. |
Allah’dan Kaçıp ta Örümcek Ağına Sığınır
Uyanıklar(!)
Mustafa Sezer
İmân ile başlayıp ibadet ile sürdürülen,
yeşertilip geliştirilen islami hayat tarzı, dünyada başka bir örneği olmayan en
güzel ve en ideal yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzı, insanın asıl mekânı/yurdu olan
cennet hayatından örnek alınarak bu dünya hayatına uyarlanmıştır. İnsan,
İslâmî hayat tarzını benimseyip (imân edip) yaşamaya başladığı an, sanki
cennette yaşıyormuş gibi bir hâl edinir. Edindiği o hâlin sıcaklığı onu hayatın
kutsal bölgesine, ilahi rahmetin sağnak sağnak yağdığı rahmet alanına taşır.
Orada o, ayaklarıyla yeryüzünde yürürken başıyla da cennete yürür gibi olur. İki
güzelliğin aynı anda yaşanabildiği bir rahmet ortamı… Böyle bir yaşam tarzı,
dünyada başka hiçbir öğretide (inanç ve yaşam tarzında/dinde) asla yoktur ve
yapıları gereği olamaz da…
Sevgili peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:
"İslâm beş temel esas üzerine bina edilmiştir:
1. Allah'tan başka ilah oladığına ve Hz. Muhammed (s.a.v)'in Allah'ın kulu ve
peygamberi olduğuna şehâdet etmek,
2. Namazı büyük bir istek ve arzu ile dosdoğru kılmak( edâ etmek),
3. Zekatı hakkıyla vermek,
4. Ramazan orucunu tutmak,
5. Kâbeyi (Allah'ın evini) haccetmek.
Sevgili peygamberimiz güzel bir istiâre yaparak İslâmî hayat tarzını,
beş temel üzerine kurulmuş güzel bir binaya benzetmiştir.
Temel başka, onun üzerine kurulan şey başka olduğuna göre islami hayat
tarzını çok daha yakından tanıma mecburiyetindeyiz. Bu beş temel esas o kadar mühim
bir yerde durmaktadır ki, onlar olmadan İslâmî hayat asla mümkün değildir.
Temelleri olmayan bir bina ayakta kalamaz; en küçük sarsıntılar onu yerlebir eder. Bu
itibarla, bu beş esası önemsemeyen kimseler İslâm binasında yaşayamazlar;
orada tecelli eden manevi mutlulukları göremezler. İslâm, Yüce Rabbimizin bizim için
kurduğu "rahmet binası"ndan başka nedir ki? İnsan için, korunmanın
gerçekte bir tek yolu vardır: İslâm binasına sığınmak.
Basireti olan bir gözle bakılırsa, görülür ki, insananlığın son
şeref kaynağı Kur'ân-ı Kerim, baştan sona kadar insana "istiâza eylemini"
anlatır; korunmanın yolunu ve yerini gösterir. Kur'ân-ı Kerim'in işaretiyle görmeye
çalışırsak, insanların iki sığınma/korunma yeri olduğu görülür: Bir gurup
insan, içine düştükleri bencillik ve büyüklenme hastalığı nedeniyle, Allah'tan ve
O'nun rahmet evinden kaçıp şeytan'na sığınırken, - ki bu sığınma yeri tam bir
cehennemdir.- bir başka gurup insan da şeytandan, onun ordusundan ve onların
düşünce tarzları ve eylemlerinden/cehennemden kaçıp Allah'a ve onun rahmet
evine/İslâm’a sığınmaktadırlar.
İnsanlığın elinde bulunan son ilahi rahmet evi olan İslâmî hayat düzeninin
özünü, Allah ile insan/arasındaki ilişki/irtibat (namaz) oluşturur. Bu ilişki
Allah'tan insana doğru, insandan da Allah'a doğru olmak üzere çift yönlü bir
ilişkidir. İnsanın şahsiyet sahibi olabilmesi ya da insanın insan olabilmesi ve
sahip olduğu değerleri koruyup geliştirebilmesi bu ilişkiyi (namazı) sağlıklı bir
şekilde sürdürmesine bağlıdır.
Bu ilişki çerçevesinde insan kendi benliğini can-u gönülden Allah'a, onun
iradesine, otoritesine ve emirlerine teslim ederse, kendi açısından ilişkiyi
sağlıklı hâle getirmiş, şahsiyetini ve itibarını koruma altına almış olur.
