FIKRE ITIBAR EDILMESI IÇIN
IMAN LAZIM!
Nida Dergisi Ekim 2007
Türk
toplumunun, genel olarak fikir üretme noktasinda çok parlak bir sabikasinin
olmadigi söylenegelmistir. Bu durumun, bugün böyle oldugu gibi, geçmiste de pek farkli
olmadigina dair yaygin bir kanaat vardir. Özellikle Arap kavminin gösterdigi
performansla yapilan kiyaslamalarda, Türklerin üretkenliginin tali boyutta
oldugu siklikla dillendirilmektedir. Buna göre, temel Islami ilimler de dahil olmak
üzere, Türkler, orijinal eserler verememisler; sadece uygulayici
olabilmislerdir. Peki bu yaklasim dogru mudur? Ya da bu degerlendirme ne oranda
isabetlidir?
Öncelikle ifade
edilmelidir ki, bu konuda, kavim bazinda bir degerlendirme yapmaktan kaçinmak
gerekir. Çünkü eger herhangi bir kavim, düsünce veya eylem noktasinda baska kavimlere
göre daha performansli ise, bunun asli nedeni, o kavmin kendine özgü vasiflari degil,
performansi etkileyen faktörlerdir. Bunlarin basinda da bilinçli
yönelimler gelir. Inanç sistemleri, ideolojiler, dinler vs. bu kapsama girer.
Altyapi olarak ifade edilen faktörler ise, belirleyici degil, etkendirler.
Ekonomik ve sosyal faktörler bu kapsama girerler. Bir baska ifadeyle, kavimlerin
performansini, onlarin kavmi özellikleri veya altyapi faktörleri degil,
bilinçli tercihlerin ürünü olan çalismalari (yani sayleri) belirler. Odaklanilmasi gereken
nokta da burasidir.
Bu baglamda,
Arap kavmi ile Türk kavmi arasinda bir kisa degerlendirme yapmak mümkündür. Eger
Araplar, Islamin yayilisi sürecinde iyi bir performans sergilemislerse, bunun basit
izahi, hiç kuskusuz Islamdir. Islamin bu kavmin performansini top noktaya çikarmis olmasiyladir
ki, Araplar, Islami ilimlerin yani sira, ilmin diger dallarinda da, o dönemin en performansli
kavmi olmuslardir. Fakat bu, onlarin Arap olmasi hasebiyle degil; bu performansi gösteren
kavim olmalari nedeniyledir. Yani, rahatlikla: Islam olmasaydi, Araplar o dönemin
süper gücü olamazlardi da denilebilir. Bu noktada Ibn-i Haldunun
teorisinin (veya benzeri asabiyetçi teorilerin) isabetli olmadigini söylemek
gerekmektedir. Araplarin performansini, Kureysin asabiyetinin
belirledigini iddia eden Ibn-i Haldun, aslinda ciddi bir yanilgi içerisindedir. Çünkü,
bu asabiyet belirleyici olsaydi, Islamdan önce de Araplarin ayni performansi
göstermesi gerekirdi ki, tarih bunun böyle olmadigini yazmaktadir. Dogrusu, Kureyslileri
bir araya toplayan seyin, Kureysin asabiyeti degil, Islam oldugudur. Islam
sayesinde, daginik Kureys kabileleri birlik olmuslar (Ali Imran: 103) ve daha sonra da
birkaç asir süren küresel güç pozisyonunu elde edebilmislerdir. Fakat
yine Islami hassasiyetin giderek zayiflamasi sonucu (Maide: 54), bu pozisyonlarini
kaybetmislerdir. Araplarin yerini ise,
daha sonralari Türkler almistir. Önceleri Mevali statüsünde Araplarin hizmetinde
bulunan Türkler, Miladi 10. asirdan sonra sergiledikleri performansla üstünlügü ele
geçirmislerdir. Fakat bu da, Türklerin Türklüklerinden kaynaklanan bir sey degildir. Müslüman
olduktan sonra gösterdikleri performans, onlari bu pozisyona tasimistir. Ve sanildigi
gibi, Türkler, o dönemden sonra, sadece uygulayici pozisyonunda olmamislar,
fikir üreten sahsiyetler de yetistirmislerdir.
