Çocukluğumuz Bizim
Anavatanımızdır
Özgüven terimini artık
günümüzde çok sık kullanılan terimlerden birisiridir. Özgüven kavramına
detaylı olarak girmeden, kısa ve öz bir tanımını yapmak sanırım yararlı
olacaktır. Özgüven; Bireyin kendinden memnun ve kendisiyle barışık
olmasıdır. Özgüvenin temelleri çoçukluk hayatında atılır. Çoçukluğumuz
bizim anavatanımızdır. Çocukların özgüven kazanmalarında aile hayatının
çok önemli bir rolü vardır. Aile içerisinde yaşananlar çoğu zaman
dışarı yansımaz. Aile içinde adeta mutluluk oyunu oynanır.
Aslında çocuklarına en
fazla zarar veren aileler, yüzeysel anlamda mutlu ve ve hatasız
görünmeye çalışan ailelerdir. Bu tip aileler Bütün çoçuklarımızı sever
ve onlara karşı hiçbir ayrım yapmayız derler. Ancak aile içinde çocuğu
günah keçisi gibi belirleyip, hata ve kusuru o çocukta ararlar. Aile
hayatının görünen tarafı değil, görünmeyen tarafı ilişkileri
belirlemekte çocuğun özgüven gelişimini desteklemekte ya da
engellemektedir. Bunun için her aile içinde değer sistemi açıklanmalı,
böylelikle çocuklar neyin doğru neyin yalnış olduğunu anlamalı ve
ailenin koyduğu kurallar kolayca tanımlanabilmeli ve gerektiğinde
tartışılabilmelidir. Aynı çatı atında güvenli ve uyumlu bir yaşam
sürebilmek için, her ailenin bazı kuralları olması gerekir.
Çoğu çocuk, aile
içindeki bir kuralın varlığından, ilk kez bu kuralı çiğnediği zaman
haberdar olur. Bazen, ana ve babanın evdeki konulan kurallarla ilgili
çatışması, çocuğu duygusal acıdan çok olumsuz etkiler çünkü çoçuk, anne
ve babanın birbiri üzerinde üstünlük kurmaya çalısmasının kendi
gereksinimleriden daha önemli olduğu duyugusuna kapılabilecektir.
Günümüz aile yapı içerisinde, özgüven oluşumunu etkileyen en önemli
etkenlerden birisi de iletişimdir. Aile bireyleri farklı kuşaklardan
oluştuğu için, iletişim konusunun sık sık sorunlara sebeb olması
kaçınılmazdır. Ayrıca her ailenin ve bu ailedeki her bireyin iletişim
şekli bir diğerininkine benzemez.
Çocuğumuzun özgüven
kazanması için aile içinde sohbetlere zaman ayırmalıyız. Aile bireyleri
günümüze adeta televizyonun esiri durumundadır. Aile bireyleri adeta
reklam aralarında birkaç tepkide bulunabilmekdedirler. Oysa bırakın
sadece sözel mesaj vermek sözel olmayan mesajları da almak önemlidir.
Günümüzde pek çok
ailede hem annenin, hem de babanın çalışması ve iş hayatlarının çok
karmaşık ve stresli olması, evlerini sığınak gibi görmelerine neden
olmaktadır. Diğer taraftan da ailenin toplumsal çevreden kopuk olmaması
çok önemlidir. Aile çocuğa toplumla dostluk ve iş birliği içinde yaşama
konusunda, yeterli ve iyi bir model oluşturmalıdır. Ayrıca aile
biriyleri evin dışında yeterince vakit geçirmeli, kendisini sosyal ölüme
hapsetmemelidir.
Çocuğun gelişimini
etkileyen en önemli şey sevilip sevilmeme duygusudur. Ana babası
tarafından sevilen bir çocuk, kendini sevmeyi öğrenir. Ancak yaptığım
grup psikoterapilerinde yetişkinlerin çocukluk yaşantıları ile ilgili,
sevme ile ilgili psikolojik armağandan nasibini almadıklarını hep gördüm.
Bizim toplulumumuzda sevgiyi çok kolay gösteremiyoruz. Oysa sevginin
gerektiği gibi ifade edilebilmesini kaçırılmış bir fırsat olarak
görüyorum. Çocuklarımızı içten sevme kavramının arkasına sığınarak,
sevgimizi onlara açıkca göstermemizin hiçbir anlamı yoktur. Çocugun,
özgüven duygusunu oluşturmak için sadece sevdiğimizi tekrarlamak yeterli
değildir. Onu neden sevdiğimizi açıklamamız da çok önemlidir. Zaman
zaman çocuğumuz bizi üzer bizi kızdırır. Ona karşı içimizdeki
kızgınlıklar birikebilir ama yinede ebeveny olarak onu her zaman çok
sevdiğimizi bilmesi gerekir. Ona olan sevgimizin bir takım koşullara
bağlı olduğunu düşünmemesi gerekir. Çocuklara, varlıklarının yaşamımızın
niteliği üzerinde nekadar önemli bir etki yaptığını anlatmamız önemlidir.
Oysa bugün çoğu ana baba, çocuklarından bahsederken annelerine
çektirdiklerinden, aile bütçesine getirdikleri yükten, zaten stresli
olan babanın sıkıntısı daha da artırdıklarından bahsetmekte, bunu da
çocuğa hissettirmektedirler.
Çocuklar içinde
yaşadıkları kültür nedeniyle benlik saygılarını kaybetmeye başlarlar. Bu
durumda çocuğa destek olabilmek duygularını ifade etmelerini sağlamak
çok önemlidir.
