ÇOCUKLARIN NAMAZ
EĞİTİMİ
AYŞE İZCİ
İnsanın, belirli tutum
ve davranışları kazanmasına elverişli çağların en başında çocukluk gelir.
Çocukluk, dini hassasiyet kazanmaya en uygun zamandır. Çocuklarımızı
namaza alıştırmak, üzerinde titizlikle durulması gereken konulardan
biridir. Bu, büyükler için bir görev ve sorumluluktur.
Çocuklarımızı ne kadar
çok seviyoruz değil mi? Gelecekleri, meslekleri, rızıkları, prestijleri
ile yakından ilgileniyoruz. Ancak iş dinî eğitime geldiğinde, güzel
temennilerden öte geçemiyor, çocukların masumiyetinden medet umuyoruz.
Çocuklar gerçekten de
günahsız. Tertemiz ruhları henüz pırıl pırıl. Dünyanın neresinde olursa
olsun, hangi ırktan olursa olsun, hiç bir çocuğa kıyamıyoruz. Çünkü
inancımıza göre, onlar buluğ çağına gelinceye kadar bizden, yani İslâm
fıtratı üzereler. Onlara bu fıtrata uygun şahsiyet ve yaşam tarzı
kazandırmak, en az karınlarını doyurmak kadar önemli bir mesuliyettir. O
halde evlatlarımızın durumunu gözden geçirelim.
Namaza kaç yaşında
başlatmalı?
Çocuğun dinî eğitiminde
yapılan hataların başında onların birer çocuk olduğunu unutmak gelir.
Zekâ, duygusallık, sebat, dikkat süresi ve yoğunluğu, beklentiler,
gönüllülük gibi etkenlerin çocuklar için tıpkı ilaç dozu gibi seçilmesi
ve ayarlanması gerekir.
Çocuklara namaz
alışkanlığı edindirmek için en uygun dönem, 7-10 yaşları arasıdır. Yani
Peygamberimiz s.a.v.'in tavsiye buyurduğu yaşlar. Tabii ki daha önce de
çocuklara bazı temel dinî bilgiler kolaylaştırılarak verilebilir.
Bu yaşların genel
özelliklerine bakıldığında; çocuk kendini idare etmeye muktedir
olabilmiş, zekâsı soyut konuları anlayabilecek döneme yaklaşmış,
sosyalleşme sürecinde dışa açılmış, yükünü büyüklerinin üzerinden belli
ölçüde almış ve hatta onları hayrete düşüren olgun davranışlar
sergilemeye başlamıştır. Kısaca, zihinsel, bedensel ve ruhsal olgunluk
düzeyi, namaz alışkanlığının sistemli ve bilinçli olarak verilmesine
müsaittir.
Zaman zaman konuya
ilişkin farklı görüş ve yaş tartışmaları gündeme gelmektedir. Dinî
eğitimi 12 yaştan sonraya erteleyen resmi yaklaşım, ne eğitim
ilkeleriyle ne de ülkemizin gerçekleriyle bağdaşmaktadır. Bu dönem olsa
olsa bir olgunlaştırma dönemi olabilir. O yaşlar yeni başlamak için
uygun değildir.
Kendi çocukluğunu
unutmadan
Çocukla çocuk olmak,
çocukça düşünebilmek, dünyaya çocuk gözüyle bakabilmek, çocukların
seviyesine inebilmek... İşte bunu başarabiliyorsanız, çocuklarınıza
istediğiniz kültürü, ahlâkı, davranış biçimini verebilme yolunda en
büyük engeli aşmışsınız demektir.
Mesela çocuğunuzun
vaadettiğiniz bir ödülü kazanma çabasıyla namaz kılmaya başlaması sizi
endişelendirmemelidir. Belki sizler de ilk namazlarınızı büyüklerinizin
övgüsünü, sevgisini celbedebilmek için kılmış olamaz mısınız? Sırf oyun
niyetiyle veya muziplik için de çocuklar camiye gidebilir. Onların
şımarıklıklarına göz yummak değil, ama kovmamak, kulaklarını çekmemek,
ayakkabı çalmaya gelmekle itham etmemek, onları kazanmada ilk ve en
önemli adımdır. Cami cemaatlerinden öyle kişilere rastlanır ki, çocuk
kovalamak için namazlarını yarıda keserler. Bir keresinde, çocuklara
taharetsizler diye bağırıyordu bir amca... Oysa kendisi de bir
zamanlar çocuktu. Bunu hatırlasa sorun kalmayacak.