Ancak burada
kavimleri yaristirici bir yaklasimdan sakinmak gerekir. Yapilmasi gereken, bir dönem
Araplar arasindan büyük isimler çikarken, bu isimlerin daha sonra niçin Türkler arasindan
(veya baska kavimler arasindan) çiktigi sorusuna cevap bulmaktir. Bilindigi gibi ilk dönem
ilim merkezleri, Basra, Kufe, Hicaz, Yemen, Bagdat gibi Arap sehirleri iken, daha sonra
Dogu illeri (yani Türk illeri) önem kazanmis ve Semerkant, Taskent, Buhara gibi
merkezler ilmi performans sergilemislerdir. Farabi, Ibni Sina ve Biruni gibi ilim adamlari
da bu merkezlerde yetismislerdir. Ilim merkezlerinin tarihsel dönemler içerisinde yer degistirmesinin
nedeni, yine kavimlerin gösterdikleri performansla alakalidir. Bu ise
öncelikle, ideolojik yönelimin ortaya çikardigi içsel dinamizmin
sonucudur. Bir kavim bu dinamizmini kaybetmeye basladiginda, mutlaka o boslugu bir baska
kavim doldurur. Yeni gelen kavim de, bu yeni pozisyonunu, esas itibariyla, kendi çalismasinin
sonucu olarak elde eder.
Çalismanin
(sayin) belirleyiciligi hususunda alti
çizilmesi gereken bir diger nokta da, yönelimde istikrardir. Malum oldugu
üzere, medeniyetlerin olusma (ve çöküs) süreçleri insan ömrüyle sinirli degildir.
Bir medeniyetin mücessem bir varlik olarak ortaya çikisi dahi, birkaç nesil
alabilmektedir. Bu noktada, belirli bir hedefe dogru kitlesel yönelim
önemlidir. Bu yönelim sonucunda, kavimler içerisinde, ilmin her alaninda önemli ve
seçkin sahsiyetler çikacaktir. Yönelim kitlesel degil de bireysel nitelikte
ise, bu, o kavmin performansinin düsük oldugunu gösterir. Böylesi kavimler, tarihte iz
birakici isler yapamamislardir. Peki bu yönelimi saglayacak olan sey nedir? Bu önemli
sorunun cevabini, ilmi yetkinlik, örgütlülük, dayanisma bilinci vs. gibi kavramlarda
aramak mümkündür, ancak daha merkezi bir kavram vardir ki, asil cevap oradadir. Bu
kavram, imandir. Hepimizin bildigi inaniyorsaniz, üstünsünüz
(Ali Imran: 139) ayetini de bu çerçevede anlamak gerekir. Ameli ortaya çikaran sey,
imandir. Pratigi, teori belirler. Sayin
kökeninde de, saglam bir inanç vardir. Dünya tarihinde, bütün büyük isler basarmis
kisiler, yaptiklari ise inanan kisilerdir. Ve inanç saglam oldugunda, o inancin insa
ettigi bina da saglam olur.
Inancin
saglamligi ise, elbette ki ilm ile baglantilidir. Sahih ve saglam bir ilm temeline dayali olmayan
hiçbir inanç binasi, uzun süre ayakta kalamaz. Dogrudur, batil inançlarla da, insan
eylemlerini yönlendirmek mümkündür. Fakat bu ilanihaye devam edemez. Denilebilir ki, Hiristiyanlar,
Budistler, Yahudiler (ve tabii ki Modern Seküler Bati Uygarligi) yüzlerce yil batil inançlariyla
yasamislar ve devletler (hatta medeniyetler) dahi kurabilmislerdir. Evet, bu inançlarin
sahipleri de bina yapmislardir; fakat burada önemli olan, bu binalarin, sert rüzgar karsisinda
dayanip-dayanamadiklaridir. Bu inançlarin hiç biri, ilm kriteri karsisinda
tutunamamistir. Insanlarin çogunun iman edenlerden olmayisi vakiasi (Rad:1),
imanin hakk olusu gerçegini degistirmez. Hakk, hakikat oldugunu her yerde ispatlayacak güçtedir.
