.

 KİŞİSEL GELİŞİM GELİŞTİRİR Mİ?

  

MEHMET GAYRETLİ  

 

Hayatımıza her gün yeni kavramlar giriyor. Bunlardan bazıları unutulup giderken, bazıları, sanki yıllardır kullandığımız, konuştuğumuz kavramlarmış gibi yer ediyor. Bu kavramlar hayat tarzımızı, dünyaya bakışımızı, ilişkilerimizi, kaynaklandığı kültürün havasını taşıyarak etkiliyor. İşte bu kavramlardan biri de, son yıllarda çok revaçta olan “kişisel gelişim”.

 

Modernleşme sürecinde toplum olarak kentleşirken, geleneksel değerlerimizden hayli uzaklaştık. Taşrada yaşarken bildiğimiz insani ilişkiler, kentli olunduktan sonra hafızalardan silinmek üzere. Taşradaki sıcaklık ve samimiyet, kentli için nostalji olarak duruyor. Kimi zaman hatırlayıp hayıflanıyoruz.

 

Köy ve kasabalarda nüfus azalırken, kalabalıklaşan kent merkezlerini, geleneksel değerlerini yitirmiş, çıkar ve menfaat peşinden koşan insanlar dolduruyor. Bu ortamda insan her gün biraz daha yalnızlaşıyor.

 

Kaybedileni telafi çabaları

 

Bu yalnızlık, insani ilişkilerin zayıflığı hatta kopukluğu, tamamen sanayileşmiş toplumlarda çok daha belirgindir. Batı'da bu sorunu konu edinen, çözüm önerileri sunan çalışmalar devâsâ bir yekûn teşkil eder. Her gün “terapi” vaad eden yeni bir moda, yeni bir akım ortaya çıkar. Esasen batılı insanın yönelişlerinin arka plânında hep bu yalnızlık, insani ilişkilerdeki kopukluk vardır.

 

Bu arayışa ilk önemli örneklerden biri, Amerikalı yazar Dale Carnegie'nin 1950'li yıllarda kaleme aldığı “Dost Kazanma Sanatı” adlı kitaptır. Bu kitap, kentleşmenin kaybettirdiği değerler üzerine bir arayış mahiyetindedir. Çünkü insanlar çok katlı apartmanlarda, kalabalık kentlerde yaşamasına rağmen o kadar yalnızdır ki, “dost kazanmak” ciddi bir ihtiyaçtır ve bunun “öğrenilmesi” gerekir. Kitap çok tutulur. Bunun üzerine benzeri pek çok rehber kitap ortaya çıkar. Derken, bir toplumsal krize samimi bir arayış olarak başlayan çabalar, “kişisel gelişim” adıyla hayli kârlı bir sektör haline geliverir. Kendilerini takip edenlere, ailede, işte, her tür sosyal ortamda başarı ve prestij vaad eden pek çok ekol ortaya çıkar.

 

Yüz yılı aşkın zamandır modernleşme sancıları ile kıvranan ülkemiz de bu furyadan nasibini alır. Önceleri, Carnegie ve Herbert Casson gibi yazarların çevirileri, yöneticilerin nasıl başarılı olacağı konusunda tercüme ve telif kitaplar derken, her biri başka bir kişisel gelişim ekolünü temsilen seminerler veren kuruluşlar piyasaya çıkmıştır.

 

Huzuru ‘başarı'da aramak

 

Kişisel gelişim, en genel ifadeyle, gittikçe vahşileşen bir dünyada ayakta kalabilmenin, maneviyat krizi yaşayan Batı'nın çırpınışını ifade eder. Onca refaha ve imkana rağmen, batılı insan mutlu ve huzurlu değil. Zira medeniyetleri maddi değerler üzerine kurulu. Tarihleri ve kültürleri kalıcı, köklü bir huzur sağlamaya elverişli değil. Sayısız terapi yöntemlerinin ve Uzakdoğu felsefeleri başta olmak üzere farklı yönelişlerin bu kadar yaygınlaşması bu yüzden. Kişisel gelişim de bu yönelişin başka bir yüzü. Kendine güven duygusu edinebilmek, hayatla baş edebilmek için bir yöntem.