Maksat alıştırmak
Namaz kılma alışkanlığı
edindirme çabamızda şu noktayı akılda tutmak çok önemlidir: Maksadımız
çocuğa namaz sevabı kazandırmaktan ziyade, namaza alıştırmaktır.
Herkes kendi çocuğunu
iyi tanır. Onu en iyi neyin isteklendireceğini, nasıl motive
edebileceğini iyi bilir. Bu çağda sosyal ödüller çocuk için çok
önemlidir. Bir an önce büyüme hevesinde olan çocuğa, namaz kılarken
kocaman bir ağabey/abla oluyorsun gibi teşvik edici sıfatlarla
yaklaşmak onu bir cemaat mensubu olarak kazanmaya vesile olabilir. Bu
tarz olumlu davranışları kendi çocuklarımız için başkalarından beklerken,
kendimiz de diğer çocuklara aynı sıcaklığı gösterebilmeliyiz. Hepimiz
sorumluyuz ve iyi birer eğitici olmak zorundayız.
Bizler iyi niyet
taşıyorsak, bilebildiğimiz kadarıyla çaba sarfediyorsak ve buna rağmen
eksikler ve hatalar ortaya çıkıyorsa, inanın Yüce Mevlâmız'ın izniyle,
inayetiyle birileri bu boşlukların dolmasına, eksiklerin tamamlanmasına
hiç beklemediğimiz anlarda vesile oluyorlar. Yeter ki muhabbetimiz olsun...
Aşağıda hikaye edilen
olay tamamen gerçektir. Ortak bir muhabbet bağına dayandığı için
paylaşılmıştır.
***
Küçük Müezzin
Yaz tatilleri,
çocukların boş zamanlarını değerlendirmek, becerileri geliştirebilmek
için önemli bir fırsat olabiliyor. Malumunuz, okul her şeyi vermiyor.
Biz de çoğu aile gibi
çocuklarımızın yaz aylarında dinî eğitim almasını arzu eder, buna göre
plân program yaparız.
Okullar tatil olduğunda
Ankara'dan ayrılıp, orta halli bir kasaba olan memleketimize gideriz.
Burada küçük bağ evleri, iş-güç, hayvan-haşerat arasında geçen sıcak yaz
günlerinde yüreğimizi serinleten güzel şeyler de yaşarız.
10 yaşındaki ortanca
çocuğum Ahmet, 8 yaşındaki kuzeni İbrahim ve birkaç arkadaşı,
kasabamızda gönüllü bir vatandaştan Kur'an-ı Kerim ve din dersi
alıyorlardı. Cami hocası, yaşları tutmadığı için onları kursiyerliğe
kabul edememişti. Çocuklar ise istekliydiler ve camiye gidebilen
ağabeylerini kıskanıyorlardı. Biz de işte böyle bir çözüm bulmuştuk.
Cami hocası çok sayıda
çocukla uğraşıyordu. Gönüllü hocamız ise, Allah ondan razı olsun, alem
bir insandı. Çocuklara hikayeler anlatıyor, güldürüyor, şakalaşıyor,
cebinde gofretler getiriyor ve çocukları seviyordu. Üstelik onları
evinde ağırlıyordu. Bütün bunlara rağmen yine de dökülenler oldu. İşi
ciddiye almayan ailelerin çocukları bir müddet sonra ayrıldılar. Çünkü
onlar içeriden desteğe sahip değildi, yani aileleri onları öylesine
gönderiyorlardı.
Ahmet ve İbrahim kısa
sürede çok mesafe katettiler.
Beş vakit
namaza camide devam ediyorlardı. Camimiz ovada küçük bir binaydı. İş
mevsimi olduğu için cemaati de üç-beş kişiyi geçmiyordu. Onların da
ikisi zaten bizim çocuklardı. İki-üç dede, bir hoca, bir de
bizimkiler...