Hakk yoksa, batil vardir. Fakat Hakk geldiginde, batil zail olur (Isra: 81).
Bu genel ilkeler
çerçevesinden baktigimizda, Türklerin bugünkü performanslarinin niçin düsük
oldugunu açiklamak da kolaylasmaktadir. Demek ki Türkler, bugün geregince
(yani Ali Imran:139. ayetin istedigi manada) iman etmemektedirler. Etselerdi,
bu iman, onlarin düsünce alaninda da baska alanlarda da performanslarina yansirdi. Demek
ki bugün Türklerin yönelimi baska yerleredir. Ve bu yerler, onlari üstün
kilacak yerler degildir! Daha açik bir ifadeyle, bugün Türkler, tarihte kendilerini
seçkin bir pozisyona oturtan asil degerlerinden uzaklasmislardir. Diger Müslüman
kavimler gibi, onlar da, modern degerlerin kurtariciligina inandirilmislardir. Osmanli
Devletinin son yüzyilinda Osmanli aydininin zihni, Batili kavramlarla
sekillenmistir. Cumhuriyet, bu sekillenmenin üzerine kurulmustur. Modern Batinin
degerleri ise, Türklerin gelenekten getirdikleri degerlerle uyumsuzluk göstermektedir.
Bu uyumsuzlugu sentezle gidermenin ise imkani yoktur. Burada bir ideolojik
(veya dini) tercih yapilmak durumundadir. Ya Modernite tercih edilecek ya da
gelenekten tevarüs edilen degerlere baglilik devam edecektir. Dönemin bütün (Müslim,
gayr-i Müslim) kavimleri gibi, Türklerin seçkinleri/elitleri de, agirlikli olarak
moderniteyi tercih etmisler ve böylece modernite, düsünsel üstünlügü
ele geçirmistir. Ardindan da, dogal olarak, modernitenin politik kurumlari, Osmanli
bakiyesi topraklarda tesis olunmustur. Bu yönelim, kaçinilmaz sonucunu nasil verdiyse,
simdi yeniden Islama dogru bir yönelim için de ayni yolun izlenmesi gerekmektedir.
Yani önce zihinlerde bir inkilap gerekmektedir. Bu inkilabi saglayacak olan
sey ise, temelde ilmdir. Yani ilmde yetkinliktir. Bugün,
Müslümanlar olarak bizim asli eksigimiz budur. Bu noktadaki eksikliklerimizi
giderebilirsek, nefsinde olani degistiren kavim (Rad:11) olma yolunda
temel ve asli adimi atmis oluruz. Iste o zaman, kitlesel yönelim de tedricen
baslayacaktir. Çünkü kitleler, temelde güce meyillidirler. Maddi gücü doguran
ise, temelde ideolojik güçtür. Medeniyetler, güçlerini hakliliklarindan
aldiklarini iddia ederler. Bu, bosuna degildir. Çünkü gücün mesruiyet kaynagi, hakli
olmak, hakikat üzere olmaktir. Digeri, kaba güçtür ve ömrü de pek uzun
olmaz. Iste bu yüzden, Müslümanlar, bugün hak üzere olmayi
önemsemelidirler. Bunun tek yolu da, ilm üzere olmaktir.
Türkiyede
fikre deger verilmiyor mu? Bunun nedeni, ekonomik sikintilar, geleneksel etkiler, siyasal
baskilar vs. degildir. Türkiyede bir yönelim eksikligi vardir.
Insanlar, manipülasyonlarla gafillestirilmistir. Bu gaflet uykusundan uyanmak
için, güçlü bir sese ihtiyaç vardir. Ve bu güçlülük
biliniz ki, ilimde derinlesmektir.
M.
Kürsad ATALAR
|