"İnsanın insan olabilmesi", hiç şüphesiz bu ilişkiyi kurup geliştirmesine
bağlıdır. İnsan Allah'a teslim olmakla (müslüman olmakla) daha çok insan olur ve
Allah nezdinde daha çok değer kazanır. Allah insana: "Teslim ol/müslüman
ol!." derken, aslında ona, kendisini kurtuluşa, ilahi rahmete huzur ve mutluluğa
ulaştıracak "yolu" ve "yeri" göstermiş olmaktadır.
İstisnasız bütün peygamberler (a.s.), tarih boyu insanlara hep bu yolu ve
yeri göstermişler, onları içine düştükleri akıl ve ahlak zaafından kurtarmaya
çalışmışlardır.
Yüce Rabbimiz insanla olan ilişkisi bağlamında kendi üzerine düşen
yaratma, rızık verme, yol gösterme, adaletle davranma ve değerlendirme (ödül-ceza
verme) fiillerinde asla yanlış yapmaz. Ama insan küçük şeylere takılıp kalma,
dünya hayatının cazibesine aldanma, bencilleşme, kendini büyük görme, dar
görüşlülüğe mahküm olması sebebiyle kendi üzerine düşen iman, İslâm, takva ve
ibadet fiillerinde sürekli hata yapmaktadır. Namazını ya hiç kılmamakta ya da
gerektiği gibi kılmamaktadır. Rabbimiz, insanın bu özelliğini bildiği için, onu
asla yardımsız bırakmamış, tevbe kapısını sürekli ve sonuna kadar açık
tutmuştur.
İnsanlar, şu ya da bu vesileyle, herhangi bir şekilde, yaratılışları
gerekli olan yerden (İslâm evinden) ayrılıp, asla bulunmamaları gerekli olan yerlere
(örümcek ağlarına) yakalanmaktadırlar. Bu düşüşte iç ve dış faktörler önemli
roller oynamaktadır. İç etkenlerden maksat, insanın bizzat kendi düşünce ve
tasavvur dünyasıdır, dış etkenlerden maksat da, o iç dünyayı kışkırtan
(gıdıklayan) tüm harici varlıklar, olaylar, olgular, kişiler ve nesnelerdir. Aslında
insanın imtihanı/sınavı denilen şey de tam bu noktada karşısına çıkmaktadır. Bu
imtihan, insanın dahili ve harici faktörleri olumlu ya da olumsuz yönde kullanma
becerisinden ibarettir. Olumlu kullanım Allah'a sığınmayı ve O'nun himayesinde
yaşamayı (gerektiği gibi namaz kılmayı) ifade ederken, olumsuz kullanım da, şeytana
sığınmayı ve onun himayesinde yaşamayı,dağılıp gitmeyi ifade etmektedir.
"Göz odur ki, gerçek sığınağı göre…"
İnsanlığın son şeref kaynağı mubarek kitabımız Kur'ân-ı Kerim'e
göre insan kalbi, iman ve küfür olgusunun yegane kaynağıdır. Hiç şüphesiz insan,
kendi iç potansiyelleri tarafından imana/İslâm’a doğru sürüklenmektedir. Onun
doğal akış istikameti bu yöndedir. O, kendisini bu istikamete doğru serbest
birakırsa alabildiğine rahatlar, bütün gerilimlerden kurtulur, huzura kavuşur.
Bununla birlikte insan kalbinde, imana karşı küfrü besleyen birtakım niteliklerde
bulunmaktadır. Gaflet perdesi gerçekten çok kalındır ve bir çok katları
bulunmaktadır. Bu yüzden, iş işten geçmeden "insan gözündeki perdeyi atıp
görüntüyü keskinleştirmelidir." İnsan, Allah ile olan kul-rab ilişkisinde
bencilleşerek nankörlüğe (küfre) saparsa, onun bu tutumu tam bir
ahlaksızlık/eşkiyalık olur. Gerçek ahlaksız kişi, Rabbine karşı nankörce tavır
takınan ve O'nun berisinde başkalarıyla rab-kul ilişkisine giren kişidir. İnsan
için Allah yeterli değil mi ki, o hala bir başkasının ağına takılıp kalmaktadır?
Allah nezdinde yegane din (inanç ve yaşam tarzı) sadece İslâm’dır.
İslâm bütün insanlık için bina edilmiş bir rahmet evidir. İnsanın Allah'la,
Allah'ın da insanla olan ilişkisi bu din çerçevesince şekillenmesi gerekmektedir. Bir
başka düzlemdeki ilişkiler insanı yıkıma götürür.