Hoca efendi genç bir
kardeşti. Kısa sürede bizim çocuklarla iyi bir gönül bağı kurmuştu.
Çocuklar da sanki tam aradıklarını bulmuşlar gibi, her vakti camide
kılmaya özen gösteriyorlardı.
Yazın yatsı namazı hayli
geç saatte oluyor, namaz çıkışı ovalarda başı boş köpekler olabiliyordu.
Karanlık yollarda gelirken ağaç gölgelerinden, dal hışırtılarından
korkuyorlar, ama kelleyi koltuğa almışcasına ısrarla camiye gidiyorlardı.
Bazen ben yolda onları karşılıyordum, bazen de cemaatten bir dede onları
eve kadar geçiriyordu.
Bu arada babam yatılı
misafirimiz olmuştu. O da çocuklarla birlikte cemaate katılmıştı.
Adamcağız yorgunluktan ya da rahatsızlıktan dolayı camiye gitmek
istemediğinde bile çocuklar onu sürüklüyordu.
Babam eskiden hafızmış.
İcap ettiğinde müezzinlik yapar. Bizim camimiz küçük olduğu için resmi
müezzini yok. Cemaatten birisi müezzinlik görevini üstleniyormuş. Bir
gün babama Cuma müezzinliği teklif etmişler, o da yapmış. Cuma namazında
hayli kalabalık olan cemaat, başına toplanarak yaptığı güzel
müezzinlikten dolayı iltifatlar yağdırmışlar.
Bu iş, durumu kenardan
sessizce izleyen Ahmet'in o kadar hoşuna gitmiş ki, içten içe müezzinlik
sevdasına tutulmuş da kimsenin haberi yok! Dedesini yakın takibe alarak
okuduğu bütün tesbihatı, hatta namazdan sonra okuyup cemaati mestettiği
aşr-i şerifi kulaktan ezberlemiş.
Beş-on gün
sonra babamı yolcu ettik. Çocukların namaz temposunda bir azalma
olmamıştı.
Bir gün
oğlum bana şu soruyu sordu:
- Anne kimler müezzinlik
yapabilir? Mesela ben yapabilir miyim?
İzah etmeye çalıştım.
Bilen biri olmalı, dedim.
- Benim yaşım tutar mı,
diye sordu.
10 yaşında namazla
mükellef olduğunu biliyor ve ayrıca müezzinliğe çok heves ediyordu.
Cemaatin çok az olduğu vakitleri hiç kaçırmıyordu. Belki ona müezzinlik
yapma fırsatı düşebilir diye. Ama bu isteğini cemaatten hiç kimseye de
söylememiş. Ben de çocukça bir heves diyerek ciddiye almamıştım.
Yaz tatili sona eriyordu.
Ertesi sabah erkenden Ankara'ya dönecektik. Oğlum son kez yatsı namazı
kılmak üzere camiye gitti. Yanında kuzeni de vardı. Onlardan başka, hoca
dahil üç kişi daha varmış. Benim oğlan, tüm cesaretini toplayıp sürpriz
bir davranışla kamete kalkarak müezzinlik yapmaya başlamış. Çocuk hiç
şaşırmadan okuduğu halde, genelde müezzinliği üstlenen zat kameti
oğlumun ağzından alarak devam etmiş. Çocuk, herhalde çok yanlış bir iş
yaptım düşüncesiyle o kadar utanmış, o denli rencide olmuş ki... Namaz
biter bitmez kimsenin yorumunu beklemeden camiden öyle bir fırlayıp
çıkmış ki... Kuzeni arkasından yetişmeye çalışmış ama yakalayamamış.
Çocuk eve geldiğinde
öyle ağlıyordu ki, başına bir şey geldi sandım. Konuşamıyordu ya da
konuşmak istemiyordu. Yüzü kızarmış, şişmişti. Hiç bir şey onu teselli
edemiyordu. Nihayet hıçkırarak:
- Ne olurdu sanki anne,
dedi, bu son gecem, bir kerecikte ben müezzinlik yapsaydım ne olurdu?
Hem hiç şaşırmamıştım, dedemden iyice öğrenmiştim. Neden ağzımdan
aldılar ki?
