. |
Allah’a İltica Ederek Yaşamak
Mustafa Sezer
İnsanlığın yegâne dini olan İslâm, insanı, daha bu dünya
hayatında iken, hiç kimsenin müdahalesine ve tasarrufuna gerek bırakmadan Allah (azze
ve celle) ile yüzleştirir ve ona, yaşamların en güzelini armağan eder. Bu yüce
dinde hayat, ilahi çağrıya olumlu cevap vermek ve Allah'a iltica ile başlar ve o
ilticanın gereği yerine getirilerek devam eder. Allah'a iltica etmemiş olanlar henüz
yaşam düzeyine çıkmamış sayılır. Bu yaşam tarzına ilk adım, bilinçli olarak
şer üreten bütün kötücül güçler (şeytanlar) ve onlara dair her şeyden kaçıp
Allah'a sığınmakla atılır. Bu adım, insanı, hayatın ilahi rahmet alanına müdahil
eder ve orada yepyeni bir hayatla buluşmasına neden olur. İltica (sığınma) olgusu
derinleştikçe ya da iman arttıkça insanın afakî ve enfusi düşünce boyutları da
derinleşir ve hayata dair bambaşka kazanımlar elde edilir. İşte bu özlü ve
gerçekçi yaşamın adı İslâm’dır. İslâm, hayatın gerçek olanıyla buluşmanın
ve bütün kötülüklerden uzak kalmanın adıdır.
İnsan, şu ya da bu vesileyle, herhangi bir şekilde, yaratılışı gereği olmaları /
bulunmaları gerekli olan yerden (ilahi rahmet ortamından) ayrılıp, asla bulunmamaları
gerekli olan yerlere (ilahi gazap ortamlarına) gitmekte/ gidebilmektedirler. Bu
gidişlerde iç ve dış etkenler önemli rol oynamaktadır. İç etkenlerden maksat,
insanın bizzat kendi düşünce ve tasavvur dünyasıdır; dış etkenlerden maksat da, o
iç dünyayı gıdıklayan ve kışkırtan tüm harici (zihin dışı) varlıklar,
olaylar, olgular, kişiler ve nesnelerdir. Aslında "insan imtihanı" denilen
şey de tam bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Bu imtihan, insanın dâhili ve harici
etkenleri olumlu ve olumsuz / lehinde ve aleyhinde kullanma becerisinden ibarettir. Olumlu
kullanım, Allah'a sığınma ve O'nun himayesine girme ile sonuçlanırken, olumsuz
kullanım da, tam tersi bir eylemi, Allah'tan kaçıp şeytanlara (azgın güçlere) sığınma
ile sonuçlanır.
Kur'an-ı Kerim, baştan sona kadar insana, "istiâze" eylemimini / Allah'a sığınma
eylemini anlatır. Kur'an'ın işaretiyle söylersek, insanlar, İstiâze olayında
ikiye ayrılırlar: Bir gurup insan, Allah'tan ve O'nun dini olan İslâm'dan kaçıp
şeytanlara sığınırken; bir başka gurup insan da, şeytanlardan ve onların icat
ettiği düzenlerden (uyduruk dinlerden) kaçıp Allah'a ve O'nun dini olan İslâm’a
sığınmaktadır. Buna göre insanlar; şeytana sığınanlar ve Allah'a sığınanlar
diye iki kısma ayrılırlar. Adları ve sanları her ne olursa olsun; düşünce, inanç
ve yaşam tarzlarını Allah'ın belirlediği ölçülere göre şekillendirmemiş
olanlar, hiç şüphesiz şeytanlara sığınmış durumdadırlar.
İstiâze eylemini gerçekleştirmek yani "Euzü billahi mineşşeytanirracim"
demek; hayatın rahmet alanından kovulup, gazap alanına atılmış olan ve oradan
hayatın rahmet alanını (İslâmî yaşamı) taşlamakta olan her çeşit soyut ve somut
gücün, kötülük faktörünün şerrinden / kötülüğünden bilerek ve isteyerek
Allah'a sığınırım." demektir.
"Eûzü" (= sığınırım, yapışırım) fiili, "el-avzü"
mastarından türemiştir. Bu kelimenin iki manası vardır. Birisi, sığınmak ve eman
(himaye) dilemektir. İkincisi ise yapışmaktır.