Allah'tan uzaklaşıp şeytana sığınmanın (şaşırıp sapıtma)da,
şeytan ve dostlarından ve onların yakıcı düşünce ve amellerinden uzaklaşıp
Allah'a sığınmanın (hidâyete erip doğru yolu bulmanın)da iki ucu vardır. Uçlardan
biri yüce Rabbimizin elinde diğeri de insanın elindedir. Hiç şüphesiz Rabbimiz,
sadece ve sadece doğrudan yanadır. Ancak bunu zorla kabul ettirmez. Rabbimizin
sünnetinde (uygulama tarzında) doğruyu kabul ettirmek için dayatma yoktur. Hidayet
yolu ve yeri net bir şekilde insanın gözlerinin önüne konulur. Bu yolda yürüme
tercihi insana bırakılır. Elbette Rabbimiz, insanın doğru tercih yapmasını arzu
eder; sonucu insanın tercihine göre belirler. Hiç şüphesiz bu uygulama tarzı, insan
için ilahi bir lütuftur. Aslında insan, kendi "edimleriyle", ilahi iradenin
kendi hakkındaki "edimine" aracılık yapmaktadır. Yüce Rabbimizin
sünnetinde asla keyfilik yoktur! Hidâyeti hak etmeyen birisine hidâyet,
sapıklığı hak etmeyen birisine de sapıklık nasip edilmez. Rabbimiz bu konudaki
meşietini, insanın niyet, düşünce, irade ve tasarrufuna göre işletmektedir.
İslâm hayat düzenini yaşamak için gayet "yaratıcı-üretici bir
karekter eğitimine" sahip olmak zorunluluğu vardır. Gerçekten de
"teslimiyet" ezber bozan bir irâde fiili içermektedir. İnsan her
gün yeniden kendini hizaya çekmeli, sabır ve namazla Allah'ın yardımını talep
etmelidir.
Hiç şüphesiz Allah'a teslim olamanın ve böylece ilahi nimetlere
kavuşmanın belli bir bedeli vardır. İslam nimetiyle şereflenip ilahi nimetlere
kavuşmanın yolu "imtihanı başarmak"tan geçiyor. İnsan İslâm yolunda
yürürken "nimetlerle" imtihan olduğu gibi, "küfletlerle" de
imtihan olmaktadır. Bu yolda insan çok büyük ve çok sinsi iki düşmanla
karşılaşır. Biri dahili, diğeri harici olan bu iki düşman insana pusu kurmuş
durumdadır. Her ilahi yasak bir pusu/ tuzak noktası durumundadır. Yücü Rabbimizin
"yapma!" dediği herşey, tam bir mayın noktası gibidir. Oraya bastığın an
yıkılırsın. Allah'a varan kulluk yolu bu tür mayın noktalarıyla doludur. Bunun
için gayet dikkatli ve uyanık (mutlaki) olunma mecburiyeti vardır. Bir anlık gaflet,
-Allah korusun- yolculuğun sonu olabilir. İşte bu durumda mü'min insanı
koruyacak olan sabır ve namazdır. İmân eylemi, sabır ve namazı zorunlu
kılmaktadır.
Her türlü güzel ahlakın başı sabır, her türlü kötülük ve
ahlaksızlıktan kaçınmanın başı sabır. Bir şeyi bedelsiz istemek, aslında
istememektir. Mutlak başarı; iman, gayret, sebat ve sabırdan geçer. İlahi yardımın
ilk kapısı sabırdır. Müminler, Yüce Rabbimizin yasakladığı ve hoş
görmediği işlere karşı, sabr eylemini kuşanmak suretiyle kendilerini koruma altına
alabilirler. Başka türlülü; temel değer olarak maddi serveti, fiziksel gücü, güç
ve kuvveti, şan ve şöhreti, zevk ve hazzı, gösteriş ve bencilliği ve özelikle de
cinsel sapıklılığı öngören "çağdaş şirk medeniyetine" karşı
kendimizi nasıl ayakta tutabiliriz ve kendimizi nasıl koruyabiliriz? Hiçbir şey
yokmuş ve herşey normalmiş gibi bir tavrı asla takınamayız.
İnsan aklı, bizzat insanın kendi bencil arzuları tarafından sarılıp
kuşatılmaktadır. Heva ve heves girdabı insanı yutmaktadır. Buna bir de dışarıdan
gelen tahrikler, teşvikler eklenince, akıl artık büsbütün bir karanlığa
gömülür ve işlevini asla icra edemez. Bu itibarla salt aklın var olması asla insana
yetmemektedir; onun mutlaka, kendisini o kuşatılmışlıktan kurtaracak veya en azından
ona bu konuda yardımcı olacak etken bir davranışa/hatırlatıcıya ihtiyacı vardır.