Oğlum bir türlü teskin
olamıyordu. Sadece ben değil, oradaki herkes şaka-gerçek bir sürü şey
söylüyor, yine de çocuğu susturamıyordu. Ne yapmak istemişti, neden
reddedilmişti kimse anlayamıyordu. Sonuçta şu kanaate vardım ki, o zat
oğlumu çocuk diye basite almış, kendinin daha iyi müezzinlik yaptığını
vurgularcasına, biraz nefsanî bir tavırla çocuğa izin vermemişti.
İnanıyorum ki çocuk için bunun önemini bilse, öyle davranmazdı. O,
oğlumun üzüldüğünü bile farketmemişti...
Ne yapabilirdim? O an,
muhabbet duyduğum bir salih zatın hayaline daldım. O olsaydı, dedim,
böyle mi davranırdı? Bir çocuğun kalbini böyle kırar mıydı? Keşke oğlumu
ona götürebilsem, dedim. O, onu teselli etse...
Bir müddet böyle kendi
alemimde kalmışım. Manevi yardım diledim. Kimse kötü niyetli değildi ama
Ahmet'in bu muameleyi hak etmediğine inanıyordum. Oğluma hisettirmemeye
çalışıyordum ama ben de çok üzülmüştüm. Endişeliydim. Ya namazdan
soğursa? Her şeyi Allah'a havale ettim.
Ertesi gün Ankara'ya
döndük. Orada da evimize çok yakın bir camimiz var. Oğlum aynı
samimiyetle orada da namaza devam etti.
Bir gün sonra cami
avlusunun bir kenarında vaktin girmesini beklerken, oğlum müezzinin
gözüne ilişmiş. O gün imam izinliymiş ve namazı müezzin efendi
kıldıracakmış. 30-40 civarında da cemaat varmış. Oğlum hiç birini
tanımıyor, hiç kimse de oğlumu tanımıyor. Oğlum ile müezzin arasında
şöyle bir konuşma geçmiş:
- Gel bakalım buraya
delikanlı, senin adın ne?
- Benim adım Ahmet, abi...
Oğlum onun müezzin
olduğunu bilmiyor, ona abi diye hitab ediyor.
- Peki Ahmet, sen Kur'an
okumayı biliyor musun? diye soruyor. Evet cevabını alınca, bir soru daha
soruyor:
- Peki,
müezzinlik yapabilir misin?
- Evet,
yapabilirim abi!..
Akşam
yemeğinde Ahmet yoktu. Camidedir diye düşündük. Az sonra kapının zili
canhıraş bir şekilde çalmaya başladı. Oğlum gelmişti. Mutluluktan
konuşamıyordu. İlâhi bir tevafuk, bir lütuf çok kısa sürede oğlumun
yarasını sarmıştı.
-
Müezzinlik yaptım! diye haykırıyordu, hem de 30 kişilik cemaat vardı!
Biz de çok
sevindik. İnanın, bizim evde maç kazanıldığında bile böyle sevinç
yaşanmamıştı.
Zaman
içerisinde oğlumun namaz seyrinde bazı iniş-çıkışlar oldu. Tıpkı bazı
yetişkinlerde olduğu gibi. Okulda din dersinde, öğretmeni: En kutsal
ibadet çalışmaktır bence, gerisi önemli değil diyordu. Çocuk
inançlarında bocaladığı anlarda konuştuk. Çok sevdiğimiz insanların dahi
dinî konularda farklı düşünceleri olabileceğini, o yönlerini
görmezlikten gelmemiz gerektiğini de unutmamalıyız.
Cami
cemaatine de teşekkür borcum var. İçlerinde nice ehil kişiler bulunuyor
olmasına rağmen oğluma sık sık müezzinlik yaptırıyorlar. Oğlumu
aralarına aldılar, seviyorlar ve koruyorlar. Şimdi kendine iki yaşıt
arkadaş daha buldu, camiye birlikte gidiyorlar. Ahmet doktor olmayı
düşünüyordu, çok para kazanacaktı. Ama şimdilerde müezzin olmayı hayal
ediyor, çok sevap kazanacakmış.
Kaynak: Semerkand
dergisi, 07/2004
|