Birinci manaya göre "Eûzü billahi" demenin anlamı şudur: "Ben
bilerek ve isteyerek (bilinçli bir şekilde) Allah'ın rahmetine, himayesine, lütfuna
ve ihsanına sığınıyorum / iltica ediyorum."
İkinci manaya göre "Eûzü billahi" demenin anlamı da şudur: "Ben
bilerek ve isteyerek (bilinçli bir şekilde) Allah'ın rahmetine, himayesine, lütfuna ve
ihsanına yapışıyorum / râm oluyorum."
Görüldüğü üzere "istiâze" eylemi tam bir bilinç halini, uyanışı,
iradeyi, tercihi ve seçimi zorunlu kılıyor. Şuursuzca söylenen "Eûzü"
etkisini göstermez. Şeytanı ve şeytanları tanıyamayan kul, yaşadığı hayatta
onların kulu ve kölesi olur ve fakat, hep Allah'a kul olduğunu zanneder durur. İman,
şuursuzluğu kabul etmez. Mü'min, şuurlu insan demektir. O, hem cin şeytanlarını ve
hem de insan şeytanlarını çok iyi tanımalıdır ki, şerlerinden Allah'a
sığınabilsin. İmam Ahmed ve İmam Nesei Hz. Ebu Zer (ra)'den Şöyle bir hadis
naklederler: Rasulullah (sav) şöyle buyurmuş: "Ey Ebu Zer! İnsan ve cin
şeytanlarından Allah'a sığın!" Ben dedim ki: "İnsanlardan da şeytan
var mıdır?!" Buyurdu ki: "evet!" Şunu çok iyi bilmeliyiz ki,
istiâze ancak ilim, hal ve eylem ile tamamlanır. İlim, insanın dini ve dünyevî
alanda lehinde ve aleyhinde olan düşünceleri, inançları, anlayışları ve
davranışları bilmesidir. İnsan, bu alanlarda doğru bilgi sahibi olmadan istiâzede
bulunamaz. Ve yine, "doğru olanı tutma, yanlış olanı atma" anlayışı
insanın kalbinde derin bir yer bulmamışsa yani bu durum insanda tam bir karakter haline
gelip kök salmamışsa, o yine istiâze eylemini gerçekleştiremez. Buradan şu sonuca
varabiliriz: Bilgi karaktere, karakter de sürekli bir eyleme dönüşürse, kâmil manada
istiâze gerçekleşmiş olur.
Bir mü'min, kendi eksikliğini, acizliğini, yoksulluğunu ve ihtiyaç içinde olduğunu
anlar ve bütün bunların telafisi için Allah'a sığınır ve O'ndan yardım talep
eder. Bunun için her bir mü'min, sabahleyin hayata gözlerini "Eûzü-besmele"
ile açar, abdestine "eûzü-besmele" ile başlar, Kur'an'ını okumaya "eûzü-besmele"
ile başlar, namazında "eûzü-besmele" çeker, evinden çıkarken, arabasına
binerken, işine başlarken, işini görürken, imza atarken,... hep
"eûzü-besmele" çeker. Bu itibarla o, İslâm dışı bir olayla, bir olguyla,
bir durumla ve bir teklifle karşılaştığı zaman, hep "Eûzü billahi mineşşeytanirracim"
der. Bir mü'min yalan söylemekten, rüşvet yemekten, insanları aldatmaktan, adam
kayırmaktan, gösteriş yapmaktan, hafif meşrep olmaktan, insanların arkasından
konuşmaktan, edep dışı işler işlemekten, ... Hep Allah'a sığınır.