 

Ancak kişisel gelişim programlarının, bu hedeflerinde onlara yardım ettiği söylenemez. Çünkü insanın gerçek saadeti, ruhu itminana erdiren bir iman ve hayat telakkisi ile mümkün. Temelde bu olmayınca, ne kişisel gelişim programları, ne terapi yöntemleri ne de felsefi yönelişler işe yarar.

 

Kişisel gelişim felsefesinin temelinde, Uzakdoğu felsefelerinde fazlasıyla bulunan, sağlıklı ve dengeli bir şahsiyet için “kişisel farkındalık” veya “kendini tanıma” yatmaktadır. Bu kavram, bizim “nefsini bilme/ma'rifetün-nefs” kavramını çağrıştırır. Ancak aralarını kalın bir çizgiyle ayırmak gerekir.

 

“Kişisel gelişim” açısından “kişisel farkındalık” kavramı sadece sağlıklı ilişkiler kurabilme, iş hayatında başarılı olabilme amacıyla bir önem taşır. Yani yaslandığı zemin tamamen dünyevîdir. Halbuki bizim kültürümüzde, “kendini tanıma”, insanın hayatta mutlak hakikate ulaşabilmesi ve insanın Rabbi'ni tanıyabilmesi sürecinin bir parçasıdır. Kaynağı, zemini ilâhi bilgidir. Hedefi dünyada prestij ve üstünlük kazanmak değil, iki cihanda mutluluğu tahsil etmektir.

 

‘Öteki dünya'nın Truva atı

 

Kendini tanıma çabamızı, insanlara karşı güler yüzlü olma gayretimizi ve insanlar arası ilişkilerdeki hassasiyetimizi kullanan kişisel gelişim sektörü, dinî hassasiyet sahipleri arasında da yer almaya çalışıyor. Bu süreç içinde, çoğunlukla ticari hedeflerle ve hadisenin iç yüzünü düşünme ihtiyacı bile hissetmeden bazı mütedeyyin yazarlar da bu kervana katılmışlardır.

 

Mevzuatla çatışmadıkça isteyenin dilediği yolla para kazanabileceği mevcut ekonomik ortamda, bir ticari faaliyet olarak kişisel gelişimi eleştirmek elbette mümkün değil. Ne var ki çıktığı dünyanın hayat felsefesini, kültürünü, iş ve başarı anlayışını, hatta inançlarını taşıdığını unutmamamız gerekiyor. Hele de kişisel gelişimi islâmî kavram ve prensiplerle irtibatlandırarak satma çabasının nasıl ciddi bir tahrifat ve tahribat tehlikesi taşıdığını anlamamız gerekiyor.

 

Kişisel gelişimin, bir yandan başarılı, kendisiyle barışık, dengeli kişilik vaad ederken, diğer yandan bedel talep etmesi, esasen konunun gerçek yüzü hakkında önemli bir fikir verir. Evet, kişisel gelişimin doğduğu dünyada “mutluluk” ve “başarı” satılır ve satın alınır! Her şeyin bir ücreti vardır. Hayatı bu ilkeye göre değerlendiren düşüncenin hayata, mutluluğa, başarıya dair söyleyecekleri ne ölçüde sahici olabilir?

 

İnsanların önüne, kurtuluşa, huzura erdirmek vaadleriyle onları oyalayan, üstüne üstlük yabancı bir kültürün dünya görüşünü empoze ederek kendi kökleriyle irtibatını zayıflatan zararlı reçeteler koymamak gerekir.

 

Kültürümüzden, örfümüzden, inancımızdan uzaklaştığımız müddetçe zarar ettiğimizi anlamalıyız. Batı'nın kaybettiğini, sanki biz kaybetmişiz gibi onlarla birlikte aramanın ne anlamı var? Hele ki onların da arayıp bulmaları gereken şey, bizim elimizde hazır dururken...

 

Kaynak: Semerkand dergisi, 07/2004

 

 

.