Özgüveni oluşturmada
aile içi iletişimin çok önemli olduğunu vurgulamıştık. İletişimin en
önemli öğelerinden birisi de dinlemektir. Çocuk bir sorununu ya da
endişesini dile getirirken onun duygularını, şüphelerini ve ikilemlerini
sadece dinleyerek de anlayış gösterebiliriz. Çocuğun konuşmasını
tamamlamadan teselli etmemiz ya da gereksiz önerilerde bulunmamız,
çocuğa hatalı olduğu mesajını verecektir. Oysa onu sadece dinlemek ve
sonrada sarılmak onu çok daha fazla rahatlatacaktır. Çocuğa aile hayatı
içerisinde zaman ayırmak çok önemlidir. Ayrılan zamanın süresi değil,
niteliği çok önemli. Bazen aile bireyleri aynı ortamı paylaşırlar ama,
aralarında hiçbir duygusal alışveriş yoktur. Çünkü bu beraberlik
nitelikli değildir.
Çocuk toplum
içerisinde bazen haksızlıkara, istismara uğrar. Bu yüzden de çocuklar
bazen kendilerini güçsüz ve zayıf hissedebilirler. Örneğin; düşüncesiz
biri çocukla alay edebilir ya da onu aşağılayabilir, öğretmeni
tarafından gereksiz yere cezalandırılabilir. Bu gibi durumlarda, çocuğun
duygularını ortaya çıkarmak ve onu anlamak, kendisine yapılanın haksız
bir davranış olduğunu kabul etmek çok önemlidir. Çocukla iletişim
kurarken onu etiketlemek (Senin gibi çocuklar), mesafe koymak (Seni
dinlemiyorum), çocuğu başkalarıyla karşılaştırmak (Ablan hiç böyle
davranmazdı ), abartmak (Sen zaten her zaman yaramazsın.), alay etmek
suçluluk duygusunu aşılamak (Beni öldüreceksin), kehanette bulunmak (Asla
başaramazsın) çok yanlıştır. Bütün bu tepkiler çocuğun özgüvenini yıkar
çocuk ya içine kapanır, ya da protesto etmek için hırçınlaşır, saldırgan
davranışlara yönelir. Çocuk yetiştirirken çocuk asla şımartılmamalı, her
istediğini elde etmiş birey ideal oluşturmada zorluk çekebilir, hayatla
ilgili doyumsuzluklar bireyi mutsuz ederek amaçsızlığa sürükler. Eğitimi
en güç olan çocuklar şımartılmış çocuklardır. Unutmayalım çocuk hiç bir
zaman bizim prototipimiz değildir. Hayat şartları, niteliği sürekli
değişmektedir. Çocukluk hayatında doyuramadığınız, eksik kalan
süreçlerimizi ana baba olarak çocuğun üzerinde doyurmaya çalışmakta,
abartılı davranışlara yönelmekteyiz. Ben yaşamadım, çocuğum yaşasın,
Sen doktor olmalısın gibi yaklaşımlar, sadece kendi iç dünyamızdaki
çocuğu doyurmaktan öte bir şey değildir.
Yaşantımıza
baktığımızda, korkularımızı ve kaygılarımızı çocuklarımıza
bulaştırdığımızı görürüz. Çoğu kararlarımızı da bu korku ve kaygılarımız
yüzünden hayata geçiremeyiz. Neden korkarız? Çünkü, kararlarımızın
sorumluluğunu almak bize çok zor gelir. Üstelik bu kararlar, kendi
kararlarımızdır. Başkalarının kararlarına uymak bize daha kolay gelir.
Hayatımızda fazlaca risklere girmek istemeyiz değişimden hep korkar ve
ürkeriz, bildik, tanıdık ama mutsuz hayatımıza devam etmek bize daha
kolay gelir. Çünkü her değişim bir risk taşır, yüreğimizdeki cesareti
yine yüreğimize gömmüş bir durumda ömürlerimizi geçiririz. Çünkü en ufak
bir değişimde anne baba veya toplum tarafından uyarılır, adeta kültürel
kavanoz (J.L. Moreno ) içinde şıkıştırılıp kalırız. Böylece doğuştan
getirdiğimiz yaratıcılık duygularımızı, iç dünyamıza hapsederiz.
Hayatımızda yeni arayışlarda bulunmayız. Bazılarımız iç sesinin
arayışlarını ustalıkla sunarken, bazılarımızda hiç duymazlıktan geliriz.
Oysaki hayatta bu iç sesi duyabilmek için cesaret her zaman çok
önemlidir. Çünkü cesaret özgüvenle birlikte yaşar, bu arada kastettiğim
körü körüne bir cesaret değildir, çünkü körü körüne, bir cesaret kişiye
zarar verebilir. Ama gerektiği zamanlarda cesur olmayı bilmek çok
önemlidir. Unutmayalım, tutunduğumuz korkularımız bizi daima geriye
götürür. Yaşamımızda birçok alanda bizi kitler. Sınavlarda başarısız
olan gençlerin büyük çoğunluğu ne yazıkki özgüven eksikliğinin kurbanı
olmaktadır. Özgüven kavramı aynı zamanda sürekli artan, gelişen bir
kavramı da ifade etmektedir. Çünkü birey istedikçe ve başarı duygusunu
tattıkça özgüven duygusunu daha fazla yaşayacak, aslında içerisinde var
olan inşa edicilik duygusunu ortaya çıkaracaktır.
Kaynak: Altinoluk
dergisi, 05/2005
|