Bir mü'min Hz. Meryem validemiz gibi tanımadığı, bilmediği ve yabancısı olan bir
erkekle tenha bir yerde karşılaştığı zaman, hemen "Eûzü billah" der /
Allah'a sığınır. (Meryem Suresi.18)
Bir mü'min Hz. Yusuf (as) gibi, gözlerden uzak bir yerde, kendisinden murad almak
isteyen dünyalar güzeli bir kadından bile teklif aldığında, hemen "Eûzü
billah" der/ Allah'a sığınır. (Yusuf Suresi,23)
Bir mü'min tıpkı Hz. Peygamber (sav) gibi, her ne zaman " şeytanların
vesveselerine maruz kalsa ve onları yanı başında görse" hemen "Eûzü
billah" der / Allah'a sığınır. (Mü'minun Suresi, 97-98) Ve yine bir mü'min,
Peygamber Efendimiz (sav) sürekli olarak yaptığı gibi, her zaman "faydasız
ilimden, Allah'ın azabından korkmayan kalpten, Allah'ın azameti karşısında
ürpermeyen gönülden, kabul olmayan duadan, doymayan nefisten, aç gözlülükten,
korkaklıktan, cimrilikten, tembellikten, akıl fitnesinden; kulağın, dilin, gözün,
kalbin ve şehvetin şerrinden, rezil duruma düşmekten, dünyaya dalmaktan ve fitneye
düşmekten, hayatın ve ölümün fitnesinden, gam ve kederden, insanların zulmünden,
zulme uğramaktan ve zulmetmekten, borçlu duruma düşmekten, fakirlikten, darda
kalmaktan, rezi-rüsvay olmaktan, küfürden, nankörlükten, ateşin fitnesinden, ateşin
azabından, fakirlik fitnesinden, zenginlik fitnesinden, günah işlemekten, açlıktan, kötü
duygu ve düşüncelerden, hıyanet etmekten, çekişip ihtilafa düşmekten, nifaktan, kötü
huylardan, düşmanın galip gelmesinden ve sevinmesinden, kötü ömür sürmekten, yanılmaktan,
sürçmekten, şaşırmaktan, cahil kalmaktan, cahil bırakmaktan, bedbahtlıktan,
delilikten, bunaklıktan, hastalıktan, sakatlıktan, mazlumun ahını almaktan, mal ve
aileye gelen belalardan, kötü yola düşmekten, seferden üzüntü ile dönmekten,
kötü komşudan, cin ve insan şeytanlarının şerrinden, cehennem azabından,
yaptıklarımın şerrinden, yapmadıklarımın şerrinden, terk ettiklerimin şerrinden,
yerle bir olmaktan, enkaz altında kalmaktan, yüksekten düşmekten, suda boğulmaktan,
yangında yanmaktan, imansız ölmekten, Allah yolunda savaşırken düşmandan kaçmaktan,
zehirli hayvanların sokmasından, şeytanların musallat olmasından, gafletten,
aymazlıktan, ..."Allah'a sığınır. (Daha geniş bilgi için, Sünen-i Nesei'den
İstiâze bölümünü okuyunuz)
Bir mü'min kendisini "istiâze" (= Allah'a sığınma) esasına göre yapılandırır
ve hayatını hep öyle yaşar. Onun içindir ki, onun hayatında, bilinçli olarak
hiçbir kötülüğe yer yoktur.
İstiâze aynı zamanda Yüce Allah'ın bütün kullarına bunu söylemeleri ve buradaki
anlam içeriklerini anlayıp kavramları için bir emirdir. Bu, belli bir şahsa mahsus
bir emir değil, umumi bir emirdir. Çünkü her yaratılmış mutlaka Allah'a
sığınmalı ve onun himayesi altına girmelidir. İnsanın manevi mertebesi yükseldikçe,
sığınma eylemi daha da artar.
İstiâze cumlesi, insanın yaratılış amacını ve dünya hayatındaki istikamet /
hareket yönünü bildirmekti. Burada insana söylenen şudur: Tabii tutulduğun
"imtihanın" bir gereği olarak var olan şeytana aldanma; o ve ona ait her
şeyden yüz çevir / uzaklaş; Ondan kaynaklanan düşünceyi, inancı, anlayışı, sözü
ve davranışı hemen terk et; sonra da Allah'a sığın ve O'ndan asla ayrılma!
İnsan, Allah'a sığındıktan sonra, artık O'nun o güzel niteliklerini (sıfatlarını)
öğrenmeli ve kendisi de o sıfatlara göre davranmalıdır. Yoksa kendisini ilahi rahmet
alanından kovulmuş olarak bulur. Evet, o bölgede yaşamanın / yaşayabilmenin kendine
özgül şartları vardır. Şimdi, eğer o bölgeye girdiysen, o zaman, oranın
kurallarına uy ve orada daima kalma hakkı elde et. Yoksa sınır dışı edilirsin...