İşte tam da bu noktada, mü'min insana yardımcı olarak onun namazı devreye girer.
"Namaz, dinin orta direği, mü'min miracıdır." Namaz, mü'min insanın,
dünyevi ve uhrevi mükemmelliğe ulaşmak ve önder şahsiyet olmak için,
kendisini günde en az beş vakit döktüğü "ilahi bir kalıp"tir. Mü'min
kendisini namazla mükemmelleştirir. Namaz, ümmetin teşkilatının, tanış olmanın,
birlik olmanın, kardeş olmanın, kemale ermenin, sevmenin, yardımlaşmanın ve tevhit
olmanın en mükemmel tezahür alanıdır.
Namaz, insanı Allah'a bağlayan en önemli takva eylemidir. İnsanın her zaman
Allah'ın huzurunda olduğunun farkında oluşu ile kendi hayatını şekillendirmesi
namaz sayesinde gerçekleşecek bir durumdur. Namaz, baştan sona kadar insanı Allah'a
bağlayan bir ibadettir. İnsanın kendisini şeytanın tuzaklarına, kendi
davranışlarının kötü sonuçlarına, her türlü kötü, çirkin, ahlaksız, zararlı
ve anlamsız şeye ve bunları işlemenin sonucu olarak gerçekleşecek olan Allah'ın
gazabına karşı koruma altına alması; sürekli uyanık ve müteyakkız bulunması
ancak namaz ile mümkün olmaktadır. Namaz, günlük meşkalelerin parçalayıp
dağıttığı benlikleri toplayıp derli toplu hale getiren bir ibadettir. Namaz,
karşılaşılan kötülüklerden kaçılıp sığınılacak kutsal bir sığınaktır.
Namaz dinin direğidir. İslami rükünler onunla ayağa kaldırılabilir. Onun
olmadığı yerde İslâm’dan bahsedilemez.
İmam F. Razinin ifadesiyle Hz. Peygamber (s.a.v) şu iki eylemi sürekli
gerçekleştiriyordu:
1-Kendisini islah… Ki bunu namaz kılarak yapardı.
2-Başkalarını islah…Ki bunu da takvayı emrederek yapardı (T.K, 23/269)
Ohalde bizler de sabır ve namaz ile Allah'dan yardım isteyelim.
Ahlaki yozlaşmanın, cinsel çirkefliğin, kabalığın, iğrençliğin, her
çeşit çirkinliğin ve en aşağılarda oluşun egemen olduğu ve "bütün
kapıların üzerimize kilitlenmek istendiği" şu günlerde, tabi tutulduğumuz bu
çetin imtihanı kazanmak için, mutlaka Rabbimize sığınalım. Bizim O'ndan başka
sığınağımız yok ki!..
Öyleyse haydin namaza; haydin arınmaya; haydin kurtuluşa.. Allahu ekber…
Allah ile ilişkisini yanlış temellendiren insan, küfür diyarından
başka bir yere "bina" kuramaz. Böyle bir alanda yaşamayı tercih eden
şahıs, zamanla idrak kapasitesini tamamen yitirir ve kendini karanlığa mahkum eder.
İnsan,"basiretli bir şekilde idrakini geliştirerek akıl için perde
teşkil eden gaflet bulutlarını dağıtmak" zorundadır.
Sevgili Peygamberimiz(s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: "Eğer
sözleriniz de aşırılık, kalbinizde fesat olmasaydı; elbette siz de benim
gördüklerimi görür ve benim işittiklerimi işitirdiniz." (Ahmet b. Hambel,
Müsned 5/266)
Şeref kaynağımız Kur'ân-ı Kerim, insanı en güçlü temele dayanarak
"bina" kurmaya çağırır. Gaflet bulutlarının arkasında kaybettiği
Allah'ı bulamayan insan, hangi temele dayanarak "bina" kurabilir?!
Küfür feci bir akıl tutulmasıdır. Bu süreçte, var olan asla yok olmaz;
ancak, küfür olgusuna tutulmuş olan şahıs sadece kendisini "mahrum" etmiş
olur. Önüne engeller koyarak yakın mesafelerde kaybolmuş olur. Burada yok olan ve
kaybeden aslında insanın bizzat kendisidir. İnsan kendisini mahrum ederek, önündeki
bütün imkanları imkansızlığa dönüştürmüş olur.
Şeref kaynağımıza kulak verelim: "Ve sakın şu kimseler gibi
olayın! Onlar Allah'ı unuttular; bu nedenle, Allah da onlara kendilerini unutturdu!..
