmak zorundayız... Göz göre göre insanların kurutulmasına (imansız ve İslamsız
hale getirilmesine) rıza göstermeyiz. Bunun için, bize ait olan her ev bir “ocak”
olmalı ve bu “ateş” oralarda
yanmalıdır. Kendi nefsimizden başlayarak, merkezden çevreye doğru bu kutsal ateşi,
iman nurunu yakma ve yaymalıyız. Sahip olduğumuz hayat suyunu herkese sunmalıyız. Bu konuda bize ışık tutacak bir demet ayeti sunmak
istiyorum: “ O sihirbazlar atacaklarını atınca, Musa onlara dedi ki:
“ Sizin kendisiyle geldiğiniz şey, tam anlamıyla bir sihirdir. (Batılın hak,
hakkın batıl gösterilmesi, gerçeklerin tersyüz edilmesi
ve halkın aldatılması, gözlerin boyanması sanatıdır.) Hiç şüpheniz
olmasın ki Allah, sizin bu yaptıklarınızı boşa çıkaracaktır. Gerçek şu ki,
Allah,( sizin gibi düzen bazlık yapıp) fesat çıkarmakta olanların işini asla
başarıya ulaştırmaz/ yoluna koymaz. Ve, (şunu asla
unutmayınız ki) Allah, söz ve emirleriyle/yasalarıyla hak ve hakikati mutlaka payidar
edecektir. ( Sizin gibi) günaha batmış olanlar(mücrimler) istemese de (Allah, hakkın
hak olduğunu cümle aleme gösterecektir.) Ama Firavun ve
onun işbirlikçi çetesi nin, baskı kurup
kendilerini bela ve fitneye maruz bırakmalarından/ işkence yapmalarından korktukları
için- çok az sayıda (cesur ve yürekli) insan hariç-kavminden Musa’ya iman eden
olmadı. Evet, gerçekten de Firavun o ülkede büsbütün azmıştı/ tam bir zorba ve
tıran olmuştu. Gerçekten de o, her türlü
ölçüyü çiğnemeyi adet haline getirmişti/ hak ve hukuk tanır bir tarafı
kalmamıştı. ( Bu ortamda) Musa, (kendisine iman edenlere) şöyle demişti: “ Ey benim kavmim! Eğer gerçekten
Allah’a iman ettiyseniz, o halde sadece ve sadece O’na dayanıp güvenin! Eğer gerçekten
Müslüman olduysanız (mutlaka böyle yapın)! Bunun üzerine onlar da şöyle dediler: “ ( Evet,) biz,
yalnızca Allah’a güvenip dayandık. O
halde ey Rabbimiz! No’lur, sakın bizi bu zalimler güruhunu için bir fitne
(deneme, piyon, alet,oyuncak ve işkence) konusu yapma! ( Onları bize musallat etme!) Ve bizi, rahmetinle bu kafirler güruhundan kurtar! Ve (işte bunun üzerine) biz, Musa ve kardeşine şöyle vah
yettik: “ ( Siz, iman etmiş olan) toplumunuz için, şehirde bir takım “sığınak evler” hazırlayın ve o ima
nedenlere deyin ki: “ Bütün evlerinizi birer “kıble”
(dini eğitim ve öğretim merkezi) haline getirin; ve namazlarınızı büyük bir istek
ve iştiyakla, kılınması gerektiği şekilde dosdoğru olarak eda ediniz!” Ve ( Sen Ey Musa!)
İman etmiş olanları (Allah’ın yardımı ve ilahi zafer ile) müjdele! Ve (bunun üzerine) Musa:” Ey Rabbim!” dedi. “Gerçek
şu ki, Sen Firavun’a ve onun önde gelen çetesine, şu dünya hayatında çok büyük
bir ziynet (süs, konfor, görkem, çekicilik, cazibe, ihtişam)ve bunca servet verdin. Ey bizim Rabbimiz ( Sen, bütün bunları, kullarını )senin yolundan
saptırsınlar diye mi verdin?! Rabbimiz!
Onların mallarını sil- süpür (tümden yok et) ve kalplerini de alabildiğine
sıkıştır/daralt; çünkü onlar, o can yakıcı
azabı görünceye kadar iman etmezler. (Bunun üzerine Allah) buyurdu ki: “İkinizin davetine de
icabet olundu (duanız kabul buyruldu)! O
halde ( hak yolda) dosdoğru yürümeye devam ediniz ve sakın o bilmeyenlerin(
kendilerini bu dünya hayatının cazibesine kaptırmış olan cahillerin )yoluna
uymayınız!” (Yunus Suresi, 81-89.ayetler) Çıkış için hala bir yol bekliyorsanız, o zaman bu
ayetleri tekrar okuyunuz. Hiç şüphesiz “ içinde Kur’an’dan bir şey bulunmayan
kişi, harap olmuş ev gibidir.” ( Tirmizi, had. No:3079) “ (Kur’n-ı okumamak
suretiyle,) sakın evlerinizi kabirlere (ölülerin iskan ettiği yerlere)çevirmeyiniz.!”
( Tirmizi, had,No: 3036) Ölülerin iskan ettiği mezarlarda yaşayanlar! Di haydi ,
uzatın ellerinizi... |
. |