Hiç şüphesiz Allah'a sığınmak, O'nun ilkelerine, emirlerine, yasaklarına ve
tavsiyelerine sığınmaktır. İnsanı, yaratılış amacına ulaştıracak olan, hiç şüphesiz
Allah'ın kelimeleridir. Onun için sevgili Peygamberimiz istiâzesinde "Allah'ın O
eksiksiz / kamil kelimelerine sığınıyorum." derdi. (Müslim,Salat; Ebu Davud,
Salat)
Gerçek şu ki, Allah'ın her bir kelimesi (ilkesi, emiri, tavsiyesi) insan için tam bir
korunaktır / sığınaktır. Bütün insanlık için çözüm, Allah'a ve O'nun o
mükemmel dine sığınmaktır. Hayatın her alanında mutlak kemal sahibi yalnızca
Allah'tır. Bütün güzel isimler / nitelikler sadece O'na mahsustur. O'ndan bağımsız
hiçbir alan ve varlık yoktur. O, sonsuz yücelik ve güzellik sahibidir; tüm noksanlıklardan
uzaktır ve bütün övgüler sadece ve sadece O'na yakışır. O halde siz, ey
oradakiler! Allah'tan ve O'nun dininden kaçarak nereye sığınıyorsunuz!?
Unutmayın ki, o kendilerine sığınmakta olduğunuz kimselerin
halleri tıpkı şu ayetlerde anlatılan kimselerin hali gibidir:
"Onların (o sefih ve ahmak) hâlleri, tıpkı (aydınlanmak, zararlı
varlıkların şerrinden korunmak ve yol bulmak için) bir ateş yakmak isteyen (o)
kimselerin (şu sefih ve ahmak) hâllerine benzer; ne zaman ki ateş parıldayıp
(yakanın) çevresini aydınlattı; (tam o sırada) Allah,(ateşe karşı ilgisiz
kalmaları yüzünden) onların (bütün) ışıklarını / basiret nurlarını alıp götürüverdi
ve onları (benzeri görülmemiş) kop koyu karanlıklar içerisinde bıraktı; artık
onlar, hiçbir şey göremezler!
(Üstelik onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; (bu
nedenle onlar, sapmış oldukları o hidayet yoluna) asla dönemezler!
Yahut (onların o sefih ve ahmak hâlleri), tıpkı, tüm
ufku tutmuş ve bütün bir gökyüzünden boşanan, içerisinde (benzeri görülmemiş
derecede) zifiri karanlıklar, (dehşet saçan) gök gürültüleri, (gözleri kör
edercesine parıldayan) şimşek çakışları bulunan (korkunç) bir yağmura / felakete
tutulmuş kimselerin (şu sefih ve ahmak) hâllerine benzer: Onlar, bütün şiddetleriyle
çarpıp çarpıp parıldayan o korkunç yıldırımlar ve gök gürültülerinin (oluşturduğu
dehşet atmosferinde) ölümden sakınmak için parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar!
Oysa Allah, bütün kâfirleri her taraftan çepe çevre kuşatmış durumdadır!
(Yürekleri ağızlara getiren) o korkunç şimşek çakışları,
neredeyse onların gözlerini (bütün basiretlerini) kapıp alıverecek! Her ne zaman
kendileri için bir ışık parıldasa, hemen o ışıkta yürürler; üzerlerine karanlık
çöktüğünde ise (oldukları yerde) çakılıp kalırlar! (Bakın), eğer Allah
dileseydi, onların işitme ve görme kabiliyetlerini, kesinlikle tümden alıp götürürdü!
Hiç şüphesiz Allah, her şeyi yapmaya hakkıyla kadirdir!
Ey insanlar! (Siz sadece,) sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan Rabbinize
kulluk edin! İşte (o zaman bu zifiri karanlıklardan ve yaşamakta olduğunuz şu
dehşet ortamlarından) kurunmuş olursunuz!" (Bakara suresi,17-21. ayetler)
Evet, bir insan olarak ben, kendi tercihimi bilerek ve isteyerek
Allah'tan yana yapıyorum. İşte bir kere daha " Eûzü billahi mineşşeytanirracim."
diyor ve "muavezeteyn surelerini" okuyorum. Allah'ım! Bütün övgüler yalnız
sanadır.
Kaynak: Vuslat dergisi
|
. |