İşte onlar, sapıtıp yoldan çıkanların ta kendileridirler!." (Haşr Suresi,19)
Allah sığınmanın ve O'na güvenip dayanmanın berisinde başka bir sığınak
olabilir mi?
Ey akılları kendilerine yetmeyen beyler!..Şeytan, yapıp- ettiğiniz her
şeyi sizlere yaldızlayıp süslemiş bulunmaktadır. Gelin, yolunda gittiklerinizin
örneğinin ne olduğunu, sizin de şeref kaynağınız olan mubarek Kur'ân’ımızdan
okuyalım. Siz, bu Kitabı birakıp da nereye kaçıyorsunuz? Sığınılabilecek bir yer
varsa haydi bize de söyleyin?!..
"…Şeytan onlara, yapıp-ettiklerini yaldızlayıp süsledi de,
böylece onları (hak ve hakikat) yolundan alıkoydu; oysa onlar, kendilerini ileri
görüşlü (aydın fikirli, gözü açık, uyanık) adamlar olarak
görüyorlardı!.." (Ankebut, 38)
Karun… Firavun…Haman…ve Bel'am.. Tarihin dört kafadar uyanık aktörleri(!)
Bunlar, bunlardan öncekiler ve bunlardan sonrakiler…Hepsi de uyanıklık yapıp
Allah'ın berisinde bir takım "binalar/ hayat tarzları" kurdular…
"İşte biz, onların her birini kendi suçlarından ötürü tutup kıskıvrak
yakalayıverdik: Kiminin üzerine, taşlar savuran ölümlü fırtınalar gönderdik;
kimini, kalpleri yerinden oynatan korkunç bir gürültü yakalayıp çarpıverdi; kimini
yerin dibine geçirdik; ve kimini de boğuverdik! Evet, onlara Allah zulmetmiyordu; fakat,
onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı!"
"Allah'ın berisinde veliler (yöneticiler, dayanaklar, sığınaklar,
koruyucular…) edinenlerin hali, tıpkı (şu) örümceğin haline benzer: O kendisine
bir "ev" edindi; oysa, gercek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek
"evi"dir. Keşke bilselerdi!..
"Gerçekten de Allah, onların kendisin ötesinde ne gibi şeylere
yalvarıp-yakardıklarını (ne gibi şeylerden kendileri için medet umduklarını) çok
iyi bilmektedir! Ve (şunu bilin ki) O, Azîz'dir: (Mutlak galip, mutlak üstün,
Sınırsız güç ve kudret kaynağı olandır), Hakîm'dir: (Her şeyi yerli yerinde ve
dosdoğru yapan, tam hüküm ve hikmet sahibi olandır)!.."
"İşte örnekler!.. Biz bu örnekleri, insanlar için (gerçeği anlasınlar
diye) getirip ortaya koyuyoruz; ama onların gerçek anlamını, ancak (bizi tanıyıp,
ibret almasını) bilenler (âlimler) anlayabilir. (Başkaları asla
anlayamazlar)!.."
"Allah gökleri ve yeri hak ile (her şeyi yerli yerinde, en ince noktasına
kadar belirlenmiş bir düzen ve mükemmel bir uyum sistemi içerisinde, gerçeği tüm
yönleriyle açıklayıp ortaya koyacak tarzda ve ciddi bir anlama matuf olarak)
yaratmıştır. Hiç şüphesiz bunda (bu hak ile yaratılış şeklinde), mü'minler
için ne muazzam dersler vardır!.."
"(Örümcek evine denk çürüklükte evler/yaşam tarzları edinmiş
olan örümcek kafalı heriflerin fitnelerine/ ağlarına asla düşme;) sana vahyolunan
kitabı (Kur'ân-ı) oku ve ona râm ol; namazını (korunma çadırını, evini) büyük
bir istek ve arzu ile dosdoğru bir şekilde ayağa kaldır(kıl)! Hiç şüphesiz namaz,
(insanı) her türlü kötülük ve çirkinlikten, ahlaksızlık ve utanmazlıktan uzak
tutar. Gerçekten de Allah'ın zikri (Kur'ân'a göre inşa edilip yaşanılan hayat),
elbette en büyük (erdem)dir! Ve (şunu kesin olarak bilin ki) Allah, işlemekte
olduğunuz her şeyi, elbette hakkıyla bilmektedir!" (Ankebut Suresi,40-45)
İsterseniz kendinizi gözü açık uyanık(!) kabuledin ve örümcek ağına
sığının!.. Tercih sizin…Unutmayın ki, mubarek Kur'an'ın şekillendirmediği her
hayat, tam bir örümcek ağıdır…
Kaynak: Vuslat dergisi
|
. |